Professional Documents
Culture Documents
NAbdıırrezzak Samarrai
I-Irf
rı> -?ıv
10
Geriye önemli bir soru kalıyor Bu gibi bir çalışma
tek başına yeterli olur mu? Açıkça "Olmaz" diye cevap
veriyorum. Çünkü müslüman milletleri yöneten hü
kümetlerin bir çoğu onlara baskı yapıyor. Öyle bir
baskı ki, bu ancak bir düşmandan veya düşmanla iş
birliği yapmış yöneticiden ya da düşmanların direk
tiflerini uygulayan bir validen beklenebilir. Müslü
man gençlerle tıklım tıklım dolu bu hapishaneler,
müslüman gençliğin karşısına dikilen gizli ve açık şu
giyotinler onları bu yöneticileri kaflrlikle itham etme
ye sevk edecektir.
Kendine saygısı olan bir devletin İçişleri Baka-
nı'nın Koloni Kanunlan'nın, başkasına değil, İslâm
topluluklarına uygulandığım sonra da şu veya bu yö
neticiyi tekfir etme gibi bir reaksiyonun bulunmadığı
nı açıkladığını kim duydu acaba?
Gençlere karşı otoritenin kullanılmasındaki bu
zorlama (Batısıyla, doğusuyla dünya bunu alkışlıyor)
bizi hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırdetme so
rumluluğundan kurtaramaz.
Hükümetler "aşırılık" la savaşta ciddi iseler "şey
tan" 1 dinlemekten vaz geçmelidirler. Zira şeytan özel
likle bu çocuklann idam edilmesini öğütler. Çünkü o
ölünceye kadar düşmanlığına devam eder. Gençler
"aşın" oldukları için değil, müslüman olduklan için
böyledir. Şeytana göre İslama itaat edenler, başkala-
nndan daha tehlikeli olmaktadırlar. Okuyucu bu ki-
tabta bu durumu iyice ortaya koyan bir Yahudi gaze
tesinin bir makalesinin bir metnini bulacaktır.
Biz Allah'tan bu gençlere istikamet nasip etmesi
ni, İslama bağlılıklannı artırmasını, müminlerin boy
nundan kılıcı kaldırmak için yöneticilere hidayet na
sip etmesini veya bu kılıçla kendi boyunlarının vurul
11
masını niyaz ediyoruz. Böylece İslâm ümmetinin başı
na arslan kesilen; ama düşmandan korkup kaçan ve
ümmeti bu derece zillete düşüren şu kötü yöneticiler
den kurtulmuş olur.
Duamızın sonu ; Hamd âlemlerin Rabbı Allah'a
mahsustur.
13
profesör diyor ki: "Ben de onlardan biriyim."
İleri gelenlerden bazılarının kendi çocuklarına
şöyledediklerini çok işitmişimdir: "Yavrularım! Şim
di sizler benim korkaklığım sayesinden yaşıyorsu
nuz. Şayet ben yiğit biri olsaydım, hapiste olurdum.
Sizler de açlıktan ölürdünüz. Korkak olduğum için
Allah’a hamd ediniz."
Bu gençleri evimde karşıladım. Biri tıp öğrencisi
idi. Biri de tiyatro bölümü öğrencisi, üçüncüsü ise
Fen fakültesi öğrencisi. Tartışmaları ve konuşmaları
"ridde= dinden dönme" üzerineydi. Bu samimi ve iyi
gençlerin tekfir fikrine dalmalan beni endişelendirdi.
Çünkü gençler ilginç hükümler ve benzersiz bir fıkıh
icat etmişlerdi...Kendilerinden ve başkalarından, ge
nel olarak Mısırlı insana ve özellikle de müslümanla-
ra karşr uygulanan insanlık dışı eylemleri ve işkence
leri çokça duyduğum için onların tepkisini daha iyi
anlamıyordum. Bunu onlara söylediğim vakit, içleri
rahatladı ve yüzleri aydınlandı.
Fakat vardıkları hatalı sonucu kendilerine açıkla
dım. Geniş bir zamanda onlara: "Sizin şu söyledikle
riniz, yeni değildir. Bunların tümünü daha önce Ha
riciler, bazısını da Mutezile söylemişti." dedim. Bu
nun üzerine gençler şaşırdılar ve birbirlerine baktı
lar. Bunu tekrarlayınca gençlerden b iri: "Bu imkan
sız, bu hükümler, zindanlann ve herhangi bir kitap
tan uzak fıkhın ürünleridir. Çünkü hiç kimsede bir
tek kitap dahi yoktu, hatta üzerimizden çıkan mus-
haf bile yoktu." diye cevap verdi. Gençlerin vardığı
sonuç, Kur'an'dan ve hadislerden ezberledikleri şey
lere dayanan kendi içtihatlarından başkası değildi.
Gençlerin gönlünü alarak onlara dedim k i: Sizin
dtunmıımız, tarihimizde tek değildir. İşte Hanefi fa-
kihi es-Serahsi. Yirmi cüzlük "Mebsuf'unu tutuklu
14
ikca yazdırdı. Hapishanenin dışında duran talebele
ri, onun söylediklerini yazıyorlardı. Bundan dolayı
kitabında "yazdınyorum" ifadesini kullanır. İmam
Ahmed b. Hambel de "Kur'an-ın mahluk olduğunu"
söylemediği için kırbaçla işkence görüyordu. Bu sı
rada talebeler dışarıda, hokka ve kalemlerini ellerin
de tutmuş, işkence gören adamın ağzından çıkan
şeyleri kaydetmek için onu dinliyorlardı. Verdiği fet
va zalim idarecinin hoşuna gitmediği için kırbaçlan-
mıştı.
Sonra gençlere : Siz bu ümmettensiniz ve onun
yolu üzerindesiniz, dedim. Eğer vaz geçerseniz dün
ya metamın çoğundan vaz geçmiş olursunuz. Fakat
düşündüklerinizi Şehristani'nin "el-Milel ve Nihal"m
da, el- Bağdadi'nin "el Fark, beyn'el Firak ın da; el
Eş'ârî'nin "Makaletü'l İslâmiyyin" inde ve hatta İbn-i
Haldun'un "Mukaddime" sinde bulursunuz. Size bi
lebildiğim kadanyla düşündüklerinizde bir yenilik
yoktur diyorum. Bunun üzerine gençler büyük bir
şaşkmiığa uğradılar. Bazılan bu kitapları hiç duyma
dıklarım itiraf ettiler. Diğerleri deadlannı duydukla
rını, fakat görmediklerini söylediler.
Dedim ki, ey gençler!... Biz, O kitapları okumadı
ğımız veya onlardan haberdar olmadığımız takdirde
, ulema meselesi azalmaz. Halbuki onlar Mısır'da
çoktur? Gençler sanki ben kötü birşey söylemişim gi
bi birbirlerinin yüzüne baktılar. İçlerinden biri "Sen
garip ve iyi niyet sahibi birisin" Senin burada gördük
lerin hep tüccar. Kafir yönetici için bir kaç kuruşa ve
çok kere de bedavaya dinlerini ve ilimlerini satıyor
lar" dedi.
Sonra da gençler, ümmeti tümüyle rezil edecek
ve faciri bile utandıracak olayları anlatmaya başladı
lar. İçinde zerre kadar erkeklik gururu bulunan ve
15
azıak dini olan insan bunlan kabul etmez. Gençler
den biri içini çekerek: Bu tüccarlardan bazısını yanı
mıza getiriyorlar. Onlar da bizimle ilkokul öğrenci
lerinin dahi bildiği konularda münakaşa ediyorlar,
kendisi gibi bir yöneticinin veya cellatlann dahi yap-
mıyacağı şeyleri yapan yöneticinin tasarruflannı sa
vunuyorlar, dedi.
Nitekim, gençlerden bazısı şunu açıkça söylü
yordu : Onlann bu yaptığı şey, sertliği terkedip,
olumlu cevap verenlerin işkencesini hafifletmek için
işkenceden sorumlu olanlarla yapılan gizli bir anlaş
madır. Bazı gençler, onu kabullenip, burada sertlik
ve sapma yoktur, müslümanlar ve mezhep sahipleri
nin tümü haramı helal, helali haram kılan kişinin küf
re girdiğini söylediklerini ifode edince, şeyh kılıklı
adam kahkahayı bastı ve alaylı bir şekilde: Bu mez
heplere gitme, bana bak. Ben, karşılaştırmalı dinler
tarihi uzmanıyım, dedi. Gençlerin bazısı onun uz
manlığını reddederek, İslam'da dini insanlara yo
rumlayan ne papa varnederahipler,dedi veşu ayet-
i kerimeyi okudu: "Deki: Şüphesiz benim namazım,
ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin
Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle
emrolundu. Ve ben müslümanlann ilkiyim. "(En'am
Suresi:162-163) Allah'a namazda, iktisatta ve yaşa
mada ortak olmaz. Bütün bunlar Allah'a aittir. Kim
O'nunla mücadeleye tutuşursa küfre girmiş ve şirk
koşmuş olur. Devlet, her ne kadar insanlan ibadet et
mekte serbest bıraksa da, onlar için bir takım hüküm
ler, kanunlar koyuyor ve Albh'ın şeriatını terkedi-
yor. Hükümetle anlaşmazlığın özü budur. Zaten bu
nun için işkence görüyor ve öldürülüyoruz. Bunun
bize yapıldığmı sen de kabul ediyorsun.
^yh-veya sarıklı gizli polis-düzenbazlık içinde
16
şöyle cevap verdi: Yavrucuğum! Bu Resulullah'a öz
güdür. Resulullah müslümanlann ilki olması hesa
biyle, ayet kendisine uyan kişiyi vasıflandırıyor. Al
lah'ın Idtabıyla hükmetmeyen kişi kafir olmaz, aksi
ne müslümanlann sonuncusu olur.
Delikanlı, Buhari namaza başlangıç duası bölü
münde şu hadisi zikretmiştir, dedi: "Namazım ve
kurbanım, ölüm ve dirim alemlerin rabbi Allah'a
mahsustur. Onun ortağı yoktur. Ben bununla emro-
lundum. Ben müslümanlardanım." Bu duayı her
müslüman namazda tekrarlıyor. Halbuki Resulullah
"ben müslümanlann ilkiyim" diyor, biz ise "ben müs-
lümanlardanım" diyoruz.
Şeyh şöyle cevap verdi: Kur'an ve Buhari doğru
dur. Fakat Kur'an haktır. Hak ise doğrudan önce ge
lir. Ama Buhari'de varid olan hadis, İçesin hüccet de
ğildir. Çünkü hak yalnızca Kur'an iledir. Ben
Kur'an'a ait olanı kabul ederim. Kur'an da kendisiyle
hükmeden kişiyi müslümanlann ilki olarak nitelen
diriyor. Kur'an ile hükmetmeyen kişi, kafir değil
müslümanlann sonuncusu olur.
Gençlerden biri: Bu gizli polis bu günkü yönetici
nin Kur'anla hükmettiğini, çünkü yöneticinin resmi
toplantılarda içkiyi yasakladığını ve ileride de ya-
saklıyacağını söylemekten çekinmediğini ifade etti.
Halbuki bunu azgınlar bile söylemeye cesaret ede
memiştir.
Dedimki, siz güveneceğiniz alimleri nerede bula
caksınız? Delikanlı içini çekerek= İstediğimiz gibi on
larla görüşüp, tartışmak bizim haddimiz değil, de
di.
Burada onlara, bir arkadaşımla başımdan geçen
bir olayı anlathm! Üniversitede yaşı ilerlemiş bir ho
ca arkadaş vardı. Biz kendisine evlenme konusunda
17
ısrar ediyorduk. Oda "inşallah"tan başka bir şey demi
yordu. Bir gün onunla başbaşa kaldık ve ona dedimki:
Neyi bekliyorsun? Niçin evlenmiyorsun? Kendisine
yaraşır bir eş bulmada yardımcı olabileceğimi leklif
ettim. Bunun üzerine bana bu adam; Ben şaşkınlık
içindeyim. Benim eş olarak istediğim ve beğendiğim
kişi beni istemiyor. Benden hoşlanan ve beni isteyeni
de, ben istemiyorum, beğenmiyorum. Benim proble
mim işte bu... diye cevap verdi.
Bunun üzerine gençler güldüler ve bizim de prob
lemimiz budur, dediler. Bizimle tartışmak için hükü
metin getirdiği adamların tümü, zalim yöneticinin ve
avanesinin casusları, bilgileride iblisin bilgisi gibi.
Bundan dolayı onların söylediklerine güvenmiyoruz,
hatta söyledikleri hak dahi olsa. Kendisine ve ilmine
güvendiğimiz kişilere de biz ulaşamıyoruz. Bu da bi
zim problemimiz.
Dedim ki: söyledikleriniz gerçekten doğrudur.
Fakat benim korktuğum şu ki. Ulemaya güvenin yok
oluşu sizi iki durumdan birine veya her ikisine birden
götürecektir. Buna göre yeterli hazırlık ve ehil kılacak
bilgi olmadan "ictihad" yapmak veya kitaplara dö
nüp, hiç kimseden yardım istemeden onlardan yarar
lanmak. Her iki durumda da tehlikeler vardır.
Gençlerden biri, biz ikisine birden düştük, dedi.
Cezaevinde, "içtihat" yapılıyor. Halbuki cezaevinden
dışan çıkan kitapları okur. Bir kısmımız, Arap dilini
ancak resmi okullarda okuduk. İlmî olarak okutanlar
Arapça'yı, kaide ve kurallannı zikretmiyorlar. Halbu
ki onlar cezaevinde iken fetva veriyorlar. Bütün daya-
naklan Kur'an ve sünnettir.
Cezaevinden çıkanlara gelince; onlar tecrübesiz
ve rehbeısiz olarak kitapları okuyup inceliyorlar. Ba
zıları şöyle diyor Ben Hz, Peygamberin hadisini bulu
18
yorum ve çok seviniyorum, bir müddet sonra bir baş
ka hadis buluyorum. Ama bu sefer ikisinin arasını na
sıl bulacağımı bilmiyorum. Örnek olarak: "zalim yö
neticiye karşı çıkmaya çağıran hadiseleri verdi. Bu ha
diselerde, karşı çıkan kişinin "öldürülürse şehid veya
şehidlerin önderi" olacağı belirtiliyor. Halbuki bu ko
nuda mutlak olarak karşı çıkmayı engelleyen hadise
lerde var.
Dedim ki, çok güzel örnek verdin. Bu tek bir ör
nek. Çünkü zalime ve Allah’ın indirdiği ile hükmet-
meyene karşı çıkmak caizdir; ama müslüman yöneti
ciye nasihat etmek ve iyiliği emretmek vacip olur. Ce
maata uymanın ve yöneticiye karşı çıkmamanın vacip
olduğunu belirten hadislerin tümü müslüman yöneti
ci hakkındadır. İslam'a inanmayan yönetici hakkında
ki mesele gayet açıktır. Bu sözlerime karşılık genç:
doğru, sadece kitap okumak yetmiyor. Mutlaka reh
ber gerekiyor, dedi.
Ben dedim ki, bu hükümetler, iddia ettikleri gibi
"aşırılık"la savaşta ciddi olsalardı, elbette gençlerin
güvendikleri alimlerin, onlarla tartışmalarına ve elle
rinden tutmalarına izin verirlerdi. Fakat bu hükümet
ler, halk çocuklannın kendilerine cevap vermeme
umuduna karşılık, her türlü aşın fikir ve mutaassıpce-
maatla kolkolalar. Böylece de yönetici nezamanister-
se veya kendinden ne vakit istenirse onlara darbe in
dirmek kolay olsun diye bir tarafa çekilip bekler.
Bugün de aksi olmuştur. Halkın, iyilik adına ne
varsa her şeyini yağmalayan, saygınlığını hiçe sayan,
sabah-akşam kendine zulmeden bu yöneticilerden
yeterince çekeceğini çekmiştir. Bu kişilerden halka
zulmetmenin dışında başka bir iyilik beklenmez. On
lar düşmanla savaşmak için yüz yüze gelince, bir kaç
saat içinde yenilgiye uğrarlar. Bu halk, üzüntüden ve
19
sıkıntıdan ötürü her türlü aşırılıktan söz eder olmuş
tur. Aynı zamanda herhangi bir mutedil görüşe de ra
zı olmamaktadır. Çünkü bu mutedil görüş her hangi
bir netice vermemiştir. Zira bu yöneticilerin özellikle
de yurda ve yurttaşlara karşı yapılan ve adına da ya
lan yere "devrim" dedikleri askeri ihtilallerin komu
tanlarının aslını, dinini, ahlakını, vatandaşlarla olan
bağlantılannı hiç kimse bilmiyor.
Bu inkilaplar bize, her defasında, korkakların ah-
laksızlann musibetlerin, şizofreniklerin her çeşit ör
neğini vermiştir. Allah hepsinin belasını versin.
Eskiden yönetici, siyaset alanında toy bir genç ola
rak çalışmaya başlıyordu. Böylece düşmanları onun
aslını, ailesini ve gidişatını araştırıyordu. Eğer onda
bir hata görürlerse, onu hemen ifşa ederlerdi. Böylece
o kişi yönetici olunca, hayahnın her safhası açık seçik
ve mazisi malûm olurdu. Bundan dolayıda siyasi ge
leceğinden korktuğu için dikkatli ve hesaplı olarakça-
lışırdı.
Fakat bu ihtilallerin yöneticileri karanlık bir gece
gibi çöktüler. Geçmişlerini tanımıyoruz; karanlık...
Gelecekten de korkmuyorlar. Çünkü onlardan birinin
(1) dediği gibi durum şöyle: Kişi kral olunca, aynı za
manda bakan tain eder, bakanı istifaya zorlar veya is-
tifasım kabul ederdi. Ama ben Bağdat'a tankların üs
tünde geldim. Bu yoldanda yönetici oldum. Aynı yol-
lada ayrıldım." Bu adam doğruyu söylemişti. Çünkü
o, savunma Bakanlığına tankın üzerinde girmişti.
Orada etrafı sanlınca, yine tankın üzerinde, dışan çık
mıştı.
Ellili yılların başından beri, bazı yöneticilerle üm
metimiz arasında savaş başlamışb. Savaşın asıl sebebi
l-Bu ki;i Abdulkerim KasunVlır. Bu sözü Bağdat Avukatlar Birliğinde söy-
lani|ii.
20
İslam topluluklannın, cahil zayıf, yenik ve ezik olduk-
lan birdönemde sömürgecilerin koydukları İslama zıt
ve çelişen kanunları yürürlükten kaldırma ve şeriata
dönme isteğiydi. Hükümetler buna olumlu bir cevap
verecekleri yerde gizli bir savaşa girdiler. Öldürülen
ler öldürüldü, dar ağacına çekilenler çekildi.
Bu kişiler suçlu oldukları için değil, sû-i kast dü
zenledikleri gerekçesiyle öldürüldüler. Sanki'komp-
loyu, adam öldürme suçuymuş gibi telakki ettiler. Bu
ihtilalcilerin hiyanetlerine ve kendi başkanlarına ve
kendilerini korumak için tain ettikleri ve sadakat ye
mini yaptıkları kişilere karşı işledikleri zulümlere ge
lince, onlar sırf asker oldukları için bu hakka sahip ol
dukları kanaatindedirler. Halbuki ellerindeki bu si
lahlan, bu müslüman halk, düşmanla savaşsınlar diye
satın aldı. Ama onlar bu silahlan yönetimin karşısına
dikilmek ve bu ümmetin çocuklarından onların yap
tıklarına ve söylediklerine karşı çıkanlan öldürmek
için kullandılar. Fakat düşman karşısında veya ya
bancılar karşısında korkak fareler gibi kaçacak delik
ararlar. (2)
Bu yöneticiler-asker olduklan halde ekserisi kor-
kaktırlar-bu ümmetin isteklerine cevap vermek iste
mediklerine göre, onların şu aşağıdaki iki metni oku
malarını istiyorum. Metinlerden biri yahudi dergile
rinden birine ait. Diğeri ise bir Fransız müsteşrike ait.
Bu kişiler taassub ile itham edilmiyenler. Bildiğimiz
2) Ba/ı kanleşlerimizdcdilcrki: seni darbecilere vcyaplıklan inkilaplara
karşı haksılık elliğini görüyoru/.. Sanki sen değişüıilcnlcrdcn razıymış
sın gibi bir halin var. Onlara; "size bir arabinin sözttylc cevap veriypnım.
Belki de bu arabi benim dedelerimden biridir. Haccac bu kişiyi çölde gö
rünce. sordu: MU'minlerin cmiri ile ilgili görüşünüz nasıldır? A'rabi onu
tanımadığı için "çok zalimdir" dedi. Bunun üzerine Haccac: Peki valiniz
nasıl? diye sordu Adam: Haccac da Emir-OI müminin belalarından biir be
la, diyerek cevıqıladı.
21
gibi sözleri onlar tarafından baş göz üstüne.
Bir Yahudi gazetesi, baş makalesinde. Güney
Lübnan'a yapılan saldırıyla ilgili bir yorum yayınladı.
Buna çok sevinmekle birlikte, yahudi yayın araçlarına
özellikle de televizyona ciddi bir eleştiri yöneltti. Çün
kü televizyon, Marunilerin komutanıyla röportaj yap
mıştı. Marûniler savaşla ilgili sevinçlerini açıkladı
lar.
Gazete şöyle yazıyordu:
"Yahudi yayın araçlannın bu yanlış tutumu, İsla-
mi ruhu harekete geçirdiği için Arap ülkelerinde ki ve
Lübnan'da ki müslümanların sert tepkilerine sebep
olmuştur. Halbuki İsrail ve "dostlar"ı geçen otuz yıl
boyunca islami ruhu ezmeye ve yok etmeye uğraş
mışlardır. Filistin saflannda dolaşan batılı muhabir
lerden bazıları daha önce rastlamadıkları garip bir
olaya tanık oldular: Filistinlilerin kullandıktan nakil
araçlanna ve duvarlara yazılan islami sloganlar ve sa-
vaşçılann büyük bir kısmının arasında hatta kendile
rini solcu zannedenlerin arasında dahi yükselen tek
bir ve salavat sesleri..
İsrail yayın araçlannın unutmaması gereken
önemli bir gerçek varki aynı zamanda Araplarla yapı
lan savaşta İsrail stratejisinin bir bölümüdür. Bu ger
çekte şudur! Biz, Araplarla olan savaşımızda, doslan-
mızın ve kendimizin islami savaş alanından uzaklaş
tırma gayreti sayesinde başanyı elde ettik. İslam'ın sa
vaş alanından uzakta durması gerekir. Bundan dolayı
hangi yolla ve hangi şekilde olursa olsun, islami ru
hun uyanmasını engelleme planımızı uygulamaktan
bir an bile geri durmamalıyız. Bu durum islami ruhun
uyanmasmı engellemede şiddet kullanmak için dost
larımızdan yardım istemeyi dahi gerektirirse, bunu
yapmalıyız.
22
Sonra Gazete şunu ekliyor:
"Fakat İsrail Televizyonu'nun ve yayın araçlarının
içine düştüğü en büyük hata tüm planlarımızı nerdey-
se alt üst ediyordu. Bu tutum dar çerçevede de olsa, is-
lami ruhu uyandırmaya sebeb olmuştur. Ama biz, İs
rail'e karşı düşmanlıklarıyla tanınan islami gruplann,
bize karşı islami duygulan tahrik etmek için bu brsatı
iyi değerlendireceğinden korkuyoruz. Bu konuda on
lar başanlı olur ve bizler de uygun bir zamanda bu işe
"dur"demek konusunda dostlarımızı razı etmede ba-
şansız olursak, işte o vakit, İsrail "vehmi" değil "haki
ki" düşmanıyla karşı karşıya kalmış olur. Hem de öyle
bir düşman ki savaş alanından uzakta olmasına çok
önem vemiemiz gereken birdüşman. Müteassıbmüs-
lümanlar Arap beldelerine karşı verdiğimiz savaşın
yönünü bir Yahudiyi öldüren veya yahudi tarafından
öldürülen kişinin cennete gireceğine inanmış müca-
hidlere karşı çevirmekte başarılı oldukları takdirde,
İsrail kendini bir dar boğazda sıkışmış bulacak-
tır."(3)
İslami cemaatlara öldürücü darbeyi ve onlara şid
det kullanmayı öngören "dostlar"ın tehdidini ve bu
sözü anlamakta herhangi biri güçlük çekermi?
Fransız müsteşriki Jacques Brique in sözlerine ge
lince, S. Arabistan'da yayınlanan "el-Mecelle" dergisi
nin temsilcisi onunla bir röportaj yapmış ve araların
da uzunca bir konuşma geçmiş. Bir kısmını aşağıya
alıyoruz:
Temsilci:Efendim"Meydan okuma karşısında İs-
lam"adlı son kitabmızda, Arap ve müslüman yöneti
cileri kasdederek şöyle diyorsunuz: "Onlar devletler
fabrikasında şu veya bu bölgede jandarmalık yapma
ve sizin laboratuvarlannızda üretilen düzeni ayakta
3-Bk. MeccUcıü hadlnUil'Islami Sıyv.Stn Câmadiycluta-1401 H-
23
tutma görevini yapmaya devam ettiler. Büyük şirket
lere boyun eğerek ya burjuva demokrasisini veya ithal
malı sosyalizmi tatbik etmeye uğraştılar. Çağdaşlık
yaftası altında batılı yönetim biçimlerini veya bağım
sızlığa kavuşturma adıyla çelişkili düzenleri benimse
diler. Böylece sizin tüm çabalannızdan uzak kendi
gerçeklerini araştıran fertler ve topluluklar bulacaksı
nız. Gerçekten İslam bunlann büyük çoğunluğu için
çok yakındır. Bilakis onlara şahdamarlanndan daha
da yakındır."
Jacques’ın cevabı şöyle: Gerçekten bu hakikat, biz
batılı gözlemcilerin keşfettiği şeylerin en önemlisidir.
Belkide bu tesbitte, bize İslam ve Arap dünyasındaki
gözlemcilerden büyük bir kısmı katılacaktır. Buna gö
re, herhangi bir siyasi düzenle bağlantılı ve güdümlü
her türlü politika-sağa ve sola yönelsin, yada sağ ve
solun arasında olsun-başansızlığa mahkumdur. İki
veya üç yıldan beri, Arap ve İslam dünyasında halk
topluluklarının, liberal, sağ veya sol renkli sistemler
den umutsuzluğa kapıldığını görmekteyiz. Bundan
dolayı halk, kendi gönlünde iyicene kök salmış ve
kendine daha uygun sisteme dönmek istiyor. Bunun
la İslam'ı kasdediyorum. Üzerinden asırlann geçmesi,
ancak onun daha iyi anlaşılmasını ve daha çok aydın
lanmasını sağlamıştır.
Temsilci: Buradaki gözlemciler bunu, İslam'ın
ilerlemekten aciz ve geriye dönüşe eğilimli olduğu
şeklinde yorumluyorlar...
Cevap; Tamamen aksi... O paragrafta söyledikle
rimi yeniden okusan, halkın bu düzenlerden umudu
nu yitirdiğine ve ye'se kapıldığına açıkça işaret ettiği
mi göreceksin. Eşyayı kendi adlanyla adlandıralım:
İşte Nasıralık’m başarısızlığı, bürokrasi de boğulup
kalması ve iktisadi çöküntüsü... Devrik Şah'ın İran'da
24
kurduğu sağa dayalı düzenin başansızlığı, anarşi ve
başkaldırının içinde boğulması... Yine İslam Dünya-
sı'nın bazı yörelerinde, yeni sömürgeciliğe perde ol
maktan başka bir şey olmayan liberalizmin başarısız-
hğı...
Bütün bu başarısızlıklann karşısında halk kendi
ne özgü olana-her ne kadar kendine özgü olanı zikret-
memişsede ki bu islamdır- dönmekten başka kurtuluş
yolu olmadığını görmüştür. Burada halk kavmiyetçi
liğe değil İslam'a yönelmiştir.
Bu duruma göre İslam, gönüllere kavmiyetçilik
ten daha etkilidir. Zira İslam, halka kavmiyetçilikten
ve diğerlerinden daha yakın özellik taşır. Dini özelliği
sebebiyle islami sistemle ilerlemeyi gerekli kılan şey
ler arasında, bazı şartlar hazırlandığı takdirde uyuş
ma sağlamak mümkündür...(4)
"Ebu Cehil" karpuzunu yetiştirip, halkına "porta
kal" diye sunan yöneticilerimiz bu konuda acaba ne
düşünürler?
Adamın söyledikleri hakkında fikirleri nedir?
Üstümüzde denenmemiş sistem kald' niı? Başarı
sız yöneticilerin ve bozuk sistemlerin deneme tahtala-
n mı olduk?
Son olarak yöneticilerimiz Allah'ın düzenini uy
gulamamaya ve o nu herhangi bir sistemden üstün
tutmamaya yeminmi ettiler yoksa?
4 -McccUcıûlmccene, sayı:56
I.Bölüm
27
siyasi karakterde idiler.Çok geçmeden bu nazariyele-
rin propogandacılan kendi durumlannı sağlamlaştır
mak ve kendi taraflannı güçlendirmek maksadıyla
zamanla nazariyelerine bazı dini temeller bulmaya
mecbur kaldılar. Böylece siyasi fırkalar,yavaşyavaş
mezhep fırkaları haline geldi.Anlaşmazlıklann baş
langıcında meydana gelen öldürme ve kan dökme
olaylan, daha sonra Emeviler ve Abbasiler dönemle
rinde de devam edip gitti. Bu anlaşmazlıklar sadece
"fikir ve inanç" alanında kalmadı, müslümanların dini
bütünlüğünü büyük bir tehlikeye maruz bırakan terör
ve şiddet olaylarına dönüştü. Her tarafta mücadeleler
başladı. Her tartışma ve münakaşadan yeni siyasi, di
ni ve felsefi problemler ve zorluklar çıktı. Her yeni
mesele yeni bir fırkanın doğmasına veya mevcut, fık
raların daha küçük parçalara bölünmesine sebep ol
du. Bu fırkalar arasında sadece taassublann ortaya
çıkması kâfi gelmedi, iş kavgaya, çekişmeye, hatta
muharebeye lüidar varan bir hal arzetti. Irak'ın o gün
kü başşehri durumunda olan Küfe, bu tufanın kayna
ğı idi. Çünkü, Cemel, Sıfınye Nehrevan savaşları hep
Irak hududu dahilinde vuku bulmuştu. Aynı şekilde
Hz. Hüseyin'in başına gelen yürekler acısı hadisede
burada cereyan etmişti. Böylece Irak topraklan tüm
büyük fırkalann doğuşuna tanık oldu. Önce Emevi
ler, sonrada Abbasiler muhaliflerinin başını ezmek
için en şiddetli cezalandırma yeri olarak bu topraklan
kullandılar."
Şüphesiz, her fırkanın zamanla ve münakaşa ala
nının genişlemesiyle düşünce ve inançlannın derle
yip toparlandığı gibi zamanla bu fırkalarda gelişip
büyüdü. Bundan ötürü İman Ali (r.a) nin etrahnda
toplananlar "Ali'nin şiası" yani yaıdım alan olarak ta-
nmdılar ve zamanla "şia" adım aldılar.
28
Haşim oğullarının bazıları ve Sahabe'den bir grup
Hz. Ali (r.a)nin, İslam'a ilk girenlerden, Resulullah'a
akrabalığından, islamı savunmadaki iyi çabaların
dan, derin bilgisinden veşecaatından dolayı "hilafef'e
daha layık olduğu görüşünü taşıyorlardı. Hz. Osman
(r.a) dan önce ona hilafet teklif edilmişti. Şayet şartlan
kabul etseydi, elbetteki üçüncü raşit halife, o'olacaktı.
29
bolü gibi Hz. Ali (r.a) nin çocuklanna ve torunlarına
karşı duygusallığa şevketti. Emeviler döneminde de,
Abbasiler döneminde de durum aynıdır. Bütün bun
lar Şia'nın oluşumuna katkıda bulundu ve güçlerini
artırdı. Aynca onların etrafında insanların toplanma
sına sebep oldu. Bir de ümmetin Resulullah'm âl-i bey
tine karşı meylettiğini ve gerek Emeviler gerekse Ab
basiler döneminde bazı kişiler tarafından onlara reva
görülenlere karşı büyük bir üzüntü duyduklarını ila
ve etmek lazım.
Şia'ya, gelince; o bunun aksini söylüyor, bu konu
da bazı hadis ve haberler naklediyorlar. Şöyle diyor
lar: Hz. Peygamber, kendinden sonra hilafeti Hz.
Ali'ye vasiyet etti. Bu iş ne ümmetin işi, nede seçim işi
dir, aksine nas ile belirlenmiştir. Buna karşı ortaya atı
lan soru da şu: Resulullah'a halef olanlar arasında mü
nakaşa çıktığı vakit niçin İmam Ali (r.a) veya bu hadisi
Resulullah'tan duyanlardan biri açıklamadı? Bu açık
lansaydı elbetteki çıkış kolay olurdu ve ümmet bu gö
rüş üzerinde birleşirdi, beyat'ta kolaylıkla tamamlan
mış olurdu.
Merhum Mevdudi şianm bazı görüşlerini aşağıda
şöyle özetliyor:
1- İmamcr. Şiiler hilafet yerine "imamet" kelimesini
ortaya attılar. Onlara göre "imamet" müslümanlann
umumi işlerini tanzim etmek için değildir. Zaten
"imam"ı ümmet seçip iş başına getiremez. Bu itibarla
ümmetin seçtiği "imam" imam olamaz. Bu duruma
göre onlar bu hakkı ümmetten zorla aldılar.-imamet
dinin temel prensiplerinden biridir ve Şiiliğin temel
taşlanndandır. Peygamber'in vazifelerinden biride
"imam" tayinini ümmete bırakmak yerine açık bir hü
kümle kendisinin tayin etmesidir.
2- İmam’ın "masum" olması gerekir. Yani büyük yada
30
küçük günah işlemekten kendini koruması ve günah
sız olması gerekir. Hata yapması da caiz değildir.
İmamdan kaynaklanan bir söz veya fiil haktır, doğru
dur.
3-Hz.AU(r.a) efendimiz öyle hirşahsiyettir ki onu biz
zat Resulullah açık bir nas ile kendinden sonra imam
olarak tayin etmiştir.
A-Nas gereğince her yeni imam, kendinden sonra ge
lecek olan imamı tayin etmesi gerekir. Bu makam üm
metin kararına bağlı değildir, müslümanlar toplanıp
imam seçemezler. Aksi halde imam müslümanlann
seçimi ile iş başına gelmiş olur.
5-Şiilerin hiltUn fırka ve zümreleri, imamlığın ancak
Hz.Ali evladının hakkı olduğu hususunda müttefiktirler.
Üzerinde ittifak sağlanan bu nazariyeden sonra
şiiler, bizzat kendi aralarında muhtelif fikirlere bağla
nır ve çeşitli fırkalara bölünürler. Mesela mutedil Şii-
lere göre Hz.Ali "yaratılmışlann en üstünü"dür
Onunla savaşan ve ona buğz eden kişi Allah'ın düş
manıdır, ebediyyen cehennemde kalacaktır. Ahirette
de kafir ve münafıklarla birlikte haşrolunacaktır. Hz.
Ali'den önce Devlet Reisliği makamında bulunan Ebu
bekir, Ömer ve Osman'ın (r.anhüm) hilafetlerini
Hz.Ali kabul etmeseydi, biz onlann cehennemlik ol
duğunu söylerdik. Fakat Hz. Ali onlann başkanlığını
kabul edip onlara beyat etti ve onlann arkasında na
maz kıldı. Buna göre biz Hz. Ali'nin bu fiilinden dola
yı mezkur üç halife hakkında bir şey diyemeyiz. Yine
Şiiler derlerki; Biz Hz. Peygamber ile Ali (r.a) arasında
nübüvvet makamından başka bir fark göremeyiz. Di
ğer bütün hususlarda ikisi de müşterek olup aynı va
sıflan taşımaktadırlar.
Fakat Gulat-ı Şia (Aşın Şiiler) denilen bir grubun
fikride şöyle: "Hz. Ali'den önceki halifeler hilafeti zor
31
la almışlar, yani gasbetmişlerdir. Onlara Bey'at eden
lerde zalim ve sapıktırlar. Çünkü Resulullah (SA V)ın
Ali ile ilgili vasiyetini inkar etmişler ve İmam ı hakkın
dan mahrum bırakmışlardır.
Bazılan daha da aşın giderek, Hz.EbuEtekir, Ömer
ve Osman'ı tekfir etmişlerdir.
Şii fırkalann en ılımlısı Zeydiyye'dir (2)
Şia'dan, Hz. Ali (r.a)nin Tanrı olduğunu, diri olup
Ay'da yaşadığını söyleyenler de çıkmıştır. Fakat Zey-
diyye ve İmamiyye, bunlara itibar etmeyip, bu düşün
celeriyle islamdan çıktıkları görüşündedirler.
Ben geçmiş şeylerin tartışmasını yapmak istemi
yorum; çünkü tartışma ve konu kapanmıştır. Benim
bunlara ilave'edecek birşeyimde yoktur.
Hevesliler bu alanda yazılmış kitaplara bakabilir
ler. Bu alanda gerçekten kitap çoktur.
HARİCİLİKTE TEKFİR
32
Ali (r.a) onlarla konuyu görüşmesi için Atxiullah bin
Abbas i gönderdi. Bunun üzerine onların bir kısmı gö
rüşlerinden vaz geçtiler; ama büyük bir grub tekfir fik
rinde ısrar etti, im a n la ve yeni fikirlerin ortaya çık
masıyla küçük cemaatlara bölündüler. Bir, kısmı di
ğerinin ve tüm müslümanlann kanını helal kılmaya
kadar gittiler. Bu ihtilalci anlayış içinde Emevi yöneti
mi boyunca ve Abbasiler'in belki bir dönemine kadar
varlıklarını sürdürdüler. Ama sonunda onlarda tari
hin derinliklerine gömüldüler. (3) Emevilerin İrak va
lisi Mühalleb bin Ebi Sufra şiddet yanlısı bu ihtilalcile
rin zayıf birnoktalarını keşfetti. Oda şuydu: bölünme
ye çok çok kabiliyetli, birbirlerine silah çekmeye çok
yatkın insan oluşları... Bundan dolayı adı geçen vali,
onlarla savaşmak yerine, aralarında akaid ve tekfirle
ilgili problemler çıkardı, onları tartışmaya bırakh.
Aralarındaki savaş günlerce devam etti. Bu sayede
onlardan kurtulup rahata kavuştu.
Hariciler, büyük bir güç, zalim ve ihtilalci idiler.
Ama ne yazık ki bu güç düşmanlan ezme yerine müs-
lümanlara yönelmişti.
Öyle gözüküyor ki bugün bazı Arap hükümetleri
ni, Masonluğ;un öncülüğü ile ve Amerika'nın uzman
lığından yardım istemek sureliyle islâmi cemaatlere
karşı yaptığı da budur. Merhum Mevdudi Haricilerin
görüşlerini aşağıda şöyle özetlemiştin
1. Hz. Ehu Bekir ile Hz. Ömer'i (r.a.) meşru halife kabu
ederler. Hz. Osman (r.a.)'a gelince hilafetinin sonuna
doğru adalet ve doğruluktan aynimış olduğundan,
(3)-Ncsai, tmam Ali (r.a) nin şöyle dediğini rivayci eder: "Rcsulullah (SAV)ın
şöyle buyurduğunu duydum: Ahır/amanda birkavim çıkar, <VmQrlcri kısa, akıllan
^yd‘.gü/cl vaa/. ve nasihat yapar.hayırlı şeyler konuşurlar, iman lan hançerlerini
aşma/, (söyledikleri ile amel clmcrzlcr) ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. On
larla karşı laşiığmı/.daon lan Öldürün; çünkü kıyamet günü unlan öldürene ecir ve
sevap vardır." Hadis No. 4086
33
katledilmeyi veya azledilmeyi haketmiştir. Hz. Ali ise
Allah’tan başkasının hakemliğine razı olması sebebiy
le büyük günaha günahı kebair işlemiştir. İki hakem,
yani Amr b. A sile Ebu Musa el Eş’arî ve bunları hakim
tayin edenler yani Hz. Ali ile Hz. Muaviye bir de ha
kem tayinine nza gösterenler Hz. Ali ile Hz. Muavi-
ye’nin gurubu... Bunlann tümü günahkardırlar. Aynı
şekilde Cemel Savaşı'na iştirak edenlerin tümü (Hz.
Talha, Zübeyr ve müminlerin annesi Hz. Aişe (r.an-
hüm) de buna dahil.) büyük bir günah işlemişlerdir.
2. Haricilere göre "günah" küfür anlamına da gelir.
Günahı kebair "büyük günahlar" işleyeni eğer tevbe
edip vaz geçmezse kafirlikle suçlarlar. Buna göre on
lar, -açıkça- biraz önce zikri geçen sahabe-i kiramı ka
fir sayarlar. Aksine onlara lanet etmekten ve sövmek-
ten çekinmezler. Yine Hariciler tüm müslümanları
kafir kabul ederler. Zira müslümanlar önce günahlar
dan temiz olmadıklarından; ikinci olarak, yukanda
adı geçen sahabe-i kiramı mümin kabul ettiklerinden
bundan da öte, onları kendilerine imam edindiklerin
den ve şer'i hükümleri onlann rivayet ettikleri hadis
lerle tesbit ettiklerinden dolayı kafir olmaktadırlar.
3. Hibtfet başka bir yolla değil, ancak müslümanlarla
savaşan savaşçıların katıldıkları seçimle gerçekleşir.
4. Halifenin Kureyş'ten olma şartını kabul etmezler.
Bu konuda onlar şöyle derler: müslümanlann
seçtiği salih bir zat kendilerine halife olur. Bu kişi ister
KureyşIi olsun, ister olmasın farketmez.
5. Halifeye itaat, adalet ve doğruluk üzere kaldığı süre
ce, vaciptir.
Eğer saparsa, onu öldürmek veya savaşmak ya da
azletmek vacip olur.
6- Hariciler, Kur’an't İslam kanunu için kaynak olarak
kabul ederler. ı
34
Sünnet ve icma konusunda ise diğer müslüman-
lardan yollan aynhr.” (4)
Bu durum Hariciler in, sünnetin nakilcileri olan
Sahabe’nin cumhuruna ve icma sahiplerine karşı tu-
tumlanndan kaynaklanmaktadır. Şeyhul İslam İbn
Te)rmiyye, "Mecmuat’ül-Felava"sında, Haricileri bol
ca zikrederek, onlann fikirlerinin münakaşasını ya
pıp, cevaplannı verir. Şeyhul İslam şöyle der: "Bu
adamlar-Haricileri kasdediyor-diyorlarki, insanlar ya
mü'mindir veya kâfirdir. Tüm farzlan işleyen ve ha
ramların tümünü terkeden mü'mindir. Böyle yapma
yan kişi kafirdir vecehennemdeebedi kalıcıdır, ^ n r a
onlar aynı şekilde kendi görüşlerine karşı çıkanlan da
kafir sayarlar. Hariciler, Hz. Osman ile Hz. Ali'nin ve
benzerlerinin Allah'ın indirdiği ile hükmetmedikleri
ni ve zulmettiklerini, bundan dolayı da kafir oldukla-
nnı söylerler. Haricilerin tuttuğu bu yol, Kitab ve sün
netten bir çok delil sebebiyle batıldır. (5)
Yukarıda da geçtiği gibi tefrika Haricilere büyük
bir darbe vurdu, hatta birbirlerini yeyip bitirdiler.
Çünkü onlar birbirini kafir sayma ve kanlarını helal
kılıp, çocuklarını da esir etme yolunu tuttular. Bun
dan dolayıda birbirlerinin ve müslümanlann başına
belâ oldular.
36
uygun bir şekilde işlerini idare etmeleri mümkündür.
Fakat gerek görüldüğü takdirde halife seçmek caiz
olur.
Ben, Ebul'Hasan el-Eş‘ari’nin "Zeydiyye"nin; bü
yük günah işleyenlerin azap göreceklerine ve cehen
nem'de ebedi kalacaklanna, oradan çıkamıyacaklan-
na ve kurtulamıyacaklanna icma ile inandıklannı
naklettiğini gördüm. (7) Eğer bu rivayet sahih ise,
Zeydiyye'nin bunu. Haricilerden aldıklan muhak
kak.
Bu fikirlerin ömrü, bugün, bin yılı aşkındır, Müs-
lümanlar, bunları tüm incelikleriyle münakaşa etmiş,
islamla uzaklık ve yakınlıklarını ortaya koymuşlardır.
(8) Artık bu fikirler ölmüştür. Hiç kimse onların doğ
ruluğuna inanmıyor, onları topluma sunmaya kalkış
mıyordun Bundan ötürü, bu fikirleri taşıyan her gen
cin, daha önce yaşamış olan bu fırkaları veonlara veri
len cevaplan yeniden etüd etmesi gerekir ki ölmüş fır
kaları ve tarihin tozlu sayfalanna gömülmüş sapık
düşünce ve inançları yeniden hayata döndürmeye
lim. Ayrıca yöneticinin sapıklığı ve zulmü, başka bir
aşınlığa sebep teşkil etmemeli ve onun sebebiyle müs-
lümanlar küfür ithamıyla mahkum edilmemeli, birde
haricilerin dramı yeniden gündeme getirilmemeli...
İhlas tek başına yeterli olmadığı gibi cesaret de tek
başına yeterli değildir. Halbuki Hariciler hem çok ce
sur, hem de çok ihlas sahibi insanlardı.
Böyle olmakla beraber Resulullah (SAV) onlan
okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkmakla vasıflandır-
mıştır. Hatta Hz. Peygamber'in (SAV)-Sahabe-i Kira-
7- Cbuniasan el-Hş'an-Maka'atül'tslamiyym,l/492.Baskı
8- Bclki bu fikirleri münakaşa edenlerin en iyisi Şcyhul-tsiamibn Tcymiyyc'ılır.
"Mecmu'ul-Fctâvâ'.smda bu fırkalardan yclcrincc bahscimiş, Rhl'i-SÜnnct'e
muhalif olan görüşlerini onaya koyank, onlara cevaplar vermiştir.
37
mı kasdederek-sizden biriniz kendi namazını onlann
namazına bakarakküçümsiyecek"diyebuyurduğu ri
vayet edilir.
Gerçekten Hariciler ihlas sahibi idiler. Kahraman
lık duygusuyla yanıp tutuşuyorlardı. Bununla bera
ber, doyuncaya kadar müslümanlann kanlarını içti
ler. Erkek-kadın çoluk-çocuk demeden kafirlerin öl
dürmediği kadar insan öldürdüler. Artık bundan son
ra Allah'tan korkalım ve Hz. Peygamberin şu müba
rek sözünü aklımızdan çıkarmayalım. O şöyle buyur
du: Herhangi bir kimse kardeşine: "Ey kâfir" derse,
muhakkak ikisinden biri o küfür kelimesiyle döner..."
Bu hadis müttefakun aleyhdir.
38
şart ilave ederek şöyle derler: "İmam, umumi ittifakla
se<;ilmelidir. Fitne ve ihtilaf zamanlannda imam seçi
lemez."
3- Ümmet, müsliimanlardan en salih ve en imanlı gör
düğü kişiyi imam seçme hakkına sahiptir.
Seçilen zatın Kureyşli olması veya olmaması,
Arap asıllı olması veya olmaması gibi bir kayıtla sınır-
landınlamaz. Bazılan daha da ileri giderek, imam’ın
Arap olmayanlardan seçilmesinin daha iyi ve güzel
olacağını, söylerler. Hatta imam'ın mevali (azatlı kö-
lellerden seçilmesinin daha efdal olduğunu savunur
lar. Cerekçeleride şudur: Eğer devlet reisinin akraba
ve yakınlan taraftarlan kemmiyetçe az olursa, zulüm
yaptığı takdirde, görevden uzaklaştınlması daha ko
lay olur. Sanki bu kişiler hükümetin sağlamlığını ve
devamlılığını düşünmekten çok, imamın kolayca gö
revden uzaklaştırılmasını düşünmekle meşguller.
Benim görüşüme göre bunun sebebi, yöneticilerin
zulüm ve haksızlıklanna rağmen görevlerinden uzak-
laştınlmadaki güçlük ve baskıdır. Bundan dolayı bu
sebep onları bu yöne şevketti.
4- Facir (günahkar ve vaktini kötü islerle geçiren) ima
mın arkasında namaz kılmak caiz değildir.
5- ”el-Emru hil'maruf ven-Nahya ani'l-Münker=iyiliğ
emretmek köfülüktcn sakındırmak" Mütezile'nin temel
prensiplerindendir.
Güç hazırlandığı takdirde adalet ve doğruluktan
aynlan bir hükümetin aleyhinde ayaklanmayı Mute
zile, farz kabul eder. Başarılı bir ihtilal ancak böyle
mümkün olur. (9) Bundan dolayı Mutezile, Emevi Ha
lifesi Velid bin Yezid (125-126 H /743-744 M.) aleyhine
vuku bulan ayaklanmaya iştirak ettiler.
39
6-Müslümaniardan büyük günah (günah-ı kehair) işle
yen kişi kefirde değildir, mü'min de değildir.
Ancak bu iki halin arasında bir yerdedir.
Küçük islami cemaatlardan bazılarının görüşü
nün bu görüşe dayandığını görüyoruz. Halbuki bu
görüş, bilmeden Mutezile'nin görüşünün etkisi ile
oluşmuştur.
7-Onlarm reLıi Vasıl hin Ata şöyle diyor: "Cemel ve
Sıffîn savaşlarına katılan iki taraftan biri fasıktır. Ama
hangi tarafın fasık olduğunu kesin olarak belirlemek
mümkün değildir." Bu görüşe göre Vasıl bin Ata di-
yorki: Âli, Talha, Zübeyr (r.anhüm) bir sepet sebze
için dahi şehadet etseler, bu şahadeti kabul etmem.
Çünkü bunlann fasık olmalan muhtemeldir. Amr bin
Ubeyd'in görüşüne göre her iki tarafta fasıktır.
Mutezile Hz. Osman (r.a)ı ağır bir şekilde tenkid
etmiştir. Hatta bazılan daha da ileri giderek Hz. Ömer
(r.a)a dil uzatmışlardır. Bütün bunlar bir tarafa. Mute
zile, İslam kanunlarının kaynağını teşkil eden İcma ve
Hadis (sünnetli nerdeyse inkara yeltenmişlerdir."
(10)
Şeyhul İslam İbn-i Teymiyye şöyle diyor: "Müte-
zile, Haridler'in dediği gibi büyük günah işleyenlerin
ebedi cehemiem'de kalacaklannı söylüyorlar. Ve yine
diyorlar ki, biz onları ne mü'min, ne de kafir diye ad-
landınnz. Aksine onlara "fasık" adını veriyoruz. Biz
onlan "iki menzil" arasında bir yere otutturuyoruz.
Yine Mutezile, Hz. Peygamber (SAV)in, ümmetinden
büyük günah işleyenler için şefaat edeceğini ve bir
kimsenin cehenneme girdikten sonra oradan çıkabile
ceğini reddediyor.
Birde, insanları iki gmba ayırıyorlar: Said ve Şaki.
Said (mutlu) azab görmez, şaki ise mutluluğu tatmaz.
10~ Mevdudi-Hilafet vc Sahanai, S.146
40
Şaki de iki türlüdür: Kafir ve fasık. (11)
Bu yazdıklarımız, ne onların söylediklerinin tü
mü, ne de görüşlerinin hepsidir. Bizim burada asıl
maksadımız, onların özellikle "büyük günah işleye
nin" durumu ve onun ne mü'min ne de kafir oldugp
konusundaki görüşleridir. Onlar ikisinin arasında
mevcut olmayan bir yer icad ettiler. Aynı şekilde za
lim hükümete karşı ayaklanmanın farz olduğu, gü
nahkâr imamın arkasında namaz kılmanın caiz olma
dığı, onların görüşleri arasında yer almaktadır.
41
likte "tekfir" ve "kebire" konusundaki ısrarlan, diğer
Arkaların görüşleri karşısına dikilen müstakil nazari-
yeierin oluşmasına sebep olmuştur.
Mürd'enin bazı görüşleri;
1- lm n denen şey, sadece Allah'ı ve Resulü'nU kabul
etmek demektir. Amel, iman için zaruri değildir. Buna
göre, bir insan farzları terketse ve büyük günahları iş
lese yine mü'min olarak kalır.
2- Kurtuluşun esası yalnızca iman etmektir. İmanla
birlikte herhangi bir masiyet kişinin imanına zarar
vermez. İnsan oğlu olmak hesabiyle bir kişinin mağfi
rete ermesinin şartı, şirkten kaçınması ve tevhid aki
desi üzerine ölmesi yeteriidir.
3- Mürci 'e'den bazıları şunu da eklerler: Şirkin dışın
da ki tüm büyük günahların affolmaması mümkün
değildir.
4- Yine bazıları şöyle der; Bir insan kalbiyle inandığı
takdirde, İslam ülkesinde bile, hiç kimseden korkusu
olmadığı için diliyle küfirünü ilan etse, putlara tapsa,
ha tta yahudi ve hıristiyan dinini seçtiğini söylese, o ki
şi kamil iman sahibi, AUah'm dostu ve cennet ehli
dir.
Mürde'nin fitne korkusu ve fitneden kaçmalarına
bakılarak, bazı mürde mensuplan, şöyle dediler
"Emr-i bil'maruf ve nahy-i’an'il müker" prensibi, silah
kuşanmayı gerekli kılsa da yine de bu bir fibıedir. Hü
kümetin dışında da diğer insanlann yanlış hareketle
rini men etmek meşrudur. Fakat yönetidlerin zulmü-
neye hükümetlerin haksız uygulamalanna itiraz caiz
değildir. '
Bu gibi fikirler, bin yü önce ortaya çıkmış olsa da,
ne yazıkki onlann bir kısmı hâlâ bugün müslümanla-
rm çoğunluğunun arasında yaşamaktadır. Bunun da
sebebi gerek şimdi, gerekse eskiden müslütnanlarm
42
zalim yöneticilerin zulmüne ve haksızlığına uğramış
olmalarıdır.
El-Cassas ve benzerleri, Mürcie'e ile ilgili şikayet
lerini yükselttiler. Özellikle el-Cassas kendi imamın
dan naklen şöyle diyor; Fasığın imameti caiz değildir,
hilafeti değil. Kim kendini imam tain ederse, halkın
ona ne itaati ve ne de uyması gerekir. (12) Gerek eski,
gerek yeni hükümetlerin mürd'enin bu gibi fikirleri
nin yayılmasını istediklerinde şüphe yoktur. Zira on
lar, bu sayede raha tlık içinde yaşar, cüretle haddi aşar
ve hiç korkmadan diledikleri malı elde ederler.
Bazan biri çıkar şöyle der: Cumhuruyla bu ümmet
nerede duruyordu? Bu ümmet, bu fırkayla berabermi
yoksa ondan uzak mı?
43
meşine rağmen hâlâ halka birazcık hürriyet vermek
ten korkuyor. Çünkü halk komünizmin kahinlerine
inanmıyacak ve bunun üzerine de onları devirecek ve
komünizmi yeryüzünden silipatacak. Bundandolayı
komünist hükümetler her yerde zulüm ve zorbalığa
ve hürriyetleri yok etmeye mecbur kalıyorlar. Sadece
seks ve içki hürriyeti bunlann dışında. Bunlarda ne
büyük hürriyet!
Müslümanların cumhurunun akide ve düşünce
leri nasıldı ?
Bu konuda merhum Mevdudi şöyle diyor:
"Birbiriyle savaşan bu cemaatlar ve katı tutumlu
fırkalar ortamında, müslümanlann kahir ekseriyeti
düşüncelerini, Hülefa-i Raşidin döneminden beri ka
bul görmüş; başlangıçtan beri, Sahabe-i Kiram'ın,
Tâbiinlerin ve tüm müslümanlann değer verdiği
prensiplere ve görüşlere dayandmy ordu. Bugün dahi
dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunan müslü-
manlar arasında, umumi nüfusa nazaran, ancak %8
ile %10 arasında bir nisbet belirten bu acaip fikirlerden
etkilenmiş insanlara rastlamak mümkündür. Ceride
kalan ekseriyet cumhurun mezhebi üzerinde bulun
maktadır. Ne varki bu aynlıklann vuku bulduğu dev
renin başlangıandan Hz. İmam Ebu Hanife'nin
(R.h.a) zamanına kadar, müslümanlardan hiç kimse,
ihtilaflı meseleler hakkında "cumhur-ı müslimin"in
mezhebini tüm detaylarıyla ele almamıştır... Yalnız
çeşitli müctehid ve muhaddisler muhtelif yerlerde
kendi kavil ve fetvalannı, tavır ve hareketlerini biraz
cık olsun açıklamışlardır. Ama yinede bunlar hep
münferit şekilde kalmıştır. Ancak İmam Ebu Hanife
bu hususları tedvin, ve toplu halde izah etmiştir."
(13)
13. Mevdüdi. llUarn vc SalıanaL s. 147
44
Bu duruma gdre "ümmetin cumhuru"nun kendi
ne has inançlan vardır. Fakat o inançların, birbiriyle
boğazlaşan, mücadele eden ve birbirini kafirlikle suç
layan diğer fırkaların inançlanyla aynı seviyededura-
bilmesi için sistemleştirilmeyemuhtaçtır. Halbuki her
fırka kendi görüşü için "nass"larda bir dayanak ara
maktadır, kendine.
Önceki tekfir olayının sebepleri ve karışıklığı işte
bunlardır. Ya çağımızdaki tekfir olay mm sebepleri ne
lerdir?
II. Bölüm
47
SIYASI BASK! VE İŞ K E N C E
48
şında Musul'a gönderdi. Yahya halka; Mescid'e giren
güvenlik içinde olacaktır, diye ilan etli. Halkda bunun
üzerine mescide doldu. Bekçiler tarafından kapılar
tutulduktan sonra, mescide dolan bu insanların hepsi
kılıçtan geçirildi. Rivayete göre on bin dolayında in
san katledildi. İş bu noktada kalsa, elbette güzel olur
du. Ama bu kahraman (!) komutan, feci bir şekilde
katledilen kocalarına ve yakınlarına ağlayan kadınla-
nn sesini işitince, kadın ve çocuklar hakkında yeni bir
emir verdi. Bu emir üzerine kadınlar veçocuklar kılıç
tan geçirildi. Bu da yeterli olmadı. Bu sefer orduya üç
gün şehri yağmalama izni verildi. Ordunun içinde bu -
lunan dört bin tane zenci sağ kalan kadınlann namus
larını kirlettiler. Sonra komutan atıyla kan gölünün
içinde yürümeye başladı. Bu sırada karşısına dikilen
bir kadın: Sen haşimoğullanndan değilmisin?
50
lerin devlet ve savaş adamı olmalarının yanında, düş
manla vuruştuklarını ve ülkeler fethettiklerini söyle
mek mecburiyetindeyiz. Ömer bin Abdulaziz (r.h.a)'
Haccac hakkında şöyle diyor: "Yeryüzü halkının tü
mü habis görünse ve kendilerince en habisini seçip ge
tirseler, bizde" Haccacı getirirdik." Elbetteki biz "Hac-
cac"la onlara üstün gelirdik." İşte bu "Habis" adam, or
dusuyla İslam'ı yaymak için Irak'tan ta Hint Yanma-
dasma kadar gitti. Ama günümüzün ihtilalci "haccac-
lar"ına gelince; onlar zulüm ve zorbalıkta "Haccac" gi
bidirler. Fakat onlar "Haccac"m güç ve şecaatından
zerre miktarı nasiblerini alamadılar. Yine onlar kendi
vatandaşlannm karşısında düşman kesilir, düşman
karşısında ödlek oluverirler... Nüfusu iki buçuk mil
yon Yahudi'den oluşan İsrail, bugün nüfusu 150 Mil
yonu aşan Araplara akıl almaz şeyler yaptı. Halbuki
servetleri Yahudilerden daha çoktu. Fakat zillet ve
korkaklıkları da akıl almaz ölçüdedir. İşte yukarıda
sözünü ettiğimiz bu ihtilalciler, Ümmet’i çok perişan
ettiler, özelliklede dinine bağlı müslümanlan.. Hatta
en büyük arap devletinin iç işleri bakam açıkça şunu
söylüyor: kolonilerin kanunları ancak dini cemaatlara
uygulanır.
Acaba hiç yer yüzünde vatandaşlannm tümüne
değil, sadece bir kısmına özel kanun yapan bir devlet
varmı? Hayret doğrusu!... Arap devletlerinin bazdan
siyasi baskıdan ve insanlann ortadan kaldınlmalann-
dan hoşlanmıy ormuşl Fakat onlara "şeytani bir vahiy"
gelmiş ve müslümanlara işkence etmeye ve onlan öl
dürmeye başlamışlardır. Sadece suçlularla veya zanlı
larla yetinmiyorlar, bunu tüm aile efradına şamil kılı
yorlar. İsrail'e komşu bir arap devletinde kendi vatan
daşı bir genç zanlı olarak tutuklanıyor. Bunun üzerine
aile fertlerinin tümü yakalanarak hapse atılıyor. Tu-
51
tuklananlar arasında emekli baba, doktor kız ve ço
cuklar var. Biryıhaşkınbtrsüredensonra mahkemeye
çıkanhyorlar ve suçsuz bulunuyorlar. Ama genç
adam işkence altında şehid edilmiş; fakat ne zaman
olduğu bilinmiyor.
Bir ayağı çukurda olan babaya gelince; o kırgın bir
şekilde dışan çıkıyor. Doktor olan kızcağız ve çocuk
lar, hâlâ üzerlerinde izlerini taşıdıkları işkencelere uğ
ratılmışlar. Başkentteki evlerine döndüklerinde, evin
duvarlardan başka bir şeyi bulamamışlar. İstihbarat
örgütünün adamları, evde bulunan herşeyi talan et
mişler, hatta kapılan ve pencereleri söküp götürmüş
ler... Tıp kilaplannı paramparça edip, araç vegereçleri
yağmalamışlar. Görevinin başına dönmek için başvu
ruda bulunan bayan doktora: "kurtulduğun için Al
lah'a şükret, çeneni kapat.." denilmiş. Bugün artık ye
ni bir yöntem daha keşfedilmiş: Firar eden kocalan
dönünceye kadar, kadınlan tutup rehin almak ve hap
se atmak, işkence etmek... Bu durum daha ileri gidi
yor, zorla kadınlara tecavüz ediliyor. Bu günkü du
rum, bu siyasi tecavüzün meyvasını taşıyor...
Bu anlatılan durumu tasvir eden bir mahkeme ka-
rannm metnini burada nakletmek istiyorum.
Yüksek Askeri Mahkeme Karannın Metni:
"Gerçekten mahkeme, dâvâ konusu suçun (işken
cenin) Mısır yönetiminin alnmda kendisini rezil, rus-
vay edecek bir leke okluğunu bihakkm tescil etmekte
dir. Umulurki mahkemenin karan Mısır tarihinin bir
dönemini kapatan bir perde olur. Bu dönemde "İnsan
Haklan Evrensel Beyannamesi"ni garanti altına aldığı
insan şeref ve haysiyeti küçümsenmiş ve hiçe sayıl
mıştır. Yine bu dönemde kırbaçlı yönetim biçimi, in-
sanlan zindanlarm karanhk hücrelerine atmaya ve
korkutmayakadarvardumışişi.Ve yinebudönemde
52
hapishaneler Fransa'daki "Bastil" zindanını aratma
yacak bir şöhrete ulaşmıştır. Hatta askeri hapishane
nin şöhreti onun üzerine çıkmıştır. Bu dönem soruş
turma mahkemelerinin hatıralannı ve oralarda cere
yan eden çirkin olayları ve rezaletleri zihinlerde taze
ledi. Yine bu dönemde, cellatlar işkence araçlannı ve
yöntemlerini icad etmekte yanşıyorlardı." (3)
Savcılığın açıklamalanndan biride şöyle; "Kanu
nun yürürlükten kaldınidığı ve istisnai mahkemele
rin kurulduğu bir dönemde, Mısır'da insan sömürül-
müştür. Binlerce vatan evladını yakalamakla suçla
nan kişilerin-ki onlar devletin ileri gelen adamlandır.-
sorgulamalan sonradan yapıldı. Çünkü onlar gençle
rin vücutlanna işkence yaptırdılar; erkekliklerini yok
ettiler, namuslarına tecavüz ettiler, şereflerini ayaklar
altına aldılar, hanımlarını tehdit ettiler ve bazılarını
da öldürdüler. Tutukevlerini "Bastil"e ve sorgu mah
kemelerine çevirdiler. Müsteşarlara işkence ettiler;
AliCerişeonlardanbiri... Avukatlara daaynı şeyi yap
tılar; Şemsüş Şenavi onlardan biri... Halktan yüzlerce-
sine işkence yaptılar. İsmail Füyumi'ye ölünceye ka
dar işkence yaptılar ve sonunda da dağlık bir bölgeye
cesedini gömdüler^' (4)
Bu dönemdeki-yöneticinin "Altı Gün savaşları"
kahramanı "Ebu Cehil" olduğu hâlâ hafızalarımızda
saklıdır.
Şayet bir ay süre ile savaşsaydı veya İsrail'i yen-
seydi, o vakit mutlaka âvâzının çıktığı kadar şöyle
derdi. "Ben sizin en yüce rabbinizim". Mısırda kanun
artıkları olduğu takdirde, diğer arap ülkelerinin yüz
de doksanında bu arbk ta yoktur, dememiz gerçeğin
bir ifadesidir. Arap yöneticilerinin çoğu: "kanun ne-
55
dir?" sorusuna, "O, üzerine yazı yazdığımız yaprak
bitkisidir. Açıkça onun kanun olduğunu bana söyleyi
niz" şeklinde cevap vermiştir. Bundan dolayı müslü-
manlara uygulanan siyasi baskı, bu yüzyılın ellili yıl-
lanndan itibaren başlamıştır. Bu alan "kanun üstün
lüğü ve demokrasi" şarkıları söyleyen devletleri içine
almak için günümüze kadar genişlemeye devam et
mektedir.
Bu işkencenin bir benzeri daha yoktur. Ne varki
zalimin ömrü kısadır. İmam Ahmed bin Hanbel, za
lim yöneticisine: Sıkıntı içinde geçen her gün benim
sıkmtımı azaltırken, senin sıkıntını çoğaltıyor." de
mişti.
İhtilalcilerden ve diğerlerinden kötü yöneticilerin
ümmetimize çektirdikleri sıkıntılar, bu ümmetin
Emevilerden, Abbasilerden ve Osmanoğullanndan
çektikleri sıkıntıdan daha büyüktür. Bu saydıkları
mız, bir hadde kadar Allah'ın şeriatına saygı duyu
yorlardı. Nitekim zayıf yöneticiler kanun ve nizama
riayet ediyorlardı.
İthalcilere gelince; onların ne mücadelede ve ne
de başka şeylerde bir gözettikleri var. Hatta kendi
koyduklan kanuna ve düzene kendileri riayet etmi
yorlar. Müslüman! öldürmek, onlar için doğunun ve
batının büyüklerinin nzasım kazanmak demektir...
Kahrolası insan ne nankör şey!...
Bunun için biz, Orta Afrika Cumhurbaşkanı Bu-
kosa'y1 bir örnek olarak görüyoruz. Başkanlıktan dü
şerken tüm dünya onu küçümsüyordu. Çünkü o, bir
çok insaran canına kıymıştı. Uganda Cumhurbaşkanı
İdi Amin'de onun bir benzeriydi.
Arap ülkelerinin zindanlannda, binlerce mü'min
hiç bir suçu olmadığı halde ve soruşturma yapılmak
sızın can verirken ve her türlü zulüm ve işkenceye ma-
54
ruz kalırken, uluslar arası örgütler, bütün bunlan bil
dikleri halde hiç kimse ses çıkarmıyor. Bilakis bu ku-
ruluşlann üyeleri bunlan onaylıyorlar ve onlara borç
ve karşılıksız yardım desteği sağlıyorlar. İsrail'den sı-
nırlannı aşmaması isteniyor, algine biri onu engelle
meye uğraşsa hemen gireceği yere giriyor.
FAYDASIZ PİŞMANLIK
55
naanIatarakşöylededi:Altıaydanberivücudununalt
yansı tutulmuş bir adamı, getirdiler. Adam bu süre
içinde hareket etmeden karyolasında yatıyormuş.
Onu sedye üzerinde hapishaneye taşımışlar. Usul ge
reği, adamcağız ahmak devlet başkanına karşı hazır
lanan komploya ve öldürme girişimine iştirak etmek
le, suçlandı. Onun bu durumunu bazı hıristiyan su
baylar görünce, adam onlara: Ey halk! Allah'tan kor
kun, ben bu haldemi komplo düzenliyorum?" dedi.
Onlarda adaımn bu durumu karşısında gözyaşlarını
tutamadılar. Subaylann bu durumu "ödlek azgın”a
haber verilir, verilmez, hemen onlan görevlerinden
uzaklaştırdı. Sakat zavallı da hapishanede kaldı.
Yine aynı kişi bana şu olayı anlattı: Zavallı bir çift
çiyi ve mandalarını yakalayıp getirmişler. Adam da:
Ey insanlar! Ben komplo düzenledimse, mandalla-
nmda mı komplo düzenledi? diye bağırıyordu. Ada
mın dünyada sahip olduğu her şeyi mandalardı.
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı bu yöneticiler ta-
rahndan îslami güçlerin yönetime ulaşmaları engel
lenmiş ve onlann kökünün kazınması için gerekli'ted-
birler alınmıştır.
Bütün bu sebeplerden dolayı işkenceye uğramış
genç, haklı olarak soruyordu: Yöneticiler bunlan ki
min yaranna yapıyorlar? Bu ümmetin düşmanlarına
onda birini dahi yapmadıkları işkence ve zulümleri
kendi milletlerine yapmakta niçin ısrar ediyorlar?
Devam edegelen işkence ve tekrarlanan tutukla
malar niçin sadece müslümanlara isabet etti?
Niçin bu siyaset Arap devletlerinin ekserisi tara
fından benimsendi?
Bir Yahudi ya da bir Bahai idam edildiğinde veya
bir ülkede askeri hükümler koyulduğunda, dünyada
kıyametler koparken, gizli ya da aleni idam suçlan
56
karşısında uygulanan bu suskunluk niye?
Bazı Arap devletleri 1947 yılından günümüze ka
dar sıkıyönetim veya olağanüstü hal altında yaşıyor
lar. Fakat hiç kimse bunu yadırgamıyor, hatta hiç kim
se ağzına dahi almıyor...
O ülkelerde ruh sağlığı şüpheli yöneticiler var. Bu
nunla beraber hiç kimse ağzını açmıyor...
Öyleyse bu ülkelerde, dinlerine bağlı müslüman-
lara ve onların yönetime ulaşmalarına karşı süper
güçler arasında evrensel bir ittifak var...
Sonra da gençler münakaşa ediyorlar: Bunlar müs-
lüman mı, kafir mi?
Sonunda da onların kafir oldukları hükmüne var
dılar. Bu kararlarını akli öncüller üzerine kurdular.
Her ne kadar aklen "olsa da, şeriat yönünden doğru
değildir... Onlar hakkında Ömer b. Abdülaziz'in Hac-
cac hakkında dediğini söyleyelim: Onlar yeryüzünün
en habis ve en ödlekleridir. Şer’i bir delil ile küfrü sabit
olmayan bir kişinin küfrünü tesbit edemeyiz.
Belki ben böyle bir netice ile konuyu ne geçirmiş
oldum. Halbuki onun yeri daha sonra idi...
57
nn teklif edildiği söylenir. Fakat o bunlann hiçbirini
kabul etmedi. Kırbaçlandı, sabretti. Başkalarının can
attığı şeyleri o hep reddetti." diyor. (5)
Abbasi Halifesi el-Mansur'un teşrifatçısı şöyle an
latın Halife tarafından çağnimıştım. Halife beni İmam
malik b. Enes İbn-i Ebi Zi'b ve Ebu Hanife'yi çağırmak
la görevlendirdi. Bu kişiler Halife’nin huzuruna gelin
ce , Halife onlara zorca bir soru yöneltti: Allah'ın üm
metin işlerini yürütme görevini bana ihsan etmesi ko
nusunda ne düşünüyorsunuz? Ben bu işe ehil mi
yim?" dedi.
Söze önce İmam Malik başladı: "İşin ehli olmasay
dın, Allah seni bu ümmetin başına getirmezdi." de
di.
İbn-i Ebi Zi'b şöyle dedi: "dünya hükümdarlığını
Allah dilediği kişiye verir. Fakat ahiret padişahlığını
ise, isteyene ve yüce Allah'ın tevfik verdiği kişilere ve
rir. Eğer Allah'a itaat edersen, Allah'ın sana olan tevfi-
ki yalan olur, eğer isyan edersen uzak olur. Hakikat
şudur ki, hilafet ehl-i takvanın icması ile olur. Sen ve
etrafındakiler yolundan aynimış, Hak'tan uzaklaş
mışsınız. Eğer Allah'(tan kurtuluş istiyorsan ve Ona
temiz işlerle yaklaşırsan bu olur. Aksi takdirde ne is
tersen yapabilirsin..."
İmam Ebu Hanife, Ebu Zi'b'in sözleri üzerine şöyle
den Ben ve Malik nerede ise elbiselerimizin yakalannı
ısıracaktık. Çünkü Halife'ninadamlan her an gelebilir
ve Ebi Zi'b'in kafasını uçurabilirlerdi. bu suretle onun
kanı üzerimize sıçramamış olurdu."
Mansur, Ebu Hanefi'ye dönerek:
- Sen ne dersin? dedi. Ebu Hanife cevaben:
- "Din konusunda kendisine doğru yolun gösteril
mesini isteyen kişi öfkeden uzak olur. Eğer sen kendi
kendinesamimi davranmakdurumunda isen,biliyor-
58
sun ki, bizi buraya Allah nzası için toplamadın. Belki
bu toplantıdan maksad, bizi korkutmak suretiyle ar
zuna göre hareket etmemizi sağlamaktır. Siz hilafeti
yüklendiniz. Ama bu duruma göre halifeliğinizi fetva
ehlinden iki kişi dahi onaylamadı.
60
k e ttik le rin d o n ö tü rü o n la rla s a v a ş ın ız ..." (7)
61
raktı. imam da Irak'ı terkedip, mekke'ye gitti. Emevi
saltanatı son buluncaya kadar Mekke'den dönmedi.
Emevi saltanatı da Hicri 130 yılında son buldu. (8)
Ulemaya karşı aynı tutum abbasiler döneminde
de devam etti. Abbasi Halifesi Mensur defalarca Ebu
Hanife'nin adliye teşkilatında görev almasına uğraştı.
Her defasında büyük İmam özür beyan ediyor ve ka
çıyordu. Kendisine "başkadılık" görevi teklif edildi,
onu da reddetti. Fakat Mansur düşüncesinde ciddi ve
çok istekli idi. konuyu birçok defa tekli f etti. Bir defa
sında Ebu Hanife ile halife arasındaki konuşma ger
ginleşti ve İmam sonunda: "Allah'tan kork! Vallahi bu
işi kendi arzumla kabul etmiş olsam bile yine de size
istediğiniz gibi yaranamayacağım. Nerede kaldı ki
zorla, istemiye istemiye teklifinize olur diyeyim. Her
hangi bir hususta vereceğim karar sizin arzularınızın
hilafına olabilir. O zaman bana kızarsınız. Kızınca da
beni Fırat nehrinde boğdurmakla tehdit edersiniz. Ve
ya beni karan değiştirmeye zorlarsınız. Ben ise boğul
mayı tercih ederim. Sarayında bir yığın insan var. Öy
le bir kimsenin kadı olmasını isterler ki, bu kimse onla-
nn keyiflerine göre hareket etsin..." (9)
Fakat bunlann hiçbirinin İmam'a etkisi olmadı.
Mansur, onu hapse attırdı, kırbaçlathrdı. Ticaretine
karşı savaş açtı. Çünkü İmam ticaret erbabıydı ve bir
kumaş fabrikası vardı. Sonunda Halife onu evinde
oturmaya mecbur kılıp dışan çıkmasını ve ölünceye
kadar insanlarla görüşmesini yasakladı.
Abbasi ve Emevi halifelerinin az da olsa belli bir
noktaya kadar İslam'a bağlılıkları ümmetin şerefini
savunma ve İslam'ın neşri konusunda gösterdikleri
kahramanlıkları olmakla beraber ulemanın onlarla
8. A.g.e. S. 173
9. A.g.e. S. 175
62
ilişkisi bu olunca şimdikilerin durumu nedir acaba?
Başkalarına isabet eden sosyal hastalıklar, son devrin
bazı alimlerine de sirayet etmiş. Bundan dolayı da yö
neticilere yağcılık etmeye başladılar... Hangi yönetici
ler? Aciz, fasık, günahkar, korkak, ümmete karşı aslan
düşmana karşı korkak tilki olanlar...
Onlar hakkı tanımaz, mazluma yardım etmezler.
Onların kabeleri koltukları, dünyaları da cennetleri
dir. Onlar, Allah'ın ve kullarının haklannı unutmuş
kendi arzu ve şehvetlerine dalmış kişilerdir, onlara
göre helal elinin eriştiği her şey, haram ise büyük pat
ronun yasakladığı şeyler.
Bu yöneticiler, zulümlerinin ve haksız fiillerinin
tümünü onaylayan ve kendilerine sığınan bazı alimle
ri yanlarında bulurlar, bundan dolayı da ümmetin ço
ğunluğu özellikle de gençler bu alimlere olan güven
lerini yitirmişlerdir. Kral Fuad'ın bir konuşması sıra
sında: "Kadın niçin hakim olmuyor?" diyesöylendiği-
ni duymuştum. Sonra o, konuyu unutmuş, bir daha o
konuya dönmemiş, bunu bir ganimet bilen bazı alim
ler bu konuda kitaplar yazdılar, bu görüş ve arzunun
tüm gerekçelerini kitaplarında topladılar. Kral Fuad
nezdinde kabul görürumuduyla tüm zayıf ve metruk
görüşleri serdettiler. Fakat ticaret geri tepti ve zarar et
ti.
Fakir bir Arap ülkesinde hkıh bilgisi derin bir alim
-bu ülkenin kralının hocasıydı- bir cum'a günü, baş
kentin en büyük mescidinde minbere çıktı. Çeşitli zu
lümleri işlemiş bir yöneticiye övgü yağdırmanın dı
şında başka söz sarfetmedi. Bu yönetici mü'min ve
mutteki kişilerin kanma girmişti. Minberde konuşan
hatip açıkça ikiyüzlülük ediyordu. Namaz kılanların
gözleri minbere çevrilmişti. Çok geçmeden minber
den taşınarak mescidden dışan çıkanidı.
63
Müslüman gençlerin işkence gördüğü ve öldüriıl-
düğü Mısır’da bir şeyh veya üzerinde ulema kıyafeti
bulunan bir sivil piolis gelir; işkencenin tümü sona er
dikten sonra gençlerle tartışmak için durur ve şöyle
der: "Kütüphanemdeki bütün kitaplara baktım, ama
’Kur'anla hükmetmek’ adında bir şeye rastlamadım.
Siz yoldan çıkarılmış kişilersiniz. Öncüleriniz bu ’da-
va'nın ticaretini yapıyorlar. Çünkü ’Nebiler’ Kur an la
hükmetmezler. Alâine onu tavsiye ederler -sanki bî
zim Peygamberimiz (sav)’den sonra nebiler’ v'armış -
zira 'nebi' ile Rasul arasında fark v^ar- gibi Önceki ko
nuşmamda izah ettiğim gibi "nebi" ahkamı uygula
maz, aksine onu tavsiye der. Cenab-ı Hak şöyle bu
yurdu: "Nuh’a ta vsiye ettiğini... sizin için huku kdüze
ni yaptı..." (10) Nebi "din "ilehükmetmeyip-'dava'bu
rada ’dih'e dönüştü- aksine onu tavsiye ettiğine göre
sizler kur’an’la hükmetme isteğinizle nebilerden
uzaklaşıyorsunuz. -
Bu, şeyh kılığına girmiş sivil polis gibi tacirlerden
başkasının bilmediği acayip bir fücurdur- Halbuki
bug^in yönetici Kur'an'la hükmediyor. Çünkü o resmi
toplantılarda içkiyi yasakhyor. Bu bir aşamadır. Zira
Allah içkiyi aşamalı olarak haram kıldı. Gençlerden
biri Kur'an'ın şu ayetini okuyarak onu reddetti. Ayet
şöyleydi: "Biz içinde hidayet ve nur bulunan, kendi
siyle nebilerin hükmettiği Tevrat'ı indirdik..." (11)
Buna göre kitapla hükmetmek nebilerin ve rasul-
lerin görevidir. Onlardan sonra da ümmetin görevi
dir. Bunu kim inkar ederse kafir olur.
Rol dağılımına göre bu noktada askeri hapishane
nin yöneticisi karşısında bulunan kişilerin idamlık ol-
duldannı bildirmek için içeri girdi ve bunun gerçek ol-
lO'Şun Suresi 13
11. Maidc sûresi 44
64
duğu hususunda vemin etti, tabancasını çıkardı ve
idam hükmü uygulanmadan önce sürpriz bir ziyaret
vuku buldu.Bu olav 4 Temmuz 1967 yılında olmuştu,
(temmuz gününün sabahında ve işkenceden sonra
onbaşı açıklama yaptı: Kıyım başlayacak. Fakat bir su
bay onu durdurmak ve İsrail saldınsını bildirmek için
geİdi.CJünkü'Ebu Cehil" (Nasır'ı kastediyor) sabahle
yin saat üçte uykusundan uyandınimış ve kendisine
savaşa başlamaması emredilmişti. Bu durumda o çok
küçülmüştü. Birkaç saat içinde savaş kaybedildi. Bu
nu bildiği sanılıyordu. Ona birçok yönden uyanlar
gelmişti Bundan sonra utanmadan -çünkü hayadan
yoksundu- şöyle dedi: "Biz onları doğudan beMiyor-
dıık. ama onlar batıdan geldiler. Kimbil ir belki de akıl
hocası ona doğudan geleceklerini haber verdi. İşte
Kudüs ve Filistin ileSina'mn geri kalan kısımları böyle
kaybedildi. Bu millete zillet böyle yazıldı. Çünkü
"kahraman’ a hücum etmemesi ve sadece darbeyi bek
lemesi emredildi. Darbe vuku bulunca o kara günün
sabahında savaş sona erdi. Radyoda emirler çıkarıldı.
"Ebu Cehil" durdukça köpürüyor ve öfkeleniyordu.
Bölgede en büyük ordunun kendinde olduğunu, mut
laka ezipzafereulaşacağınısöyleyerekdünyayı tehdit
ediyordu.
Bu radyo uzun süre içinde filan oğlu filana, filan
kadının oğlu filana, londra'da kuyruğuna basılınca
Kanada'da viyaklıyan bilmem kime sövgülerle dolu,
ipe sapa gelmez konuşmalara, sayısı dörtyüze varan
Lider'e ait şarkılara, marşlara ve ezgilere şahit olmuş
tu. Rasulullah en doğrusunu buyurmuştur: "Kötü bir
adeti icat edenin günahı kendisi üzerinedir. Aynca kı
yamete kadar onu işleyenin günahı da onun üzerine
dir."...
Tutukevinde gençlere işkence törenleriyle birlikte
polis konferanslan birbirini izledi. Gençlerin ulema
nın birçoğuna özellikle zalim, fasık ve faciryönetcileri
övenlere karşı güvenlerini yitirmelerine şaşmamak
gerekir. İnsan birinin sözünü kabul etmesi için önce
kendisini kabul etmesi gerekir. Bundan dolayı bu
konferanslar beklenilenin aksine bir neticeyi doğur
du. Fakat ben, konferansçıların gençlerin kafalarını
kanştırmayıamaçladıklarımzannediyorum. Nitekim
yukanda zikri geçen şeyh Buhari ile Kur'an'ın "Nebi
ile RasuTün aynmında bu tür mugalata ve iftiraları
yapmıştır.
Bundan dolayı gençlerin kendi başlarına bilgi
edinmek maksadıyla Kur’an ve Sünnetin İslam'ın te
mel iki kaynağı olması itibariyle doğrudan onlara yö
nelmeleri gayet doğaldır.
66
Maz'un, Hz. Ömer (ra)'in hilafeti döneminde içki iç
mişti. bu konuda gerekçe olarak şöyle diyordu: "İsti
kamet ve takva haramlık faktörünü giderir. Bu görü
şüne de Maide suresinin 93. ayetini delil getiriyordu,
ayet şöyle buyuruyor: "îman eden ve iyi işler yapanla
ra; hakkıyla sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkla-
n, sonra yine hakkıyla sakınıp yaptıklannı ellerinden
geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınma
dan önce) tattıklanndan dolayı günah yoktur. Allah
iyi ve güzel iş yapanları sever."
Mü'minlerin Emiri Hz. Ömer (ra), ona ayeti yanlış
anladığını izah edip, bazı fakih sahabilerle konuyu
görüşmesi için salıverdi.
Görüştüğü sahabiler bu ayetin içkinin haram kı
lınmasından sonra nazil olduğunu açıkladılar. Baş
vurduğu sahabilerin bazısı fiilin önce vuku bulmasın
dan ötürü haram kabul ettiler. Bazıları da şöyle dedi:
"Bazı kardeşlerimiz içki içmişlerdi. İçki kanniannda
iken öldüler, bunun üzerine Cenab-ı Hak sonrası için
değil de haram kılınmadan önce fiil işlendiğinden do
layı bu günahı izale etmek için bu ayet-i kerimeyi in
dirdi. Raşid Halife Ömer (ra) bu suçu işleyen kişiyi iki
durumdan birini tercih etmesi hususunda serbest bı-,
raktı: Ya kendisine haramlığı beyan edildikten sonra
helallığına ısrar ettiği takdirde küfründen dolayı ceza
uygulayarak öldürülmek ya da yanlış anladığını ve
hatalı davrandığını itiraf ettiği takdirde içki cezası uy
gulamak... Sözkonusu kişi de İkinciyi seçti ve kendisi
ne içki cezası uygulandı. Bu gün gençlerimizin fıkhi
bilgileri, bu sahabiden daha mı fazla?
Buna benzer bir olay yine var. Sahabe-i Kiram'dan
bazıları: "Safa ile Merve arasında Sa'y yapmaya gerek
yoktur, çünkü Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'inde şöyle
buyuruyor "Safa ile Merve şüphesiz Allah'ın nişanların-
67
dandtr. Herkim Beytullah'ı ziyw et eder veya umre vapar va
onları tavttf etmesinde bir günah yoktur. Her kim gönüllü
olarakhiriyilikyapaniaşuphesizAllahonuhilir,kargılığını
verir" 12) Bunagörede, günah olmaması vacip olmadı
ğı, anlamına gelir, dediler.
Hz, Aişe(r.anha) validemiz bunu duyunca: "İş sî
zin anladığınz gibi değildir. Ama bir kısım insanlar
cahiliye döneminde putlar orada iken. Safa ile Merve
arasında say yapıyorlardı. Müslümanlığı kabul edin
ce onlar daha önceyaptıklan gibi say yapmayı günah
saydılar. Bunun üzerine de Cenab-ı Hak bu anlayışı
kaldırmak için bu ayet,i kerimeyi indirdi" diye buyur
du. Bunun gibi misaller çoktur.
Müslüman gençlerin içine düştükleri yanlış anla
yışlardan biri de şu: Onlar diyorlar ki, "Müslüman ne
zaman büyük veya küçük bir günah işlese hemen tev-
be etmesi gerekir. Aksi takdirde hemen tevbe etmezse
kafir olur." Bu görüşlerine de şu ayeti delil getiriyor
lar: "Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kö
tülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin te vbesi-
dir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her
şeyi bilendir, hikmet sahibidir." (3)
Kur'an ve Sünnetten bildikleri sadece bu nass ol
saydı, elbette hüküm, söyledikleri gibi olurdu. Ama
onu takib eden ayette Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm
gelip çatınca: 'Ben şimdi tevbe ettim diyen ve kafir olarak
ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir
azap hazırlamışadır." (4)
Hemen arkasından biz bu iki ayeti birleştirdiği
miz vakit birinci ayette geçen "tevbe ediri'in manası,
ölümün gelip çatması anlamına gelir. Biz buna bazı
3-Nİm Sur»İ 17
4. Nisa sûresi, İS
68
hadisleri de eklersek, bu anlam bütün açıklığıyla pe
kişmiş olur, omek olarak şu hadisi verebiliriz. Hz.
Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: "Kim, güneş batı
dan doğmadan önce tevbe ederse Allah onun tövbesi
ni kabul eder." Yani kıyamet alametleri zuhur etme
den önce tevbe ederse anlamınadır.
Nitekim Rasulullah (sav)'den şu hadis nakledil
miştir; "Allah azzc re CclU’ fiUneji batıdan dokuncaya ka
dar, f’ündii: imlenen ftünahlan hağıylamak i<;in ş^eci'leyin
merhamet elim uzatır, f’eee imlenen f>ünahları bağışlamak
işin jiiindüzlcyin merhamet elini uzatır." Hz. peygamber
(sa v)'in şu sözü hem bu hadisten hem deşu yukanda-
ki hadisten daha net ve açıktır; "Şüphesiz Allah -azze
ve celle- kulun tövbesini can çekiştirmedikçe kabul
eder." Bu hadis i şerif. Nisa suresinin 18. ayeti kerimesi
ile tamamen uyum sağlıyor. Sonra gençler bir başka
delil ilave edip şöyle diyorlar; "Cenab-ı Hak Bakara
suresinin 81. ayetinde: "Hayır! Her kim bir kötülük eder
de onun kötüUiyii kendisini çepe çevre kuşatırsa, işte o kim
seler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar." diye
buyurmaktadır. Buna göre, her günahkar tez elden
tevbe etmezse, onun yaptığı kötülük kendisini çepe
çevre kuşatır ve cehennemde ebedi kalır. Cehennem
de de ancak kafir kişi ebedi kalır. Kim de tez elden tev
be etmezse, kafir olur."
Biz tekrar, aynı şekilde Kur'ani nassı kesik ve di
ğerleriyle ilişkisi kopanimış bir şekilde ele alırsak, is
tenilen bir netice elde edilmiş olabilir. Ama biz âyet-i
kerîmeyi kendi konumu içinde ele aldığımız vakit,
ayetin, îsrailoğullanndan Tevrat'ı tahrif edişlerinden
ve tahrif edip kendi elleriyle yazdıklarını Allaha isnat
edişlerinden bahsettiğini görüyoruz. Allah onları
yaptıkları çirkin işlerden dolayı azapla korkutunca ve
onlarda: "Bizler cehenneme gireceğiz; ama orada ebe-
69
di kalmayıp ancak birkaç gün kalacağız" demeleri
üzerine Cenab-ı Hak onların bu sözlerini reddetti ve
oniann büyük bir günah kazandıklarım, bu günahın
da onları çepeçevre kuşattığını, bundan ötürü de ate
şe gireceklerini, iddia ettikleri gibi birkaç gün değil de
orada ebedi kalacaklannı açıkladı. Biz ayetin tümünü
okuyalım. Ayet şöyle; "0/ı/ardfl««mm(/er fokur ya/ar ol
mayanlar^ vardır ki, bir takım kuruntular hariç Kitabi
fTcvrat'ı) bilmezler. Onların bildiklerinin hepsi sadece zan
ve tahminden ibarettir. Vay haline o kimselerin ki kitabi
(Tevrati) elleriyle yazarlar, sonra o yazdıkları şeyi az bir
para karşılığında satmak için "Bu Allah katııulandtr" der
ler. Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların. Yine
kazandıklarından ötürü vay haline unların. (İsrailnğulları)
dediler ki, sayılı birkaç gün müstesna ateş bize dokunmaya
caktır. De ki onlara: 'Yoksa Allah katından bir söz mü aldı
nız? Şayet öyle ise Allah mutlaka sözünü tutacaktır. Yoksa
siz Allah katında bilir bilmez konuşup duruyor musunuz?
Hayır! Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendini
çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktir. Onlar
orada devamlı kalırlar." (5)
Yukarıdaki ayetlerde "el ile yazmak" tabiri hiçbir
karışıklığa meydan vermeden iki yerde geçti. Kuşku
suz Allah'ın kitaplannı tahrif etme suçu, sahibini ebe
di cehennemde kalmaya müstehak kılar. Hatta fakih-
lerimiz şu görüşe sahiptir: Kur'an'a bir harf ilave eden
veya ondan bir harf eksilten kişi tahrifçi bir kafirdir.
Bir hata işleyen müslümana gelince, onun yaptığı
yukarıdaki türden bir iş değildir. Ölüm gelmeden ön
ce yapılan tevbe ona yeterlidir. Çünkü bu tür bir iş Al
lah'ın hukukuna girer. Ama kulların haklarına giren
bir işe gelince, ona yalnızca tevbe kafi gelmez, sahi-
70
binden affetmesini ve bağışlamasını dilemek gere
kir.
Günah işlemeyi tahrif etmek ile kıyaslamak caiz
değildir. Gıybet bir masiyettir, söz taşıma birmasiyet-
tir, hased bir masiyettir, arkadan çekiştirmek veya bi
rini alaya almak, çirkin lakablarla çağırmak da bir ma
siyettir. Bunların benzerleri çoktur. Şimdi bu sayılan
ları işleyen kişi kafir mi olur? Bu soruya olumlu cevap
verecek olursak, yeryüzünde müslüman kalmaz.
Hatta ne bu gençler, ne de diğerleri kalır, burada zikre
değer bir başka konu daha var. Oda: Birmü’mini kas-
den öldürenin durumu. Bir ayet-i kerimede Cenab-ı
Hak şöyle buyuruyor "Kim hir mü'mini kasden öldürür
se cezası, itkimle ebedi kalacağı Cehennemdir. Allah ona na-
zah etmiş, ona lanet etmiş ve onun için büyük bir azah hazır
lamıştır." (6)
6. Nisa Suresi 93
7. Bakara Suresi 178
71
Gençlerden bazısı; Burada halkı İslam ya da küfürle
nitelemekten vazgeçen kimseler var dedi. Ben de "bu
nasıl olur"dedim. Bize göre insan ya müslüman ya da
kafirdir. Kafîr de ya kitap sahibidir veya kitapsızdır,
buna göre, İslam ile nitelendirdiğimiz bu halkın sıfatı
nedir? Gençlerden biri şöyle dedi: Onlar diyorlar ki.
Biz halkı İslam veya küfür ile vasıflandırmaktan vaz
geçiyoruz. Müslümanların yapması gereken şey "vaz
geçmektir." Dinden dönenlerleyapılan savaşlarda, İs
lam ordusu ilerleyip durdu. Ezan sesini duyunca on
ların müslüman olduklarını ve onlarla savaşmanın ca
iz olamıyacağını düşündü. Eğerordu ezansesini duy-
masaydıonlanndindendöndüğünehükmediponlar-
la savaşacaktı.
Ben dedim ki, burada üzerinde durulması gere
ken birçok konu var. Birincisi, üçüncü bir sınıf insan
grubu çıkarmak. Bu grupnemüslüman nede kafir. Bu
sınıflandırmayı ilk defa kimlerin yaptığını biliyor mu
sunuz? Gençlen Biz bilmiyoruz, dediler, ben de onla
ra şöyle dedim: İmam Ali (ra)'ye karşı çıkan Hariciler
Büyük günah işleyen kişinin kafir olduğunu söyleyin
ce, bu görüşe tepki Mürde'den geldi. Mürcie de: Bü
yük günah işleyen kişinin mü'min ve müslim olduğu
nu, Allaha ve fesulüne iman ettiği sürece büyük gü
nah işlemenin İman'a zarar vermeyeceğini sö y l^ i.
Haricilerin "tekfir"de aşın gittikleri gibi Mürcie de "te-
sahül=kolaylaştınna''da aşın gittiler ve iman mevcut
olduğu sürece bir müslümanın ne yaparsa yapsın işle
diği günahm kendisine zaran dokunmayacağım,
mutlaka bağışlanacağım, söylediler. Bu sırada Mute
zile ortaya çıkb. onlar da "orta bir çözüm" icad ettiler.
Şöyle dölilen Büyük günah işleyen ne mü'nündir ne
de kafir. Ama o "iki menzil arasında bir menzil"dedir.
Bugün bazı gençlerin söylediği de budur. Onların bu
72
sözleri va Mutezile'den nakildir ya da kendi icadlan
olan görüşlü r ki, onlarınki ile tevafuk ediyor. İslam in
sanları "mü'niin" ve "kafir" diye sınıflandırdıktan son
ra artık bizim üçüncü bir sınıf icad etmemiz ne hakkı
mızdır, ne de haddimize düşer. Burada aslında çok
önemli ve çok büyük bir mesele var. Bizim nazanmız-
da hükümler kafir ve mü'min ile ilgili olduğuna göre,
bu üçüncü sınıfa hangi hükümler tatbik edilecek? Me
sela onların kestiklerini elealalım. helal mi, haram mı?
Onlarla anlaşma yapmak ve anlaşmaların kurallarına
uymak, onlarla evlenmek helal mi haram mı? Onlarla
diğerleri arasında miras hükümleri nasıl olur? Halka
müslüman yada kafir demekten vaz geçme meselesi
nin İslamda daha bir benzeri yoktur. Dinden dönen
lerle savaşa giderken meydana gelen olaya gelince, o
sadece bir tesbit ve tanımadır. Bize, şehir halkının
müslüman olduklarını, namaz kıldıklarını ve dinden
dönmediklerini söyleyen bir kişi gelirse, biz onun bu
haberini alıp kabul ederiz. Şayet kendilerinden bir he
yet gelip, kendilerinin dinden döndük' rini ve küfrü
seçtiklerini söylerse, biz onlara kafir demekten de vaz
geçmeyiz. Çünkü bu durumu tesbit ve açığa kavuş
turmadır. Ama müslüman halkı sınıflandırma konu
suna gelince, hüküm bulunmadığı için duraksamak
gerekir. Bu öyle bir konudur ki, daha bir benzeri yok
tur. Kim benzer konular biliyorsa açıklasın... Biz de
öğrenelim.
Geçmiş dönemlerde İslam fakihleri, müslüman ve
kafir hakkında daru'l-îslam ve daru'l-Harp konusun
da, daru'l-islam'm daru'l-Harp'e ne zaman dönüşece
ğini veya aksini de araştırıp görüşlerini belirtmişler
dir. ama biz mutlak olarak müslüman bir halkın "kim
lik belirsizliği"ne uğradığını, yani müslüman mı kafir
mi olduğunu duymadık. Ben de onlara: Bazı problem
73
ler, aklen ve mantıken bazen doğru olabilirdedim. Fa
kat biz onlann şer'i delilini ve güvenilir bir senedini
araştırdığımız vakit, onu bulamıyoruz. O vakit neya-
panz? Aklımızla hüküm mü koyarız yoksa naslann
sınınndadurur muyuz? Bu kapı açılınca, gizli servisin
adamları o kapılan daha da genişleterek oradan içeri
girecek, dinin şeklini değiştirecek hükümler icad ede
cekler. Allah ve Rasülünün çizdiği sınırda durmayı
bilmeliyiz. O sınırı aşmamalıyız. Özellikle de bu gibi
hassas konularda...
74
cak kendisi iqin şükretmiş olur. Küfr (nankörlük) ede
ne gelince, o bilsin ki, Rabbim müstağnidir, çok kerem
sahibidir." (2)
Şükrün karşıtı, küfran-ı nimet ve inkardır. Şu ayet
te aynı anlamdadır: "...Şükreden ancak kendisi için
şükretmiş olur, küfreden (nankör)de bilsin ki, Allah
müstağnidir ve her türlü övgüye layıktır." (3)
Bunlardan daha da açığı Nahi suresindeki şu ayeti
kerimedir: "...Fakat Allah'ın nimetlerinenankörlüket-
tiler."
Sünnete gelince örnekler sayılamayacak kadar
çoktur. Onlardan bazı örnekler:
1- "Müslümamnmüslümana sövmesi fasıklık,onu
öldünnesi ise ’küfür'dür.
Cenab-ı Hak da şöyle buyuruyor: "...Eğermü'min-
lerden iki grub birbirini öldürürlerse..." Ayete dikkat
edilirse, birbirlerini öldürmekle birlikte iman sıfatı
her iki grub için de belirtilmiştir. Buna göre, hadiste
geçen "küfür" sözünün büyük küfür anlamına gelme
diği ortadadır.
2- "Kim babasından başkasını "baba olarak" iddia
ederse, küfre girmiştir."
3- "Kim Allah'tan başkasının adına yemin ederse
küfre gitmiştir."
4- "Hz. Peygamber (sav) kadınlara hitaben şöyle
buyurur: "Tasadduk ediniz, istiğfan çoğaltınız. Çün
kü ben çoğunuzu cehennemlik olarak gördüm." Bir
kadın bunun sebebini sorunca Hz. Peygamber ceva
ben şöyle buyurdu: "Sizler çok lanet okur, "aşir"e küf
redersiniz." Hadisteki "aşir" sözü koca anlamına gel
mektedir. Hadisin bu bölümü, Müslim'in rivayetidir.
Diğer rivayette ise bu icmalin tefeiri ve hadisin tama-
2. Nemi Suresi 4 0
3. Lokman Suresi 12
75
mı vardır. Hadisin diğer kısmı da şöyledir; "Sen onlara
sürekli iyiliketsende,onlarsana: Senden asla bir hayır
görmedim, derler." Bundan daha açık bir ifade ola
maz.
Buhari'de varid olan hadisde; "....Onlar küfreder
ler" diye buyrulmaktadır, Hz. Peygamber (sav)e, "on
lar Allah' mı inkar ederler?" diye sorulduğunda, "On
lar kocalarına karşı nankörlük eder, iyiliği inkar eder
ler." diye buyurdu.
5- Hz. peygamber (sav); "Müslüman ile küfür ara
sındaki ayıncı çizgi namazı terketmektir." Buhari'nin
rivayetinde "şirk' sözü vardır.
6- Beş hadis kitabının rivayet ettiği bir hadiste şöy
le buyurulur: "Bizimle onlar arasında bulunan ahid,
namazı terketmektir. Onu kim terkederse küfre girer."
Bu hangi terktir? Burada farziyeti kabullenmekle bir
likte, inkar etmek ve tembellik göstermek suretiyle
terketmek sözkonusudur.
7- Hz. Peygamber (sav) buyurdu: "Beş vakit namazı,
Allah kullarınafarz kıldı. Kim bunları (kılmış olarak y,Aır-
se, ve onlardan haklarım küçümsemeyerek herhangi hirşey
kaybetmemiş ise, Yüce Allah'ın onu cennetine koyacağına
dair sözü vardır. Kim de bunları (kılmış olarak) gelmezse,
Allah'ın ona vermiş oldağu bir sözü yoktur. Dilerse onu
azaplandırır. dilerse de onu cennetine koyar..." Bu hadisi
şerifi Nesai, İbn Hibban ve İmam malik rivayet etmiş
tir.
Namazı terkeden herkes kafir olduğuna göre cen
nete nasıl girer? Onun ebedi olarak ateşte kalanlardan
olması düşünülür mü? Biz 5,6,7 nolu hadisleri birlikte
düşününce, namazı inkar edenin, kafir olacağını söy
leme imkanına kavuşmuş oluruz. Ki, burada büyük
küfür sözkonusudur. Farziyetini kabullenmekle bir-
Ukte tembellik gösteren kişiye gelince o kendisini d in -.
76
den ve imandan çıkarmayan bir küfür-küçük küfür
içindedir. Bu konuyla ilgili olarak İbnTeymiyye şöyle
diyor: "kitap ve Sünnetin delaletiyle Ehl-i Sünnet ve'l-
Cemaat'ın görüşü şu şekilde kesinleşmiştir. Ehl-i Sün
net, kıble ehlinden hiçbir kimseyi bir günah sebebiyle
tekfir etmez. Yine işlediği bir amel sebebiyle kişiyi İs
lam'ın dışına atmazlar. Ne var ki, o amel içki içme, çal
ma ve zina gibi yasaklanmış bir fiil olmalı ve imanın
terkini içermemeli... Allah'a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine ve öldükten sonra dirilme gibi Al
lah'ın inanılmasını emrettiği şeyleri terk eden kişiyi
küfre sokar. Tevatür yoluyla sabit olan aapaçık farzla
rınla rziyetine inanmamak ve yine tevatür yoluyla sa
bit olan haramların helallığına inanmaksebebiylekişi
küfre girer. Eğer sen günahlar, emredileni terketmek
yasaklananı da yapmak şeklinde iki kısma ayrılır der
sen cevabım şu olur:
Kul kendisine emredileni tekrettiği takdirde, ya
emredilenin farz olduğuna inanır veya inanmaz. Eğer
farziyetine inanır, yapmayı terkederse farzın tümünü
terketmemiş olur. Aksine bir kısmım yerine getirmiş
olur ki, o da inanmasıdır. Bir kısmımda terk etmiş olur
ki, o da amelidir. Haram kılınan şey de böyledir. Kişi
haramı işlediği vakit ya onun haramlığına inanır-veya
inanmaz. Eğer haramlığına inanarak işlerse, farzı yap
mak ve haramı işlemek gibi ikisini bir araya getirmiş
olur. Ve böylece hem iyiliği hem de kötülüğü olur. Söz
ancak tevatür yoluyla sübut bulmuş şeylerin haramlı-
ğına ve farziyetine inanmayı terketmek suretiyle ma
zur sayılmayacak konular hakkındadır. Bir özrü sebe
biyle bilmediği veya tevil etmesi yüzünden terkettiği
ya da işlediği fiile gelince, bunu işleyen kişi kafir ol
maz. Hükümlere inanmamanın küfür olduğuna ve
sadece haramı işlemenin küfür sa)nlmayacağına ge-
77
linçe, bu kendi mevzusunda karara bağlanmıştır. Al
lah'ın Kitabındaki şu ayeti kerime buna delil teşkil et
mektedir: "...Eğer onlar tevhe eder, namazlarını kılar ve
zekatı verirlerse sizin din kardeşlerinizdir..." (Tevbe sure
si; 11)
Onlara iman etmek ittifakla istenmiştir; fiilin terki
konusunda tartışma vardır. Cenab,ı Hakk'ın şu sözü
de onun gibidir " . . . Yol bakımından gidebilenlerin o evi
haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." (Ali
İmran: 97) Haccın farziyetine inanmamak ve onu ter-
ketmek küfürdür. Bu ayette kastedilen mananın farzi
yetine inanmak ve onu işlemek olması gerekir. Nite
kim, seleften bazılar şöyle demiştir; Haccı iyilik ola
rak görmeyen ve terkinin de günah olmayacağına ina
nan kişinin durumu budur. Yalnızca terketmeye ge
lince, bunda ihtilaf vardır. Ebu Bürde b. Neyyar Hadi
si de bunlardan biridir. Hz. Peygamber (sav) onu ba
basının karısı (üvey anası) ile evlenen kişiye gönderdi
ve boynunu vurmasını, malının beşte birini almasını
emretti. Malın beşte birini almak, o kişinin fasık değil
kafir olduğuna delalet etmektedir. Onun küfre düş
mesi Allah ve Rasulü'nün haram kıldığını haram kıl
maması sebebiyledir. Hz. Ömer, Hz. Ali ve diğer saha-
bilerin yaptığı da böyledir. Kudame b. Abdullah şa
rap içtiği vakit -ki o Bedir savaşına ka tılmıştı- şarabın
nefsini ıslah etmiş mü'minlere mübah olduğu şeklin
de tevil etmişti. Gerekçesi de şu ayeti kerime idi:
"İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla sakınıp
iman ettikleri ve iyi işler yaptıklan, sonra yine hakkıy-
le sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyle sakmıp
yaptıklannı, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları
tabirde (haram kılmmadan önce) tattıklarından do
layı günah yoktur." (Maide, 93)
Sahabe-i kiram, ısrar ederse öldürüleceği, tevbe
78
ederse kiroaçianacağı hususunda ittifak ettiler. O da
tevbe etti. Bunun üzerine kırbaçlandı. Günahlara ge
lince, Kur'an'da hırsızın elinin kesilmesi, zaninin so
palanması cezası vardır. Kur’an, onların küfrüne hük-
metmemiştir. İki gruptan biri diğerine saldırmakla
birlikte birbirlerini öldürmeleri de aynı şekildedir. Fa
kat iman ve kardeşlik her iki grup için de geçerlidir.
Cana kıydığından ötürü kendisinekısasgereken katili
de Kur'an "kardeş" olarak nitelendirmektedir. Bu ko
nuda Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "...Ancak kim kardeşi
tarafından affedilirse..." (Bakara, 178)
Cenab-ı Hak katili (kardeş) olarak isimlendirdi.
Buhari ve Müslim'de Ebu Zer hadisi yer almaktadır.
Hz. Peygamber (sav) ona Cebrail'den naklen şöyle bu
yurdu: "La ilahe illallah diyen cennete girer. Zina etse de,
çalsa da ve şarah içse de..." Hem de Ebu Zerr'in burnu
yerde sürtülse de..."
Sahih hadis kitaplarında, ehl-i kebaire şefaat hak-
kındaki Ebu Said ve diğerlerinin rivayet ettikleri ha
disler yer almaktadır. Hadis şöyle: "Kimin kalbinde
zerre ağırlığınca iman varsa, kimin kalbinde zerre
ağırlığınca iman varsa, kimin kalbinde zerre ağırlığın
ca iman varsa ateşten çıkarınız."
Yukarıdan beri zikrettiğimiz bu naslar imanla bir
likte büyük günah işleyenin küfregirmeyeceğinedelil
teşkil ettiği gibi. Haricilerden bir grup bid'atçinin dü
şüncelerinin aksine şefaat sayesinde cehennemden çı
kacağına, delalet etmektedir. Mutezile şefaat konu
sunda ihtilaf halindedir. Yine bu naslar, büyük günah
işleyenleri cehennemden çıkaran imanın emredilen
hasene (iyilik)olduğuna ve hiçbir günahın ona engel
olmayacağına delalet etmektedir."
Başka bir yerde İbn Teymiyye şöyle diyor: "Bun
dan dolayı selef uleması, itikadi kitaplarında: Biz kıb-
79
le ehlinden hiçbir kimseyi günahı sebebiyle tekfir et
meyiz. Yine hiçbir kişiyi amelinden dolayı İslam'dan
çıkarmayız, diyorlar." (4)
Gençlerin düştüğü hatalardan biri deiki küfrü bir
birine karıştırmaktır. Aynı şekildeonlar,küçükgünah
olan hsk ile küfrü, zulüm ile küfrü birbirine kanştın-
yorlar. Onlar, bunların tümüne "şirk" manasını veya
benzerini vermekteler.
Fakat Kur'an ve Sünneti inceleyenler böyle olma
dığını görürler. Gençlerin sözlerinden bir örnek: Zu
lüm de küfür demektir. Çünkü Cenab,ı hak şöyle bu
yurmaktadır: "....lağirler zalimlerin ta kendileridir." Hiç
kimse, kafirin küfrü sebebiyle kendi nefsine zulmetti
ği hususunda kuşkuya kapılmaz. Fakat her zalim ka
fir midir? kesinlikle hayır. Çünkü Kur'an'da Hz. Yu
nus şöyle dua ediyor: "Senden başka ilah yoktur, seni tc.s-
bih ederim. Çünkü ben zalimlerden oldum."
Küfür ile hskı birbirine karıştırma konusuna ge
lince gençler buna şu ayeti delil getiriyorlar: "Biz sana
apaçık ayetler indirmişiz. Onları sadece fasıklar inkar
ederler.'' Nitekim daha önce de geçmişti. Fusuk (fasık-
lık) kelimesi küçük günahlar ve küfür için de kullanıl
mıştır. Bunun için her kafir aynı zamanda fasıktır. Fa
kat her fasik kafir değildir. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Ke-
Tim'inde: "...birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın,
imandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir...” (5) Hiç
kötü lakaplarla çağırmak küfrü gerektiren şeylerden
olur mu? Bunu kim söyeleyebilir?
Fısk ve zulüm kelimeleri hatta bazen "küfür" keli
mesi, Kur'an-ı Kerim'de kafir için de müslüman için
de kullanılıyor. Bundan dolayı tedbirli davranmak ve
acele etmemek gerekir. Daha önce de geçtiği gibi bura-
4. Ifan-iTcymiyccl Fctcva 7/671
5. Hucural Suresi 11
80
daki küfür sözü, sahibini dinden çıkamnyan küçük
küfürdür. Zira büyük küfür sahibini dinden çıkanr.
Her kafir hem zalim, hem de fasıktır. Fakat her zalim,
veya fasık kafir değildir.
"el-Kevaşif'ul-Celiyyean Meaniyi'l-Vasıtıyye" ad
lı kitapta şöyle denilmektedir: "Fısk kelimesi, sözlük
anlamı bakımından istikametten çıkmak ve sapmak
anlamına gelir. Bu sebepten dolayı sapmış kişiye fasık
denildi. Şeriat bakımından fasık, büyükgünah işleyen
veya küçük günahta ısrar eden kişi anlamına gelir. Fa-
sıklık iki kısımdır. Biri itikadi, diğeri amelidir. Zina,
adam öldürmek ve livata gibi... İslam milletine bir lü
tuf olarak uzun süre müslümanlar küfrü gerektirecek
masiyetleri işlemediler. Ehl-i sünnet ve'l-Cemaat "bü
yük günah" işleyenin kafir olmadığını ve İslam dinin
den çıkmadığı görüşü üzerinde ittifak etmişlerdir. İs
lam'dan ve imandan çıkmayacağı, küfre girmeyecye-
ği üzerinde de ittifak sağlamışlardır." (6)
Şeyhülislam İbn teymiyye, müslümanlann fasık-
lanndan bahsederken şöyle diyor: "...ehl-i sünnet ve'l-
Cemaat, müslümanlann fasıklannın, imanın kökü
nün ve bir kısmının kendileriyle beraber olduğuna,
imanın tümünün bulunmadığına inanırlar. Bu iman
sayesinde onlar cennete girmeyi ha kederler. Yine Ehl-
i Sünnet, fasık müslümanlann cehennemde ebedi 1^1-
mayacaklan, bilakis kalbinde buğday tanesi veya har
dal tanesi kadar iman bulunan kişinin cehennemden
çıkacağı kanaatindedirler." (7)
82
sülünü inkar etmeleri, namaza ancak ürenerek gelmeleri ve
istemeyerek sadaka vermelerinden başka bir şey değil
dir."(9)
Münafıklar hakkındaki bu ayeti müslümanlar
hakkında kullanmak caiz olmaz. Her ne kadar müna
fık -şeklen- müslümanlardan olsa da... Biz bu yönde
yürüdüğümüz takdirde tüm çirkin sıfatlan müslü-
manlara atarız. Bundan Allah’a sığınınz.
Prof. Seyyid Kutup ile Mevdudi (Allah her ikisine de
rahmet etsin) nin bazı .sözleriyle bağlantı kurma.
îmam-ı Malik’e ait güzel bir söz var. İmam diyoki;
"Her insanın sözü kabul veya reddedilir. Ancak şu
kabrin sahibi (Hz. Peygamber'i işaret ediyor) hariç."
Kadri ne kadar yüce, ilmi ne kadar geniş takvada
ne kadar ileri olursa olsun her insan hatadan masum
değildir. Ancak Rabbinden haber getiren risalet sahibi
Peygamber müstesna... Onun dışındaki her kişinin
hata etmesi de, isabet etmesi de caizdir.
Her ictihad ve görüşün kıymeti, ancak meselenin
delili ile kıymet kazanır. Nicebüyükalimler, vardır ki,
küçük meselelerde hata etmişlerdir. Nice tanınmalmış
ve meçhul kalmış alimler de vardır ki, noksanını gi
dermiş ve doğru yolu bulmuştur.
Seyyid Kutub, Mevdudi vebenzerleri bu kaidenin
dışında kalmazlar. Hiç bir kimse, bu iki kişinin ilim
den en büyük ve en yüce nasibi almış oldukları husu
sunda tartışma gücüne sahip olmasa da, İslam dünya
sı bu iki kişiden daha âlim olan zatlardan hiç bir za
man mahrum kalmamıştır. Fakat o ikisini ayrıcalıklı
yapan husus, her şeyi hatta kendi milletlerinden bü
yük adamların kanlarını ve canlarını dahi ticaret aracı
yapan zalim yöneticilere karşı verdikleri soylu müca
deledir.
S.Hucurat 54
Şehid Seyyid Kutup "Ebu Cehil"in karşısına diki
lip, onunla mücadele ediyordu. Sonunda Moskova'yı
(1) razı etmek maksadıyla onu zulmen ve kahpece öl
dürdü.
Hz. Peygamber (SAV) bu konuda şöyle buyuru
yor: "Şehidlerin en faziletlilerinden birisi Abdul-Mut-
lalib'in oğlu Hz. Hamzadır. Diğeri ise zalim yönetici
karşısına dikilerek hak sözler söyleyen ve onu kötü
lüklerden meneden, bunun üzerinede yönetici tara
fından şehid edilen kimsedir".
Seyyid Kutup eğilseydi ve ikiyüzlülük yapsaydı,
elbette akranlarının istediği dünyahklann daha fazla
sına sahip ojurdu. Mevdudi, bir çok defa, hak uğrun
daki cihadından ve tavizsiziiğinden dolayı idama
mahkum oldu. Herdefasındamüslümanlann uyanık
lığı olmasaydı onun sonu da Seyyid Kutubun sonu gi
bi oluniu. Şehidlerle, sıddıklarla ve Peygamberlerle
birlikte ne güzel sonuç. Onlar ne güzel arkadaş...
Bu iki yiğidin cihadı, İslama ve İslam ümmetine
yaptığı hizmetleri inkar edilemiyecek kadar büyük
tür, hatta bir çoklarının boyunlarının kopanlmasın-
dan daha önemlidir. Fakat bu onların söylediklerinin
tümünün doğru ve hatadan arınmış olduğu şeklinde
anlamayı gerektirir mi?
İmam'ı Ali {r.a)nin şöyle dediği nakledilmiştir"
İnsanları, hakkın ölçüsüyle tanıyın. Hakkı insanların
ölçüsü ile tanımaym.”Yani diyor ki insanlan hakkın
ölçüsüne göte değerlendiriniz, hakkı insanların ölçü
sü iledeğil. Onlan hakka olan yakınlık ve uzaklıklan-
na göre yerleştiriniz. İşi tersine çevirmeyiniz. Aksi
halde hakkı insanlann ölçüsüne göre tanırsınız. Bu-
I-Arap Komünist Partilerinin, Seyyid Kutub'un fikriyatını özellikle "Yol
daki işaretler" adlı kitabım inceleyip, Moskova'ya takdim ettiklerim ve bu
nun tehlikeli olduğunu rapor ettiklerini duymuştum. Bunun üzerine de
Moskova Ebu CcmrcondankurtulmasmıemrettivcSeyyid Kutup ile ban
arkadaşları idam edildi.
84
nun sonucu olarak ta adam size öyle tanıtır, sizde,
adam mücahit veya alim ya da sadık,takva sahibi ol
duğu iqin hakkı onunla beraber düşünürsünüz.
Seyyid Kutup ve Mevdudi'ye yöneltilen ilmi bir
eleştiri onlann ne değerlerini düşürür ve ne de cihad-
lannı azaltır. Bununla ilgili olarak Hz. Peygamber
Efendimiz şöyle buyurmuştur; "Bir ki^i ictihad eder, iç
tihadında da isabet ederse ona iki sevap vardır. Şayet içti
hadında hata ederse bir sevap vardır." Çünkü kişi bütün
gücünü sarfetmiş ve hakikat için çalışmıştır. Ama ba
şaramamıştır, bundan dolayı da mazurdur.
Ne var ki bir müctehidin hatasını öğrenen müslü-
mana bu filanın içtihadıdır, o benden ve falan falan
alimlerden daha üstündür, şeklindeki bir delil sebe
biyle uyması, onu izlemesi gerekmez. Bir alimin üs
tünlüğü, dürüstlüğü ve takvası delillerini güçlendir
mez, içtihadındaki hatasını doğru gösteremez.
Ben bunları, adı geçen iki mücahidin genel olarak
müslümanlann, özel olarak ta gençlerin gönüllerinde
taht kurduklarını bildiğim için yazıyorum. Eskiden
şöyle denirdi: "Kapkaranlık gecede dolunay kaybo
lur" Yine şöyle söylenir: "Cimri cimrilik etse" canı ile
cömertlik ederHalbuki can ile cömertlik yapmak cö
mertliğin son noktasıdır."
Kutuplann gecesine benzeyen ümmetimizin upu
zun gecesinde, müslümanlar, geceyi süsleyen doluna
ya değil, doğan yıldıza üzülüp ahuvah ettiler.
İnsanlann hakkı konuşmakta ve yiğitlik göster
mekte cimri davrandıktan, onurlannı ucuz fiata sat
tıkları bir dönemde, İsrail'in yenilgi ve zillet dolu ka
dehler sunduğu korkak yöneticiler tarafından şehid
edilmiş Seyyid Kutup ve arkadaşlan gibi, Mevdudi
gibi kişilerle İslam ümmetinin bağlantı kurmasına
şaşmamak gerekir. İslam ümmeti, kendi mustaz'afla-
85
nnın dışında korkak yöneticiler için ne bir şeref ve ne
de bir erkeklik bildi. Hatta arkalarını Amerika'ya veya
Rusya'ya dayayan bu hain, düşmanlanna işkence et
tirmekten aciz kaldı. Tutukevlerinde onlara en güzel
muamelede bulundu. Bana bazı gençler anlattı: Biz,
tutukevinde bazı komünistlerle, İsrail'i! casuslarla ve
bazı Yahudilerle birlikte idik. Komünistlerin ve casus-
lann hatta Yahudilerin aileleri onları ziyaret ediyor
lardı. Onlara güzel ve insani davranışlarda bulunu
yorlardı. Onlar aileleri tarafından düzenli olarak ziya
ret ediliyorlardı. Onlara sandüviç, çay ve şeker veri
yorlardı. Halbuki Müslüman gençler her şeyden mah
rum idiler. Bir defasında Yahudi kadın şarkıcı (Necva
Salim)yı kardeşlerini ziyaret ederken görmüştük. Ka
dın onlara birkaç gün sonra serbest bırakılacaklarını
haber verdi. Bu aynen gerçekleşti. Bu yahudi kadın
şarkıcının Mısır ordusunun yükünü hafifletmek için
konser verdiği hala hafızalardadır. Düşünün bu hangi
savaş, hangi konser? Aksine kendisinden İsrail ile sa
vaşması, onu, yenmesi istenen bu hangi ordudur ki,
"mücahide" şarkıası yahudi casusu çıkıyor.Salim Ali
el-Behensavi şöyle diyor: "1967 yenilgisinden sonra
tutuklanan yahudiler vecasuslar, İhvan'a yapılan mu
ameleye oranla kendilerini cennetlik sayabilecekleri
bir muameleye tabi tutuldular. Hatta posta paketleri,
mektuplar ve ziyaretler "îhvan"a yasaklanmıştı. Hü
kümet Yahudileri Ebu a'bel tutukevinde ve sonra da
Tarra tutukevinde onlarla birlikte korumaya mecbur
kalınca ve önce yahudilere bu imkanlan kullanmaya
izin verince, İhvan'a da izin vermeye mecbur kaldı.
Hükümet 197Ö yılında "Göç Bayramı" münasebetiyle
onlan salıverince "İhvari'a ziyaretleri yasakladı. Bu
yasak 15 Mayıs 1971 tarihine kadar devam etti. (2)
2. El Behensavi el Holdim ve KaziyyetO Tcklîr'ıtl Müslim
86
KomünisUerin durumu ve tuluklanmalan bilinen
bir şeydir. Kuruçefin ziyaretinden önce tümünün sa
lıverilmesi gerçekleştirildi. O vakitler Kuruçef'in bu
nu şart koştuğu haberi yayılmıştı. Bunun üzerine
"Ebu Cehil" hemen gereğini yaptı.
Abdusselam Arif,Seyyid Kutub vearkadaşlannın
durumu hakkında tavvassutta bulununca, kendisine
hiç kimsenin idam edilmiyeceği sadece bir miktar tu
tuklu kalacakları, söylenmişti. Abdulselam vefat
edince, zanlıları mahkeme huzuruna çıkardılar. Mah
keme başkanı kendilerine Abdusselam Arifin ölüm
haberini verdi. Sonra hapse atıldılar. Lisan-ı halleriyle
sanki hakimler şöyle diyorlardı: "Sizin için tavassutta
bulunan bu adam öldü. Hemen kendi başınızın çare
sine bakın."
Bu ve bunun dışındaki sebeplerden dolayı genç
ler, bu iki kişiyle ve kitaplarıyla bağlantı kurdular. Bu
nun üerine bazı hükümetler bu iki zatın kitaplannı,
hatta özel kütüphanelerden bile, toplatma karan aldı
lar. Buda yeni bir aklama ve güvenirliği pekiştirme ol
du. Özellikle de, yirmi yıldan beri despotizm vebası
nın kasıp kavurduğu Mısırda... Hala günümüze ka
dar Mısır'da bu kitaplar gün ışığına çıkamamıştır.
Bundan ötürü Seyyid Kutup ve Mevdudinin gö
rüşleri bu gençliğin azığı olmuştur. Ama doğruyu
söylemek gerekirse gençler, bu iki zatın söylemediği
şeyleri onlara söylettirmişler, bazan anlaşılmaz neti
celere ulaşmışlardır. Halbuki bu iki şahsın (Allah her.
ikisine de rahmet etsin) kitaplan elde hnevcuttur. On
lara başvurmak kolaydır.
87
nin anlamlanın araştırdı, o, bu kelimelerin anlamları
nın İslam geldiğinden bu yana, çok değiştiğini ve baş
ka şeylerle kanştığını, hatta müslümanın inançlanna
ve anlayışına çok şey karıştığını; ibadetinde bilmeden
nerdeyse küfre yaklaşmakla beraber, akidesinin ve
ibadetinin doğru olduğuna inandığını, ileri sürmekte
dir.
Biz, önce onun sözlerini tam olarak nakletmeye,
sonra da tarhşmaya çalışacağız. Mevdudi "Kur'an'da
Dört Terim" adlı kitabında şöyle diyor:
"...Kur'an'ı Kerimi incelemek ve mana derinliğine
inmek isteyen kişinin, bu dört kelimenin dosdoğru
manalannı anlaması, kapsamlı ve eksiksiz anlamları
nı öğrenmesi gerekir. İnsan "ilah"ın ne olduğunu,
"rab" kelimesinin manasını, "ibadef'in ne anlama gel
diğini ve "din" sözünün neye ad olarak verildiğini bil
mediği takdirdi, şüphesiz Kur'an tümüyle onun naza-
nnda manası anlaşılmayan işe yaramaz bir söz yığını
na dönecektir. O kişi tevhidin hakikatini anlayamaz
veya şirkin mahiyetini kavrayamaz, ya da ibadetini ve
dinini yalmzca Allah’a tahsis edemez. Yine bu terim
lerin anlamı insanın kafasında kapalı ve anlaşılması
müşkil, kişinin de bunlann manalan hakkındaki bil
gisi eksik ise şüphesiz Kur'an'ın getirdiği hidayet ve
irşadla ilgili her şey; o insana karışık gelir ve Kur'an a
inanan biri olmakla beraber akidesi ve amelleri eksik
kalır. Çünkü "La ilahe İllallah" sözünü dilinden dü
şürmez ve bununla birlikte, Allah'tan başka bir çok
ilah edinir. O kişi Allah'tan başka "Rab" olmadığını
açıklamaya devam eder sonra da hakikatta Allahtan
başka rablara itaat eder. Çünkü o, tüm.ihlas ve sami
miyetiyle yalnızca Allah'a kulluk ettiğini,sadece ona
boyun eğdiğini diliyle söyler; ama bununla birlikte
Allah'tan başka bir çok ilâha kulluk etmeye devam
eder. Yine O, bütün gücüyle, Allah'ın himayesi ve ko
ruması altında olduğunu açıkça söyler. Eğer biri kal
kıp, onun İslam'dan başka bir eline mensup olduğunu
söylese, ona hücum eder, savaş açar. Fakat bununla
birlikte o, çeşitli dinlerin kuyruğuna takılır, kalır. Kuş
kusuz o, Allah'tan başkasına dua etmez, diliyle O'nu
"Rab" veya "İlah" diye isimlendirir, fakat bu iki keli
meye vaaz edilen manalar bakımından çeşitli rablara
ve birçok ilaha sahib olur. Zavallı asla, Allah'a diğer
rabları ve ilahları ortak koştuğunun farkına vannaz.
Onu, Allah'tan başkasına ibadet ettiği ve inancına şirk
karıştırdığı konusunda uyardığın vakit, elbette sana
karşı çıkar ve yüzüne bir toka t şaklatır. Ne varki o, ger
çekten, Allah'tan başkasına kulluk eder, "din ve iba
det" kelimeleriyle kasdedilen mânâ bakımından, şüp
hesiz Allah'ın dininin dışındaki bir dine girmiş olur.
Bununla beraber o, bilmiyorki, yaptığı ameller, aslın
da, Allah'tan başkasına ibadettir. Ve yine o bilmiyor
ki, içine düştüğü durum esasen Allah'ın iıakkında bir
hüküm... İndirmediği şeyin dinidir. (3)
Bu sözler tehlikelidir. Müslümanları tekfir etmeyi
ilham edebilir.
Mananın tamamlanması için bu yanlış anlayışın
sebebini açıklamak maksadıyla, Mevdudi'yi biraz da
ha izliyelim. O, aynı eserinde devamla şöyle diyor;
"Cahiliyye dönemine ve onu izleyen islami döne
me bakmak bize şunu gösteriyor Kur'an-ı Kerim
Araplar arasında nazil olup, Arapça konuşanlara su
nulunca, onların her birisi "ilah" kelimesinin manasını
biliyor, "Rab" sözünün maksadını anlıyordu: Çünkü
"İlah" ve "Rab” kelimeleri, eskiden beri onların konuş-
malannda kullanıla gelen kelimelerdi. Onlar aynı za-
3.Mcvdudi d-M ustalahat'ül Erbaa: 5,7. Bu kitap "Kur'an'da Dört Te
lim" olanık Türkçe'ye d c çevirilımştir. Mûterdm
inanda, bu iki kelimenin kapsadığı bütün anlamlan
da biliyorlardı. Dolayısıyla onların önünde: "Lâ İlahe
İllallah" Allah'tan başka ilah yoktur ve onun dışında
Rab yoktur, uluhiyetinde ve rububiyetinde onun orta
ğı yoktur." denildiğinde neye davet edildiklerini bü
tünüyle idrak ediyorlar ve hiç bir kanşıklık ve kapalı
lık söz konusu olmaksızın bu sözleri söyleyen kimse
nin Allah'tan başkasına ne gibi sıfatların yakıştırılma-
ması gerektiğini ve ne gibi sıfatlan yalnız ve yalnız
Yüce Allah'a tahsis ettiğini biliyorlardı. Böylece küfre
sapanlar apaçık bir delil ve bilgiye rağmen küfre sapı
yor, ve küfrünün neyle ortadan kalkacağını, Allah'tan
başkasının uluhiyyet ve rububiyetini ne şekilde inkar
edeceğini bilerek küfre giriyorlardı. Aynı şekilde
iman eden de apaçık bir delil ve basiret üzere iman
ediyordu. O, bu inancın gereğince, neyin kabul edil
mesi, neyin alınması ve neden soyutlanılması gerekti
ğini biliyordu...
Ancak bu parlak dönemden sonra gelen çağlarda
bu kelimelerin Kur'an'ın nazil olduğu dönemdeki
yaygın ve doğru asli manalan değişmeye başladı.
Bu dört kelimenin her birisinin anlamı daha önce
ki geniş çerçevesinden gittikçe bir şeyler kaybederek
daralmaya ve sonunda dar ve sınırlı anlamlar ifade et
meye, kapalı ve kanşık mânâlara gelmeye başladı. Bu
nun da iki sebebi vardı:
a- Sonraki dönemlerde halis Arapça kaynağının
kurumaya yüz tutması ve Selim Arap dil şevkinin
azalması,
b- İslam toplumunda doğup, yetişenlere "ilah",
"ibadet" "rab" ve "din" sözlerinin anlamlarından,
Kur'an'ın nazil olduğu dönemdeki cahili toplumda
yaygın olan anlamların tümden kalmamış olması...
Bunun sonucu şu oldu: İnsanlar için Kur'an da veti'nin
90
gerçek maksadını ve bu davetin özünü anlama imkanı
kalmadı..." (4)
Ben yukarıda geçenler kadanyla yetinmek zorun
dayım. Halbuki okuyucu yazılanların önemini ka vra-
yıncaya kadar bundan daha fazlasını nakletmem ge
rekiyordu.
Haşan el-Hudaybi (Allah rahmet eylesin) nin ko
nu ile ilgili yorumunu özetleyerek vermek istiyo
rum:
a-İnsanlar "ilah", "Rab", "İbadet" ve "Din" kelime
lerinin gerçek manalarını anlamıyorlardı.
b-Bundan dolayı da, insanlar şehadet kelimesinin
gerçek manasını anlamadan ağızlarında tekrarlıyor
lardı.
c-Resulullah dönemindeki bir müslüman "Şeha
det kelim esini" çok iyi anlıyordu. Bundan ötürü de
onun hükmüne itimad ediyordu.
d-Biz, şehadeti söyleyip gerçek anlamını kavra
mayan kişinin müslümanlığına güvenemeyiz. Şu an
da içinde bulunduğumuz durum, şehadet getiren bir
çok insanın yaptığı amelin şirk olduğuna şahitlik edi
yor.
e-Hayatın bütün işleri ve sistemin tümü, İslam dı
şıdır. Bununla beraber, bu hayatın içinde yaşayanlar,
kendilerinin müslüman olduklarmı sanmakta ve şe-
hadet getirmekte ısrar ediyorlar.
f-Bundan ötürü, bir şahsın müslümanİığma hük
metmek için önce şehadet getirmenin hakikatini anla
masını sağlamak gerekir.
Bazılan bunlara başka bir şart daha ekleyerek şöy
le diyorlar: Kelime-i Şehadeti söyleyen kişinin ameli
nin, söylediğinin doğruluğuna şahitlik etmesi gerekir
4. A .g«. sJ>. 8
ki onu müslüman olarak değerlendirebilelim. Bu ko
nuda delil olarak, Resulullah'a nisbet edilen şu sözü
ileri sürmektedirler: "İman temenni ile değildir, fakat
iman kalbe yerleşen ve amel ile tasdik edilen şeydir."
(5)
Bu özetlemeden sonra Hudaybi, metinlerin tartış
masına geçiyor. Özet olarak şöyle diyor:
a- Hakikaten Kur'an'ı Kerim, "İlah", "Rab", "İba
det" ve "Din" kelimelerinin anlamlarını belirliyerek sı
nırlanın ince ve açık bir şekilde çizmiştir. Cahiliyye
döneminde olduğu gibi bırakmamıştır. (Sonra Hü-
daybi bu konudaki ayetlerin tümünü veriyor)
b-Üstad, cahiliyye dönemindeki insanlann, tümü
okur yazar olmadığı ve çeşitli lehçeleri konuşan dağı
nık kabileler olduğu halde, Kur'an'ı okuyan veya din
leyen müslümanlardan anlayış bakımından daha ge
niş ve daha sağlıklı olduklarını uzak buluyor.
c-Merhum Mevdudi, Nevid ve Hicaz bölgelerin
deki her ferdin, şehadetin ne anlama geldiğini ve bu
dört kelimenin manalannın neler olduğunu çok iyi
bildiklerini savunduğuna göre, bu iddiası delile muh
taçtır.
d- Bu kelimelerin manalannın araplar arasında
yaygın olduğu iddiası, onlann durumlarını bilmeyi
gerektirir. İddia bu yönüyle onlardan hiç birinin yan
lış anlamadığı görüşünü pekiştirebilir.
e-Necid, Hicaz ve bunlara komşu bölgelerde yaşı-
yan halkın tümü halis Arap değildi. Bilakis Arap ol
mayan diğer milletlerden olan insanlar da onlarla bir
likte yaşıyorlardı. Buna göre o yabancılar bu kelimele
rin tam manasını nasıl anlıyorlardı?
f-Hz. Peygamber (SAV)in daveti tüm insanlığay-
'3. niESn (.1nuauyIn 'Ouâl vc lâ K u zars. ıs. Bu kitap "İslam
Dünya
sında İnanç Soranları" adıyla M.Bcşir Eryarsoy tarafından Türkçe'ye
çevirilmiştir. Müterdm.
92
dı. Arap olsun, olmasın şahadet getiren her kişi müs-
lüman olmuştu. (6)
Yukanda maddeler halinde saydığımız hususlara
delil olarak şunları söyleyebiliriz:
1- Müşriklerin etrahnda döndükleri ve dallanna
silahlarını astıklan bir sedir ağacı vardı. Bu sedir ağa
cının adı "Zat'ü-Envat"tır. Resulullahla birlikte giden
bu müslümanlar, o ağacı görünce, kendilerinin de
böyle bir ”Za t-u Enva t" sahibi olmalarını istediler. On
ların bu istekleri karşısında Hz. Peygamber (SAV),
"Allahuekber" diyerek tekbir getirdi ve şöyle buyur
du: "IsraUof’ulUmnın dedikleri gibi söylüyorsunuz. Onlar
da: Onların tanrıları olduğu gibi sen de bize böyle bir tanrı
yap" demişlerdi." Bu olay bize, kavmin müslümanlıgı
kabul etmeleriyle birlikte hangi bilgi düzeyinde ol-
duklannı gösteriyor.
2- Rasulullah döneminde birçok milletler İslami
yet! kabul ettiler. Halbuki ne Resulullah'tan ve nede
Halifelerinden, onlann anlayışlarını imtihan etme ve
ya onlan deneme şeklinde bir olay nakledilmedi. Kim
bunu şart koşarsa, şeriat koymuş ve ona ilavede bu
lunmuş olur.
3- Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Ben, in
sanlarla Allah'tan başka ilah olmadığına ve benimde Al
lah'ın elçisi olduğuma şehadet edinceye kadar savaşmakla
emrolundum..." Hadiste geçen "insanlar"sözü hem
Arab'ı hem de Arap olmayanları kapsıyor. İnsan ne
vakit şehadet getirirse, kanım ve canını korumuş
olur.
4- Mikdat bin el-Esved olayı, ve Resulullah'la ara
larında geçen konuşma, bu konuyu bütün aydınlığıy
la izah ediyor. Mikdat anlatıyor: Dedim ki. Ey Allah'ın
elçisi, ben bir kafir ile karşılaşsam ve onunla savaş-
6.1 lasan cl Mudaybi "Puat vela Kuzat" sl9
93
sam, o da kıhayla vurup elimi kesse, sonra da bir ağa
ca sığınarak "ben Allah'a teslim oldum" derse, bu sözü
söyledikten sonra onu öldürebilir miyim? Resulullah
bana: "Hayır, onu öldüremezsin" dedi. Bu sefer Mikdat:
Ey Allah'ın Resulü, o benim bir elimi kestikten sonra
bu sözü söylediğine göre, onu öldüremez miyim?" di
ye tekrar sordu. Resulullah ona: "Hayır, onu öldüremez
sin. Şayet onu öldürecek olursan; O, seni öldürmenden ön-
çeki yerinegeçer, sen de o sözünü söylemeden önceki duru
munageçersin." dedi. Bu hadisi Buhari ve Müslim riva
yet etmiştir. (7)
Adamın canını kurtarmak için müslümanhğı ka
bul ettiği şüphesi çok açıktır. Bununla beraber, Resu
lullah (SAV) Mikdat'ın adamı öldürmesine izin ver
medi. Peki müslümanlığına şüphe tozu konmayan in
sanlara, bu nasıl yapılır?
5-Üsame ve arkadaşı Ensarî, kafirlerden biri ile
karşılaştıkları vakit meydana gelen olay da bunun ay
nısıdır. Üsame anlatıyor: Resulullah (SAV) bizi Cü-
heyneliler'in üzerine gönderdi. Sabah vakti baskın ya
parak, onları bozguna uğrattık. Ben ve Ensar'dan bir
kişi, onlardan birisinin peşine takılıp, yetiştik. Biz
onun üzerine atılınca, adam: "La ilahe illallah" dedi.
Ensar'dan olan arkadaşım ona ilişmedi. Ancak ben
ona mızrağımı sapladım ve öldürdüm. Geri döndü
ğümüzde Hz. Peygamber (SAV) bunu duyunca, bana
"Ya Üsame, o,(lâ ilâhe ilallah" dedikten sonra, onu nasıl
öldürdün?" diye sordu. Ben de: "Ey Allah'ın Resulü, o
kendisini kurtarmak için bunu söyledi" deyince, Re
sulullah bana tekrar: "O, "Lâ ilahe illallah" dedikten son
ra mı öldürdün?" dedi ve bunu o kadar tekrarladı ki,
kendi kendime: "Keşke o günden önce müslüman ol-
94
masaydım," diye temennide bulundum. Bu hadisi Bu-
hari ve Müslim rivayet etmiştir. (8) Çünkü süvariler
onu kovalıyordu, göğsüne mızrak saplanıncaya ka
darda müslüman olmamıştı ve ne kadar dayanacağı
nı da bilmiyordu.
6-Rivayet edilir ki, Hz. Peygamber, (SAV) amcası
Ebu Talibi ölüm döşeğinde iken ziyaret etti. Peygam-
ber'imiz ona şehadet getirmesi konusunda ısrar edi
yordu ki, Allah katında onun lehinde şahitlik etsin.
Eğer amel imanın şartı olsaydı, Resulullah'ın ölüm
döşeğinde olan amcasından şehadet getirmesini iste
mesinin bir değeri olur muydu?
Yu kanda yeterince bilgi sunduğumu zannediyo
rum. Geriye basit bir şey eklemem kalıyor. Mevdudi-
Allah rahmet eylesin- kendisi şöyle diyor:"...kişi
Kur'an'a inanmalda beraber akidesi ve amelleri eksik
kalıyor..." Bi eksikliği kabul edelim ve soralım;" Eksik
lik kafirlikle suçlamayı gerektirir mi? Aynı anda kişi
nin hem mü'min, hem de kafir olduğuna hükmetme
imkanı var mı?
95
lan isbaC etmek için kullandılar.
Gençlere,ümmeti tümüyle dininden çıkarıp küfür
girdabına atan bu önemli konuyu sorduğumuzda,
müslümanların küfre girdiklerini söylediler. Niçin so
rusuna ise şu cevabı verdiler: Müslümanlar şehadet
kelimesini dilleriyle söyleyip, anlamını bilmiyorlar ve
içeriğiyle amel etmiyorlar.
Gençlerden biri: Şeker kutusu tuz ile doldunılsa
ve üzerine şeker yazılsa, bu işlem onun tuz olma ger
çeğini değiştirir mi?. Bir adama ilaç yazılsa; fakat
adam almasa hatta yalan olduğunu iddia etse bu ger
çeği değiştirebilir mi?
Ey ateşli gençler bize daha fazla bilgi veriniz, dedi
ğimizde, onlar dediler ki. Peygamber zamanındaki
bir müslüman, cahili toplumdan islami topluma ge
çen bir adamdı. Ama şehadet kelimesini diliyle söyle
yip, hicret etmeden yerinde kalan kişi müslüman de
ğildir.
Yukarıda söylenenlere göre topluluklar bu haliyle
İslama göre hareket etmiyor. O toplumun amelleri, tu
tumları, iktisadi, metodJan ve siyaseti tümüyle İslam
dışı olunca; o toplum da cahili toplum demektir. O
toplumun tüm fertleri; bizce delil ve burhan ileaksi sa
bit olmadıkça küfre girmişlerdir.
Kahire'nin "Medinetülmühendisin" semtinde
sohbet ettiğim gençlere dediğimi burada zikrediyo
rum. Gençlere dedim ki: Sizler Hz. Muhammed
(SAV)in getirdiği Allah’ın şeriatına mı uyuyorsunuz,
yoksa Yunanlı kafir Aristo'nun mantığına mı? Bu sö
zün üzerine gençler, tedirgin oldular ve: Allah'a sığı
nırız, bu ne biçim söz? dediler.
O vakit ben de: Öyleyse bana cevap veriniz... Yanı
mıza bir Yahudi, bir hıristiyan veya bir müşrik genç
girse, ve: Aklım İslam'a ve onun getirdiklerine yattı.
96
ben müslünıan olmak istiyorum, ne yapayım" dese,
ne cevap veririz?
Gençlerden bazısı, ona şehadet kelimesini söyle
mesini telkin ederiz, dedi. Ben de: Bunu söylese ve şe
hadet getirse, o sırada gence bir kalb nöbeti gelse ve
oturduğu yerde ölse, hükmü nedir? diye sordum.
Dediler ki: O müslümandır. Ben de onlara; Fakat
siz tuzu keşfetmemiştiniz, onun tuz mu yoksa şeker
mi olduğunu öğrenmemiştiniz? dedim. Bu sefer genç
ler: Şehadet getirmekle İslam'a girdi." dediler. Ben de:
Bu iyi. Fakat siz onu denemediniz. Bakalım ki o şeha-
detin manasını anlıyor mu, anlamıyor mu? O, İslam'a
ait hiç bir hükmü yerine getirmedi... dedim..
Gençler; Biz ona mühlet verir, toplumun fertleri
gibi olacak mı, onların hükmünü alacak mı? diye ba
karız. Veya ayrıcalık gösterir ve gerçekten müslüman
olur, dediler. Ben, bu kadarı bana yeter dedim. Zira o
genç müslüman olmuş ve şehadet getirmekle müslü-
manlığını ilan etmiş oldu. Bundan başkası olamaz.
Resulullah (SAV) döneminden günümüze kadar
müslümanlann bildikleri de bu zaten. Bundan fazlası
kabul değil. Şehadet getiren bu adamdan küfrünü ifa
de eden bir şey zuhur ederse, biz bu noktada, onun
küfrüne ve dinden dönmesine hükmederiz, dedim.
Nihayet üzerinde şeker yazan kutuyu gören kişi,
kutunun içinde tuz olduğu kanaati kesinleşinceye ka
dar, onun şeker olduğuna inanacak. Aynı şekilde şa-
hedet getirip, müslüman olduğunu ilan eden kişi, is-
lamdan aynidığı kesinleşinceye kadar müslümandır,
aksi değil. Yani İslam sabit olduğu sürece küfür asıl
olamaz. Çünkü asıl bulunduğu hal üzere kalır. Müs
lüman, dinden döndüğü sabit oluncaya kadar müslü-
manlık üzerine kalır. Fukaha bundan daha da ötede
bir görüşe sahip. Onlar diyorlar ki; Halk bir müslüma-
97
nın küfrünü gerektiren bir durumuna şahit olsa, fakat
adam bunu inkar etse, adamın sözü geçerlidir, onlann
sözü değil. Pukahadan bazısı, "Kur'an'm eksik oldu
ğunu" söylemekle itham edilen kişi gibi O'da hakkın
da yapılan ithamlarla bir ilişkisi bulunmadığını söyle
mesini şart koşarlar. Yani bu ithamı yalanlaması gere
kir, derler. Bu konuda bu kadarı yeter...
Biz tekrar iman konusuna ve imanın ne ile gerçek
leşeceğine dönelim. Meşhur Cibril hadisini elealalım.
Cibril (a.s.) Hz. Peygamber (SAV)e geldiği vakit ona
bazı sorular sormaya başladı. Sorduğu sorulardan bi
ri de; iman nedir? şeklindeydi. Hz. Peygamber (SAV)
şöyle cevap verdi: "Allah'a, meleklerine, kiıoplanna,pey-
gamherlerine ve ahiret gününe iman etmendir."Müslim'in
rivayetinde:'A//«/ı'a, meleklerine, kitabına, O'na kavuşa
cağına, peygamberlerine ve öldükten sonra dirilmeye iman
etmendir." şeklinderivayet edilmiştir.
Cebrail devamlı "doğru söyledin" diyordu. İman
bundan daha fazlasına muhtaç olsaydı, elbetteki Hz,
Peygamber (SAV) onu açıklardı. Açıklamamış olsay-
dı-ki bu imkansızdır- Cebrail mutlaka onun bu hatası
nı düzeltirdi. Siyret'te rivayet edilenlerden biri de şöy
le: Resulullah yahudilere ait bir koyun sürüsünün ço
banına rastladı. Bu sırada çobanda müslüman oldu,
ve sürüyü ne yapacağı konusunda şaşırıp kaldı. Resu
lullah (SAV)da O'na sürünün yönünü sahiplerine
doğru çevirmesini ve o tarafa sevketmesini, bundan
sonra da koyımlann.tek başlarına gideceklerimi em
retti. Sonra İslam ordusu gelip yetişti. Bu sırada çoba
na bir ok isabet etti ve adam bir rekat olsun namaz kıl
madan şehid oldu. Bu olay da, bir insanın yalnızca şe-
hadet getirmekle müslüman olduğuna delalet etmek
tedir. Ebu Hanife'nin "Müsned"inde şöyle bir rivayet
yer almaktadır îbn-i Ebi Revaha'nın koyunlanm gü-
98
den bir cariyesi vardı. Kurt sürüden bir koyun apardı.
İbn-i Ebi Revâha'da cariyeye bir tokat attı. Resulüllah
(SAV) bunu öğrenince İbn-i Ebi Revâha'yı azarladı ve
şöyle buyurdu: O, esmer, cahil bir kadındır. Hz. Pey
gamber cariyeye bir adam gönderdi. Cariye huzura
gelince. ResululIah ona Allah nerede diye sordu Cari
ye O göktedir, şeklinde cevap verdi. Hz. Peygamber
Efendimiz ben kimim diye sorduA llah'ın elçisisin"
diye cevap verdi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem efen
dimiz: O car/ve dedi ve İbn-i Ebi Revâha'ya,
onu azad etmesini emretti. O da azad etti. (10)
100
kettiği için te'dip cezası uygulanmasını emretti.
Ebi Vâkıd el-Leysi'nin rivayet ettiği olay anlatılan-
lann en açık olanıdır. Ebu Vâkıd şöyle dedi: Resulul-
lah (SAV) ile birlikte Hayber'e doğru çıktık. O sırada
bizler İslam'a yeni girmiş bulunuyorduk. Müşriklerin
çevresinde rûkü'a eğildikleri ve silahlarını astıklan
"Zat-u Ehvat" diye adlandırılan bir sedir ağacı vardı.
Bize de: Ey Allah'ın Resulü, bize de onlargibi silah asa
cak bir şey y ap... dedik. Bu sefer Hz. Peygamber (SAV)
şöyle b u y u r d u Ekher! İsrailoğullartnm dedikle
ri f;ihi söylüyorsunuz. Onlarda: Onların tanrıları olduğu
gibi, .sen de bize böyle bir tanrı yap, demişlerdi. Yeminle
.söylüyorum ki, sîzlerde sizden öncekilerin gittikleri yolu ka
rış karış. Oiiım adım izleyeceksiniz. Oyleki onlar bir kerten
kele deliğine dahi girecek olsalar, onların peşine takılacak
sınız. n 1) İbadete ait bir olayda bu insanlann bilgi mik
tarı bu kadar. Halbuki Resulullah'ın tutumu belli. On-
lan doğru yola iletmişti. Daha önce İsrailoğullannın
yaptığını onlara hatırlatmıştı. Ama hiç birinin küfrü
ne hükmetmemişti.
Onlann imanları ilim üzerinde durmadığı gibi ce
haletleri de onları küfre götürmedi.
Müslümanlar İslam Şeriatının Emirleri ile amel
Etmedikleri için Kafir Olurlar mı?
Bu gençlerin en yaygın iddialanndan biri de şöy-
le:”Müslümanlar şehadet kelimesinin manasını bilmi
yorlar, onun gereği ile amel etmiyorlar ve toplumlan
da İslam'a bağlı değil, bunun için de o toplum kafirdir.
Bu toplum tıpkı üzerinde "şeker" yazılmış, fakat içi tuz
dolu şeker kutusu gibi. Üzerindeki yazı gerçeği değiş
tirmez. (Bu konu yukarıda da geçmişti) Çünkü şeker
kutusu-tutunacak sapasağlam kulptur. Gelin, biz bu
kutunun içindekini araştıralım.
11. Kurtup: 7/273, Ibn-i Kesir 2/143
101
Daha önce de söylediğimi, burada tekrarlamakta
tnr sakınca yok. Şöyle; Kutuyu gören kişi, aksi sübut
buluncaya kadar içindekinin şeker olduğuna hükme
decek. Bu bir. Diğeri ise bana şunu iddia etme imkanı
nı veriyor: Resulullah'tan, şehadet getiren kişinin bu
şehadetini pekiştirecek veya yalanlayacak bir amel bir
bilgi zuhur etmesini bekliyerek şehadetle yetinmedi
ğini belirleyen bir rivayet nakledilmemiştir. Bilakis
hadisler vesahabe kavilleri İslam vasfının yalnızca şe
hadet kelimesini söylemekte gerçekleşeceğini ortaya
koymaktadır. Daha önce geçen mikdat ve üsame ha
disleri bu konuda en büyük şahittirler. Bununla bera
ber bu konuda daha fazla hadis getireceğim. Umulur
ki "şeker" kutusu kmlır da gençler huzura kavuşur.
Buhari'nin Sahih'ine aldığı bir hadiste şöyle buyu-
lulmaktadır.: "Lâ ilahe illallah diyen ve kalbinde bir arpa
ağırlığınca hayır (iman) bulunan kimiler ateşten çıkar. Da
ha sonra, Lâ ilahe illallah deyip, kalbinde bir buğday tanesi
ağırlığınca hayır taşıyan ateşten çıkar. Daha sonra, La ila
he Ulah deyip kalbinde bir buğday tane.si ağırlığınca hayır
taşıyanateştençıkca "(12)Tavus'unşöyledediğirivayet
edilmiştir:"lbn Ömer'e bir adam gelip soru sordu.
Şöyle dedi: Ey Abdurrahman'ın babası! Kilitlerimizi
kınp, evlerimize giren ve bize ait eşyaları alanlar hak-
kındaki görüşün nedir? Onlar kafir olurlar mı? İbn
Ömer; Hayır, dedi. Adam tekrar: Başımıza buyruk ke
silip kanlannızı dökenler hakkında ne dersin? Kafir
olurlar mı? diye sordu. Bu sefer İbn Ömer: Bir şeyi Al
lah'a ortak koşuncaya kadar hayır, diye cevap verdi.
Tavus, diyor ki; Ben İbn-i Ömer (r.a)in parmağına ba
kıyordum. O, parmağını hareket ettirerek: Hz. Mu-
hammed'in sünneti budur diyordu. (13)
12.Sahih-iBuharn/l3
13. Ebu I lanifc Mûsncd Madis xb: S Bu haberi bir cemaat Kasulullah'a
ref ederek rivayet etmiştir.
102
Müslim'in Sahih'inde, Ubade bin Samit'ten riva
yet edilen bir hadis var. Ubade bin Samit şöyle anlatı
yor: Hz. Peygamber (SAV) kadınlardan biat aldığı gi
bi bizden de: "Allah'a hiç bir şeyi eş koşmayacağımıza,
başkasının malını çalmıyacağımtza, zina etmiyeceğimize ve
çocuklarınuzı öldiirmiyeceğimize" dair söz aldı. Sonra
şöyle buyurdu: Sizden kim sözünü tutarsa ecrini ver
mek Allah'a düşer. Kim de sözünü tutmaz, yasaklana
l ı işlerse, ona had uygulanır. Bu ona keffaret olur. Kim
de işlediğini gizlerse, onun işi Allah'a bırakılmıştır.
Dilerse azabeder, dilerse bağışlar."
Halk arasında dolaşan bir hadis var ki onu Muaz
bin Cebel rivayet ediyor. Muaz kendisine Resulullah
(SAV)ın şöyle buyurduğ;unu söyledi:"Allah'tan başka
ilah olmadığına, Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi ol
duğuna, kalbiyle tasdik ederek şehadet getiren hiçbir
kişi yoktur ki, Allah ona ateşi haram kılmamış olsun."
Muaz:"Ey Allah'ın Elçisi, bunu insanlara haber vere
yim mi? Onlarda müjdelensinler"diye sorunca, Resu
lullah (SAV): "Hayır, onların güvenip, tamı terkedecekle-
rinden korkuyorum" diye buyurdu. Muaz bu hadisi ha
yatının son günlerine kadar söylemedi. Sonunda ilmi
gizleyenlerden olmamak için açıkladı. Yine Ebu Hani-
fe'nin Müsned'inde şöyle bir rivayet var: Resulullah
(SAV) ölmek üzere olan bir yahudi genci ziyaret etti.
Gence üç defa şehadet getirmesini telkin etti. Gençte
şehadet getirdi. Sonra öldü. Bunun üzerine Hz. Pey
gamber (SAV): Benim sebebimle bir kişiyi ateşten ko
ruyan Allah'a hamdolsun, buyurdu. Bir başka riva
yette de Hz. Peygamberin orada bulunan Sahabe-i Ki-
ram'a:"Kardeşiıüzisevipdost edininiz" buyurdu. Hal
buki genç şehadet getirdikten sonra bir saat kadar bile
yaşamadı. Ama Resulullah (SAV) bu şehadet sayesin
de ateşten kurtulacağını haber verip onun lehine hük
103
metti. Bundan da öte ve daha önce mağfiret konusun
da Kur'an'ıKerim'in ne söylediğidir. Kur'amşirkin dı
şındaki her davranışın mağfiret dairesine girebilece
ğini açıklamaktadır. Cenab-ı Hak bu konuda şöyle bu-
yumyar."Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışla
maz, bundan başkasını dilediğine bağışlar..."{lA)
MÜSLÜMANLARIN BİRBİRLERİNDEN
UZAKLAŞMALAR!
104
böyleydi. Akideye boyun eğiyorlar, arbk fer’i kısım
larda duraksamıyorlardı. Müşrikler müslümanlarla
savaşmakta katı bir tutum içinde olduklan gibi, onlar
da kendi iç dünyalannda tutarlı ve mantıklı idiler.
Müşrikler İslamla savaşmakta ve ona karşı olmakta
gayet ciddi oldukları gibi müslümanlar da usul ve fü-
ru'da İslam'ın emirlerine itaat edip boyun eğiyorlardı.
Ama bu günkü müslüman, İslam akidesini tümden
kabulleniyor: ama ahkama uyma hususunda tembel
lik gösteriyor, farzları yerine getimıede gevşek davra
nıyorlar, bazan da haramlara düşüyorlar.
Müslümanlardan İslam akidesine bağlananlarla
ilgili bir anket düzenleyecek olsak; elde edeceğimiz
sonuç %80'in üzerinde bir rakam olacaktır. Haram ve
helalara riayet edenler hakkında da bir anket düzenle-
sek, bu oran % 60, veya daha da altına düşecektir. İşte
gençlerin, hatta dini bütün müslümanlann şikayet et
tikleri konu budur.
Müslümanlann yaşadıkları ülkelerin tümü, dün
yanın geri kalmış veya uyuyan bölgeleridir. Bunu an
lamıyorum. Onları lû)lkındınnak,sırtmcı<ı birçok ağır
yük olduğu haldedağa tırmanan kişinin içindebulun-
duğu durum gibidir.
Gayr-i müslim, çevrelerde insanlar şöyle diyorlar.
İslam'da iyilik olsaydı, halkı ilerlerdi. Müslümanlar
bulunduktan hal üzeredevam ettikleri sürece, İslam’a
bir gösterge teşkil ediyorlar. Herkes bilir ki bu ümmet
ilerlemeyi ancak İslama sarıldığı gün öğrenecektir. İs
lam'a bağlılıkta ne kadar sadık vedürüst olursa ilerle
mesi de o kadar çabuk olur.
Halkımız hükümetleri, hükümetler de halkımızı
suçlarlar. Bunlar onlara hakaret eder, onlar bunlan
suçlar. İslam ümmeti, asırlardan beri fasit bir daire
içinde döner durur. ResuluUah (SAV) pek doğru bu-
105
yurmuş: Sizeemirlerinizin(yöneticilerin) en hayırlıla
rını ve en şerlilerini göstereyim mi?Onlann en hayırlı
ları şu kişilerdir ki, onlar sizi sever, siz de onlan... Siz
onlara dua edersiniz, onlar da sizlere. Emirlerinizin
en şerlileri deşunlardır: Siz onlara öfkelenirsiniz onlar
da size; siz onlara lanet okursunuz, onlar da size..."
Sünen-i İbn-i Macede, Abdullah bin Ömer bin el-
Hattab'ın rivayet ettiği bir hadis var. (Allah berikisin
den de razı olsun) Abdullah diyor ki: Resulullah'm ya
nında bulunan on kişilik muhacir grubunun içindey
dim. Hz. Peygamber yüzünü bize çevirdi ve şöyle bu
yurdu: Ey Muhacir topluluğu! Beş haslet vardır İd onltırı
idrak etmenizden Allah'a sığınırım. Bir kavim içinde fahişe
çıkar ve onlar da onu ilan ederlerse, kendilerinden önce ya
şamış olanlar da hulunmıyan acılara ve veba hastalıklarına
tutulurlar. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapan bir kavim de devlet
zulmüne, rızık darlığına ve kuraklığa maruz kalır. Bir ka
vimde ahdini tutmaz.sa, Allah onlara dış düşmanları musal
lat kılar. Bu düşman ellerinde bulundurduklarının bir kıs
mını alır. Yöneticileri Allah'ın indirdiği kitaptaki hükümler
le amel etmezlerse, Allah'da onların arasına huzursuzluk
verir."
Müslümanlar, asırlardan beri-yöneticiler olsun,
yönetilenler olsun-islam ahkamını uygulamaktan
sıynlmışlar, İslam’ın getirdiklerine uymaktan kendi
lerini azad etmişler. Bizatihi İslam onlan "küfür”le ni
telendirmeyi kabul etseydi elbette yönetilenlerden
önce yöneticileri bu vasıfla nitelendirirdik? Fakat hik
meti nedir? Bilinmez. İslam bunu emretmez ve razı da
olmaz. İslam bizim ancak Allah'ın koyduğu hudutlar
da durmaya ve ona uymaya izin verir. Fakat bu bazı
müslüman yöneticilerin zulüm, kötülük ve günah iş
leme bakımından tüm yeryüzü yöneticilerini geçtikle
rini; çok kere kafir bir yöneticinin kendi halkına veya
106
düşmannıa vapmaklan haya duyduğu zulmü kendi
milletlerine reva gördüklerini söylememize engel de
ğildir. Şa'bi'nin Emevi yöneticiler hakkında söyledik
leri karşısında hu bugünkü kötü yöneticilere ne deme
li? Şa'bi onlar hakkında şöyle diyordu:"Allah'a yemin
ederim ki yeryüzünde iş görmekte onlardan daha za
lim, yönetimde onlardan daha zorba bir kavim bilmi
yorum... Onlarla mücadele ediniz.. (15) Said bin cü-
beyr'de onlar hakkında şöyle diyor"...Onlarla muha
rebe edin. Zira hükümetleri zalimdir. Dinin emirlerini
dinlememekte, zayıfları ezmekte, namazı da boş ge
çirmektedirler..." (16)
Bugünkü kötü yöneticilerle Emevi yöneticilerini
mukayese ettiğimizde, ne demeliyiz? Kuşkusuz bu
günkü yöneticileri onlarla kıyasladığımız vakit, onla
rın, savaş ve kerem adamı, zimmet ve şeref sahibi, ve
hidayet önderi olduklarını hemen söyleyebilirim. Zi
ra bu günkü kötü yöneticiler, bu sayılanlann tümünü
yitirmişler. Halk'a gelince, zulüm ve azgınlığın uzun
sürmesinden ötürü, önünü arkasını tanımıyan kör iş
çiler gibi kendilerine bir şeyler verdiği sürece yöneti
ciyi arkasından dsstekler oldu. Aldığının da haram
yoldan mı, yoksa helal yoldan mı? olduğunu sormaz
oldu. Hacer-i Esved'in karşısında oturmuş bir adam
dan üç kez Allah'a yemin ederek, Resulullah döne
minden bugüne kadar "falan" yönetici gibi birini tanı
madığını söylerken kulaklarımla duydum. Sözünü et
tiği bu yönetici, tahtına, gecenin karanlığıyla ve bu
ümmetin düşmanlarından birinin desteğiyle çıktı. Ve
yönetimi ele geçirdi. Kılıanı boyunlara koyup, bu
ümmetin en iyilerini, şeref ve iffetlilerini öldürdü, fa
zileti yok etti. Ahlak ve iffeti bitirdi; Kız ve erkek genç-
15-Tarih-i Tabcri 5/163
16. SA.g.o. 56163
107
leri birbirine karıştırdı, utanmadan da gece-gündüz
İslam'ı istemediğini söyledi.
Bu, ezilmiş halka ait bir örnektir. Bunun yeni bir
şey olmadığını hemen söylemeliyim. İşte Zeynel Abi-
din'in, babası Hz.Hüseyin'in şehadeti sırasında mey
dana gelmiş olaylardan bize riveyet ettiği bir tanesi.
Onun ağzından dinleyelim;"Bir adam beni sakladı.
Banayiyecek verdi ve bana özeldavrandı. Her yanıma
girip çıktığında ağlamaya başlıyordu. İbn-i Zeyyad'm
adamlanndan biri: Kim Ali bin Hüseyin'i (Zeynel-
Abidinli bulursa, getirsin. Ona üçyüz dirhem verece
ğiz, diye bağırıncaya kadar, "ben, eğer insanlardan bi
rinde hayır vefa varsa, ancak bu adamda vardır." di
yordum. Ama adam düşündüğüm gibi çıkmadı.
Adam üçyüz dirhemi duyunca ağlıyarak yanıma gir
di. Ellerimi boynuna bağlamaya başladı. Bir yandan
da: Korkuyorum, diyordu. Adam beni ellerim arkaya
bağlı olarak onların yanma götürdü ve onlara teslim
etti. Üçyüz dirhemi aldı. (17) Bereket versin ki paralar
dinar değil dirhemdi. Çünkü, dinar olsaydı onu öldü
rüp, başını keser, öylece yöneticiye götürüp teslim
ederdi.
Vereceğim ikinci örnek te böyle. Hz. Hüseyin'in
torunu ve Muhammed Bakirim kardeşi Zeyd bin Ali
şahitlik için Irak'a davet edilmişti. İraklılar onu Eme-
vilere karşı ayaklanmaya sevketmek için bu fırsatı ga
nimet bildiler. Bununla ilgili olarak Zeyd’eşöyle dedi
ler:" Kü fe'dc yüz bin kişilik bir ordu var. Bunu bir i bel
gelendirmek istedi ve kendisiyle birlikte olan isyana-
İann isimlerini teker teker kaydetti. Bu sayı onbeşbin
savaşçıya vardı.” Emevilerin eyalet valisi bunu öğren
di. Bunun üzerine Zeyd bin Ali 122H/740 yılının safer
ayında ihtilali başlatmak mecburiyetinde kaldı. Sa-
17. A.g.c. 56163ibn-i Sad Tabakats 5/212
lOB
vaş'a başlayınca, yanında sadece ikiyüz onsekiz kişi
nin kaldığını gördü. Bununla beraber Zeyd, dedeleri
gibi şehid düşünceye kadar savaştı. (18)
Bu dram yaklaşık her ihtilalci ile birlikte tekrar
landı.
Yönetici ile yönetilen arasındaki suçlamalar ta
vuk, yumurta olayına dönüşünceye kadar tekrarlan
dı. Bunu ondan, onu bundan çıktı hikayesi?
Sorumluluk zalim, fasık, facir ve korkak yönetici
nin üzerinde mi? yoksa yöneticiyi azarlamayıp maz
luma yardım etmeyen, iyiliği emredip kötülükten sa-
kındırmıyan, yasakları işlemekten sakınmayıp çekin
meyen yönetilenin üzerinde mi?
Diğer bir defasında-sonuncu değil-gelin islamı
tatbik edelim, dedik. Eğer bizimle hallerimiz-yöneten
ve yönetilen olarak-düzgün olursa, rahata kavuşuruz
ve huzur buluruz. Kötü yöneticiler bunu hiç yapar
mı?
Ben onların: Biz Rusya'nın ve Amerika'nın onayı
nı istiyoruz, diyeceklerini sanıyorum. İsrail ile barış
yapanlar artacak. Aslında İsrail ikisinden de önce
dir.
Kim bilir, bakarsınız, başımıza bir yönetici geçip
şöyle der: Sanatçı kadınların ve gönül tacirlerinin ona
yını almak gerekir. Zira İslam, onların ticaretine zarar
verir. Onların ticareti turizmi çeker. Turizm döviz ge
tirir.
Döviz ise ülkenin ilerlemesi için şarthr. İlerleme
ise hayatın esasıdır...vs...
Buna şaşmayınız. "Ebu Cehil" gibi bir adam Hazi
ran Savaşından çıkmıştı. Tıpkı kedinin kovaladığı fa
renin çıkışı gibi. Müzik hariç, yok ettiği ve yasakladığı
insan haklanndan ve çiğnediği hürriyetlerden hiç bir
18. Tarih-i Tabofî= 5/402
109
şeyi hatırlamadı. Şöyledcdi: Kuşkusuz halk istiyor ve
istemekden başka bir şeye gücü yetmiyor. Çünkü İn
giltere halkı harpten sonra müzik dinliyordu. Kendi
halkı da böyle olmalı. İngiltere halkından demokrasi
ve hürriyet almadı. Çünkü kör onu gömuiyor. Seçim
sistemini dealmadı. Ne basın hürriyetini ve nede baş
ka bir şeyi. Sadece müziği aldı...
Bu yöneticinin iyilikİeri (!) hâlâ hafızalarımızda.
Kız çocuklarının ülkesindeki birinci sınıf otellere gir
mesine vearalarda oturmalarına izin verdi Kışlalarda
gençlerin karışık bulunmalarını emretti. Birdefasında
İrak Başbakanı (19) ona gençlerin yorgunlukları hak
kında soru sordu. O da şöyle cevapladı: Talebeler bizi
izliyorlar. Zeki ve becerikli yöneticimiz ona kızlarla
erkekleri kanştırmalan teklifinde bulundu. Çünkü
gençler grevsiz ve politikasız alanlar bulurlarmış. İşte
o ülkesinde böyle çalışıyordu. Sonunda Iraklı devlet
adamı:"Ebu CehiVin ülkesindeki fesadı hükümet ya
pıyor. Önce planlıyor, sonra da piyasaya sürüyor, "de
di.
Bu gibi yöneticiler İslam'ın tatbikini isterler mi?
Moskova ve VVaşhington hatta bunlardan da önce, İs
rail bunu uygun görecek mi?
Kadın ve erkek sanatçıların, düşüklerin görüşleri
nedir acaba?
110
kalkıştılar ve ikisini de eş anlamlı kıldılar.
Ben burada üç ayn prensibi zikretmek istiyo
rum:
Birinci Prensip: Medine İmamı, Malik bin Enes'ten
şöyle bir söz nakledilmiştir: "Her insanın sözü alınır
veya reddedilir;ancakbu kabrin sahibi hariç" Hz. Pey
gamberi işaret ediyor.
Buna göre yer yüzünde günahsız insan yoktur.
Yalnız risalet sahibi ve Yüce Rabbinden alıp tebliğ et
tikleri hariç.
İkinci Prensip: Dr. Yusuf el-Kardavi'den naklen
alıyorum. O "Uzmanlığa Saygı duyul luz" başlığı altın
da şöyle diyor: "Ben bu gençlere uzmanlığa saygı duy-
malannı ögütlüyorum. Her branşın adamı, her ilmin
de ehli vardır. Tıpkı bir mühendisin tıp konusunda ke
sin kanaat belirtmesinin caiz olmadığı gibi bir tabibin
de hukuk alanında kanaat belirtmesi caiz olmaz. Hat
ta bir dalda uzman olan bir tabibin başka bir dala gir
mesi uygun olmadığı gibi aynı şekilde şeriat ilminin
de her aklı esenin fetva verdiği bir alan olması caiz ol
maz. Bunun gerekçesi olarakta İslam'ın insanlardan
bir guruba has kılınmadığını ve yine diğer dinlerin ta
nıdığı "din adamları" sınıfını islamın tanımadığını ile
ri sürerler" (20)
Vakıâ İslam "din adamlan" sınıfım tanımaz. Fakat
şu ayet-i kerimenin işaret ettiği uzman din alimleri sı
nıfını tanır. Ayet şöyle: "(Bununla beraber) mii'minlerin
hepsinin toptan srfere çıkmaları doğru değildir. Onlardan
her topluluktan bir grup dinde (dini ilimlerde) geniş bilgi el
de etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde (onları Al
lah'ın azabı ile) korkutmak için geride kalmalıdır. Umulur
ki dikkatli olurlar." (Tevbe;122)
20. Yusuf el Karda vi cl I lükumct ul Islamiyyc: 2Ü3
111
Kur'an-1 Kerim ve Sünnet-i Nebeviye bize-bilme-
diğimiz konuda-bilgi ve tecrübe ehlinden olan alimle
re başvurmamızı öğretti. Ayet ŞöyIe:"...Eğer bilmiyor
sanız bilgi ehline sorunuz." (Enbiya:?)
Hz. Peygamber (SAV) başından yaralanmış bir ki
şiye, yaralı olmasına rağmen, bazılannın, yıkaması
nın vacip olduğu konusunda fetva vermeleri sonucu,
yıkanıp ölmesi üzerine şöyle buyurmuştur" Onu öl
dürdüler. Allah'da onların canlarını alsın... Bilmedik
leri vakit sorsalardı olmaz mıydı?
Üçüncü Prensip: İslami kültürümüzde, öğüt ve
davet kitaplarının yeri ayn, ahkam kitaplannın da ye
ri ayrıdır. Ahkamı, vaaz veya genel davet kitapların
dan almamız bağışlanmaz bir hatadır. Bu kitapların
her birinin kendine göre bir yöntemi vardır. Düzenli
konuşan veya nutuksöyleyen ya da öğüt veren her ki
şiden hükümler alınmaz. Aksine bir müslümanın ne
yi neıden ve kimden alacağını bilmesi gerekir. Bunun
için Alimlerimiz, bazılan hakkında: ila n ın daveti
makbul, rivayeti meıduddur. Onun takvası ve sala
hından ötürü duasının kabul edileceği umulur. Fakat
ravileri iyi bilmediğinden ve gafletinden ötürü riva
yeti reddedilir, demişlerdir.
Asıl söze geçmeden önce böyle bir giriş yapmayı
lüzumlu göldüm. Şimdi ise hemen belirtmeliyim ki,
"Cahiliyyet” kelimesi KuPan'da dört yerde geçmekte
d ir
l-Cahiliyyet zannı. Bu ifade Al-i îmran suresinin
154. Ayetinde geçmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyu
ruyor "Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven in
dirdi ki, (bu güveninyol açtığı) uyuklama hali, bir kısmınızı
kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir grup da,
Aliah'akarşıcahiliyyetzanmgibiludcsızbirzanbesliyorlar.
"Bundan bize ne?" diyorlardı. De ki: Bütün iş Allah'ındır."
112
içlerinde sana açmadıkları hir şey gizliyorlar. "Bu bize ait
bir şey oLsaydı, burada öldUrülmezdik." diyorlar. Şöyle de:
Evlerinizde kalmış olsaydınız hile, öldürülmesi takdir edil
miş olanlar öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden
çıkıp giderlerdi. Allah içinizdekileri yoklamak ve kalbleri-
nizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah içinizde ne
varsa hepsini bilir."
2- Cahiliyyet idaresi. Cenab-ı Hak Maide suresinin
50. Ayetindeşöylebuyuruyor:'To/:.vao«/arf/,v/fwıön(;e-
si) "CahiUyyet idaresi"ni mi arıyorlar. İyi anlayan hir top
luma göre hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?
3- CahiUyyet dönemi açılıp saçılması. Bu tabirde Ah-
zab suresinin 33. ayetinde geçmektedir. Yüce Mevla-
mız şöyle buyuruyor: "Ey Peygamber hanımları! Siz, ka
dınlardan herhangi biri değiLsiniz. Eğer (Allah'tan) korku
yorsanız, .sözü (yabancı erkeklere karşı) yumuşak söyleme
yin ki kalbinde hastalık bulunan kimse kötü ümide kapılma
sın. Güzel ve münasip .sözler söyleyin. Evlerinizde vakarı
nızla oturun. İlk cihiliyye (devri kadınları)nın açılıp, .saçıla
rak, ziynetlerini gö.stererek yürüyüşü gibi yürümeyin..."
Ahzab:32-33.
4- Cahiyyet taassubu. Bu da Fetih suresinin 26. aye
tinde geçmektedir. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"O zaman inkar edenler kalblerine taassubu, cahiliyyet ta
assubunu yerleştirmişlerdi. Allah'ta elçisine ve mü'minlere
sükunet ve güvenini indirdi. Onları takva sözü üzerinde dur
durdu. Zaten onlar buna pek layık ve ehil kimselerdi. Allah
herşeyi bilendir."
Şimdi bu ayetler hakkında müfessirlerin sözlerini
ve konuyla ilgili hadisleri zikredeceğim.
l.KURTUBİ:
"Canlan sevdasına düşen zümre" Muattib bin'Ku-
113
şeyr ve arkadaşlandır. Onlar savaşa ganimet arzusu
vemü'minlerin korkusundan ötürü çıkmışlardı. Bun
dan dolayı da onlan uyku tutmamıştı. Orada bulun
malarına son derece üzülmeye ve uyduruk sözler söy
lemeye başlamışlardı. "Canlan sevdasına düştüler"in
manası, nefisleri kendilerini düşünmeye şevketti, de
mektir. Araplar canlannı sıkan bir iş olunca: Bir şey ca
nımı sıktı, derler, veya, beni üzdü, beni eritti, derler.
"Cahiliyyetzannı" demek, cahiliyyet halkının zan-
nı demektir. Ayette geçen:"... Bu işten bize ne? diyor
lar" sözü, cahiliyyet halkının zannıdır. İstifham lafzı
inkar ifade ettiği için "Bu işte bize ait bir şey yoktur"
manasınadır. Yani savaşa çıkma fikriyle bizim bir ilgi
miz yoktur, biz sadece istemiyerek çıktık, demektir.
Onlann durumunu ortaya koyma bakımından ayetin
şu bölümü daha açık:"Bu bize ait birşey olsaydı bura
da öldürülmezdik." Zübeyr dedi ki; O gün-Uhud'da
üzerimize Allah katından uyku gönderildi. Beni uyku
bü rürken, Mua ttib bin Kuşeyr'in "Bu bize ait birşey ol
saydı burada öldürülmezdik." dediğin duyuyorum.
Bu ibarenin-ayette geçen münafıklann sözünün "Mu-
hammed'in bize vadettiği zaferden bize ait bir şey
yoktur" anlamına geldiği de söylenmiştir. (21)
2-TABERİ:
lU
c-Böyle düşünmekle onlar, cahiliyyet halkına en
çok benzeyen kişiler oluyorlardı.
d-Nitekim onlar, Allah'ın, kendi elçisini yardımsız
bıraktığını ve Resulullah'ın kendilerini aldattığını
sandılar.
e-Katede'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sade
ce kendilerini düşünen münafık taifesi, topluluğun en
korkağı, en ödleği ve hakikata erme konusunda Allah
katından en yardımsız olanıdır. Onlar haksız yere Al
lah’a asılsız bir zan besliyorlar. Onlar Allah'ın emri ko
nusunda büsbütün şek ve şüphe içindedirler.
f-Ebu İshak'tan bir rivayet. O şöyle dedi: Can der
dine düşen taife ehl-i nifaktır. Öldürülme korkusun
dan canlannın derdine düştüler. Çünkü münafıklar
böyle bir savaş beklemiyorlardı. (22)
3-El-CASSAS:
115
sına düştüler. Hz. Resulullah'ın ashabından bazısı
şöyledemişti." Ben uyku ile uyanıklıkarasında bir hal
de iken, Muattib bin Kuşeyr ile bir gurub münafığın;
"Bu işten bize ne?" dediklerini duydum. Bu, mü min
lere Allah'ın bir lutfudur. Düşmanın mü’minlere yük
sekten baktığı bu gibi hallerde, nübüvvetin isbatı için
ortaya mucizeler konmuştur. Yardımcılarının çoğu
yenilgiye uğramış ve arkadaşlarından öldürülenler
öldürülmüş, bunun üzerine de, sa vaşmay ıp etra fı sey
redenlerden uykunun kaçtığı bir vakitte, düşman kar
şısında iken müslümanlar uykuya dalıyorlar. Savaşa
gelen kişi nasıl böyle oluyor? Halbuki düşman kendi
lerine mızrak yöneltip, köklerini kazımak ve öldür
mek için kılıç çekmişti. Bunda, bir kaç yönden Hz.
Peygamber'in nübüvvetinin doğruluğu hususunda
belgelerin en büyüğü ve delillerin en yücesi vardır:
Birinci Yön: Düşman istilasıyla beraber kendileri
ne bir yardım gelmediği, düşmanın yenilgiye uğra
madığı, yanlanndan uzaklaşıp gitmediği ve düşman
sayısında birazalma olmadığı haldebir güvenin vuku
bulmasıdır. Allah onların kalblerine güven indiriyor.
Bu da özel olarak ehl-i imân içindir.
İkinci Yön: Düşman çekilip gittikten sonra müşa
hede edenlere uyku gelmemesi, düşman kendilerini
öldürmek ve köUerini kazımak için onlara doğru yö
nelmişken bu müşahede hali nasıl olur?
Üçüncü Yön; Mü'minleri münafıklardan ayırmak.
Cenab-ı Hak, bu uyku ve güveni münafıklara değil de
sadece mü'minlere indirdi. Bunun üzerine de
mü’minler son derece güven ve huzur içinde oldular;
münafıklar ise gayet sıkıntı; korku ve huzursuzluk
içindeydiler. (23)
116
Bu, mü'minlerin zaferi ile başlayıp, hezimetleriyle
sonuçlanan savaşı çevreleyen şartlann güzel bir tasvi
ridir. Bu öyle bir hezimetti ki, münafıklara dilleriyle
söyliyemeyip içlerinde gizledikleri şeyleri açığa vur
makta cesaret verdi.
4- ÂLUSİ:
5- İBN-İ KESİR:
117
Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder:"Savcişta uyku
Allah'tan, namazda ise şey tandandır." Buhari'nin Ebu
Talha'dan yaptığı rivayet de şeyledir. Ebu Talha:
"Ben, Uhud günü uykunun bürüdüğü insanların için
deydim. Kılıam elimden düşer gibi oluyor, tekrar onu
geri alıyordum, tekrar düşüyor, tekrar tutuyordum"
dedi.
US
meydana gelirse, onlann bu iğrenç zanlan da ortaya
çıkar. (26)
6-SEYYİD KUTUB:
119
lim etmiyen Allah-'ın takdirlerine her şeyleriyle bo
yun eğmeyen imanı sarsılmış olan kimseler, başlanna
gelenlerin, denemek için Allah tarafından bir musibet
olduğunu, Allah'ın dostlarını düşmanlarına karşı yal
nız bıraktığı manasına gelmediğini ve küfre, şerre,
bâtıla bu son galibiyet ve mükemmel zaferle her şeyi
teslim etmediğine kalbleri inanmayan, yalnız kendi
nefislerini düşünen insanlar...
"Bir zümre de canları sevdasına dürmüştü. Allah 'a kar
sı cahiliyyet zannı ^ihi haksız bir zan besliyorlar" Bu işten
bize ne? Diyorlardı."
Bu din, mensubu olan kimselere ilk önce kendi şa-
hıslannın bir şeyi olmayıp, neleri varsa hepsinin Al
lah'ın olduğunu, Allah'ın yolunda harbe çıkınca, ken
di şahıslan için harb etmediklerini, kendi şahsi çıkar-
lan için hareket edip savaşmadıklannı, her şeylerini
Allah'ın takdirine teslim ettiklerini, Takdir-i İlahi'den
geleni ne kadar ağır olursa olsun teslimiyet ve hoşnut-
lukla kabul etmelerinin gerektiğini onlara öğretiyor.
Kendi şahıslarını düşünenler, düşünce ve ölçütle
rinin ihtimam ve meşğuliyetlerinin mihverini, şahsi
menfadan teşkil eden kimseler hakikî manada iman-
lan kemale ermiş sayılmazlar. Kuran'm burada sözü
nü ettiği zümre işte bu tip kimselerdi. Kendi nefisleri
ni düşünüp, onun için çalışan ve her zaman kararsız
lık, kaypaklık, içinde bulunan zümre, kendi tasavvur-
lannda belirmeyen bir şeyde boş yere vakit kaybettik
lerini hissediyor, savaşa kendi iradeleriyle olmayıp,
başıboş bir şekilde itildiklerini, bununla birlikte acı
belâlarla karşı karşıya geldiklerini yüksek bedelle
ölüm, elem ve yarayla karşılık ödediklerini düşünü
yorlardı.. . Onlar Allah'ı gerçekten tanımıyorlar, Cahi-
liyye sistemine bağlı kimselerin sandığı gibi haksız
zanlar ileri sürüyorlardı. Haksız yere yürüttükleri
120
zanlann başında da kendi paylanna bir şey düşme
yen, sadece boş yere öldürülmek ve yaralanmak için
itilen bu savaşta boş yere kaybolacaklannı, Allah'ın
kendilerini kurtanp, muzaffer kılmıyacağını, düş
manlarının pençesine teslim edeceğini düşünmeleri
gelir. Onlar bu şekilde tasavvur ediyor ve soruyorlar-
dı:"Bu işten bize ne?"
Bu şekilde laf etmeleri savaş ve kumanda prensi
bine iftira ettiklerini ifade etmektedir. Belki de onlar
"Medine"den çıkmama görüşünü savunanlardandı...
Onların nefisleri vesvese ve çarpıntılarla dolu
olupbir yığın itiraz ve delilerle kaplıdır. "Bu işten bize
ne" diye sordukları sualden anlaşıldığı gibi, şuurları
nın altında istemedikleri bir sonuca itildiklerini, kötü
kumandanın kurbanı olduklarını, şayet savaşı kendi
leri idare etseler, bu sonuçla karşılaşmıyacaklarını
söylemektedirler."bu, bize ait bir şey olsaydı, burada
öldürülmezdik, diyorlar."
İnandığı itikada samimiyetle bağlanmayan gö
nüllerde, savaş sırasında yenilgi darbe' ni yedikleri,
mağlubiyetin acılarıyla lûırşılaştıklan zaman böyle
duygular bulunur. Bedelin sanıldığından daha pahalı
sonucun beklenilenden daha acı, olduğunu gördüğü
vakit: İçini yoklayıpta giriştiği işte iyi ve kazançlı ol
duğunu görmediği an, kumanda tasarrufunun bu teh
likeyi getirdiğini, şayet iş kendinin elinde olursa, bu
hale düşmeyeceğini tahayyül ettiği şaman, elbette in
san bu karanlık tasavvurlarla hadisenin gerisinde Al
lah'ın yed-i kudretinin mevcut olduğunu göremez.
Onun ölçüsüne göre bütün mesele hüsran ve korkunç
bir kayıptan ibarettir.
İşte burada ayet ölüm ve hayat bilmecesini, musi
betlerin arkasındaki gizli hikmeti tamamen açıklıya-
rak, onlarm fikirlerini tashih ediyor "De ki: Evleriniz-
ızı
de olsaydınız, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, yine
muhakkak devrilecekleri yere çıkıp gidecektiler..." De
ki şayet siz evinizde buiunsaydınız harbe katıintasaydınız,
bütün işiniz, kendi ölçünüze göre olsaydı... Öldürülmesi
takdir edilmiş olanlar muhakkak öldürülecekleri yere çıkıp
gideceklerdi. Meydanda takdim, tehir bilmeyen bir ecel var.
Orada önceden taksim edilmiş bir ölüm yeri var. Elbette
ölecek kişi oraya varıp ruhunu teslim edecektir. Ecel kapıyı
çaldığı zaman ölecek kişi kendi ayağıyla oraya gider. Hızlı
adımlarla öleceği yere koşar. Onu hiç kimse planlanan ece
line sevkedip götürmez. Önce belirtilen ölüm yerine alıp gö
türmez..." {17) '
Soru:Resulullah (SAV) cahiliyyet zannı gibi zan
besleyerek kişilerin küfrüne hükmetti mi? Halbuki
onlan sahabe-i kiramdan bazısı kendi adlanyla isim
lendirmişti. Şunu biliyoruzki münafıklar tüm müslü-
manlar gibi toplumun fertleri olarak sayılmaya de
vam ettiler. Yine biz nifak'ın küfre baskın çıktığını ve
münafığın cehennemin en aşağı derecesini hak ettiği
ni biliyoruz.
Cahiliyyet zannı, sahiplerini küfür sahasına itme
di. Hiç kimse de bu zan sebebiyle onlan küfür ile yar
gılamadı.
CAHİÜYEJ İDARESİ
122
şunlar:
içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde
Tevrat-ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermişpeygamber
ler, onunlayahudilere hükmederlerdi. Allah'ın kitabım ko
rumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim ol
muş zahidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi) Hepsi
ona (hak olduğuna) şahidlerdi. (Eyyahudiler ve hâkimler!)
İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir
bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hü
kümler) ile hükmetmezse işte onlar kefirlerin ta kendileri
dir" (Maide:44)
2- Yukandaki ayeti takib eden ayette şöyle:"...Kim
Allah 'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar za
limlerin ta kendileridir". (Maide:45)
3- Yine bu da Maide sutesinde:"İncil.sahipleri, Onun
içinde Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar/asıklardır."
(Maide:47)
Akla ilk gelen şey şudur: Yüce Allah-Tevrat sonra
İncil ve Kur'an’ın kendi dönemlerinde gereğiyle hük
metmeyi isteyerek bu semavi kitaplardan bahsetti.
Ben önce müfessirlerin görüşlerini sunmaya çalı
şacağım, sonra da Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen
kişi hakkındaki hükümden ve onun küfürle olan ala
kasından söz edeceğim.
TABERİ'NİN GÖRÛ$Ü
123
Allah'ın koyduğu yorin dışında bir yere koyan kişiler
den olur." (28) Bu surenin 47. ayetinden bahsederken
Taberi şöyle diyor;"... Allah Teala Peygamberlerinden
birine bir kitabı ancak halkı onunla amel etsin diye in
dirmiştir. İncil de böyledir. Çünkü İncil de Allah'ın
kendi peygamberlerine indirdiği kitaplardan biridir.
İsâ (a.s)ya indirdiğiyle amel etmek için gönderilmiş
tir. İsa da, kitabın indirildiği halkına onunla amel et
melerini emretmişti..."(29)
Yine yukarıda geçen 44. ayet-i kerime ile ilgili ola
rak, Taberi şöyle diyor:"... Allah'ın kitabında indirdiği
ve kullan arasında onu hakem olarak koyduğu hük
münü saklayıp gizleyen ve onun dışında bir hükümle
hükmeden kişinin durumu, yahudilerin evli olup zina
edenler hakkında recim cezasını gizleyip onlara yüz
lerini karartmakla ve ellerini dizlerine koyup yere
doğru eğilmekle ceza vermeleri gibidir. "Onlar kafir
lerin ta kendileridir"ın anlamı şöyledir: Allah'ın kita
bında indirdiği hükmü ile hükmetmeyip; ama o hük
mü bozup başkasıyla değiştirenler ve Allah’ın kita
bında indirdiği hükmü gizleyenler, işte onlar kafirdir
ler. Yine onlar; Açıklamaları ve göstermeleri gereken
hakikati örtüp insanlardan sakladılar ve onlara başka
sını açıklayıp onunla haram kazanç sağlamak için hü
küm verdiler..."(30)
Taberi burada "küfr"ü lügat manasıyla yani ört
mekle tefsir etmiştir.Taberi bundan sonra da "küfür"
hakkında tefsircilerin ihtilaflarından bahseder ve "ka
fir" sözünün özel olarak yahudileri mi yoksa aynı şe
kilde müslümanlan ve hıristiyanlan da mı kasdettiği
üzerinde durur.
124
Taberi bununla yahudilerin kasdeciildiği görüşü
ne sahiptir. (31) Sonra bazı tefsircilerin şöyle dediğini
zikretti. "Kafirler"le müslünıanlar, "zalimler"le yahu-
diler ve "fasıklarla hıristiyanlar kasdedilmiştir. (32)
Yine Taberi, ayette geçen "kü fr' ün dinden çıkaran kü
für olmadığını zikretti ve şöyle dedi;"...Tavusün "Al
lah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kafirlerin ta ken
dileridir." ayetinde geçen küftün dinden çıkaran bir
küfür olmadığını söylediği rivayet edilıniştir."(33)
Yine Taberi, Tavus'un şöyledediğini nakleden Bir
adam İbn-i Abbas'a: ''Allah'ın indirdiği ile luikınetmcycn-
ler..." ayetinde belirtildiği gibi böyle yapan kişi kafir
olur mu, dedi. îbn-i Abbas'da: Eğer bunu yaparsa, o
bu yaptığı ile küfre girmiştir. Yalnız o kişi Allah'ı, ahi-
ret gününü, şunu, şunu... inkar eden kişi gibi değildir,
dedi (34)
Kurtabi'de Âtâ'dan şöyle dediğini nakletmiş-
tir: "Bu küfrün altında bir küfür, zulmünaltında birzu-
lüm, fışkın altında bir fısktır.”(35)
Taberi'nin zikrettiği üçüncü görüşe gelince; o da
şöyledir; Buayet ehli kitap hakkında inmiştir ve onun
la insanların tümü yani müslümanı da kafiri de kasde
dilmiştir. (36)
Daha sonra Taberi ayetler arasındaki ayrımı şöyle
anlatır: "İnkar ederek Allah'ın indirdiği ile hükmet
meyen kişi kafirdir. Ama fısk ve zulüm vasfı, hükmü
kabul edip fakat uygulamıyan kişiye aittir. (37) Taberi
İbn-i Abbas'ın şu sözünü naklediyor: "Allah'ın indir
diğini inkar eden kişi küfre girmiştir. Ama onu kabul
31. A.R.C. lO/.IS.'î
.32. A.g.c. 1Ü/3.33
.33. A.g.e. 10/355
34. A.g.c. 10/3.5f>
.35. A.g.c. 10/.3,5ft
36. A.g.c. 10/357
37. A.g.c. 10/357
125
edip, hükmetmeyen zalimdir, fasıktır."(38)
Taberi on sayfadan fazla süren bu yorumlarını
şöyle noktalıyor "Bana göre bu sözlerin en doğrusu
şöyle diyen kişinin sözüdür: Bu ayetler Ehl-i kitabın
kâfirleri hakkında indi. Çünkü ayetlerin mâkabli ve
mâbadindeki ayetler onlar hakkında inmiştir ve onlar
kasdedilmiştir. Bu ayetler onlann haberlerini anlat
maktadır. Ayetlerin onlardan bahsetmesi daha doğ
rudur. Eğer biri çıkar da: Cenab-ı Hak, bununla Al
lah'ın indirdiği ile hükmetmeyen herkesi anlatmakla
umumileştirdi. Sen onu nasıl hususileştirdin? diye so
rarsa, ona şöyle denilir: Allah, kitabında indirdiği hü
kümleri inkar eden kavimi haber vermekle umumi
leştirdi. Onlann, kafirlerin hükmü terkettikleri tarzda
terkettiklerini haber verdi. Allah'ın indirdiğini inkar
ederek hükmetmeyen herkes hakkındaki söz de böy-
ledir. O, îbn-i Abbas'ın dediği gibi Allah'ı inkar etmiş
tir. Çünkü O, Allah'ın kitabında indirdiğini bildikten
sonra onun hükmünü inkar etmek suretiyle, peygam
berin peygamber olduğunu bildikten sonra onun pey
gamberliğini inkar eden kişi gibi olmuştur. (39)
Taberi'nin sahib olduğu görüş, gönlü rahatlatan
bir görüştür. Ayetlerin siyakı, onlann ehl-i kitap hak
kında olduğunu gösteriyor. Nüzul sebepleri hakkın
da zikredilenlerdeböyl^ir. Fakat, AllahTealanın bu
nu Ehl-i Kitaba razı olmadığını sonra müslümanlara
razı olduğunu kabul etmek rhakul olmaz. Çünkü Ce-
nab-ı Allah şeriatını ancak itaat edilip uygulansın diye
indirdi. Onu kim terkederse, Allah'a karşı cüretkar
davranmış olur. Allah'ın şeriatını inkar ederek terk
edenle, kabul edip hıkat bazı sebeplerden ötürü uygu-
lamıyan kişinin eşit olması aklen kabul edilmez.
İnkar eden kafîrdir. Kabul eden ya zalim veya fa-
3fl. A.g.c. 10/357
39. A.g.e 10/358
126
sıktır. Fahri Razi ayette iki vecih bulunduğunu zikret
ti:
Birincisi:
Mukatil dedi ki. Yüce Allah Hz. Muhammed'i
Peygamber olarak göndermeden önce Beni Kureyza
ile Benî Nadir arasında kah davası vardı. Hz. Muham-
med (SAV) peygamber olarak gönderilince, onun hu
zurunda muhakemeleştiler. Beni Kureyza: "Beni Na
dir bizim kardeşlerimizdir. Babamız bir, dinimiz bir,
kitabımız birdir. Beni Nadir bizden birini öldürürse
bize bir vasak(yaklaşık200kg.)hurma verirlerdi. Eğer
biz onlardan birini öldürürsek, bizden yüz kırk vaşak
hurma alırlardı. Yaralarımızın diyeti onlarınkinin ya
rısı kadardı. Sen bizimle onların arasında hüküm ver."
dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamberde: "Ben-i Ku
reyza oğullarından birinin kanını. Nadir oğullanndan
birinin kanına denk olarak hüküm veririm. Nadir
oğullarından birinin kanı ile Kureyza oğullanndan bi
rinin kanı da aynı şekildedir. Bu iki kabileden hiç biri
nin diğerine ne kanda, ne diyette ve ne de yaralamada
bir üstünlüğü vardır." buyurdu. Bu söze sinirlenen
Kureyzalılar: Biz senin hükmüne razı olmayız. Çünkü
sen bize düşmansın, dediler. Bunun üzerine Yüce
Mevlâ '"Onlar cahiliyyet idaresini mi arzuluyorlar'/" aye
tini indirdi. "Cahiliyyetİdaresi" sözü evvelki idareleri"
anlamına gelir.
Denildi ki: Onlar, zayıflardan birine bir hüküm
gerekince onu hemen uygularlar, güçlülerden birine
gerekince, cezayı uygulamazlardı. Yüce Allah bu aye
ti kerime ile onları diğerlerine karşı korudu.
İkincisi:
Bu ayeti kerime ile kasdedilen mana, yahudileri
kitap ve ilim ehli olmaları sebebiyle cahiliyyet idaresi
ni istemelerinden dolayı ayıplamaktır. Çünkü cahiliy
iz ?
yel saf bilgisizlik ve başıboşluktur. (40)
Kurtubi bu konudaki bütün görüşleri topladı. On
ları burada zikretmek güzel olur. O şöyle dedi: "Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse onlar kafirlerin tâ
kendileridir." Zalimlerin ve fasıklannda ta kendileri
dir. Bunların tümü kâfirler hakkında nazil oldu. Bu,
Müslim'in Sahih'inde Berra'dan rivayet edilen Hadis
le de sabittir. Bu hadis daha önce geçti. Müslüman'a
gelince o, büyük günah işlese de kafir olmaz. Bu sözde
şu mânâ gizlenmiştir: Yani Kur'an'ı reddederek ve Re-
sülullah'ın sözünü inkar ederek". Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyen kişi, kafirdir. İbn-i Abbas ve Müca-
hid'debu sözü söylemiştir. Buna göre ayet umumidir.
İbn-i Abbas ve Hasanü'l-Basri; Bu ayet, müslümanlar-
dan olsun, yahudilerden olsun, veya kafirlerden ol
sun Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen herkes hak
kında umumidir. Yani onu helal kılarak ve ona inana
rak yapan böyledir. Haram kılınmış birşeyi işlediğine
inanarak bunu yapan kimseye gelince; O, müslüman-
lann (asıklarından olur. Onun işi Allah'a kalmıştır.
Eğer dilerse azab eder, dilerse bağışlar.
İbn-i Abbas bir rivayette şöyle dedi: "Allah'ın in
dirdiği ile hükmetmeyen kişi kafirlerin fiillerine ben
zeyen bir fiili işlemiştir. Yani Allah'ın indirdiklerinin
tümüyle hükmetmiyen kişi kafirdir, denildi. Tevhid
ile hükmedip, şeriatın bazı hükümleri ile hükmetme
yen kişiye gelince o, bu ayetin kapsamına girmez .
Şa’bi'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: O ayet
özel olarak yahudiler hakkındadır. En-Nehhas ta aynı
görüşü tercih etmiş ve şöyle demiştir: Buna üç şey de
lalet eder: Onlardan biri şu: Yahudiler bundan önce
44. ayette geçen: "Yahudilere..." ifadesinde açıkça zik
redilmişler. Ordaki zamir yahudilere işaret eder. Bir
40. Fahri Razı. Tcfsir-i Kebir 12/15
128
diğeri de; Sözün gelişi buna delalet eder. Bu ayeti izle
yen ayet-i kerimede: "Biz onların üzerine yazdık..."
ifadesi görülmektedir. Yine buradaki "onlar" zamiri
de icma ile yahudilere aittir. Bir başka delalet te şu:
Recmi ve kısası inkar eden yahudilerdir. Eğer biri çı
kar da, ayette geçen "Men" edatı, mücazat için olduğu
vakit, tahsisine dair delil bulunması hariç, umum ifa
de eder, derse, ona cevaben denilir ki: Buradaki "Men"
edatı zikrettiğimizdelillerlebirlikte"ellezi" manasına
dır. O zaman cümlenin anlamı şöyle olur: "Allah'ın in
dirdiği ile hükmetmeyen yahudiler, kafirlerin ta ken
dileridir." Bu konuda ileri sürülenlerin en güzeli bu
görüştür. Hz.Huzeyfe'den : "Bu ayetler İsrail oğullan
hakkında mı? diye sorulduğu rivayet edilir. O da ce-
vabında;"Evet, onlar hakkındadır. Sizler adım adım
onlann yolunu izlersiniz" dedi. Yine "kafirler" sözü
nün müslümanlara, "zalimler"in yahudilere, "teıkla-
nn da hıristiyanlara ait olduğu söylenmiştir. Bu da
Ebu Bekir İbnu'l Arabi'nin tercihidir. O şöyle dedi:
"Çünkü âyetlerin zahiri öyledir." İbn-i Abbas, Cabir
bin Zeyd, İbn-i Ebi Zaide, İbn-iŞübrime veŞa'bî'ninde
tercihi odu r. T a vus ve başkalan: O, dinden çıkaran bir
küfür değildir; ama küfrün altında bir küfürdür" de
mişlerdir.
Bu konu, ihtilaflıdır. Eğer kişi kendi uydurduğu
hükmü, o Allah katindadır diye onunla hükmetmeye
kalkışırsa, bu bir değiştirme olur ki küfrü gerektirir.
Yok eğer kendi arzusuna boyun eğerek ve bir isyan
olarak onunla hükmederse bu bağışlanabilir bir gü
nahtır. Ehl-i sünnet prensibine göre günahkarlara ait
bağışlanma çerçevesine dahildir.
Kuşeyri şöyle demiştir: Haricilerin görüşüne göre
bir kişi rüşvet alır ve Allah'ın indirdiğinin dışında bir
hükümle hükmederse, o kafirdir. Bu görüş. Haşan ve
129
Süddiye de izafe edilmiştir. Haşan dedi ki; Yüce Allah
hakimlerden (idarecilerden) üç şeye uymalarını iste
di: a- Arzu ve heveslerine uymamalarını b- İnsanlar
dan değil de kendinden korkmalannı, c- Allah'ın ayet
lerini ucuz fiata satmamalannı..." (41)
Burada îbn-i Kesir'in yaptığı araştırmaya da işaret
etmek güzel olur. Çünkü o tefsirinde bu mesele hak
kında söylenenlerin tümünü topladı. Daha fazla bilgi
edinmek isteyen ona baksın.
Bu meselede Şeyhu'l-İslam îbn-i Teymiyyeye'nin
de kayda ve dikkate değer bir görüşü var. O şöyle di
yor;"...Küfür ülkesinde kendisine Hz. Muhammed
(SAV)in daveti ulaşan kişi de böyledir. Hz.Peygambe-
rin, Allah'ın elçisi olduğunu bilip öylece iman eden ve
gücü yettiğince-Necaşi'nin ve başkalarının yaptığı gi-
bi-Allah'tan sakınan, Darü'l-İslam’a hicret imkanı ol
mayan; hicret etmesi engellendiği ve dinini açıklama
sı yasaklandığı için ve kendisine İslam şeriatının bü
tün hükümlerini öğreten biri bulunmadığı için isla-
mın tüm isteklerini yerine getiremeyen bu kişi cennet
ehlinden bir mü'mindir. Rr'avun'un karısı da
mü'mindi. Nitekim Yusuf Aleyhisselam Mısır halkıy
la beraber yaşıyordu. Halbuki onlar kalır idiler. Ve
Yusuf Aleyhisselamda İslamdininden bildiği her şeyi
onlann arasında yapma imkanına sahip değildi. O
Mısır halkını tevhide çağırdı, ama onlar kabul etmedi
ler. Cenab-ı Hak Fira'vun hanedanının mü'minleri
hakkında şöyle buyurdu;" Andolsun ki (Musa'dan)
önce Yusuf da size açık bürhanlar getirmiştir. O vakit
de onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip,
durmuştunuz. Hatta o vefat edince de "Allah ondan
sonra peygamber göndermez" dediniz. İşte Allah o
aşın giden şüphecileri böyle şaşırtır." (42)
41. Kurtut^ d-Cami 6)190
42. Mis'min Suresi: M
130
Necaşi de böyledir. O her ne kadar Hırisliyanlann
kralı idiyse de, kavmi İslam'a girme konusunda ona
itaat etmedi. Ancak onunla birlikte bir grup girdi.
Öldüğü vakit bunun için orada cenaze namazını kıla
cak hiç kimse yoktu. Bunun üzerine Hz. Resulullah
ona cenaze namazı kıldı. Mü minlerle birlikte musal
laya çıktı ve onlara saf tutturdu. Onun üzerine gıya
ben cenaze namazı kıldı. Sahabe-i Kiram’a onun öldü
ğünü haber verip şöyle buyurdu:"Habeşistan halkın
dan salih bir kardeşiniz vefat etti." (43)0 İslam şeriatı
nın bir çok hükümlerini, gücü yetmediği için yapama
dı. Ne hicret elli, necihad elti ve ne de hac yaptı. Hatta
onun beş vakit namazı kılmadığı, Ramazan orucunu
tutmadığı ve farz olan zekatı vermediği rivayet edil
miştir. Çünkü bunlar kavminin yanında yapılacaktı
ve onlar da onu reddedeceklerdi. Halbuki onun mu
halefet etme imkanı yoktu. Biz kesin olarak biliyoruz
ki, Necaşi'nin halkının arasında Kuranın hükmü ile
hükmetmesine imkan yoktu. Yüce Allah elçisine me-
dine'de, ehl-i kitap kendisine geldiklerinde yalnızca
Allah'ın indirdiği ile hükmetmesini farz kılmıştı ve
Allah'ın kendisine indirdiği şeylerin bir kısmında onu
fitneye düşürmeye çalışacakları konusunda uyarmış
tı.. Necaşi'nin
K u r 'a n 'ın h ü k m ü ilc h ü k m c im c s in c im k a n ıy o k lu .
Ç ü n k ü k a v m i b u k o n u d a o n a iia a t ç im iy o rd u .
M ü s lü m a n la r l a . T a ia r la r a r a .s ın d a b irç o k k işi h a k im v e
ya im a m o l a r a k g ö r e v ü s tle n d i. G ö re v a la n k iş ile rin iç in d e
a d a le tle iş y a p m a a r z u l a n v a rd ı. O n la r la a m c I e tm e k is tiy o r
du. F a k a t b u n a i m k a n b u la m ıy o rd u . A k s in e o r a d a b u n u e n
g e lle y e n k i ş i l e r d e v a r d ı. H a lb u k i A lla h h e r ş a h s a , a n c a k g ü
cü y e ttiğ i k a d a r s o r u m l u lu k y ü k le r.
43. İbn'i lU tcr d-Askalanı l'clhul »aCn 7/lVl lladiı No: 3877, 3S78.3H79.
3SK0, sübülüs-sclam: 2/101
131
Ö m e r b in A b d ü la /i/. iş le ri a d a le tle y a p tığ ı iç in d ü ş
m an lık k a /a n d ı v e c / i y e t e u ğ ra d ı. H a tta o n u n b u y a p tık la -
n n d a n d o la y ı z e h irle n d iğ i s ö y le n ir . N c c a ş i v e e m s a lle r i
h e r n e k a d a r g ü ç le ri y e tm e d iğ i iç in İsla m ş e r ia tın a u y m a
m ış o ls a la r d a . h a tta im k a n b u la m a d ık ta n iç in K u r 'a n 'ın
a h k am ı ile h ü k m e tm e m iş o l s a la r d a o n l a r c e n n e tte m u tlu
o la c a k la rd ır. .
B u n d a n ö tü rü C e n a b -ı H a k , o n l a n e h l- i k i ta p k ıld ı v e
şö y le b u y u rd u ;" K ita b e h lin d e n A lla h 'a , .size i n d ir ile n e v e
k e n d ile rin e in d irilm iş o la n a - A lla h 'a h u ş u d u y a r a k - in a n ıp ,
A lla h 'ın a y e tle rin i a z b ir d e ğ e r e d e g iş h ıc y e n l c r v a r -
d ır..."(A I-i Irn ran :! W ) B u a y e t-i k e r im e ile ilg ili o l a r a k s e
lekten b a /ı l a n , o n u n N e c a şi h a k k ın d a n a z il o l d u ğ u n u s ö y
led iler... O im an e tm iş ti. Takat h ic r e t e tm e y e , im a n ın ı a ç ık
lam ay a v e şe ria tın e m irle rin i y e rin e g e tir m e y e im k a n b u la
m am ıştı.
G ü c ü y ettiğ i k a d a r im a n ın ın g e re ğ in i y a p tığ ı iç in o n u m ü
m in o larak is im le n d in li...(4 4 )
ÂLÛSrNİNCÖRÜŞÜ:
132
h iliy y c i h ü k m ü n ü is le m e k ç o k ç ir k in v e p e k h a y r e t v e r ie i-
d ir.
C a h i l iy c i ile k a s te d ile n çıey n e ls e u y m a k v e a h k a m d a
m ü n a l i k ç a d a v r a n m a k o la n c a h iliy e ı d in id ir v e y a c a h iliy c i
h a lk ıd ır . O n l a n n is le d ik le r i h ü k ü m , k a tle d ile n le r a r a s ın d a
a d a le tle d a v r a n m a y ı p l'arklı d a v r a n m a k tı. D e n ild i k i, ,so/.
m u /.a lin h a r lı ü z e r in e k u r u lm u ş tu r . Y a n i c a h iliy y c ı h a lk ı
d e m e k lir . H ü k ü m le r i d e y u k a n d a /.ik re d ile n h u s u s tu r. R i
v a y e t e d i l m i ş t i r ki N a d ir o ju l l a n ile K u r a y /a O ğ u lla n
a r a s ın d a iş le n m iş h ir c in a y e t d a v a s ın d a R e s u lu lla h ın h a
k e m liğ in e b a ş v u r m u ş la r d ır . B a /.ıla n R e s u lu lla h d a n ca h i-
liy y e d iin e m in d e k i u y g u la m a ile h ü k m e tm e s in i is te m işti.
B u n u n ü / e r i n e H / . P e y g a m b e r (S A V ) : "Katlin kargılığı
kana kandır." b u y u r d u . B u se l'e r N a d i m ğ u l l a r ı B i z b u n a
ra zı d e ğ i l i z " d e d ile r . ( 4 5 )
Y u k a r d a s ö y le n e n le r e e k o la r a k İ.sm ail b in İb ra h im c l-
H a tip e l- H a s a ııi e l - l î s 'a d i e l - i - / h c r i e s - S e l c r i a d ın d a b ir E z
b e r ş e y h in in k i t a b ı n d a s ö y lc le n e n le r d e n b a / ı l a n n ı a lm a k
is liy o r u m . K ita b ın ın a d ı " T a h s ir - i e h li’l-im a n a n ıl'-H ü k m i
b i-g a y r i m a E n z e l e r R a h m a n " G ü z e l b ir k ita p ç ık . E z h e r
ş e y h i b u k it a b ı n d a m ü le s s ir lc r d e n e h li- T a h k ik 'in s ö z le rin i
n a k le tm iş tir . S ö z l e r d e n b iri h e r k a v m in " la g u l" u A lla h v e
R e s u lü 'n ü n d ı ş ın d a , ö n ü n d e m u h a k e m e o ld u k la n v e A lla
hı b ır a k ıp k e n d i s i n e ta p n k l a n v e y a A lla h k a tın d a b ir b e lg e
o lm a d a n k e n d i s i n e u y d u k l a n y a d a ita a ti y a ln ız c a A lla h a
ait o ld u ğ u n u b ilm e d ik le r i k o n u d a k e n d i.s in e ita a t e ttik le ri
k iş id ir ( 4 6 )
"Ey iman edenler! Seslerinizi pcyıtamherin sesinden
fazla yükseltmeyin..." iHücurai: 2) a y e tin e y a p tığ ı y o ru m
d a ş ö y le d iy o r ; " K e n d i s e s le rin i p e y g a b e r in s e s in d e n la z la
y ü k s e ltm e le r in in a m e lle r in in b o şa çık m a .sın a s e b e p o ld u
ğ u n a g ö r e , g ö r ü ş le r in i a k ıl l a n n ı z e v k le rin i s iy a s e tle rin i.
153
m a rirc tlc rin i, k a n u n la n n ı v c d u r u m l a n n ı R c s ü l u ll a h ın g c -
lin iiğ i ş e y le re ta k tim c lm c lc ri v e ü s iü n lu u ıı a la n n a s ıl
olur'.' A m e lle rin b o şa y ık m a sın a bu d a h a ö n c e lik li b i r s e
b e p d e ğ il m i? E v e t ö y le{ 4 7 )
İsm a il e l-E /.h e ri k ita b ın ı ş u sö /.ü y lc n o k ta lıy o r . A lla
h ın in d ird iğ i ile h ü k m e d e n h e rk e s a d e le tli h ü k m e t m iş o lu r .
O n u n d ış ın d a k iy lc h ü k m e d e n z u lü m iş le m iş o lu r . A lla h ın
k e n d i p e y g a m b e rin e in d ird iğ i ile h ü k m e tm e n in l a r / i y c t i n e
in a n m a y a n v e k e n d i g ö rü ş ü y le in .san lar a r a s ı n d a h ü k m e t
m ey i h elal g ö re n k işi k a h r o l u r . V e lh a s ıl, h e r k e s e a d c lc tlc
h ü k m e tm e k h e r z a m a n v e m e k a n d a , h e r k e s iç in m u tla k v a
c ip tir. A lla h 'ın H z. M u h a m m e d 'e in d ird iğ i ile h ü k m e tm e k
a d a le tin e n m ü k e m m e li v e e n g ü z e lid ir. Y in e A lla h 'ın in
d ird iğ i ile p e y g a m b e rin v e o n u iz le y e n le rin ü /a :rin e v a c i p
tir. A lla h 'ın v e R a sü lü n ü n h ü k m ü n e s a r ılm a y a n k a lir d ir .
H em k e n d is in e h e m d e b a ş k a la n n a z u lm e tm iş tir . ...(4 H )
SEYYİD KUTUP'UN
CAHİUYYE İDARESİ İL E İL Ü İU G Ö RÜ ŞLERİ
134
la n n lü m ü A lla h 'ın ş c r ia iın a d ö n m e d iğ i s ü r e c e a r/.u
o l m a k ı a n ö te y e g e g m e /..
B i r l e n , b ir to p lu m a k a n u n k o y d u ğ u v a k it, o b i r c a h i li -
y e ltir . Ç ü n k ü o n u n a r/.u s u k a n u n o lm u jitu r. V e y a g ö rü ç ü
k a n u n d u r . F a rk s a d e c e ira d e le rd e d ir .
B ir s in i l'd ig e r .s in i l l a r i ç i n k a n u n k o y u y o r, o v a k it o d a
c a h iiiy c ttir . Ç ü n k ü b u s tn ılin ç ık a r la n k a n u n o lu r v e y a
p a r lc m e n i e r ç o ğ u n l u ğ u n g ö r ü jü k a n u n d u r. Y in e , l'ark y a l
n ız c a i b a r e le r d e d ir ... F e n lc r in , to p lu m la n n , m ille tle rin v e
n e s ille r in y a r a tıc ıs ı d a k a n u n k o y u y o r. İşte o A lla h 'ın ş e r i
a tıd ır. O ş e r ia t ta b ir f e rd in d iğ e r fe rd in a le y h in e h ü k m e t
m e s i y o k tu r . N e f e rd in n e to p lu m u n n e b ir k u ş a ğ ın n e d e
d e v le tin b ö y le b i r y e tk is i y o k tu r. Ç ü n k ü A lla h h e rk e sin
r a b b id ir . H e r k e s o n u n y a n ın d a e ş ittir. Ç ü n k ü A lla h h e rk e
s in h a k ik a tin i v e k a m u n u n y a r a n n ı b ilir. İfra t v e te frite y e r
v e r m e d e n , y ü c e A lla h i n a n a n la n n ih tiy a ç la n m v e y a ra rla -
n n ı e n g ü z e l ş e k i l d e g ö z e tir .
S e y y i t K u t u p b i r k a ç s a y f a s o n r a te k r a r c a h iliy y c tte n
s ö z e t m e y e k o y u l u r v e ş ö y le d e r ; " Y ü c e A lla h 'ın n ite le n -
d in d iğ i v e K u r 'a n ı n s ı n ır la n d ır d ığ ı g ib i c a h iliy y c i in s a n ın
i n s a n a h ü k m e t m e s i d i r . Ç ü n k ü o in s a n ın in s a n a k u llu ğ u -
,d u r .... A l l a h 'ın k u l l u ğ u n d a n u z a k la ş m a k tır . O 'n u n u lu h iy -
y e tin i r e d d e t m e k t i r . B u r e d d e u n e y e m u k a b il b a z ı in s a n la -
n n u l u h i y y e t i n i v e A lla h ı b ır a k ıp o n la r a u b u d iy e ti k a b u l
e tm e k tir .
H a k ik a t e n b u a y e t in ış ığ ı a ltın d a , c a h iliy y c i b e lirli b ir
z a m a n d i l i m i n e m a h s u s d e ğ ild ir . F a k a t o , b ir d u r u m , b ir
v a z iy e ttir . B u d u r u m d ü n m e v c u t o ld u ğ u g ib i b u g ü n d e
m e v c u ttu r , y a n n d a m e v c u t o la c a k tır . İş te o v a k it İs la m 'a
k a rş ı o l a r a k o c a h i l i y y c i is m in i a lır.
l a s a n l a r , y a A l l a h 'ın ş e r ia tı ile h ü k m e d e r le r , o n u k a
b u l e d i p k e n d i l e r in i o n a te s lim e d e r l e r v e A lla h 'ın d in in e
g ir e r le r ... V e y a k u l y a p ı s ı b i r s is te m i t a tb ik e d e r le r , o n u k a
b u l e d e r l e r v e c a h i i i y c i b a ta k lığ ın a d ü ş e r le r .. O n l a r k im in
'135
h ü k m ü n ü la ib ik e d iy o rla rs a , o n u n d in in d e d ir le r ... A lla lı'ın
d e ğ il! C a h iliy y c l h ü k m ü n ü n a ra n d ığ ı y e rd e , A lla h 'ın h ü k
m ü a ra n m a z . İla h i şe ria tın ic ık c d ild ig i y e r d e , c a h iliy y c l
p re n s ib i b u lu n u r v e y a şa n a n h a y a ld a e a h iliy y c t h a y a n o lu r,
iş te y o l a y n m ı b u ra sıd ır..
Y a İsla m , y a c a h iliy y c l...Y a im a n , y a k ü f ü r . Y a A l
la h 'ın h ü k m ü , y a c a h iliy y c ıin h ü k m ü ... A lla h 'ın in d ir d i k l e
ri ile h ü k m c im c y c n ic r; k a fird irle r... Z a lim d ir le r ... f a s ık iır -
lar. Y ö n e tile n le rd e n A lla h 'ın h ü k m ü n ü k a b u l e tm e y e n le r ,
m ü 'm in d e ğ ild irle r.
B u m e s e le , m ü s lü m a m n v ic d a n ın d a k e s in v e a ç ık b ir
ş e k ild e y e r e tm e lid ir. K en d i z a m a n ın d a in s a n la , o n u n t a t
b ik i h u su s u n d a ıc rc d d ü lc d ü ş m e m e lid ir. B u h a k ik a tin
m u k tc z a sın a , d o st v e d ü ş m a n h c ik e s e , ic r a c d ilc n b u ta tb i
k a tın n e tic e sin e k a tla n m a lıd ır. B u m e s e le , b ir m ü s lü m a m n
v ic d a n ın d a k e sin lik d c rc c c s in e u la ş m a z s a , o i n s a n ın d ü z e
ni b o z u lu r, n iz a m ı k a n ş ır . V ic d a n ın d a h a k v e b a u lı a rtık
a y ırd c d c m e z , d o g m y o ld a tek a d ım b ile a la m a z ...( 4 9 )
S e y y id K u lu b "onlar cahiUyyet idaresini mi arıyor
lar... " a y e tin e y a p u g ı y o ru m d a şö y le d iy o r :" İ ş tc b u m e s e le
b ü tü n d in le rd e b ö y lc c e b e lirtiliy o r. G e re k id a re e d e n l e r , v e
g erek id are e d ile n le rin im a n v e İs la m 'a g ir e b i l m e le r i n in
şa rt v e s ın ın ta y in e d iliy o r. B u n u n şa rtı: İ d a r e c ile r in , A l
lah 'ın in d ird ik le riy le h ü k m e tm e le ri, id a re e d ile n le r in d e b u
h ü k m ü k ab u l e tm e le ri v e d iğ e r k a n u n v e h ü k ü m le r e ilt i f a t
e tm e m e le rid ir...
M c.sclcyi b u ş e k ild e v a z 'c ım e k ç o k ö n e m l i d ir . K e z a
b u d e re c e ş id d e t g ö s te rm e k d e ö n e m li s e b e p le r e is iin a d
e d e r. A c a b a b u s e b e p le r n e le rd ir'.' B iz g e r e k b u s û r e d e g e
re k d iğ e r b ü tü n K u rian a y e tle rin d e b u n o k t a y a t e m a s e t m e
y e Ç3İışıyoruz„ V e b u h u s u s u n a ç ık v e n e t b i r ş c k i l d c b e li r
d iğ in e ş a h it o lu y o r u z . B u m e s e le d e k a r ş ım ız a ç ı k a n m ü
h im n o k la la n n ilk i, A lla h 'ın u lû h iy c tin in , r u b u b i y y e t i n in ,
136
b e ş e r iy e te o rta k s ız , h a k im iy e tin in i k r a n v e y a r e d d id i r ...
İşte b u n o k t a d a n , k ü C ü rv e y a im a n , c a h iliy y c lv c y a is la m iy -
y e t m e s e le s i o r t a y a ç ık ıy o r ...
İ k in c i m ü h im n o k ta ; ila h i n iz a m ın d i ğ e r b ü tü n b e ş e ri
n iz a m la r a o l a n m u tla k ü s tü n lü ğ ü d ü r . B u ü s tü n lü k b a h s i-
m iz in s o n a y e t in d e ş ö y le d ile g e tiriliy o r: " Y a k in e n b ile n
b i r m i ll c t iç in A lla h 'ta n d a h a iy i h ü k ü m v e r e n k im v a rd ır."
S o s y a l h a l v e t a v ı r l a n n b ü tü n ü h a k k ın d a ila h i ş e r ia tın ü s
tü n lü ğ ü n ü n m u t la k itir a li d a , a y n ı ş e k ild e im a n v e k ü fü r
m e .s e le s in c g ir e r . H iç k im s e b c ş e r y a p ıs ı o la n b ir n iz a m ın ,
in s a n c e m iy e tl e r i n in s o s y a l d u ru m v e la v ırla n h a k k ın d a ,
A lla h 'ın n i z a m ı n d a n d a h a ü s tü n v e y a o n a d e n k o ld u ğ u n u
id d ia e d e m e z ... İ d d ia e d e n le r , s o n ra d a k a lk ıp , m ü s lü m a n
o ld u ğ u n u v e A l l a h 'a im a n e lliğ in i s ö y le rle r... H a k ik a tte n ,
A lla h 'ta n d a h a ç o k in .su n ın h a lin i b ild iğ in i, to p lu m iş le ri
n in te d b i r v e id a rc .s in d c A lla h 'ta n d a h a s a ğ la m b ir y o l tu ttu
ğ u n u id d ia e d e r . V e y a ş u lik ri ile ri s ü r e r : H a y a lın a h v a li v e
ih tiy a ç la n s ü r ü p g itm e k te d ir . H a lb u k i A la h b u n iz a m ı k o
y a r k e n , O , i h t iy a ç v e a h v â l i b ilm iy o rd u , y a h u t ' iliy o rd u d a
, o n a m ü n a s i p b i r niz,am k o y a m a d ı!! B u tü rlü id d ia la rla
im a n v e İ s la m d a v a s ı g e rç e k le ş e m e z ... H a tla d iliy le b u n la -
n s ö y le s e d e ...
A lla h 'ın n i z a m ı ; b e ş e r h a y a lı iç in m ü te k a m il, şü m u l
lü v e m e l o d l u b i r n i z a m d ır . B ü tü n h a l v e şe k ille riy le in sa n
h a y a tın ın h e r c c p h e .s in e a it d e ğ iş ik liğ i, y ö n e lişle ri, n iz a m
ve in tiz a m ı i la h i ö l ç ü l e r l e d ü z e n e s o k a r v e h e r s a h a y a te
m as e d e r . O ; i n s a n v a r lı ğ ı n ın v e b e şe ri ih liy a ç a la n n h a k i
k a ti, i n s a n ın d a i ç i n d e y a ş a d ığ ı ş u k a in a ü n h a k ik a ti, in s a n a
h ü k m e d e n v e im a n v a r lığ ın ın h ü k m e ttiğ i k a n u n la n n k a
ra k te ri i le a lâ k a s ı m u tla k ilm e is tin a d e d e n b i r n iz a m d ır...
b u n d a n d o l a y ı d ı r k i O , h a y a tın h iç b ir m e s e le s in i ih m a l e t
m ez . İ n s a n u n s u r u n u n tü ll e r i a ra s ın d a y ık ıc ı b i r ç a u ş m a y a
s e b e p o l m a d ı ğ ı g i b i, b u u a s a r l a k a in a t k a n u n la n a r a s ın d a
d a b ö y le ç a t ı ş m a y a y o l a ç m a z . O , a n c a k m f lv a z e n c y i,itid a -
137
lî u y g u n lu ğ u , n i / a m v c i n ili/a m ı te m in e d e r . B u , in s a n ın
ü rc lıig i b i r m e to d u n h a lle d e c e ğ i i$ lc r d e ğ ild ir ." B u n d a n
s o n ra Ü sta d . b u ilah i y o lu n m u tla k a d a le te d a y a n d ığ ın d a n
b a h s e d e r v c " E ğ e r A lla h 'ın y o lu m u tla k a d a le ti g e r ç c k lc ş -
ü rm e z s e , b u n u y a p m a y a k im in g ü c ü y e te r ? " d e r ..
D a h a so n ra O , İlah i n i/.a m tn , b ü tü n k a in a t k a n u n la
rıy la u y u m iç in d e o ld u ğ u n u , z ira b u n i / a m ı k o y a n ın , k a i
n a tın d a y a ratıc ısı o ld u ğ u n u v c in s a n ın , b u uçsuz, k a in a tın
u n s u rla n n d a n b iri o ld u ğ u n u s ö y le r...
V c y in e İsla m n iz a m ın ın : in.sanın in .san a k u llu k ta n
k u n u lu p , h ü rriy e tin e k a v u ş tu ğ u v c h c r k c .s in y a ln ız c a A l
lah 'ın k u lu o ld u ğ u b ir n iz a m o ld u ğ u n u i la d c e d e r ......(.50)
M e ıb u m S e y y id K u lu b 'u n sö z le ri ş ö y le s o n b u lu r : " Ü z e r in
d e du rd u ğ u m u z, b a h is le arz.cd ilen a y e tle r in h a lle tm e ğ e ç a
lıştığ ı bu m e s e le , g e rç e k le n a k id e m c .s c lc lc rin in e n b ü y ü
ğü v c e n ö n e m ic sid ir. Ç ü n k ü o . u lu h iy e i v e u b u d iy e t m e s e
lesid ir. İn sa n ın , h ü rriy e tin i e ld e e d iş i, h a tl a y e n id e n d ü y a -
y a g elişi m e s e le s id ir." (5 1 )
B en . d ü ş ü n c e n in lam o la ra k a k ta r ılm a s ı i ç i n a lı n t ıl a n
biraz, u z attım . Z ira Ü stad b u d ü ş ü n c e s in i h e p y ü k s e k s e s le
k o n u şlu . B u fik rin in k a rş ılığ ın ı h a y a tıy la ö d e d i. O A lla h
y o lu n d a h iç k im .seden k o rk m a d ı. B u k işi y ö n e li m in b a ş ın
da o la n y irm in c i y ü z y ılın "E b u C e h il" i v c 1 9 6 7 y e n il g i s i
n in k a h ra m a n ı d a h i o lsa ...
A rlık z ik re d ilm e y e v c k a y d e d ilm e y e m u h ta ç b i r k o n u
k a lıy o r. O d a şu : R a h m e tli S e y y id K u tu b , b u r a d a m u a y y e n
a y e tle rin ışığ ı a ltın d a " c a h iliy y e t" te n b a h s e d iy o r , B u n a
g ö re id a re n in c a h iliy y e ti, ile rid e iz a h e d ile c e ğ i ü z e r e " k a-
d ın la n n a ç ılıp .saçılm a c a h i l i y y e t i " g ib i v e y a " c a h iliy y e t
z a n n ı" g ib i b ir ö rn e k o la m a z .
D iğ e r b i r d u r u m d a " k ü fr" ü n z u lü m v c fış k ı iç e m te s i.
Ç ünkü h e r k a firin z a lim v c fa s ık o ld u ğ u n u s ö y le m e k
138
m ü m k ü n . F a k a t h e r / a l i m i n v e h e r la s ın ın k â l l r o l d u ğ u n u
s ö y le m e k m ü m k ü n d e ğ il.
B u d e r e c e le r in e n y ü k s e j i " k ü lü r " , o r ta s ı '/.u l ü m " c n
a lım d a " lis ık " ıır . A m a b a / c n z u lü m v e lisk s ö z le r i k a f ir le
rin v a s l ı o l a r a k d a k u lla n ılm ı^ ıtır.
M ü s lü m a n o d u n u n u s ö y le y e n b ir y ö n e tic i, s o n r a A l
la h 'ın ş e r ia tın ı r e d d e d e r v e İs la m d ış ı n i/.a m la n n o n d a n d a
h a ü s tü n o ld u ğ u n a v e ta tb ik a ta d a h a u y g u n o ld u ğ u n a in a
n ır s a . o y ö n e tic i k a f ir d ir . N a m a /, k ıls a d a . o ru g tu ts a d a v e
k e n d is in in m ü s lü m a n o ld u ğ u n u s a v u n s a d a b ö y lc d ir.
S ö / k o n u s u y ö n e tic i b u n a in a n m a y ıp , l'ak at isla m i
h ü k ü m le r in b a z ıs ın ı ta tb ik e tm e k te n k a ı^ tn s a o n u "zalim "
o la r a k n i t e l e n d i r m e k m ü m k ü n d ü r.
O y ö n e t i c i , O s m a n lı p a d iş a lıa n n m b a z ıs ın d a o ld u ğ u
g ib i k a b u l e d i p te m e n n i e tm e k le b irlik te İs la m ş e ria tın ı v e
y a ş e r ia t ın b i r k ıs m ın ı u y g u la m a s a , "l'asık " o lu r.
G e r i y e s o n b i r d u r u m k a lıy o r: b ir y ö n e t i c i İ.slam i h ü
k ü m le r i a z a r a z a r ta tb ik cl.se, h iç o n u n h ü k m ü Isla m ı re d d e
d e n v c o n u d o n u k l u k l a , g e r ic ilik le ilh a m e d a n k iş in in h ü k
m ü g ib i o l u r m u ?
A y n ı ş e k i l d e İ s la m ş e r ia tın ın b i r k ıs m ın ı v e y a d a h a
ç o ğ u n u ta tb ik e d e n v c g e c e g ü n d ü /. İs la m Ş e ria tın a u y m a y a
ç a ğ ır a n k iş i , İ s la m 'ı r e d d e d ip y e n i p r e n s ip le r v c a k id e le r
i e a d e d e n k iş i g i b i h i ç o l u r m u ?
LA İK L İK vc ALLAH'IN İN D İR D İĞ İ İLE
HÜKM ETM E
B i / A l l a h 'ın i n d ir d iğ i ile h ü k m e tm e - şu a n d a k i m e s e
le o d u r - k o n u s u n a d e v a m c ı t i g i m i / c g ö r e , d e v le tin la ik o l
m a s ın a i n s a n a v c a y n ı z a m a n d a m ü s lü m a n lıg ı s a v u n a n k i
ş in in h ü k m ü h a k k ı n d a s ö z .s ö y le m e m iz g e r e k ir.
H e m e n ş u n u .s ö y le m e liy im k i, L a ik lik ; İ n g i l i z c e " S e -
c u l a r i / m " k e l i m e s i n i n y a n lış v c g ü v e n ilm e y e n b i r ic rc ü -
139
m csid ir. Ç ü n k ü k e lim e n in ilim le b ir ilg isi y o k tu r. F a k a t
b a /ıla n o n a bu sıra tı e k le m e k iste d ile r. B u r a d a o n u n y e r i
ne "L â d iy n iy y e = d in siz lik " k e lim e s in i te rc ih e d e n l e r d e
v ar. B u v a s ıf, d a h a ç o k A v ru p a 'd a k i s o s y a lis t d e v le t le r iı,'in
d o ğ ru o lu r. Ç ü n k ü o n la r fiilen d in s iz d ir le r . A m a F r a n s a ,
v e y a A lm a n y a y a d a H o lla n d a g ib i b ir d e v le t d i n e d ü ş m a n
o lm u y o r. F a k a t o d e v le tin d in i .s o m m Iu lu k la n d a y o k tu r .
B ila k is ş u n u .söylem ek m ü m k ü n : K ilis e n in b a ğ ım s ız lığ ı
v ar. K ilise d e v le tin işle rin e k a n ş m a d ıg ı g ib i d e v le t te o n u n
iş le rin e k a n ş m a z .
L aik liğ in d a h a iyi a n la ş ılm a s ı iı;in g e liş m e d e v r e s i n
d e n v e ş a ıtla n n d a n kı.saca sö z e tm e k g e r e k ir . L a ik liğ itı.
a .s ır la r b o y u d e h ş e t.s a ç a r a k d e n c tim a ltm a a la r a k v e p a p a l ı - -
ğ a m u tla k e ğ e m e n lik s a ğ lıy a ra k A v r u p a 'y a h â k im o la n
m u h a rre r H iristiy a n h ğ a b ir tep k i o ld u ğ u n u sö y le m e k
m ü m k ü n d ü r. P a p a la r y e ry ü z ü n d e A llah 'ı te m s il e d e r le r .
O n la ra isy an d a ay n ı şe k ild e d ir. N ite k im p a p a lık , p a p a z la -
n n h a ta d a n m asu m o d u k la n n ı ic a d e tti. Kili.se u ğ r a d ığ ı y e
n ilg ilerle b e ra b e r, h â lâ b u sa ç m a m a s u m lu k h u s u s u n d a ıs
ra r e d iy o r. H em d e ö y le s in e b irm a s U m lu k k i h iç b i r k im s e
o n u d o ğ ru b u lm u y o r v e h a lta b i r ç o k p a p a z d a o n a k a r ş ı ç ı
kıyor.
N itek im p a p a k u r a l l a r t a y i n e d i y o r v c o n l a r a e ğ e m e n -
lik le r v e riy o rd u . B irin d e d e ö fk e le n d i m i o n u n y e tk ile r in i
e lin d e n a lıy o r, ta h tın d a n a la ş a ğ ı e d iy o r d u . K ra l D ö r d ü n c ü
H e n ri'n in b a ş ın a g e ld iğ i g ib i... S o n u n d a H e n ri V a t ik a n 'a
g id ip k a p ıs ın d a d iz çö k ere k ^ tö v b e s in i ila n e tm e y e m e c b u r
k ald ı. S o n ra p a p a o n u k a b u l e d ip , b a ğ ış la d ı v e i t i b a n n ı g e
ri v e rd i.
P a p a z la r, y o ld a n g e ç e r ic ık c n , y o l p i s l ik l e r le d o l u d a
o ls a , in s a n la n n k e n d ile rin e s e c d e e tm e le r in i e m r e tt i . B e l
k i ta rih in ta n ıd ığ ı e n b ü y ü k k o m e d i, " b a ğ ış la m a .s e n e tle ri"
o lm u ş tu r. P a p a p a z la rd a n b ir i, h ir is tiy a n la n b e lli b i r m e b
la ğ k a ş ılığ ın d a g e ç m iş v e g e le c e k g ü n a h la n n ı b a g ış la m a -
140
g a h a / ı r o ld u ğ u n u ila n c ııig i v a k il o n la n k e ş fe tti. S e n c td c
ş u n la r y a / ı l ı r ; " F a la n c a P a p a z , fila n o ğ lu Talanın ö lü n c e y e
k a d a r tü m g ü n a h la n n ın b a ğ ış la n d ığ ın a ta n ık lık e d e r. B u
n u n i ç i n . o , k ıy a m e t g ü n ü n d e la n n 'n ın sa ğ ın a o tu ra c a k "
Y a n i b u s e n e d i ta ş ıy a n c e n n e te g irec ek .
B u n d a n d o la y ı h a lk s e n e tle ri sa tın o lm a k iç in k o ş u ş u
y o rd u . B u n u n n e tic e s i o la ra k t a h a lk a rtık k o rk m az o lm u ş
tu. Ç ü n k ü c e n n e ti g a ra n tile m iş ti. E lin d e , d ü n y a d a " g e lir
le r b ü r o s u " n u n e n b ü y ü ğ ü ta ra fın d a n d ü z e n le n m iş ve yür-
y ü / ü n d e A lla h 'ın te m s ilc is i ta ra fın d a n im z a la n m ış b ir se
n e t v a rd ı ki a n ık in s a n h iç k o rk m a d a n v e h iç b ir ş e y c a ld ır
m a d a n li.sku fü c u r işle m e li...
141
n e m d e , b ilg in le rd e n , y a z a rla rd a n , d ü ş ü n ü r le r d e n y a k ı-
la n la n n say ısı .^50 b in e iv a n n a u la ş ıy o rd u . 15. A s ı r g e l i n -
c c, g ö n ü lle r kili.se a d a m la n n a k a rşı ö lls c y lc d o lm u ş tu .
..... A v ru p a 'd a ilini k a ra k te ri ica b i d in e d ü ş m a n o la r a k
g e lişti. B u n u n iğ in d e k ö k ü n ü k a z ım a k v e z a y ı l la lm a k iğ in
o la n c a g a y re tin i s a rre lli...(5 2 )
F a ra n sız İh lila li'n in , K ilis e n in n ü lü z .u n u k ı n p , e li n
d e k i g e n iş y e tileri a la ra k o n u ru h a n i h a y a ta h a p s e tm e s i,
b ü y ü k b ir sa rsın tı m e y d a n a g e lird i.
Y a v aş, y a v a ş k ilis e d e n v e e g e m e n liğ in d e n s ıy r ı lı p
k u rtu lm a h a re k e tle ri b a şla d ı. B azı k r a lla r , e g e m e n l i k le r i n i
h a lk la n m n ira d e s in d e n a ld ık la n n ı. P a p a 'd a n a lm a d ık l a n -
nı a(,'ikı;a ilan e ttile r. S o n ra ik tisa d i b a ğ ım s ız lık d e v r i g e l
di; İn san ken d i m a lıy la d ile d iğ iiş i y a p a r, is te d iğ i k a d a r m a -
- hm a riın r. K ilise bu k o n u d a o n a k a n ş m a z . İşte b iiy le c e y a -
.sam a. d ü z e n le m e v e a h la k b a ğ ım s ız lık k a z a n d ı. H n b ü y ü k
ih tilal b ilg in le r ta ra lin d a n y a p ılm ış o ld u . H a t t a ' d i n " b i
lim le ç elişk i h a lin d e d ir, d iy e c e k k a d a r ile ri g i ttile r . B u n u n
so n u c u o la ra k , b ilim , d in s iz liğ in e ş a n la m ı h a lin e g e ld i.
S o n ra k ilis e n in ilişk ileri ile d e v le tin iliş k ile r i, d e v le t in
ilişk ileri ile k ilis e n in ilişk ile ri s ı n ır la n d ın id ı. K i lis e y a l
n ız c a k u lla n n ru h i m e s e le le riy le ilg ile n e c e k ti. B u n u n d ı
şın d a k a la n la r d e v le tin ih tis a s a la n ın d a k a ld ı. İ ş te b u a y n -
m a , " L a ik lik " a d ı v e rild i. L a ik lik , d ü n y a y a b a lı n ı n ih r a ç
m a lla n n d a n b iri o la ra k y a y ıld ı. B a zı m ü s l ü m a n l a r o n u h e
m e n k a p ıv e rd ile r. O n la r. İs la m 'd a n a k id e v e i b a d e t le r i, a h
la k ta n d a b ir kı.sm ını k a b u l e tm e y o lu n a g ittile r . B u n l a n n
d ış ın d a k a la n a h k a m v e ya.sam a y e tk is in i d e v le t e b ı r a k t ı
lar. B u ra d a a k la b ir.so ru g e liy o r: L a ik liğ e in a n a n v e m ü.s-
lü m a n la n d a o n a ç a ğ ıra n k iş in in h ü k m ü n e d ir'.' B u r a d a H ı
ris tiy a n lık la İslâm a ra s ın d a k i fa rk la ilg ili b t r iz .a h y a p m a k
g e re k ir.
H iristiy a n lık iK rc d e y s e k a n u n k o y m a ile i lg i s i o lm a -
142
yan b ir d in d ir . R o m a d e v le tin in h im a y e s in d e g e lişti v e
yaşad ı. Y a s a m a ile ilg ili h e r şe y in i o n d a n ald ı.
İsla m is e ; a k id e v e şc ria ıiır. H a y atın hiı; b ir y a n ın ı d ü
z e n le m e s i/ v e y a .s a m a s ı/ b ıra k m a d ı. B izim laik liğ i k a b u l
e tm e m iz d e m e k İ s la m d a b u lu n a n y ö n e lim , iı; ve d ış p o liti
ka iş le r iy le ilg ili y a .sa m ay ı; m ali v e liecri m u am c lc le r-
le .e g ilim , ö ğ r e ti m , ik tis a d i v e so sy al m eselele rin tü m ü n ü
te rk e d ip , y a ln ı z e a i b a d e t v e in a n ç la y e tin m ek a n la m ın a g e
lir. H a lb u k i i b a d e t v e a k id e isla m ın y a ln ız c a k ü çük b ir k ıs
m ım te ş k il e d e r
A y n ı z a m a n d a b u , K u r'a n v e S ü n n c ı'in b ü y ü k b ir k ıs
m ını ic r k e tm e y i g e r e k tir ir . B u n u kim yap arsa, Y üce A l
lah'ın s ö z ü n ü n m u h a ta b ı o lu r:" K iia b 'ın b ir k ısm ın a im an
edip d iğ e r in i re d m i e d iy o rs u n '.’ "L aik liğ in d o ğ ru lu ğ u n a
inanan v e o n a d a v e t e d e n b ir m ü slü m a n , A llah 'ın k o y duğu
h ü k ü m le rin b ü y ü k b i r k ıs n n n ı rc d d c lm iş o lu r. B unu re d d e
den k işi, n a m a z, k ıls a d a , o ru ç tu tsa d a ve m ü slü m an o ld u
ğunu id d ia e ls e d e İs la m 'ı in k a r e tm iş o lu r. Ç ün k ü m üslü-
m an ın i s l a m d a n i s l e d iğ in i a lı p isle d iğ in i d e re d d etm e h a k
kı y o k tu r. A k s in e İ s la m 'ı b i r b ü tü n o la ra k k a b u lle n m e si,
A llah 'a v e R c s u Iü ' i k te s lim o lm a s ı v e İslam şe ria tın d a b u
lun an h e r ş e y i k a b u l e tm e s i g e re k tir. H alb u k i laik biri. A l
lah 'ın k o y d u ğ u v e P e y g a m b e rim iz , (S A V )in g e tird iğ i k a -
n u n la n n ç o ğ u n l u ğ u n u r e d d e d e r . D u ru m b u o lu n c a d a .la ik -
lik .h er n e k a d a r b a ş k a lo p lu m la r d a m a k b u l o ls a d a İslam
to p lu m u n d a k a b u l e d ile m e z . B u k o n u d a İb n -i T e y m iy -
ye'n in b i r l e t v a s ı n ı g ö r m ü ş tü m . O , ş ö y le d i y o r : " F itn e ta
m am e n y o k o l u n c a y a v e d in d e A lla h 'a a it o lu n c a y a k a d a r
o n larla s a v a ş ı n .. .. ( 5 3 ) D in in b i r k ısm ı A lla h 'a d iğ e r k ısm ı
da A lla h 'ta n b a ş k a l a n n a a it o ld u ğ u ta k d ird e , d in in tü m ü
A llah 'a a it o l u n c a y a k a d a r o n la rla s a v a ş m a k v a c ip o lu r.
C e n a b - ı H a k y i n e ş ö y le b u y u r m u ş tu r ;" E ğ e r tevhe
edip namazlarını dosdoğru kılar ve zekatı verirlerse.yolla-
53, Bakara Suresi: 193
143
nm açın...” B u a y e tle r d e y ü c e A lla h , k ü f r ü n h e r t ü r lü
sü n d e n le v b e e ttik te n v e n a m a / ı k ı lı p /xrkaiı v e r d ik te n s o n
ra y o lla n n ın a ç ılm a sın ı e m r e tti. G ü ç s a h ip le r in d e n A lla h
v e R e sü lü n ü n ita a ti a ltın a g ir m e k te n k im k a ç ı n ı r s a , A l
la h 'a v e R e sü lü 'n e s a v a ş a ç m ış o lu r . K im d e y e r y ü z ü n d e
A lla h 'ın k ita b ın ın v e R e s u lü n ü n s ü n n e t in i n g a y r is iy le
a m e l a d e ts e , y e ry ü z ü n d e b o z g u n c u lu k ç ık a r m a y a ç a lış m ış
"Allah'a
o lu r. B u n u n iç in s e le f â lim le ri ş u a ş a ğ ıd a k i a y e ti:
ve Resulüne sava^ açanların, yeryüzünde bozgunculuk çı
karmaya çalışanların cezası...." h e m k a f i r l e r h e m d e m ü s-
lü m a n la r h a k k ın d a y o m m la m ış la ıd ır ..." ( S 4 )
L a ik b iri, h e r n e k a d a r i b a d e tle r d e A l l a h 'ı n K ita b 'ı v e
R e su lü n ü n sü n n e ti ile a m e l e ls e d e . b u n u n d ı ş ı n d a k a la n
ş e ı'f h u su .slan ih m a l e d e r v e o n u n y e r in e b e ş e r i k a n u n la n
k o y ar. E g e r o kişi b eşeri k a n u n la n n d a h a d o ğ r u o ld u ğ u n a
inan ın sa k ü fre g irm iş o lu r. Y in e o k iş i, b i r y ö n e t i e i g ib i A l
lah 'ın n iz a m ın ı b ir ta ra fa b ıra k ıp o n u n y e r in e b a ş k a s ın ı
k o y m a h a k k ın ın o ld u ğ u n a in a n ır s a k a l ı r o lu r .
144
B u rç , k e lim e s i, k a r c ıs ın d a o n u ö rte n , b ir e n g e li o lm a y a n
je y d e m c k ıir .
H / . A iş e ( r. a n h a ) y c :" E y m ii'm in lc rin A n n e s i ! K ı n a ,
b o y a , n a z a r b o n c u ğ u v e m u sk a , k ü p e , h a lh a l, a ltın y ü z ü k
ve in c e e lb is e h a k k ın d a n e sö y lc rain iz? diy e so ru ld u . O d a
c e v a b e n : " E y k a d ın l a r to p lu lu ğ u ! S izin h ik a y e n iz b i n e k
k a d ın ın h ik a y c .s id ir. A lla h , si/x: n ikahı helal o lm a y a n k iş i
ye a ç ılıp s a ç ılm a k s ı/.ın , z iy n e ti (süslenm eyi.) helal kıldı.
F a k a t s iz e h a r a m o la r a k b a k m a la rı a y n d ır.
A ta d e d i ki ; " B u e v le r in in için d e d ir. K a d ın la r d ış a n
ç ık ın c a , d ı ş g iy s ile r in i b ıra k m a la n helal o lm az."
B u n a g ö r e " a ç ı l ıp s a ç ılm a k s ız ın " .sözü "e v le rin in d ı
şın a ç ık m a k s ı z ı n " a n la m ın a g e lir. B u n u n ü z e rin e şö y le d e
m ek g e r e k ir : " O n la r e v le r in d e ik e n , ev için d e g iy d ik le ri cl-
b i.selerin in ü z e r in e d ış e lb is e s i gerek m e/., A n cak y a n ın a
y a b a n c ı b i r e r k e ğ in g im ıc d u ru m u b u n d an h ariçtir..
S o n r a d e n ild i ki ;
K a d ın ın k e n d is in i ç ıp la k g ö ste re c e k şe k ild e iki a y n
ince clb i.se g i y m e s i d e " a ç ılıp s a ç ıl m a " d a n sa y ılır. B u k o
n u d a B u h a r i'n i n s a h ih 'in d c E b u H ü rc y rc 'den hir hadis nel-
nd^tir. Ehu Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle huyurdujiunu
söyledi : " Cehennem ehlinden iki sınıf insan vardır ki ben
onları görmedim. Birinci sımfihir takım insanlardır ki el
lerinde sığır kuyrukları gibi kırbaçlar var. onlarla insan
lara vururlar. Diğeri ise; bir kesim kadınlardır ki giyinmiş
oldukları halde çıplaktırlar, höhiirlene böbürlene yüriUer
ve erkeklerin kalbini çelmekve güzelliğim göstermek için
örtülerini açarlar. Onların başları develerin hörgüçleri
gibidir. Onlar cennete de giremezler,onun kokusunu da
alamazlar. Halhuku cennetin kokusu şu kadarUk yoldan
alınır..."
İ b n u 'l A r a b i ş ö y l e d e d i : h a d is o n l a n g iy in m iş o la r a k
v a s ı d a ı t d ın y o r , ç ü n k ü e lb is e le ri ü z c ric rin d e d ir. A n c a k
" ç ıp la k u ıla r " d i y e d e a ç ık lıy o r . Ç ü n k ü e lb is e in c e o lu n c a .
145
o n la n g ö s te riy o r vc g ıi/c llik lc r in i o r ta y a g ı k a n y o r . B u d a
h a ram d ır, (5 6 )
K u rtu b i y in e b u a y e tin (c fs iriy lc ilg ili o la r a k a y e tte
d ö rt m e s e le b u lu n d u ğ u n u k a y d e d iy o r . B i/. o n l a n n İk in c is i
ile b aşlıy o ry /.: B u a y e tin m a n a s ı o n l a n n e v d e o t u ı m a l a n n ı
e m re tm e k te d ir. H e r n e k a d a r h ita p H z . P e y g a m b e r ’i n , h a -
n ım la n n a oksa d a d iğ e r k a d ı n l a r d a m a n a i ı i b a n y lc o n l a r a
d a h ild ir. T ü m k a d ın la ra m a h s u s b i r d e lil g e lm e s e d e , b u
b ö y led ir. Ş e ria t k a d ın la n n e v d e o t u t m a l a n n ı . z a r u r e t h a li
h a riç e v le rin d e n d ış a n g ık m a m a la n n ı c m i e tm c k t c d ir . Y ü -
ce A lla h , P e y g a m b e r h a n ım la n n a e v le r in d e o t u ı m a l a n n ı
e m re tti. B u n u n la o n la n ^ fc rcllen d irc rek , o n la r a h i t a p c i t i v e
o n la ra a ç ılıp .saçılm ayı y a s a k la d ı. B u d a v r a n ı l ı n ilk c a h i-
liy y e t k a d ın la n n ın llili o ld u ğ u n u ila n e tti. Ş ö y le b u y u r d u :
"....İlk cahiliyye ( d e v ri k a d ın la n ) nın aı;ılap..saı^ılarak.
ziynetlerini f>östererekytirüyiqU j^ihiyürümeyin... " Bu ke
limenin hakikati, gizlenen şeyleri daha şıüzel görünsün di
ye açığa vurmaktadır. " Teherrüc" k e lim e s i b o llu k m a n a -
.sın ag e lc n (B e ric e) k e lim e s in d e n a lın m ış tır . A r a p la r . a d a
m ın d işle ri a ralık lı o lu n c u b e r e c e = d e r le r . B u , M ü b c ı r id ’in
g ö rü şü d ü r. A lim le r "ilk c a h iliy y e " .sö z ü n d e i h ti l a f a d ü ş t ü
ler. O n u n H z. İb ra h im 'in d o ğ d u ğ u z a m a n o ld u ğ u n u s ö y l e
d ile r. O v a k it k a d ın in c e d e n b i r g ö m le k g iy e r m i ş v e y o lu n
o n a s ın a d a n y ü rü r, k e n d in i e r k e k le r e s u n a r m ış .H a k e n b in
U y e y n e " ilk c a h i l iy y e " n in H z. A d e m ile H z . N u h a r a s ı n
d a k i d ö n e m o ld u ğ u n u v e b u d ö n e m in 8(X) y ıl s ü r d ü ğ ü n ü
.söyledi. İb n -i A b b a s d a : H z . N u h ile H z . İ d r is a r a s ın d a k i
d ö n e m o ld u ğ u n u s ö y le d i. E l- K c lb i d e : H z . N u h i le H z . İ b
ra h im a ra sın d a k i d ö n e m o ld u ğ u k a n a a tin d e d ir . D e n ild i k i.
k a d ın ik i y a n ı d ik ilm e m iş in c id e n e lb is e g i y in i y o r d u . Y in e
in c e e lb is e g iy in iy o r v e b e d e n in i ö r t m ü y o r d u . B i r g u r u p t a
"İlk c a h iliy y e "n in H z. M u s a ile H z . İ,sa a r a s ı n d a k i d ö n e m
o ld u ğ u n u sö y le d i. E b u 'l- A b b a s el M ü b e n i d d e 'ilk c a h iliy -
146
y c " n in c a h i l le r c a h iliy y c ıi o d u g u n u sö y lü y o r. Y in e 0 {»öyle
d e d i; " C a l ıiliy y e id ö n c m in d e k a d ın la r a ç ığ a v u r ıjln ıa s ıy ir -
k in o la n ş e y le ri o rta y a d ö k ü y o rla rd ı. H a ila k a d ın , k o c a
s ıy la b e r a b e r d o s tu y la o tu ru y o rd u ... M ü c a h id d e K a d ın la r
e r k e k le r in a r a s ın d a y ü rü y o rla rd ı. İşte bu b ir .a ç ılıp s a ç ıl
m a d ır." D e d i. İb n -i A liy y c ; " b a n a g ö lü k a d ın la n n ta k i p ç i
lik le ri y o l c a h iliy y c ı a d e tid ir. K a d ın la ra , b u g id iş a tta n a y -
n l m a l a n e m r e d ild i. O . Isla m d a n ö n c e k a rırlc rin g id iş a tıy
d ı. Ç ü n k ü o n la r d a k ıs k a n ç lık y o k lu . K a d ın la r d a ö rtü sü /,
d o l a ş ıy o r l a r d ı . A y c ı-i k e r im e .b u lu n d u k ta n d u ru n ıa o ra n la
o n l a n n d a h a iy i o lm a la n n ı sa ğ la d ı. B u ra d a d iğ e r b irc a h i-
liy y e n in o l d u ğ u a n la m ı y o k tu r. B ö y lece " c a h iliy y e la d ı, bu
İsla m ö n c e s i d ö n e m e v e rild i. A ra p la r. şa irle r h a k k ın d a " o
c a h i i r 'd i r , d e d ile r . îb n -i A b b a s , B u h a ri'd e şö y c d c d i= B a-
b a m 'ı ”c a h i l iy y c i" h a k k ın d a k o n u şu rk e n d in le d im ...
A r a p l a n n , ç o ğ u n lu k la , g ü ç s ü z v e fa k ir k im s e le r o ld u
ğ u n u r e fa h iç in d e y a ş a m a n ın v e ziy n eti iz h a r etm e n in a n
c a k g e ç m i ş z a m a n la r d a c e re y a n e lliğ in i ileri sürerek buna
itiraz, e d il e b il i r . H e m d e k a s d c d ilc n ş e y in "ilk c a h iliy y c ı"
o ld u ğ u m e y d a n d a d ır . Y in e a y e tle k a sd c d ilc n m a n a kad ın -
l a n n g ü z e l l ik l e r i n i g ö s te re re k k ın ıa ra k ve n a zlan a ra k ö n
c e k i y ü r ü y ü ş l e r in e k a rşı ç ık m a k tır. Ç ü n k ü şerii b ak ım d a n
b u n la r caiz, d e ğ ild ir . B u g ö rü ş b ü tü n g ö rü şle ri k a p sıy o r ve
h e p s in i i ç i n e a lıy o r. K a d ın la r e v le rin d e o iu rm a lıd ırla r,
c ğ c r d ı ş a n ç ık m a m e c b u riy c ıin d c k a lırla rsa , lam b ir tc s c l-
lü r ü z e r e o lm a lıd ır la r ..." (5 ö ) K a d ın ın a ç ılıp , sa ç ılm ası
n is b î b i r m e s e le d ir . B ir to p lu m d a a ç ılıp s a ç ılm a o lara k d e
ğ e r le n d ir i l e n b ir d u r u m d iğ e r b ir lo p lu m d a a y n ı şe k ild e
a ç ılıp s a ç ı l m a o la r a k d e ğ e rle n d irilm e /.. R e fa h se v iy e s in in
d ü ş ü k o l m a s ı , in s a n la n n s a h ip o ld u k ta n im k a n o ra n ın d a
v e k a d ı n l a n n g iy d ik le r i g iy s i tü rle ri ile ziy n cU crin i g ö s te r
m e y e v e a ç ı l ı p s a ç ılm a y a m a n i d e ğ ild ir...
T a b e r i , " c a h iliy y c ı v e z a m a n ı h a k k ın d a k i ç e ş itli g ö -
147
riJ^'Icri s c r d c u ik ic n s o n r a s ö / ü n ü ş ö y l e n o k ı a h y o r ; " B a n a
g ö re b u k o n u d a k i s ö z le r in e n d o ğ r u o la n ı ş ö y l e d e m e k ı i r ;
A lla h T e â la , P e y g a m b e r h a n ı m l a n n ı n , ilk c a h i le y y e i
d ö n e m in d e o ld u ğ u g ib i a k ılıp s a g ı l m a l a n m n y a s a k o l u ş u
n u z ik rc ili. İlk c a h iliy y e lin H z . A d e m ( a s ) ile H /.. İ s a ( a s )
arası o lm a s ı c a iz d ir. O l a k d ir d c m a n a ş ö y l e o l u r : " / .v / ( i m « n -
ce.vi cahUiyyct döneminde olduğu nihi aı^ılıp sat^drnaym....
E ğ e r b iri (Ş ik a rd a ; İ s l a m .d ö n c m i n d e c a h i l i y y c ı v a r m ı k i "
İsla m ö n c e s i ilk c a h iliy y c i" s ö z ü s ö y le n m iş o ls u n ? d i y e s o
ra rs a , c e v a b e n o n a d e n i r k i ; İs la m d ö n e m i n d e c a h i le y y c i
h u y la n v a r d ır .N ile k im Y u n u s b a n a la h d is e l l i .O d a b i/.c -
İb n -i V c h b h a b e r v e r d i d e d i; O d a lb n - i Z e y d ’i n ş u a y c i h a k
k ın d a ş ö y le d e d iğ in i s ö y l e d i İlk cahiliyyet ayılıp sayılma
sı ı>ihi ayılıp sayılmayın...." a y e li, i s la m d a n ö n c e o l a n c a h i-
liy y eli ifa d e ç im e k le d ir ...."
...... H z . P e y g a m b e r ( S A V ) Ş ö y le b u y u r d u : Ü ı; ş e y
v i^ rd ırk i o n u iş le y e n c a h iliy y c i e h lin d e n o l u r . î n .s a n l a r o n -
la n ic rk c im iy o r: N c .s c b lc re s ö v m e k , y ı l d ız l a r d a n y a ğ m u r
y a g d ır m a la n n ı is le m e k , ö lü y e b a g ı n p ç a ğ ı r a r a k a ğ l a
m a k ......."
Bunlar ve benzerleri, cahiliyycilcn kalan şeylerdir.
İşin üıhân. bazılannın insanlar arasında hâlâ günümüze
kadar gelmiş olmalan... Sosyal kurallar bir sonraki nesle
miras olarak geçer, sonra yıllann geçmesiyle değiştirilir ve
sapünlır.
Seyyid Kutuh ve "Ayılıp Saçılma" ile UkiUgörüyleri:
Seyyid Kutup-Allah rdhmclcylcsin-şöyicdiyor;"Ca-
hiliyycUe kadınlar açık saçık gezerdi. Fakat bizim bugün
kü cahiliyyetimizdeki açık saçıklıkla, ilk cahiliyyet devri
açıklığına dair rivayet olunan şekil ve suretlerin, tümü ara
sında bir kıyaslama yapılmış olsa: onlannki basjt veya
hürmete şayan olarak kendini gösterir.
Mücahid derki:" Kadın dışan çıkaferckIer arasında
gezerdi, işte cahiliyyelin açık saçıklıgı budur."
148
K a la d c d e r k i ; " O n la r ın k ın la n , d ik k a ti ç e k e n b i r y ü -
rü y tijflc ri v a r d ı. A lla h lc .c .) b u n u y a sa k la d ı."
M u k a ıil b in H a y y a n d e d i k i : " A y c i-i k e rim e d e g e
ç e n " T c b e r r e c ü " ü n m a n a s ı; k a d ın ı ö rtü y ü b a ş ın a k o y u p ,
o n u b a ğ l a m a d a n b ır a k m a s ı, g e r d a n lık , k ü p e , b o y u n v e b o
ğ a y ım a ç ık b u lu n d u r m a s ı .....İşte o g ü n ü n ic b c ırü c ü " b u -
d u r.
İb n - i K e s ir ic l's irin d e d iy o r k i: " C a h iliy y c i d e v ri k a
d ın ı g ö ğ s ü n ü a ç a r a k , b a /.e n b o g a /ın ı, s a ç la n n ın u c u n u ,
k u la ğ ın d a k i k ü p e le r in i d e a ç ık b u lu n d u ra r a k e r k e k le r a ra
s ın d a g e / .c r d o l a ş ı r d ı . B u n u n ü /,e rin e A lla h , m ü 'm in k a d ın
la r a g iy im k u ş a m h u s u s u n d a ö rtü lü o lm a la n n ı em re ili,"
K u r 'a n - ı K e r im 'in te d a v i e iın c y c ç a lış tığ ı e a h iliy y c t
'd e v r in in a ç ık s a ç ık lık a d e tin in b a / ı ö rn e k le ri işte b u n
la r ..... K u r ia n , K e rim İs la m lo p lu m u n u b u "a ç ık sa ç ık "lı-
ğ ın d o ğ u r a c a ğ ı r e la k c tle r d c n k o ru m a k , c e m iy e ti lim e un-
s u r l a n n d a n v e s a p ı k l ı ğ a s ü rü k liy e n s e b e p le rd e n uzaklaştı-
n p te m i z l e m e k ; b u n l a n n y e r in e i s la m ın e d e b in i .h ik m e ti
n i, ş u u r u n u v e z e v k in i y e rle ş tirm e k isliy o rd u ..." Z evkini"
d iy o r u z . Ç ü n k ü ç ıp la k c e s e d in c a z ib e s in e m eftu n o la n in
s a n ın z e v k i i lk e l v e k a b a b i r z e v k tir . H iç şü p h e siz bu z ev k ,
h a ş m e t v e v a k a r g ü z e l l i ğ i n e , ru h g ü z e lliğ in e , iffel g ü zelli
ğ in e v e d u y g u g ü z e lliğ in e tu tk u n o la n in sa n ın Z evkinden
d a h a d ü ş ü k tü r.
B u ö l ç ü in s a n s e v iy e s in in d e re c e s in i b ilm e d e d a h i isa
b e tli o l a r a k u y g u la n a b ilir . H a şm e t ( a ğ ır b a ş l ı l ı k , h ü rm et
v e s a y g ı h is s i t e l k i n e tm e k ) h a k ik a te n ç o k g ü z e l, y ü c e b ir
h a s le ttir . F a k a t b u ü s tü n g ü z e lliğ i, c a h iliy y e t d ö n e m in in
k a b a z e v k i n e s a h i p k iş ile r id ra k e d e m e z le r... O n la r, ç ıp la k
v ü c u t g ü z e l l iğ i n d e n b aşk a.stn ı b ilm e z le r.
K u ria n a y e t i , ç a h iliy y e lin a ç ık s a ç ık lig m a iş a r e t e d e
re k , a ç ık .sa ç ık Ilg ın c a h iliy y e tte n k a lm a b i r a d c l o ld u ğ u n u ,
o a s n g e r id e b ı r a k m ı ş o l a n , d ü ş ü n c e v e h isle ri o a sırd a k ile -
rin fe v k in d e b u l u n a n i n s a n la n n , b u k ö h n e a d e tin ü s tü n ç tk -
149
m a la n g e re k liğ in i ilh a m e tm e k l e d i r
C a h iliy y e l a k ıp g id e n / a m a n iç in d e , m u a y y e n b i r
d ö n e m d e n ib a re t d e ğ ild ir. C a h iliy y e l , k e n d in e m a h s u s
m u a y y e n b ir h a y a t lclscrc.sinc s a h ip , .sosyal b e lirli b i r h a l
dır. B u h a lin , b u v asi lla n n h a rh a n g i b i r / a m a n v e m e k a n d a
bulunm a.sı m ü m k ü n d ü r. B u ta k d ird e o r a d a c a h i l iy y e ti n
v a rlığ ın a h ü k m o lu n u r.
B u ö lç ü y e v u r d u ğ u m u z d a b u g ü n b i / i m . k o y u b i r c c -
h a lc t, k a b a b ir d u y g u , h a y v a n ı b ir d ü ^ ü n e c iç in d e v e in s a n
lık ta n d ü ş ü k , a lç a k v e a d i b ir d e r e c e d e b u l u n d u ğ u m u z u
g ö rü y o ru z . V e a n lıy o ru z ki, b ö y le s in e b i r y a ş a n tı y a s a h i p
o lan v e A lla h 'ın b e ş e riy e t için k ir lilik te n le m iz le n n ıc P e y -
g a m b e r'in "E h l-İ B e y t" in e - T e m iz lik , n e z a le l . v e n u r a n i-
yciin z irv e sin d e o ln ıa la n n a r a ğ m e n - u y g u la m a la n m e m - ■
rettigi n e z a k e t ş a r tla n n a s a n lm a y a n b ir c e m i y e t te te m i z
lik ten , n e za k et ve b e re k e t g ib i l'az ile tle rd en s ö / .e t m e k a b e s
v e fu zu lid ir. K u r'a n -ı K erim P c y g a m b e r ( S A V ) in h a n ım -
la n ra işte bu a y d ın lık h edel'e y ö n e ltir. S o n r a k a lb le r in i A l
lah 'a b a ğ la rC ö z le rin i fe y iz a la c a k la rı n u ra n i u İk a ç e v i r ir , o
p a n i p a n i p a rla y a n u lk u n b a .s a m a k la n n d a y a v a ş y a v a ş
y ü k se lm e le rin e y a rd ım c ı o lu r....." N a m a z ı k ılın , z e k a tı v e
ri, A lla h v e R e.sülüne ita a t e d in ....”
A lla h 'a ib a d e t, h iç b i r /ü m a n s o s y a l v e a h la k i y a ş a y ı ş
tan a y n v e u z a k d ü ş ü n ü le m e z . B ila k is ib a d e t, o .se v iy e y e
y ü k se lm e n in y o lu d u r. İb a d e t b u y o ld a y ü r ü m e k i s te y e n in
e k m e ğ i v e a z ığ ıd ır. A lla h -ı T e a lâ ile k u l a r a s ın d a d e v a m lı
b ir a la k a n ın b u lu n m a s ı ş a illır . A lla h 'ın L ü tu f v e n i m e t in i n
k a y n a ğ ı, b u a lâ k a d ır , k a lb i (e m iz lö y ip a n t m a k i ç i n d e b u
a lâ k a y a ih tiy a ç v a r d ır . V e n ih a y e t h a lk ın ö r f ü , c e m i y e t in
g e le n e k le ri v e ç e v r e n in b a s k ıs ın d a n k u r tu lu p k e n d is in i n
b u in s a n la rd a n b u c e m iy e t v e ç e v r e d e n d a h a d o ğ n ı v e ü s tü n
y o ld a o ld u ğ u n u id ra k c d eb ilm c .si iç in y in e b u r a b ıt a v e a lâ
k a y a ih tiy a ç v a r d ır . B u s u r e tle b a ş k a la n o n u , A l l a h y o l u n
d a n s a p tık ç a h a y a tın iç in d e , k a y b o ld u ğ u c a h i l i y y e l v e k a
150
r a n lık la r a s ü rü k le n m e d e n ö n c e k e n d is i o n l a n g ö rd ü ğ ü
n u r lu y o l a s e v k c im e g e e h il v e la y ık o lu r.
İ.slam , b i r ç o k ş ia r, e d e p , a h la k , k a n u n v e n i /a m la n
b ü n y e s in d e to p la m ış b i r b ü tü n d ü r. B u n la n n h e p si b i r a k i
d e ç e r ç e v e s in d e d ir . V e h e r b irin in bu ak id e y i m e y d a n a g c -
tiı m c s in d c r o lü v a r d ır . H e p si ay n ı ç iz g id e b irle şir. İşte
b u n l a n n b ir ic ş ip , b ü tü n le ş m e s iy le İsla m d in in in an a u n s u r
lu n m e y d a n a g e lir . B u n la r o lm a d a n , d in in m e v e u d iy e tin -
d e n s ö z e d ilm e z ." ( 5 7 )
B u s ö y le n e n le r in tü m ü belli b irg e le n c k tc n v c y a c a h i-
liy y e i d ö n e m i n d e o la n g e le n e k le rd e n b a h se d er. O g e le n ek
le r v e y a o n l a n n b i r k ı s m ı İsla m 'ın in tiş a n n d a n s o n r a d a y e
rin d e k a ld ı. B u n u n la b e r a b e r A llah o n la n n terk in i e m retti.
A rtık b u e m ir d e n s o n r a o n la r a tu tu n a n , e ah iliy y c t işlerin
d e n b ir in e tu tu n m u ş o lu r . B u c a h iliy y e tin , İslam öncesi
A r a p l a n n c a h iliy y e ti o lm a s ıy la , a ğ ırb a şlılık v e h ü rm et
h issi ta n ı m a y a n , te s e ttü r e d e ğ e r v e rm e y e n P aris ve L ondra
c a h iliy y e ti o lm a s ı a r a s ın d a b ir lark y o k tu r. G e riy e şu so m
k a lıy o r : T c b c r r ü c " ( a ç ık .saçık lık )ü n k ü fü rle alak ası n e
d ir? V e y a T c b c r r ü c n e z a m a n k ü fre g ö tü rcb iliı'? M ü slü m an
k a d ın , b u n u n A lla h 'ın e m r in e m u h a lif b ir d u m m o ld u ğ u n a
in a n a r a k a ç ılıp .s a ç ılır s a , o k a llr d c ğ il asid ir. F a k a to , açılıp
s a ç ılm a y ı h e la l k ılıp , m ü b a h k a b u l e d erse, b u n u la küfre
g ir e b ilir . Ç ü n k ü o , b ilin e n isla m i e m irle rd e n birini in k a r e t
m iş b u in k a r ı n d a d a ıs r a r e tm iş tir. B enim d ü şü n c e m b u
dun
Cahilliyyet Taassubu
C e n a b - ı H a k F e tih s u re s i'n in 26. A y e tin d e ; "O ıa~
man inkar edenler kalhlerine taassubu, cahiUyyet taassu
bunu yerleytirmiylerdi..." d iy e b u y u rm a k ta d ır.
K u r tu b i b u k o n u d a şö y le d e r: H a m iy y e t .l a ı s s u b m a -
n a .sın d a d ır. " S e n b ir ş e y d e n ç e k in d iğ in v a k it o n d a n k a ç ın -
151
d in ..." d c n ir. 'S c n in o n a g irm e n b i r a r d ır , o n u y a p m a n b ir
a rd ır." Ş e k lin d e d e k u lla n ılır....
Z iih ri d e r k i : O n la n n " h a m iy y c l= i ( y a n i t a a s s u b u ) ;
R c sü lu lla h 'ın risa lc lin i v e " B is m illa h ir r a h m a n ir r a h im "
c ü m le si ile a n la şm a m e tn in e g iriş i k a b u lle n m e k te n a r d u y -
m a la n v e k a ç ın m a la n , b i r d e M e k k e 'y e g iriş in i e n g e l l e m e
lerid ir. " B is m illa h irra h m a n irra h im v e M u h a m m e d ü r r e s u -
lu lla h " ib a re le rin in y ay .ılm asın d an k a ç ın a n , .süheyl b in
A m r'd ı.
İb n -i B a h r d e d i k i: O n la n n h a m iy e ti. A lla h 'ı b ır a k ıp
ta p tık la n p u tla ra k ö rü k ö rü n e b a g lılık la n v e o n l a r d a n b a ş
k a sın a ib a d e t e tm e k te n s a k ın m u la n d ır.
D e n ild i ki: O . c a h iliy y c i ta a s s u b u d u r. Ç ü n k ü o n l a r
şö y le d e d ile r: O n la r im ü s lü m a n la r) b i / i m k a r d e ş l c r im i /i
ve o g u lla n m ı/.ı ö ld ü r d ü le r .s o n r a d a g e lip b i/.im y a n ı m ı / a
e v le rim iz e g iriy o rla r. L at v e U/.z.a h a k k ı iç in o - y a n i P e y
g a m b e r - M e k k e 'y e a.sla g ire m e z ." (.“îS )
T a b e ri b ü tü n b u n la n z ik re ttik te n s o n r a ş u n u e k le d i:
" O n la r e a h iliy y c t h a m iy e tid ir. Ç ü n k ü m ü ş r i k le r b u n u y a p
tılar. B u n la n n tü m ü e h l-i k ü lriin h u y l a n n d a n d ı r . B u h u y -
la r n e A lla h 'ın n e d e p e y g a m b e rle rin d e n b ir in in i z i n v e r d iğ i
ş e y le rd ir." (5 9 )
E s- S ü y u ti d a h a fa zla ta fs ila t v e r e r e k ş ö y l e d e r : " ....
Ib n -i E b i Ş e y b e . A h m e t. B u h a ri, M ü s lim . N e s a i. I b n - i C c -
rir, T a b a r a n i. İb n -i M e rd u y e v e " D e la il" i n d e d e B e y h a k i
S e h l b in H a n if te n ta h r ic e tti. S e h l " S ıl l in " g ü n ü ş ö y l e d e d i :
K e n d in iz i tö h m e tti k ılın ız . A n d o ls u n k i b i z l e r H u d e y b iy c
g ü n ü n d e R e s ü lu lla h ile b e ra b e r b u lu n d u k . E ğ e r b i z l e r h a r -
b e tm e y i h a y ırlı g ö r s e y d ik . m u h a k k a k h a r b e d e r d ik . R e s u -
lu lla h v e m ü ş ik le r a r a s ın d a y a p ıla n s u lh d a b ö y l e o l m u ş tu r .
A k a b in d e Ö m e r b in e l- H a tta b , R c s u lu lla h 'ın y a n ın a g e ld i
v e : E y A lla h 'ın R e .s ü lü ! b iz h a k ü z r e o n l a r b a tı l d a d e ğ il l e r
152
m i ? d e d i. R e s u lu lla h (S A V ) d a ; E v e t d e d i. H / . Ö m e r : B i
z im ş e h i t l e r i m i / c c n n c ı l i k .o n l a n n ö lü le ri c c b c n n e m lik d c -
J i l m i ? " D iy e s o r u n c a , H /.. P a y g a m b e r; E v e t, d iy e c e v a p
v e r d i. H /..Ö m c r y in e " P c k i b iz d in im iz i n iy e a lç a ltıy o ru z v e
g e ri d ö n ü y o r u z .V e A lla h b iz im le o n la ra ra .s ın d a h ü k m ü n ü
v e r e c e ğ i v a k it ...”d c d i. H z . P e y g a m b e r ; E y H a tta b o ğ lu !
B e n , A l l a h 'ı n e lç is iy im . A lla h b e n i a s la tcık eu n ez..... b u
y u r d u . B u n u n ü /x ;rin e H z. Ö m e r ö lk e le n e re k d ö n d ü . S a b -
ıc d c m c d i. N i h a y e t E b u B e k ir (r. a . ) in y a n ın a g e ld i v e o n a :
E y E b u B e k i r ! b iz h a k ü z e re o n la r b a U ld a d c g illc rm i? "d e
d i. O d a : " E v c l " d i y e c e v a p v e rd i. H z. Ö m e r ; "B iz im şeh it-
lirim iz, c e n n e tlik o n l a n n ö lü le ri ceh e n n e m lik d e ğ il m i ? d e
d i. H z . E b u B e k i r t r . a . ) : " E v e t d e d i. H z. Ö m e r te k r a r : "P eki
n iç in d i n im i z i a lç a ltıy o r u z ? " d e d i. H z. E b u B ek ir: "E y H ai-
ta b o ğ lu ! O , A lla h 'ın e lç is id ir. A lla h o n u a sla te r k e tm e z ."
d e d i. B u n u n ü z e r in e . F e tih S u re si n a z il o ld u . H z. P e y g a m
b e r ( S A V ) , Ö m e r (r.a .) e a d a m g ö n d e rip sû re y i o n a ok u ttu .
0 d a : E y A lla h 'ın R e s u lü ! B u b ir Ic tjh m i ? " d iy e so ru n c a
H z . P e y g a m b e r in c e v a b ı: E v e t, o ld u . (6 0 )
İ b n - i M ü n z i r , C ü r e y e 'd e n "C a h iliy y e t ıaa.s.subu" h a k
k ın d a ş ö y l e d e d iğ i n i riv a y e t e d e r: "K u rey ş, H z. M u h a m -
m e d in M e k k e 'y e g ir iş in e ra zı o lm a d ı ve: O , a s la b u ra y a g i
r e m e z , d e d i. " B u n u n ü z e r in e C c n a b - ı H ak H z. M u h a m m e d
ve a s h a b ın d a n ta a s s u b u k a ld ırd ı. F eth u 'l -B a ri'd e şu riv a
y e t b u l u n m a k la d ır :" .... H u b e y b b in S a b it'in şö y le d e d iğ i ri
v a y e t e d il m iş ti r . E b u V â il'e g e lip so ru .sordum O d a şö y le
d e d i: B iz sı ITın s a v a ş ı n d a id ik . B ir a d a m : "A lla h 'ın k ita b ı
n a d a v e t e d e n l e r i g ö r m e d in m i‘? " d e d i. B u n u n ü z e rin e H /„
A li: " E v e t" d i y e c e v a p v e r d i. B u s ıra d a S c h l b in H a n i f :
K e n d in iz i t ö h m c i li k ılın ız I H u d e y b iy e g ü n ü s e n b iz i g ö r
m ü ş tü n ." d e d i. ( 6 1 ) B u ila v e , h a b e ri iy i a ç ık lıy o r. H u -
b e y b 'in s o r d u ğ u k o n u y a g e lin c e . H a ric ile rin H z . A li ta ra -
153
rın d ak ilo rin i k a ilc ın ıc s i o la y ıd ır ..... K e ş k e b u g ü n b i/.inı
iç in d e b ö y le b ir laa.ssu b o ls a .... İsra il İs la m ü lk e le r in in k ö
k ü n ü k a /ı y o r ..... K a r d e ş le r im i/i ö ld ü r ü y o r , y a k ın v e u / a g ı
te b d il e d iy o r. N ü l ü / a l a n ı g e n iş le d i, b a lla P a k is ta n 'ı iç in e
ald ı. B izim ş ik a y e t c im e p r o ıc s io ç e k m e v e k ın a m a ü s iü n e
k ın a m a b e y a n a ila n v e r m e n in d ış ın d a b a ş k a b i r ic r a a tım ız
o lm a d ığ ı sü re c e , İsrail le h d illc r in in b ir k a ç yıl .s o n ra lü m İs
lam ü lk e le rin i k apsam a.sı p e k d e u z a k d e ğ ild ir .
A m a b u g ü n b iz. İsrail 'in b iz e b a lla lü m d ü n y a y a k a rş ı
yed iğ i h e rz e le r ve k ib ir le n m e le r k a r ş ıs ın d a ia r ih in h ü k u -
m eilcrim iz. v e m illcllcrim iz. için n e le r k a y d e d e c e ğ i n i b il-
m iy o m z .
G e riy e İb n ü 'l- A ra b i'n in " Onlar inkar cdenkniir.
(F e tih S u re si ;2.‘i..) ay eti h a k k ın d a s ö y le d iğ in i n a k le t m e
m iz k a lıy o r. A y c iie g e ç e n " o n la r " d a n m ak .sat t a r tış m a s ız
K u rey ş'd ir. Ç ü n k ü a y et o n l a r h a k k ın d a in d i. O l a y o n l a r a
m ah su stu r. B a şk a la n o n la ra d a h il d e ğ ild ir . Ç ü n k ü o n l a r
Hz. P e y g a m b e r (S A V )i H u d e y b i y c G a z v e s in d e M e k k e 'y e
g im ıc sin c e n g el o d u lar. V e y in e o n l a r h e d y i ( k u r b a n lı k
h a y v a n la n ) hap.sedip, y e rin e u la ş m a s ın a e n g e l o ld u la r .
A s lın d a o n la r in a n m a d ık la r şe y le ri y a p tıla r . A m a o n l a n n
c a h iliy y e l ta a s s u p la r tu tu p , d iğ e r a r a p la r a k a r ş ı rü .sv ay o l
d u k l a r d ü şü n c e si, d in i b a k ım d a n i n a n m a d ık la r ın ı y a p m a
ya şe v k e tti. B u n u n ü z e rin e A lla h o n l a r a z a r la d ı v e o n l a r
c e h e n n e m a z a b ıy la k o rk u ttu . R c s u lu lla h 'a d a k e n d i b e y a n
ve v a ad iy le ü n siy e t v e rd i. (6 2 )
Bu k o n u y u S e y y id K u tu b -A lla h r a h m e t c y lc s i n - u n .sö
zü ile b itiriy o ru m : "...(O z a m a n i n k a r e d c n l c r k a l b l c r i n c ta
a ssu b u , c a h iliy y e t ta a s s u b u n u y e r le ş tir m iş le r d i..." Y e r l e ş
tird ik leri b ir in a n ç v e b ir s is te m d e ğ il k ib r i, g u r u r u , ö v ü n
m ey i v e in ad ı k a lb le rin c y e r le ş tire r e k , R a s u l u ll a h 'a v e a s
h a b ın a k a rşı d ik ilip o n l a n M e.scid-i H a r a m 'd a n a lı k o y u p ,
g ö n d c ıd ik lc ri k u r b a n la n n y e r le r in e u l a ş m a s ı n a e n g e l o la n
154
o c a h iliy c ı lu a s s u b u n u k a lb lc rin c y c rlc ş iim ıiy lc rd i. B u
y a p iı k l a n n ı n h i ç b i r ö r l v c in a n ç la y e ri y o k lu n S ırl A r a p la r
k e n d ile rin e m ü s lü m a n h m z o rla K a b e 'y e s o k m u ş la r , d e
m e s in le r d iy e y a p m a k la d ırla r. V e h e r d in d e , ö r f le h o ş k a r
ş ıla n m a y a n b ü y ü k g ü n a h ı s ı r f b u c a h iliy y e t ta a s s u b u y ü
z ü n d e n ir tik a p e tm iş le r v e k u d siy c iin i k a b u l e llik le ri B ey -
l ü 'l- H a r a m 'ın h ü rm e tin i ç iğ n e y e re k n e c a h iliy y e t d ö n e
m in d e n e d e m ü s lü m a n lık d e v rin d e ç iğ n e n m e y e n h a ram
a y la n ç iğ n e m iş le r d ir . N ite k im b a şla n g ıç ta b a n ş ç ı b ir yol
iz le m e h u s u s u n d a k e n d ile rin e yol g ö ste re n h e rk ç se karşı
c a h iliy c ı h a m iy y e lin e k a p ılm ış la rd ır. H z. M u h a m m e d 'i ve
b e r a b e r in d e k ile r i B e y iü 'l-H a ra m 'ı z iy a re llc n alık o y m ala-
n n ı a y ı p l a y a n l a n a y n ı c a h iliy e lıa a s s u b u ile k a rşıla m ış la r
d ı. B u l a a s s u b l u r k i . A m r o g lu S ü h e y l'in b a n ş anlaşm a.sını
y a z a ik e n . A lla h 'ın R a h m a n v e R ah im s ıla lla n n ın v e Hz.
P e y g a m b e r 'in R a s u llü k şifa lın ın o ra y a y a z ılm a sın a karşı
ç ık m a s ın a s e b e p o lm u ş lu r. B ü tü n bu h a re k c ile r aslın d a
in a lç ı v e s a p ık c a h iliy c ı la.ssubunun v e k u ru n tu su n u n e se
rid ir. C c n a b - ı A lla h o n la n n r u h l a n n d a k i k a tılığ ı, h a k k a v e
h a k ik a te k a r ş ı d ire n iş i b ild iğ i iç in o n la rd a b ö y le b ir cah ili-
yei ta a s s u b u n u n yer e tm e s in e m ü sa a d e e tm e m iştir.
M ü 'm in lc ri i.se h e r t ü r ta a s s u b ta n k o ru y a ra k , o n u n y erin e
A lla h k o r k u s u n u v e sü k u n e ti k a lb lc rin c y e rle ştirm iştir."
(6 3 )
Ü z e r in d e p e k fa z la .sp ek ü lasy o n y a p ıla n , ö z e llik le de
o to r ite ö ğ ü t ç ü l e r i v e y ö n e tim ç ığ ın k a n la n ta ra fın d a n y a
p ıla n " H u d e y b iy e S u lh ü " ü z e rin d e m ad e m ki d u n ıy o r u z .o
h a ld e b e n " H u d e y b iy e A k d i"n i ilg ile n d ire n bazı ö n e m li
m e s e le le r i z ik r e tm e k is tiy o ru m :
1- R a s u lu lla h ( s a v )'in şu sö z ü : "Kureystilerhendensı-
la-i rahmi yerine getirecek hir^cy üterlerse veririm kendi
lerine." B u h a r i'n in riv a y e tin d e ise ş ö y lc d in "Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, KureyşIiler hen-
63. Seyyid Kutup l‘i/j|«) 7/53Ü
155
den Allah'ın haramlarına riayeti icap ettiren bir şey ister
lerse veririm."
2- H / . P c y g a m b c r ( s a v ) ir i Ö m c r b . c l- H a i ta b 'a s ö y le
"Ben. Allah'ın Rasu-
d iğ i sö/.. B u d a h a ö n c e d e g e ç m iş li;
liiyiim. Allah beni asla terketmeyecek..."
3 - K u re y ş , R a s u lu lla h 'a c lç i o la r a k b a / ı ş a h ı s l a r g ö n
d e rd i. H e p si d e H /.. P e y g a m b e r 'in M e k k e 'y e y ö iK İ iş s e b e
bini ö ğ re n m e y e ç a lış tı. R a s u lu lla h d a , h e p s in e " s a v a ş iç in
g e lm e y ip , U m re y a p m a k iç in g e ld iğ in i" h a b e r v e r iy o r d u .
F a k a l K u re y ş'in a d a n ıla n b u g e le n h c y c ile g ö r ü ş m e y i re d -
d c u ilc r v e b a / a n d a o n la r a in c itic i .sö/.lcr i ş iu ir d ilc r .
4 - B u h e y c llc rd e n b iri d e " H u le y s b. A lk a rn a " id i. O .
"c h a b iş" in (6 4 ) b a ş k a n ıy d ı. O . M ü rre b. e l-M a ris b A b d -i
M en at b. K in a n e 'd ir. R a s u lu lla h o n u g ö r ü n c e , b u y u r d u k i'
"D o ğ ru su b u a d a m ib a d e t e d e n b ir k a v im d e n d ir . O n a k u r
b a n lık ta n g ö s te r in iz d e k a n i o lsu n ." O k u r b a n lık la r ın v a d i
d e sel g ib i y a y ıld ığ ın ı g ö rü n c e P e y g a m b e r 'in y a n ın a g e l
m ed e n e v v el d o ğ ru K u re y ş lile rin y a n ın a g itti v e g ö r d ü ğ ü
nü b ü y ü tere k a n la m . O z a m a n K u re y ş Iile r k e n d is in e d e d i
le r ki: " O tu r b a k a lım se n b i r b e d e v is in . B ö y le ş e y le r i b il
m ez sin ." B u s ö z ü z e rin e H u le y s ö lk e le n d i; v e d e d i k i: " E y
K u rey şIiler! V a lla h i b iz b u n u n ü z e r in e s iz in l e .s ö z le ş ip a n
la ş m a d ık . A lla h 'ın e v in e s a y g ı g ö s ic ıc r c k g e le n k iş i o r a
d a n k o v u lu r m u hiç'? H uley.s'i y a r a la n A lla h 'a y e m in e d e r i m
k i s iz M u h a m ro e d 'i y a g e ld iğ i y o ld a b ı r a k ır s ın ız v e y a b ü
tü n " e h a b iş" i s iz e k a rş ı h a r e k e te g e ç ir ir im ." K u r e y ş I ile r
o n a : " B ira z d u r b a k a lım y a H u le y s. K e n d i k e n d im i z e n e
y a p m a m ız g e re k tiğ in i k a r a r la ş tır a lım ." d e d ile r.
5 - K u re y ş k ırk v e y a e lli k a d a r a d a m ın ı m ü s lü m a n la -
n n k a ra rg a h ı e tr a f ın d a d o la ş ıp b e lk i o n l a r d a n b ir in i y a k a
l a r la r d iy e g ö n d e n n iş ti. O n l a r d a İs la m k a r a r g a h ın a t a ş v e
o k a ltıla r. F a k a t m ü s lü r o a n la rd a n b irin i y a k a l a m a y e r in e .
M. Klubi; kclimeıi hupji kelimesinin cem i dir çöldeki bir yere niıbel cdit-
mirir. liebc^ kelimesine nishet cdilmcmisür.
156
k e n d ile r in d e n b i r g r u p m ü s lü m a n la n n a v c u n u n iç in e d ü ş
tü . O n l a r d a b u n l a n R a s u lu lla h 'ın y a n ın a ge tin d ilc r. R a s u -
lu lla h o n l a n b a ğ ış la d ı v e y o l v e rd i.
6- Z ü h r i a n l a t ı y o r K u re y ş S ü h e y l b. A m r'ı R a su -
lu lla h 'a g ö n d e r e r e k d e d ile r ki; M u h a m m e d 'in y a n ın a g it.
o n u n la s u l h y a p . A n c a k b u yıl K ab e'y i / iy a r c ic in ıiy c e c g i-
n e d a i r b i z e s ö z v e rs in . A lla h ’a y e m in e d e riz ki A ra p lara :
" M u h a m m e d z o r la K a b e 'y e g ird i" d e d iilm e y iz ." S ü h e y l
d o ğ r u c a R a s u lu lla h ’a g e ld i. O n u n g elişin i g ö re n R a su lu l-
lah ; " B u a d a m ı g ö n d e rd ik le rin e g ö re K u re y ş su lh isliyor"
b u y u rd u .
7- H u d e iy e .sulhü y a z ılıy o ik e n v e h e n ü z im z a la n m a -
m ış k c n S ü h e y l b . A m r’ın o ğ lu E b u C cndcI e lle ri kelep çeli
o la r a k ç ık a g e l d i . O m ü s lü m a n o lm u ş , a ile si d e e lle rin e k e
le p ç e v u r m u ş t u . D in in d e n v a z g c ç irilc c c ğ i k o rk u su y la k a
ç a ra k İs la m k a r a r g a h ın a g e ld i. B abası o n u g ö rü n c e y e rin
d e n ( i r l a y ı p y a n m a g i t ı i v e y ü z ü n e lo k a l atlı. S o n ra d a şö y le
d e d i: " Y a M u h a m m e d ! B u a d am y a n ın a g e lm e z d e n ö n c e
a r a m ız d a k i s ö z le ş m e la m a m la n m ışiır." R a su lu lla h da;
" D o ğ r u .sö y le d in " d e d i. B u s e f e r b a b ası o ğ lu n u K u re y ş'in .
y a n ın a g ö ı ü m t c k iç in ç e k iy o rd u . E b u C cn d cI b a ğ ırm a y a
b a ş la d ı: " E y m ü s lü m a n la r i B en i m ü şrik le re g e ri m i v e ri
y o rs u n u z '.' B e n i d in im d e n d ö n d ü rm e le rin e iz in m i v e riy o r
su n u z '.' B u d u r u m m ü s lü m a n la n n h e y e c a n ın ı d a h a d a ar-
lırd ı. R a s u lu lla h ( s a v ) : " E y E b u C c n d cI, sa b re t v e b e k le .
M u h a k k a k k i A lla h sa n a v c .s c n in lc b c ra b c r o la n g ü ç s ü z le r e
b ir k u r t u lu ş v e ç ık ış im k a n ı sa ğ la y a c a k tır. B iz K u re y şli-
le rlc b a n ş s ö z le ş m e s i y a p tık . B iz o n la ra , o n l a r d a b iz e söz.
v e rd i. B i n a e n a l e y h biz. a h d im iz i b o z m a y ız ." b u y u rd u .
S- B i r d e ş u o l a y n a k le d ilin Ö m e r b . c l-h a lla b , E b
C c n d c I ile y ü r ü m e y e b a ş la d ı. O n u n b a şın ı o k ş u y o r v e b a
ş ın d a n k o r u y o r d u . Ş ö y le d iy o rd u o n a ; " S a b re t, e y E b u
C c n d c I. O n l a r m ü ş r i k t i r . O n la r d a n b iris in in k a n ı k ö p e k k a
nt g i b id i r ." S o n r a H z . Ö m e r k ılıc ın ı o n a y a k la ş tırd ı, b e lk i
157
a lır vc b a b a s ın ı o l d ü n ir d i y c . Ç ü n k ü H u d c y b iy c S u lb ü o n u
için e a lm ıy o n lu . H / . Ö ıııc rf ra » d iy o r k ı: "EImj C c n d c l in kı-
liL'i a lıp b a b a s ın a v u rm a s ın ı b e k liy o r d u m . S o n r a H / .
Ö m e r şö y le d e d i: A d a m b a b a s ın a k ıy a m a d ı v e v a siy e»
u y g u lan d ı.
Faka» E b u C c n d e l'd c n riv a y e t e d il m iş ii r k i, b u n u y a p
m a s ın a e n g e l o la n ş e y . R a s u lu lla h 'ın a h d in e o l a n a r / u s u y -
du. K im b ilir b e lk i d e o n u ö l d ü n n ü ş o ls a y d ı s a v a ş iç in b ir
g e re k ç e o lu rd u .
9 - B a n ş s ö z le ş m e s in in y a z ım ı b ilin c e , R a s u lu lla h
(sav ) a sh a b ın a : " H a y d i k a lk ıp k u r b a n la n n ız ı k e s in . S o n r a
d a ır a ş o lu n " b u y u rd u . Z ü h n d i y o r ki: " A lla h 'a y e m in o l-
.sun, h iç k im s e y e rin d e n k a lk m a d ı. R a .s u lu lla h .sö z le rin i ü ç
k e z te k ra rla d ı. K im s e n in k a lk m a d ığ ın ı g ö r ü n c e . H z . P e y
g a m b e r, Ü m m ü S c le m e t r.a n h a )n ın y a n ın a g id e r e k o n l a n n
y a p tık la n n ı k e n d is in e a n la ttı. Ü m m ü s e le m e t r .a n h a ) d e d i
ki: "E y A lla h ’ın Ra.sulü! I s t i y o r m u s u n b ö y le y a p ılm a s ın ı?
S e n çık h iç k im s e y le k o n u ş m a d a n d e v e n i k e s . B e rb e rin i
ç a ğ ır sen i iraş e ls in ." s a h a b ile r b u n u g ö r ü n c e k a lk t ı la r v c
d e v elerin i k estiler. S o n r a d a b irb irle rin i ira ş e llile r . B ir b ir
lerin e ü /.ü n iü d cn n e rd e y s e ö le c e k le r in i .sö y le d ile r. M ü s lü -
m a n la n n R a su lu lla h 'la b e ra b e r y a p tık la r ı b u n la r ... Y a h u
d ile rle b a n ş y a p m a d ü ş ü n c e s in i y a y a n l a n n b u g ü n k ü y ö n e -
lic ile rin akıl d a n ış m a n la n n ın s ö z le ri n e d ir a c a b a ?
"S ü h ey l b, a m r'in " d u ru m u n a g e lin c e : b u g ü n k ü A r a p
p o lilik a c ıla n n ın b u a d a m ın a n la y ış ı, d ik k a ti, v e k a tılığ ı
gibi o lm a la n n ı n e k a d a r is le rd im . C a h iliy e t ta a s s u b u n a vc
c a h iliy c t a d a n ıla n n a " A lla h m e r h a m e t e ts in " m i d i y e
lim ?
C a h iliy e t h a k k ın d a v a rid o la n h a d is le r e g e ç m e d e n
ö n c e şu n u s ö y le m e k is liy o ru m : " G e r ç e k le n c a h iliy e t A l
lah 'ın ş e ria tın ın ta tb ik i ile ilg ili b ir d u r u m , b i r n ite lik o l u n
ca, b a z a n k ü l ü r if a d c e d e r... Y ö n e tic ile r d e n k im b e ş e ri k a
n u n u A lla h 'ın d ü z e n in d e n ü s tü n tu ta r a k o n u r e d d e d e r s e .
158
b u n d a n ö lü r ü k a r ır o lu r. Ç ü n k ü o , A llalı'ın in d ir d iğ in d e n
ba^ku.sı ile h ü k m e d iy o r v e A lla h 'ın k a n u n u n a d il u / a l ı -
>or.
C a h iliy c i, c a h iliy c i a ç ılıp .saçılm ası v e c a h iy iy c i
ta a s s u b u g ib i a d c ıle r v e g e le n e k le rle ilg ili b ir d u ru m o ld u
ğ u v a k it b u . A lla h ’ın ş e ria tın a te rc ih e d ilm e d ik ç e v e şeriatı
r e d d e d ilm e d ik ç e b a / a n m a s iy e l v e y a lisk ila d e eder.
B a /ı g e n ç le r in k a fa s ın d a , M e v d u d i (A llah rah m et
e y le s in ) n in e a h iliy e ı v a s fın d a a ce le c i d a v ran d ığ ı gibi lek-
lir h u s u s u n d a d a a c e le c i d a v ra n d ığ ı g ö rü şü y erleşm iştir.
B u n d a n d o la y ı, o n u n bu k o n u d a k i g ö rü şle rin i a k la m a y ı
i ü / u m l u g ö rd ü m .
M e v d u d i (A lla h ra h m e t e y le sin ) şö y le d iyor; "B ir
m ü m in i l e k r ı r c d c n k işi o n u ö ld ü m ıü ş g ib id ir . T c k rırc lm e
h e r le r d in h a k k ı d e ğ ild ir. A y n ı şe k ild e tek lir to p lu m sa l b ir
s u ç tu r. O tü m ü y le İsia m i to p lu m a a y k ın d ır. V e mü.slü-
m a n la ra ç o k / a r a r ı d o k u n u r." S o n ra ş ö y le d e r; "B u . A l
la h 'ın v e R a s u lü n ü n hükm iTne u y g u n ol.saydı, o v ak it b ir
h a k o lu r d u v e h iç k im s e o n u in k a r c d c m c ’/ali. K o k u şm u ş b ir
u / v u k ö k ü n d e n k e s m e k , İs la m 'ın v e İslam d ü n y a sın ın h a y
rın a o lu r d u . A m a b u u /.u v ila h i k a n u n a u y g u n o lm a d ığ ı v a
k it k e s m e y i h a k e t m e / . O n u k e sm e k , k a tık s ız zu lü m ü z e ri
n e b in a k u r m a k d e m e k o lu r. Ç ü n k ü b u z u lü m , u m u m ile ş e
c e k v e e tr a f a y a y ıla c a k , g e ri k a la n u z u v la ra d a g e ç e
c e k ..."
Ü s la d y in e ş ö y le d e r " N e y a z ık k i, m u h te re m a lim le
rim iz n e ş e k i ld e o l u r s a o ls u n , bu y o lu te ık e ım c y c h a z ır d c -
ğ ille r . U s u l ile l ü r u u te v il ile n a sa ra .sın ı a y ırm a y ı ih m a l e t
m iş le r d ir . K e n d i a n la y ı ş l a n n a v e g e ç m iş .scle lle rin in a n la -
y ı ş l a n n a u y a n b i r u s u lü , lü r u 'd a n s a y m ış la rd ır..." (6 5 )
T c k r a r m e v z u y a d ö n ü y o r v e ş ö y I e d iy o r " M ü s l ü m a n ı
t c k n r e ü n c m ese le .sin i d ü ş ü n m e k g e re k ir. B u m c s c le d e ıa m
b ir ih tiy a t b i r ş a h s ı ö ld ü ım c h u su .su n d a fe tv a ç ık a rm a d a ki
159
ilıliy alla m ü sa v id ir. T e v h id e v e "L a ila h e illa lla h " a im a n
e d en h e rm ü .s lü m a m n k a lb in d e im a n o ld u ğ u n u a k h n ı ı / d a
lu lm am ı/. g e re k ir. O n d a n k ü lü r lc ilg ili b ir ^ iip h e (,ık m e a
o n a h ü sn ü / a n b e s le m e m i/, b u n u s a d e c e c e h a le t in d e n v e
y a n lış a n la m a s ın d a n k a y n a k la n d ığ ı ş e k lim le d e ğ e r l e n d i r
m e m i/ g e re k ir. V e y in e o n u n , b u n u n la im a n d a n ç ı k ı p k ü l r e
g e ç m e y i k a s d e im c d ig i şe k lin d e d e g e r l c n d i m ı c m i / g e r e
kir. Ç ü n k ü s a d e c e s ö / ü n ü d u y m a k la o n u n a le y h in e k ü l r ü -
n e fe tv a ç ık a m ia m a lıy ı/. B ila k is o n u g ü / e l o la n y o l la a n la
m alıy ı/.. K e n d isin in p ro b le m in i ç ö / m c l i y i / v e o n a d o ğ r u
ile y a n lışı a ç ık la m a lıy ı/. B u n d a ı s r a r c d c r v e k e n d is in e s u
n u la n la rı k ab u l eım c /.se , o n d a n so n ra A lla h 'ın k iia b ın a
b a şv u n ır, K iıa b u lla h in ışığ ın d a o n a ıs ra r c ıiığ i ş e y in t e v i
lin e im k a n v a r m ı. y o k m u o n a b a k ılır. E ğ e r b u a p a ç ık H as
lara m u h a lif dcğil.sc. o n u k ü fü rle ilh a m e ı m e m e m i / g e r e
kir. A n c ak o n u .sap ık lard an biri o la ra k d c ğ e ı i c n d i r c b i l i r i / .
F akaı ı.srar elliğ i şe y , n a s s a a ç ık ç a a y k m v e K u ı 'a n 'm la-
lim lcrin e m u h ali fi.se v e b u n la ra ra ğ m e n o h a la s d / ü n d e v e
ya fiilin d e ıs ra r e d e rs e , o s o / ü n ü n v c fiilin in t e v i l in e d e im
kan yok.sa. o v a k ii li.skına v e y a k ü f r ü n e h ü k ü m ç ık a r m a k
m ü m k ü n o lu r. B u n u n d a s e b e b i, b u r a d a m e .s c lc n in a p a ç ık
olma.sı v c b u h ü k m ü ç ık a rm a y ı g e r e k tir e n ö/x :l b i r l ü r o l
m a s ıd ır. F a k a t b ü tü n b u n la ra ra ğ m e n , b u g ib i m e s e l e l e r in
m c n c b c lc rin i v c d c ıe c c lc rin i g ö / ö n ü n d c b u l u n d u r m a k l a
zım . Ç ü n k ü b ü tü n d u r u m la rd a s u ç v e y a s u ç l u m ü .s a v i o l
m a / . B u n d a n d o la y ı d a a r a la n n d a d e r e c e v c m e r t e b e b a k ı
m ın d a n fa ik b u lu n u r. H ü k ü m v e r e c e ğ i m i/ /.a m a n b u f a i k
la n d ü ş ü n m e m i / a d a le t g e re ğ id ir." ( 6 6 )
Bu sö/lcr tevile vc tanışmaya ihtiyaç duymayan ga
yet açık vc net .sdzlcrdir.
Bu yukanda geçenlere. Şevkani'nin ”İy.sarü'l-Hak,
alc1-Halk" adlıc.scrindc. tek fir'in tevili ile ilgili görüşlerini
eklemem belki yararlı olur, O şöyle diyor. "...Kimlerin ıck-
M., A. (S.C. S. 274
160
lir in in ıc v ili h a k k ın d a ih tila fa düıjtüldii. B u k o n u d a d ö r t
g ö r ü ş v a r:
1. E h li k ıb le o la n la r , 2 . B a tıl o ld u ğ u n u b ild ir i b ir ş ü p
h e ile d in d e n b i r d a la le t o la ra k h a la y a d ü ş tü ğ ü b ir g ö rü ş ü
b e n im s e y e n le r ; h a lb u k i / a h i r o n u n h i l a l i n a d ı r . 3- B ir ş ü p -
h c s e b e b iy l e y a n lış k a n a a te s a h ip o la n la r . H a lb u k i /.a h ir
o n u n h i l a l i n a d ı r . 4 . Z a h ir , h ila f ın a o ld u ğ u h a ld e R a s u lu l-
la h 'ta n h a k k ı n d a k a l i r o ld u ğ u riv a y e ti b u lu n a n la r. B il ki
k ü f r ü n a s lı, A lla h T e a la n ın k iıa p la n n d a n b ir şey i v e y a
P e y g a m b e r le r in d e n b irin i y a d a / a n ı r a l ı d in iy e o la ra k b ili
n ip P e y g a m b e r le r t a r a l ın d a n g e lirilc n b ir ş e y i y a la n la m a k
tır.
B u k a d a r ın ın k ü f ü r o ld u ğ u n d a ih tila f y o k tu r. B u k a
d a rı k im d e n s u d u r e d e i 's e o k a h r o lu r . A n c a k bu kişi /o r la n -
m a m ış v e a k ıl s a ğ lığ ı b o z u lm a m ış , b a ğ ım s ı/, v e m ü k e lle f
o ld u ğ u t a k d i r d e b ö y le d ir . H e rk e s ta ra fın d a n z a ru ra ı-ı d in i
y e o l a r a k b i l in e n ş e y le r i i n k a r e d e n v e tev ili m ü m k ü n o l
m a y a n k o n u d a te v il a d ı a ltın d a g iz le n e n k işin in k ü frü n d e
d e a y n ı ş e k i l d e i h t il a f y o k tu r . A te is tle rin " e sm a i h ü s n a " n ın
tü m ü n ü n t e v i l i n d e , h a t t a K u r 'a n 'ın tü m ü n ü n a h k a m ın ,c e n
n e t, c e h e n n e m , k ı y a m e t v e d ir ilm e g ib i a h ire ı ile ilg ili h u -
s u s l a n n t e v i l i n d e y a p tık la r ı g ib i...
İ s l a m 'ın b e ş r ü k n ü n ü y e r in e g e tire n k iş in in , /.a n ıra lı
d i n iy e n in b i r k ı s m ı n a v e y a tü m ü n e m u h a le f e t e d ip , te v il
y a p tığ ın ı v e a h v a l in d e n o n u n y a la n la m a y ı k a s d e im c d iğ in i
v e y a o n u n h a k k ı n d a y a n ı Id ıg ım ız ı ö ğ re n d iğ im i/, v a k it, iti
k a d ı k o n u d a f a h iş h a t a s ı y l a v e a k li n a k li a p a ç ık d e lille re
m u h a le f e tiy le b e r a b e r i l a h i k ita p la r v e b ü tü n p e y g a m b e rle
re i n a n d ı ğ ı n ı v e d in d e n o ld u ğ u n u iz h a r e d in c e , b u k iş in in
le k lîr i k o n u s u n d a p r o b le m d o ğ m a k ta d ır . F a k a t o h e n ü z
z ın d ı k l a r m e r t e b e s i n e u la ş m a m ış ü r . B u n la r, m u h a k k ik -
le r c e " c e h m i y c " o l a r a k b ilin e n h a lis 'c c b r iy e " c ilc r g ib id ir
le r. A l l a h 'ın z a t ı h a k k ı n d a m ü ş e b b ih e v e m ü c c s.sim c d e
161
b ö y lc d ir. ts la m u le m a s ı m ü ş e b b ih e v e c e b r i y e n i n iıik a d la -
n n ı ç ir k in g ö r m e v e r e d d e tm e ü / e r i n e i t ti f a k e t t i k t e n s o n r a
le k llr lc f i k o n u s u n d a i h t il a f e t m i ş le r d i r ..." ( 6 7 ) B u r a d a
u z u n c a d u r m a k is te m iy o r u m . Ç ü n k ü b u k o n u m u z u n e s a s ı
d e ğ ild ir . S ü n n e tte v a ı i d o ld u ğ u ş e k l i y l e t e k r a r c a h i li y e t e
d ö n ü y o ru z .
162
m a m a k u r . E ğ e r h a r a m lığ ın ı b ilm e k le b e r a b e r h e la l o l d u
ğ u n u a ç ı k la m a v a k i o lu r s a v e y a o la n la r a ö f k c n ic n m c ğ ib i
b ir d u r u m o r t a y a ç ık a r s a , " b i/ d e n d e ğ ild ir" s ö z ü n ü d in d e n
ç ık a r m a y a h a m i c i m e h u s u s u n d a b ir e n g e l y o k lu r. Y in e h a
d is le g e ç e n " c a h iliy e t s ö z le r i s ö y le y e r e k " fe ry a d ü fig a n
e d e r s e " s ö z l e r i , M ü s lim 'in b ir r iv a y e tin d e " e a h iliy e i d ö n e
m i h a l k ı n ı n .s ö z le rin i .s ö y le y e re k ...," ş e k lin d e d ir." (6 8 )
Y u k a r ıd a k i h a d is te g e ç e n fiille ri iş le y e n k iş i, A l
la h 'ın k a z a s ın ı r e d d e tm e y i a ç ık la m a d ığ ı ta k d ird e o k işi İs
la m ü z e r e d i r , t e k f i r e d ilm e z . Y a n i İsla m d in in d e n ç ık tığ ı
s ö y le n e m e z . F a k a t b u fiili s e b e b iy le o n u g ü n a h k a r v e asi
o la ra k d e ğ e r l e n d i r m e k g e r e k ir.
2 - A ş u r a O r u c u C a h iliy c lte d e V a rd ı
Y in e F e i h ü 'l - B a r i 'd e şu h a d is y e r a lm a k ta d ır : "...H z.
A iş e v a l i d e m i z i n ş ö y l e d e d iğ i riv a y e t e d ilm iş tir; C a h iliy e t
d ö n e m in d e K u r e y ş a ş u r a g ü n ü n d e o ru ç tu tu y o rd u . H z,
P e y g a m b e r d e o g ü n o r u ç tu ta rd ı, M e d in e 'y e g e lin c e y in e
o r a d a d a o r u ç tu ttu v e lu tu lm a .sın ı e m re ııi. R a m a z a n g e lin
c e , i s le y e n a ş u r a y ı t u t tu , is te m e y e n tu tm a d ı..." A ş u ra o r u
c u n u n k u r e y ş i n a d e t le r i n d e n o lm a.sı R a s u lu lla h 'ın o o ru c u
t u tm a s ın a e n g e l t e ş k i l e tm e d i. C a h iliy e tte o la n h e r ş e y r e d
d e d ilm iş d e ğ i l d i r . Ö r n e k o l a r a k y e m in le r, c a h iliy e tte o ld u
ğ u g ib i a l ı n m ı ş t ı r . B ir ç o k a k id lc r c a h iliy c tlc o ld u ğ u g ib i
y e r in d e k a l m ı ş tı r .
F a k a t a k a i d v e ib a d e tle r e m a h s u s ş c y lc r r c d d c d ilm iş -
tir. B ir i n c i h a l i f e H z . E b u b e k i r ( r a ) k o n u ş m a y a n , s u s k u n
b ir k a d ı n g ö r m ü ş t ü . O n u n d u r u m u n u s o ru n c a , o n a , k a d ın ın
su .sk u n o l a r a k h a c c e t t i ğ i s ö y le n d i. H a li fe b u d u ru m d a n o n u
m e n e tti. Ç ü n k ü b u d u r u m c a h ih iy e t a m c llc r in d e n d i. (6 9 )
3 - Y i n e F e t h u 'l - B a r i 'd c ş u riv a y e t y e r a lm a k ta d ır.
K a y s b . H a z i m 'i n ş ö y l e d e d iğ i r iv a y e t e d ilm iş tir: " H z . E b u
ftS I lafı/. Askâlani l'clhul Bari: 3/163 Had. Ntx 1294 Müslim 4/lfl9, Müs-
ned-i Ahmııd 3/5S.
69 l ^ u l Bari 7/147 Had N<k 3831
163
b c k i r .Z c y n c b a d ın d a b i r k u d ı n ın y a n ı n a g ir d i. B a k tı k i. k a
d m k o n u ş m u y o r. H / . E b u B e k ir ( r a ) o n a : "N e o l d u k i k o
n u ş m u y o r? " d e d i, " k o n u ş m a d a n h a c c e t t i ğ i n i s r iy le d ile r ."
H/.. E b u b e k ir, k a d ın a : " K o n u ş " d e d i. Ç ü n k ü b u h e la l d e l i l
d ir. c a h iliy e t iş id ir . B u n u n ü / c r i n e k a d ı n k o n u ş lu ..." ( 7 0 )
4 - C a h iliy e t d ö n e m in d e k i .s a d a k a , e g e r s a h i b i İs la m
ü / c r c ö l ü r s c , ta y d a v e r ir . Y in e b u n u n la ilg ili o l a r a k F e ıh u 'l-
B a ri'd e ş u riv a y e t y e r a lm a k ta d ır . H a k im b . H i / a m 'ı n ş ö y le
d e d iğ i riv a y e t e d ilm iş tir : B e n e y A l l a h 'ın r a s u lü ! C a h ili-
y e tte ib a d e t o la ra k v e r d iğ i m i / s a d a k a , k ö l e a z a d ı v e s ıla - i
ra h im g ib i ş e y le r d e b i / c e c i r v a r m ı? d e d i m . H / . P e y g a m
b e r (s a v ) ö n c e y a p ılm ış h a y ır la r ü / c r e s e n m ü s lü m a n o l
d u n " b u y u rd u ... A lla h tc a la 'n ın k iş in in k ü f ü r d ö n e m i n d e
işle d iğ i .sev a b ın İs la m d ö n e m in d e k i h a s e n a t ı n a e k l e m e s i
n e b ir e n g e l y o k tu r. M a r i/i d e m i ş t ir k i : O n u n m a n a s ı , ö n c e
d e n iş le n m iş h a y ır, k iş in in le h in e y a z ılır , d e m e k ti r . B i r a n
la m d a " Ö n c e d e n y a p tığ ın h a y n n k a b u lü ü z e r e s e n m ü s l ü
m a n o ld u n d e m e k tir. H a rb i d e m c ş l i r k i, h a d i s i n m a n a s ı:
Ö n c e d e n iş le m iş o ld u ğ u n h a y ı r l a r s e n i n l e h i n e d i r , d e m e k
o lu r. N ite k im ş ö y le d e r s in : B in d i r h e m e s a h i b o l d u ğ u m
ü z e re m ü s lü m a n o ld u m ."
H a d is in m a n a s ın ı b a ş k a v e c i h lc r c h a m l e d i p , k a l i r s c -
v a p a la m a z d iy e n k iş iy e g e lin c e , h a ş i y e d e ş ö y l e b i r a ç ı k l a
m a y a p ılm ış tır ; H a d is in m a n a s ı h a k k ı n d a . M a r iz i v e h a r -
b i'n in .s ö y le d ik le ri d o g m o la n ıd ır . O ş u n a i ş a r e t e d e r : K a -
lir’in y a p tığ ı h a.sc n al İs la m ü z e r e ö l ü n c e k a b u l e d i l i r . E n
d o ğ m s u n u A lla h b ilir. (71)
5- Ömer b. el-Hallab, (ra) cahiliyette iken ilikaf yap
mak için nczıetmişti. Abadullah b. Ömer'den, Hz. Ömerb.
el-Hatlab'ın (Allah berikisinden de razı olsun) şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Ya Rasulullah, ben cahiliyette iken
mcscid-i haram'da bir gece itikafa çekilmek için nezret-
164
nıi:^!!!P..' O n u n b u s ö / ü n c k a r ş ılı k R a s u l u l l a h ( s a v ) ; " N c / -
n n i y c n n c g e l i r " b u y u r d u . O d a b ir g c e c i l i k a l a ç e k ild i.
N e / i r e a h i l i y c u c y a p ılm ış lı. Y c ı i n e g e l i m ı e k i.se İ.s-
la m d ö n e m i n d e v u k u b u ld u . Ç ü n k ü R a s u lu ll a h o n a n c / r in i
y e r in e g e i i m ı c s i n i c m r c im iş ıir . ( 7 2 )
6- C a h i l i y c ı l c v e İ s la m 'd a in s a n la n n c n h a y ır lıla n .
F e l l ı u 'l B a r i 'd e ş u r i v a y c i b u lu n m a k la d ır . : İn s a n l a r m a d e n
le r g i b i d i r l e r . O n l a n n c a h i l i y c ı d ö n e m in d e h a y ır lı o la n l a n
d i n i a n l a d ı k l a r ı / a m a n İs l a m d e v r in d e d e h a y ır lıd ır la r . S i/
ş u İ s l a m ( v e y a e m i r l i k ) h u s u s u n d a iç in e d ü ş ü n c e y e k a d a r
o n u c n İe n a g ö r e n k im s e le r i in s a n la n n h a y ı r lıl a n n d a n b u
lu r s u n u z ." ( M ü s lim , 44/ 48)
C a b i l i y e l h a y ı r l ı l a n ş e r li y a p m a d ı. Ş e r li k iş i i.slam 'a
g e ç i n c e h a y ı r l ı o ld u , y a l n ız d in i a n la m a la r ı şa rtıy la . Ç ü n
k ü İ s l a m a n l a m a y a n ı u h ı a ç o l a n b ir in a n ç iır . A m a e a h i l i y e l
b ö y le d e lild ir .
165
n iç in o n l a n d a m t k a l ı r s a y a c a ğ ı / ?
D e v le t, to p lu m f e n a r a s ı a y ı n m d a ih tiy a tlı d a v r a n
m a k g e r e k ir . G e n ç l e r b ilm e d ik le r i iç in b u r a d a h a t a y a d ü
ş ü p , h ü k ü m e tle r in k ü r r iin c , t o p l u m l a n n d a c a h i li y e t i n e
h ü k m e tm iş le r d ir . B u n u n n c tic c .si o l a r a k k e n d i b a b a l a r ı n ı n
k a l ı r o ld u k la n g ö r ü ş ü n e v a r m ış la r d ır . B u n d a n d o l a y ı d a
b a / ı g e n ç le r in a n n e le r in i b a b a l a n n ı n n i k a h ı a l t ı n d a ik e n
a lıp , k e n d i a ı k a d a ş l a n y l a e v l e n d ir d ik l e r i g ö r ü l m ü ş t ü r . N i
je r y a 'd a b i r g e n ç b a b a .sın ı ö ld ü r m ü ş tü r . M a h k e m e d e b a b a
s ın ın T ic a n ile r d c n o ld u ğ u iç in b u n u y a p t ı ğ ı n ı , v e o n l a r ı n
d a k a l i r o l d u k l a n m s ö y le d i.F e r d i t e k f ı r e t m c k a r a ş t ı r m a y ı
v e s o ru ş tu rm a y ı g e r e k tir ir . N ite k im m ü r te d i t e k l l r e t m c k ,
a r a ş tırm a y ı v e s o r u ş tu r m a y ı g e r e k tir ir . N ite k im m ü r te d i
te v b e y e ç a ğ ır m a k v e ş ü p h e le r in i g id e r m e k g e r e k l i ğ i g ib i...
E ğ e r m ü n e d b u n d a n s o n r a ıs r a r e d e r s e k ü f r ü n e h ü k m o l u -
n u rv c c e z a la n d ın lır.
B u n d a n to p lu m u n tü m ü n ü y a r g ıl a m a y a g c l i n c c .b u
h a k k ın d a ç e ş itli g ö r ü ş le r o la n b i r m e s e le d ir .
166
• III. Bölüm
TEKFİRİN GEREKÇElJıRİ VE
CEVAZ VEREN SEBEPLERİ:
167
İs la m v c o n u n d ış ın d a k i d in le r d e n h i ç b ir in i is le m e d iğ in i
a ç ık lıy o r. Z ir a k e n d is i ile r ic i, d i n l e r is e g e r ic ilik m iş ! ...
Ü ç ü n c ü s ü , r e s m e n la ik liğ i i la n e d iy o r . D ö n d ü n c iis ü ila n e t-
m c k .s i/in ilile n la ik liğ i d e n iy o r . B e ş in c is i, ü l k e s i n d e m a -
.son lo c a la rın ı b a ş la c ı e d i y o r v c g e c e g ü n d ü / y a h u d i l e r le
d ü ş ü p k a lk ıy o r .A lım c ıs ı in a n m a d ığ ın ı s ö y l ü y o r v c s ö y l e
d iğ in in d ış ın d a k in i y a p ıy o r , a ç ı k la y a m a d ı ğ ı n ı y a p ı y o r ...
b u id a r e c ile r in lü m ü n c h a n g i h ü k m ü v e r m e k d o ğ r u o l u r ?
K e n d is in i ö n c e m ü s lü m a n o la r a k v a s i ( l a n d ı n p s o n r a
d a A lla h 'ın ş e ıia lm ı r e d d e d e n v c o n u n d ı ş ın d a k i s i.s ic m lc -
rin d a h a ü s tü n v c la lb ik c d a h a la y ık o ld u ğ u n a i n a n a n i d a r e
c i n a m a /, kıl.sa d a o ıu ç lu ls a d a v e m ü s lü m a n o l d u ğ u n u i d
d ia CISC d e o k a lird ir. Ç ü n k ü C c n a b .ı H a k ş ö y l e b u y u r u y o r
" H a y ır! R a h ib in e a n d o ls u n k i a r a l a r ı n d a ç ı k a n a n l a ş m a z
lık h u su .su n d a .seni h a k e m k ılıp , s o n r a d a v e r d iğ i n h ü k ü m
d e n iç le r in d e h iç b ir s ık ım ı d u y m a k s ı z ı n ( o n u ) la m m a n a -
•sıyla k a b u lle n m e d ik ç e im a n e lm iş o l m a z l a r ." (7 .^ ) F a k a ı o
id a re c i, ş c r ia iın g e r e k liliğ in i k a b u l l e n m e k l e b e r a b e r , A l
la h 'ın ş c ria iın ı lu lb ik ç im iy o r s a , o b u a m e li n d e n d o l a y ı a s i
v c /.a I im o lu r ,lc k lir c d iI c m c z . Ç ü n k ü b ü y ü k g ü n a h l a n iş le
y e n k iş i, e h li s ü n n c i n a z a n n d a i c k l i r e d i l e m e z .
E g c r id a r c c i A lla h 'ın ş c r ia lın ı u y g u l a m a z , l'a k a i b u n u
te m e n n i e d e r s e - b a /ı O s m a n lı s u l t a n l a n n ı n d u r u m u b ö y lc -
d ir, o n u ('a sık lık la n iıc lc n d ir m c k m ü m k ü n d ü r .B u r a d a iy i
a n la ş ılm a s ı g e m k e n b i r d u r a m v a r . O d a ş u : A l l a h 'ın i n d i r
d iğ in d e n b a ş k a s ıy la h ü k m e tm e k b a z e n in .sa n ı d i n d e n ç ı k a
ra n b i r k ü f ü r o lu r. B a z a n d a b ü y ü k v e y a k ü ç ü k g ü n a h
o lu r.
K ü f ü r a z ö n c e z ik r e d ile n ik i g ö r ü ş e g ö r e y a m e c a z i
o lu r v e y a k ü ç ü k k ü f ü r o lu r . B u d a i d a r e c i n i n d u r u m u n a
g ö re d ir . E ğ e r id a re c i A lla h 'ın in d i r d i ğ i ile h ü k m e t m e n i n
fa rz o lm a d ığ ın a v c b u k o n u d a k c n d i.s in in h ü k m e d i p , h ü k -
m c u n e m e h u s u s u n d a .s c rb e s l o l d u ğ u n a i n a n ı r v e y a A l l a 'ın
71. N i« Suresi: 65
168
h ü k m ü o ld u ğ u n u b ilm e k le b e r a b e r , o n u k ü ç ü m s c o ic . bu
b ü > ü k k ü l ü r o l u r . İd a re e i A lla h 'm in d ird iğ iy le h ü k m e im c -
n in l a r / i y e lin e i n a n s a v e o h ü k m ü n b u o la y h a k k ın d a o ld u
ğ u n u d a b ils e , u y g u la m a d ığ ı ta k d ird e c e z a y a m ü s te h a k o l
d u ğ u n u k a b u lle n m e k le b irlik te u y g u la m a k ta n v a z g e ç s e bu
k iş i g ü n a h k a r d ı r v e o m e c a z i b ir k ü fü r le v e y a k ü t;ü k k ü fü r
le k a f i r o la r a k is im le n d ir ilir . H ü k m ü ö ğ re n m e k o n u s u n d a
b ü lü n g ü c ü n ü s a r f e d ip , g a y r e t g ö s lc tm e k lc b e ra b e r o o la y
h a k k ı n d a A lla h 'ın h ü k m ü n ü bilm e.se v e u y g u la m a d a h ata
e l s e , b u h a l a e d e n k iş iy e iç tih a d ın d a n ö tü rü b ir.se v a p v a r
d ır . h a l a s ı d a b a ğ ış la n m ış tır .
M Ü S L Ü M A N H A LK IN KÜFRÜ HAKKINDA
169
Iın v a ris i o l a n l a r v a r d ır , b ir b a k a n > ın r /.k i g e c e l e y i n g i / l i e l-
l e r o n u la ^ ıy ı p g ö tü n n ü ş ... B u n u n d ı ş ın d a s e ç im l e g e l e n d e
v a r. O n la n n a r a s ın d a m iis lü m a n o ld u ğ u n u il a n e d e n o l d u
ğ u g ib i r e d d e d e n d e v a r . H a lıa m ü n a l i k l ık y a p ı p i ç i n d e g i z
le d iğ in i s o n r a ila n e d e n d e v a r.
B u h a lk ın y ö n e tic ile r d e n r a / ı o l d u ğ u n u v e A l l a h 'ın
n iz a ın ın ı u z a k la ş tır ıp o n u n y e r in e b e ş e r i s i s te m i k o y n ı a l a -
n n a ra z ı o ld u k l a n n ı s ö y le m e k d e lile m u h t a ç b i r s ö z d ü r .
Y ö n e tile n le r d e n id a r e c in in y a p tığ ı ş e y le r e n z a g ö s t e r e n
k iş in in b u k o n u d a o n a o r ta k o ld u ğ u n u s ö y l e m e k m ü m k ü n
d ü r. F a k a t g ö r ü ş ü a lın m a y a n a k s in e h iç k im .se t a r a l i n d a n
c id d iy e a lın m a y a n s u s k u n v e e z ilm iş k i ş il e r i n g ü n a h ı n c -
dir'.>
M ü s lim 'in .sa h ih 'in d c Ü n im ü S e le m e ( r .a n h a ) d e n R a -
s u lu lla h 'm ş ö y le b u y u r d u ğ u r iv a y e t e d i l m i ş t i r "şu m u h a k
k a k k i, .sizin ü z e r in iz e b ir ta k ım a m i r l e r ta y in o l u n a c a k d a ,
.sizler o n l a n n iş le r in d e n b a z ıs ın ı m a 'n ı f v e g ü z e l g ö r e c e k
s in iz , b irk ı.s m m ı d u ç ir k in g ö r ü p i n k a r e d e c e k s i n i z . Ç ir k in
işi, ç irk in g ö re n , o n u n g ü n a h ın d a n b e r i o lu r . İ n k a r v e r e d
d e d e n d e g ü n a h a iş tir a k te n s a lim o lu r . F a k a t ç i ı k i n i ş e n z a
g ö s te re n v e o iş te la illc r in c ta b i o la n i.sc g ü n a h t a n b e r i o l
m a z , c e z a d a n s a lim k a la m a z ." s a h a b ilc r : " y a R a .s u Ia J (a h !
B ö y le m ü n k e r iş y a p a n a m ir le r le s a v a ş a l ı m m ı '? " d i y e s o r
d u la r. P e y g a m b e r im iz ( s a v ) : " N a m a z k ı l d ı k l a n s ü r e c e
'H a y ı r '" c e v a b ın ı v e r d i." (7 4 )
Ö y le y s e id a r e c in in A lla h 'ın ş e r ia t ın a m u h a l e f e t e t
m e s in d e n d o la y ı m e y d a n a g e le n k ö t ü l ü ğ ü h o ş k a r ş ı l a m a
y a n k iş i, s o r u m lu lu ğ u n d a n k u r tu lm u ş tu r . B u n u h o ş g ö r m e
y e n v e k a b u l e tm e y e n k iş i k u r t u l u ş a e r m iş tir .
A r d ın d a n g ittiğ i id a r e c in in k ü f r ü n e n z a g ö s t e r e n
k iş i, k e n d is i g ir m e s e d e o n u n g ü n a h ı n a v e k ü f r ü n e o n a k -
u r.
Bu gençler, sabah akşam idarecilerin zulmünü tadan
74. Sahih i Mâdim: 33A2.
170
h a tta o n l a n n e l i n d e n ö lü m ş e r b e tin i iç e n b u c / i l m iş h a lk la -
b a k a l a n m n y ö n e l i m e n /.a g ö s te rd ik le r in i n e r e d e n b iliy o r
la r'
F u k a h a m ı z d i y o r k i, s u k u t e d e n k iş iy e s ö z is n a d e d ile
m e z . S u s k u n a r a p c e h p e s i g ib i b ir ıü r s u s k u n lu ğ u s e ç e n h a l
k ım ız ın ra z ı o l d u k la r ın ı b u g e n ç le r n a sıl v e n e re d e n b ili
y o rla r ?
E b u D a v u d 'u n la h r ic e ttiğ i b ir b a ş k a h a d is d e ş u
d u r:
H z . p c y g a m b c r ( s a v ) ş ö y l c b u y u rd u " B e n d e n s o n ra b ir
k ıs ım a m i r l e r o l a c a k . O n la r . A lla h 'a ita a tin d ış ın d a k i ş e y
le rle a m e l e d e r l e r . O n la r a iş le r in d e o rta k o la n v e o n la rın z u l
m ü n e y a r d ım e d e n b e n d e n d e g i 1, b e n d e o n d a n d e g i I im . K im
d e o n l a n n iş le r in d e o n l a r a o rta k o lm a z v e z u lü m le rin e y a r
d ım e tm e z , i.se. o b e n d e n d ir , b e n d e o n d a n ım ."
A l l a h 'ın ra z ı o lm a d ığ ı işi iş le y e n b i r i d a r e d y e iş tira k
e d e n v e y a z u l m ü n d e o n a y a r d ım e d e n k iş iy e g e lin c e , z u l
m ü n v e a m e li n k a r a k t e r i n e g ö r e b u d u ru m u o n u b a z a n k ü fr e
g ö tü r ü r . B ir id a r e c i y i o l u m s u z b i r d u ru m d a n v a z g e ç ir m e y e
ç a lış a n v e o n a o r t a k o l m a y a n v e y a r d ım e tm e y e n in s a n is e .
b u n d a n k u r t u l m u ş tu r .
B a z a n b ir i ç t k ı p ş ö y l e d e r : E m r-i b il m a 'ru l v e n e h y -i
a n il m ü n k e r = i y i li ğ i e m r e d i p k ö tü lü k te n a lık o y m a n e r e d e
k a ld ı? B iz o n a d e r i z k i: " E m r - ib il m a 'r u f v e n e h y -i a n il m ü n -
k e r ’i n d e r e c e l e r i v a r . O n u n e n ü s tü n ü e l ile d e ğ iş tirm e y e u ğ
r a ş m a k , e n b a s i l i d e k a l b ile b u g z c ım e k ıir . b u ik is in in a r a
s ın d a d il i l e k a b u l l e n m e m e k v a r d ır . K im k a lb iy le b u ğ z e -
d e r s e v e i d a r e c i n i n y a p l ı k l a n n a ra z ı o lm a v s a " e m r-i b il
m a 'r u r v e n e h y - i a n il m ü n k e r '' y a p m ış o lu r . F a k a t b u d a i m a -
n ın e n z a y ı f d e r e c e s id i r .
H e r h a l ü k a r d a o k i ş i, o n a ta b i o lm a m ış , o n a k a tıl
m a m ış v e n / , a g ö s t e r m e m i ş o l u r
S o n o l a r a k ş u n u s ö y le m e liy im . B b . e ğ e r y ö n e tic is in i
h ü r r iy e t i ç i n d e v e h i l e y a p m a d a n s e ç im le b a ş k a n s e ç e n b i r
171
ü lk e d e is e k v c id a r c c i d c o r a d a " (im ü r b o y u c u m h u rb a ^ jk a m "
d e ğ ils e , id a re c in in ş e r ia tı ıc r k e u n c s i n d e n d o l a y ı h a l k ı n sı>-
ru m lu o ld u ğ u n u s ö y le y e b ilir iz . B iz. H u le la - i R a ^ id iıV d e n
s o n r a b u id a r e c ile r in e m r i a lım d a y a ş a d ık . O n l a r ın ilk i M u -
a v iy e b . E b i S ü ly a ıV d ı. B a k ın ız , o n e d i y o r ; 'B e n b i l iy o r u m ,
siz. b e n d e n raz.ı d ed ik sin iz.. A m a b e n b u iş i k ı l ıç z o r u ile a l
d ım . E ğ e r s iz e tü m h u k u k u n u z u v e r m e z -s e m . b i r k ı s m ı n ı a l
d ığ ın ız d a n ö lü r ü b e n d e n ra z ı o lu n u z ." ( 7 5 )
T a b iin 'in e n m u ıe d ili o la n H a ş a n e l - B a s r i , M u a v iy e
h a k k ın d a ş ö y le d iy o r ; " M u a v iy e 'd e d ö r i h a s l e l v a r ; H iç b iri
o lm a s a y d ı .sa d e c e b iri h e la k in e y e le r d i. O d a ; B u ü m m e i i n
b a ş ın a k ılıç z o r u y la g e ç m e s i. H a iia y ö n e lim i m e ş v e r e ls iz .
c l d c c l li . H a lb u k i s a h a b c - i k ir a m d a n m c ş v e r e ı e d i l e c e k la z i-
Icili ia s a n la r v a r d ı. B i r d i ğ e r ö z e l l iğ i d e ; K e n d is i n d e n .s o ıır '
o ğ lu n u h a lif e la y in ç im e s i..." M e r v a n b . H a k e m ‘e g e l i n c e , o
b ü tü n ic v a z .u su y la ş ö y le d i y o r " B e n b u ü m m e i i n h a s i a l ı k l a -
n n ı kılıç.sız. ıc d a v i e d c m iy c c c ğ im . V a lla h i b u m a k a m ı m
d a n .sonra b a n a h iç k im .se " A lla h 'la n k o ı k " d e m e s i n . A k s i
h a ld e b o y n u n u u ç u r u r u m ." B u n la r b i r la r a f la . y ü c e A l l a h 'ın
P c y g a m İK rin c ; A lla h 'la n k o rk ! h iıa b ı b i r i a r a l ia !
B u g ü n ü n id a r e c ile r in e g e l i n c e o n l a n n e n u l u s u g e c e
le y in g iz li e lle r le ta ş ın a r a k g e ld i. D e v le t m e r d i v e n i n e tır
m a n ır k e n s a k in d a v r a n d ı, h a n a ç o k l e m k in li d a v r a n d ı , .son
ra d a F ir a v u n e d a s ıy la b a ğ ır d ı; " B e n s i z e k e n d i g ö r ü ş ü m d e n
b a ş k a s ın ı iş a re l e tm iy o r u m . B e n s iz e a n c a k d o ğ r u y o l u g ö s -
le riy o r u m . [76)
B u c c .s u r ( ! ) k iş ile r d e n h a lk r a z ı m ı o lu r'.’ O l d u y s a n e
zam an?
172
MUSIAJMANLAR ŞEHADETİN MANASINI
liİLM İYO RLAR
BUNUN İÇ İN D E İSIAM 'A GİRMİŞ
OLAMAZLARI
B u b ir p r o b l e m d i r v e y a b ü y ü k b ir i d d i a d ı r . B ir k a lire
^ e h a d e ı k e lim e s i le m k in e d ild iğ i v a k ii, o n u d iliy le s ö y le s e ,
o n u n m ü s lü m a n lı Ş ı n a h ü k m e d ilir . A n la y ıp a n la m a d ığ ı
k o n ir o l e d i l m e / . N e v a r k i b u n u R e s u lu lla h lıc y a n e n i. Ç ü n
k ü o g ö r e v in d e .s a m im id ir . A k s in e h a d is le r in d e o n u n .is la m ı
b i r g o k l a n n a s u n d u ^ u n u .ş e h a d e ı g e ıirin c e d e „ a n la y ıp a n la
m a d ık la r ım a r a ^ l ım ı a d a n o n l a n n m ü s ü lü m u n o ld u k la rın ı
k a b u l e l l i l i n i g ö r ü y o r u z . E n e s i r . a l d e n ^ ö y l e d e d i ^ i riv a y e t
e d ilm itjlir: " B i r y a h u d i ç o e u j u v a rd ı. H /, P e y g a m b e r'e h iz
m e t e d e r d i . B ir a r a (,'oeuk h a s ta la n d ı, H z P e y g a m b e r t S A V )
g o e u & u n z i y a r e l i n e g e ld i v e b a ç u c u n d a o iu n lu . V e ı ; o c u ^ a ;
"Müslüman o l " b u y u r d u . Ç o c u k y a n ın d a b u lu la n b a b a s ın a
b a k tı. B a b a s ı d a o ğ l u n a " E b u ’l - K a s ım ın e m r in e u y . d e d i.
B u n u n ü z e r i n e ç o c u k h c m c n .,ş c h a d c l g e i i n p m ü s lü m a n o l
d u . H z . P e y g a m b e r ( S A V ) h a s ta n ın y a n ın d a n ç ı k a r k e n ; "Şu
t;oLuğu ı chenncm atehinden kurtaran Allah'a hamdü sena
lar obtun" d i y o r d u . ( 7 7 ) B u h a r i'n in ta h ric e ttiğ i b u h a d is s a
h ih tir . B a z ı r i v a y e t l e r d e d e , ç o c u ğ u n h e m e n v e f a t e ttiğ i g e l
m iş tir . B u n u n ü z o r in c H z . P e y g a m b e r ( S A V ) m ü s lü m a n la r a
;" K a r d c ş i n i z c s e v i n i n i z " b u y u rd u .
B u r a d a ç o c u ğ u n a n l a y ıp a n la m a d ığ ın ı k o n tro l e tm e y e
v a k i t y o k l u . B u n u n l a b e r a b e r R c s ü lu lla h , b u h iz m e tç i g e n c i
c e h e n n e m a t e ş i n d e n k u r t a r a n R a b b in e h a m d U s e n a d a b u
lu n d u .
Ö n c e k i k o n u l a r d a , k ö le le r in d e n m ü s lü m a n lığ ı k a b u l
173
e d e n lie r k c s i a /.a d e d e n s a h a b i'n in h a b e r i g c< ;m i$ ıi. S a h a -
b i 'n i n b i r c a r iy e s i v a r d ı. F a k a t d in h a k k ın d a b i r ş e y b i l
m i y o r d u . R e s u lu lla h c a r iy e y i y a ğ ırd ı v e o n a : " A lla h n e r e
d e ? " d iy e s o r d u . C a r iy e ;g ö k le r i iş a r e t e tti. R a s u l u l lh te k r a r
s o r d u " B c n k im im ? " C a a r iy e : " A lla h 'ın R e s u l ü s ü n " d e d i.
B u n u n ü z e r in e H z . P e y g a m b e r ( S A V ) : "O mü'mindir" B c l-
k id e k a d ın ın is la m d a n b ild iğ i ş e y le r in tü m ü b u k a d a r d ı.
N û b y a lı k a d ın a g e lin c e : H a n i o z i n a e t m i ş v e b u n u iti-
r a f e t m i ş ti . O n u n h a k k ın d a H a lil'e H z . Ö m e r ( r . a ) d e n s o r u
lu n c a , a ra ş tırd ı ki k a d ın z in a n ın h a r a m o l d u ğ u n u b i l m i
y o r.... S a id b in e l M ü .s e y y e b d e ş ö y le d i y o r ;
Ş a m 'd a z in a e d ild iğ i a n la tıld ı, b i r a d a m : " D ü n g e c e z i n a
e llim " d e d i. O r a d a b u l u n a n l a r ; S e n n e . s ö y l ü y o r s u n ? " d e d i
ler. B ir b a ş k a r iv a y e tle : H e la k o ld u m . ” Ş e k l i n d e d i r . A d a m :
A lla h 'ın z in a y ı h a r a m k ıld ığ ın ı ''h i l m i y o r d u m " d e d i . ( 7 8 )
A d a m ın z in a ile ilg ili b ilg is i h u k a d a r . Ş e h a d e i i a n l a
m ası n e k a d a r d ır a c a b a ? ? B u h a n 'n i n E b u V a k ıd e l- L e y s i
'd en riv a y e ti ş ö y le : R e .s u lu lla h ile b ir lik le H a y b e r 'e d o ğ r u
ç ık tık . O .sırada b iz le r İ s la m 'a y e n i g i n n i ş b u lu n u y o r d u k .
M ü ş rik le rin rü k u 'a e ğ ild ik le r i v e s i la h l a n n ı a s t ı k l a r ı v e :
Z J t- u E n v a i" d e d ik le r i .sed ir a ğ a c ın d a n b a z ı p a r ç a l a r v a r d ı.
B iz d e :" E y A lla h 'ın R e s ü lü , o n la r ın b ö y le b i r s i la h a s a c a k
y e rle ri o ld u ğ u g ib i, b iz e d e b ö y le b i r ş e y y a p d e d i k . B u s e l e r
H z , p c y g a m b c r ( S A V ) b iz e ş ö y le d e d i;" Allaha ekher! İsrail
oğullarının dedikleri gihi söylüyorsunuz. Onlar d a:" Onla
rın tanrıları oduğu f>ihi sen de hize höye bir tanrı yap" de
mirlerdi. Yeminie söylüyorum ki. sizler de sizden öncekile
rin Kinikleriyolu karır karır, adım adım izleyeceksiniz. Öyle
ki onlar hir kertenkele deliğine girecek olsalar, onların pe
rine takılacaksınız." b u s ö z l e r ü z e r i n e b i z l e r : " E y A lla h 'ın
R e s u lü , Y a h u d i v e H iri.s tiy a n la n m ı k a .s d c d iy o r s u n ? " d iy e
s o r u n c a , o d a bi/.c ."Barkakünolal7İlir! d i y c c c v a p v e r d i.B u
a ç ık c a h a le tlc r in c r a ğ m e n , R e s u l u l la h ( S A V ) o n l a n t e k f i r
78. .Mulıamncd Nasr lil-Iiani-lıva-uy (îalıl: 7/343
c lm c d i. O n l a n n ^ c h a d c ıi r e d d e d ilm e d i. Ç ö ld e n g e le n b :ı/ı
A r a p l a n n , R c s iilu lla h 'ın h u /.u n ın a g irip , o n a .suni s o rd u k -
la n v e m ü s lü m a n o l u p g e r i d ö n d ü k le ri b ilin m e k te d ir . B u v e
b e n z e r i k i ş il e r i n m ü s liim a n lık la n h a k k ın d a h iç k im s e e lle ş -
lir id c b u l u n m a d ı . R e s u lu lla h 'a ib a d c ıle r k o n u s u n d a s o ru s o
ra n ş u a 'r a b i h a d i s i 'd e ö n e m li. O k o n u d a k e n d is in e R c s u lu l-
la lı t a r a l ı n d a n g e r e k li a ç ık la m a y a p ılın c a ş ö y le s ö y le y e re k
g ilıi ; " V a l l a h i , b u n l a r a d a h a b irş e y ila v e e tm e m . " O n u n bu
s ö /.ü n ü n p e ş in e R e s u lu lla h : " e ğ e r d e d iğ in i y a p a rs a , k u rtu l
d u ." b u y u r d u .
B u n la r v e b c n /.e ri o la y la r , ş c h a d c ii s ö y le m e n in k işin in
m ü s lü m a n o l d u ğ u n a h ü k m c d ilm c s i iç in y e te rli o ld u ğ u n u
a ç ık ç a o n a y a k o y u y o r . Biz, b u h u s u s ta ş e ria t k o y u eu .su n u n
is te m e d iğ i ş a r t l a n k o y m a y a m a lik d e ğ ili/..
B u r a d a z ik r e d ilm e s i g e r e k e n b ir d u ru m d a h a v a r. O d a
S e y y id K u tu p v e M e v d u d i ( A lla h h e r ik is in e d e ra h m e t e t
s in ) n in g e n ç l e r e b a z ı s o n u ç la r ç ık a n n a y ı ilh a m e d e n y a z ı
l a n d ı r . M e v d u d i " K u r 'a n 'd a D ö rt T e r im 'in d c ş ö y le y a z ı
y o r ; ' ..... K u r 'a h - ı K e rim A r a b la r a r a s ın d a n a z il o lu p . A r a p
ç a k o n u ş a n l a r a s u n u l u n c a .o n la n n h e r b ir is i " ila h " k clin ıc.si-
n in a n l a m ı n ı b i l iy o r , " R a b " k e lim e le r i e s k id e n b e ri o n la n n
k o n u ş m a l a n n d a k u lla n ıla g e le n k e lim e le n li. o n la r a y n ı z a
m a n d a b u ik i k e l i m e n i n k a p s a d ığ ı b ü tü n a n la m la n d a b ili
y o r la r d ı. D o l a y ı s ı y l a o n la r a A lla h 'ta n b a ş k a ila h y o k tu r v e
o 'n u n d ı ş ı n d a R a b y o k tu r , u lu h iy y c iin d c v e ru b u b iy c lin d e
O 'n u n o r t a ğ ı y o k t u r ." d e n ild iğ in d e n e y e d a v e t e d ild ik le r in i
t ü m ü y le i d r a k e d i y o r l a r v e h iç b i r k a n ş ı k l ı k , k a p a lılık s ö z
k o n u s u o lm a k .s iz .in , b u s ö z le r i s ö y le y e n k iş in in A lla h 'ta n
b a ş k a s ın a n e g i b i s ı f a t l a n n y a k ış tın im a m a s ı g e r e k tiğ in i v e
n e g i b i s ı f a t l a n y a l n ı z v e y a l n ı z y ü c e A lla h 'a la h s is c lliğ in i
b i l iy o r la ı d ı. B ö y le c c k ü f r e s a p a n la r a p a ç ık b i r d e lil v e b il
g iy e r a ğ m e n k ü f r e .s a p ıy o r v c k ü fr ü n ü n n e y le o r ta d a n k a lk a
c a ğ ın ı, A l l a h 't a n b a ş k a .s ın ın u lu h iy c t v e r u b u b iy e tin i n e ş e
k ild e i n k a r e d e c e ğ i n i b ile r e k k ü f r e g ir iy o r d u .
175
....... F a k a t b u p a r la k d ö n e m d e n .s o n ra g e l e n (.M alard a
b u k e lim e le r in K u r 'a n 'ın n a / i l o ld u ğ u d ö n e m d e k i y a y g ı n v e
d o ğ ru a s li m a n a la ıı d e ğ iş m e y e b a ş la d ı. B u d ö n k e l i m e n i n
h e rb iri.sin in a n la m ı d a h a ö n c e k i g e n i ş ç e r g e v e s i n d e n g i t t i k
ç e k a y b e d e re k d a r a ld ı v e s o n u n d a d a r v e s ı n ır l ı a n l a m l a r
ifa d e e tm e y e , k a p a lı v e k a n ş ı k m â n â la r a g e l m e y e b a ş la d ı.
B u n u n d a ik i s e b e b i v a r d ı.
B irin c i .seb e p : S o n r a k i d ö n e m l e r d e s a l a r u p ç a k a y n a
ğ ın ın k u n ım a .sı v e .selim A r a p d il ş e v k i n i n a / a l m a s ı .
İk in c i s e b e p : İs la m t o p lu m u n d a d o ğ u p , y e t i ş e n l e r e
" ila h " , " ib a d e t" , " ra b " v e ’d in " k e l i m e l e r in i n a n l a m l a n n d a n .
K u r'a n 'ın n a / i l o ld u ğ u d ö n e m le r d e k i C a lıili t o p l u m d a y a y
g ın o la n a n l a m l a n n tü m ü n ü n k a l m a m ı ş o l m a s ı . . . ( 7 9 ) B u
.s ö /lc r .m u h a ıa p lu n n h e p s in in h a l i s a r a p o l m a l a n n ı v e b e l i r
li b ir a n la y ış d ü /.c y in d e b u l u n m a l a n n ı g e r c k ı ı r i y o r .
F a k a t İsla m s a d e c e a r a p la r a a it d e ğ i l d i r . B iz a tih i a n ıp
lo p lu m u n u n iç in d e a r a p o lm a y a n b ü y ü k b i r k i t l e v a r d ı. B u
in s a n la r .is la m 'ın y a n m a d a n ı n d ı ş ın d a h e m e n y a y ılm a .s ı
iç in b ü y ü k k a lk ıd a b u lu n d u la r . B u i n s a n l a n n a n l a y ı ş ı n a .sıl-
dı?
B a/.ı g e n ç le r S e y y id k u lu b 'ıın .s ö /.lc rin i m a k s a d ı n ı n
d ış ın d a a n la m ış la r d ır . B u n u n iç in b e n o n u n la m o l a r a k b i r
y o ru m u n u n a k le d e c e ğ im . O , F i Z ı l a l 'ı n d a ş ö y l e d i y o r : '....
M e k k e 'd e k e lim c -i ş e h a d e l g e tir e n h e r ş a h ı s , g ö n l ü n ü a ilc -
■sinden, a ş ir e tin d e n k a b ile s in d e n v e K u r e y ş 'i n ş a h .s ın d a g ö
rü le n c a h iliy y c i k u m a n d a s ın d a n ç e k i p k u r t a r m ı ş , A l l a h 'ın
R e s u lü H /.M u h a m m c d 'c b a ğ l a n m ı ş v e i r a d e s i n i R c s u lu l-
la h 'ın ö n d e r liğ in d e m e y d a n a g e l e n o k ü ç ü k c e m i y e t e ( a s lim
e lm iş o lu r . O / a m a n ş a r t l a r o d e r e c e / . o r d u r k i ; b ü t ü n ü y l e c a -
h iliy y c i to p lu m u b u y e n i d o ğ a n c e m i y e t i n t e h l i k e s i n i b ü n -
y a s in d e n a tm a k , d a h a v ü c u t b u l m a d a n o n u y ı k m a k v e m a h
v e tm e k iç in ç a lış ıy o r d u .
İ ş te o / a m a n R c s u l u i la h , b u y e n i c e m i y e t i m e y d a n a g e -
176
tir e n CcTtlcri b ir b ir in e k a r d e ş y a p tı, Y a n i O , y u k a n d a işa re t
e d i l e n c a h i li y y e t k o p lu m u n u n p a n ja la n m ış fe rtle rin i; k a n
v e n e s e p b a g y e r in e i n a n ç b a ğ ı ile b irb irin e b a ğ la n ıp e a h i-
liy y c t h a y a tın ın ö n d e r liğ i y e r in e y e n i c e m iy e tin ö n d e rliğ in e
s a n l a n v e g e ç m iş te k i d o s tlu k la r y e r in e b u y en i v a rlığ ın
d o s l u g u n a g ö n lü n ü b a ğ la y a n y e k p a re b ir " k ille " v ü c u d a g e
lird i. A n c a k d a h a ö n c e ; Is la m iy c lin r e h b e rliğ in e m u tla k s u
r e tle b a ğ lı k a l a c a k l a n n a , k e d e r d e v e s e v in ç le d in le y ip ita a t
e d e c e k le r in e v e R e s u lu lla h 'ı k e n d i n ıa lla n n ı, ç o c u k la n n ı
v e h a n ı m l a n n ı k o r u y a c a k l a n n a d a i r M e d in c 'lile rd c n b ia t
a l ı n m ı ş t ı ...M e d i n e 'n i n h ic r e t y u rd u h a lin e g c lm c .s iy lc ,o ra
d a R e s u l u l la h 'ı n ö n d e r li ğ i n d e b ir İsla m d e v le ti k u n ıld u . O
/ a m a n A lla h 'ın R e s u lü ; M u h a c ir le r le cn .sar a r a s ın d a y a k a
n d a z ik r i g e ç e n k a r d e ş liğ i te s is e lli. B ü tü n ic a p la n y la k;m
v e n e s a p b a ğ ı n ı n y e r in e g e ç e n b ir k a r d e ş lik v ü c u d a g e lird i.
O k a d a r k i; g e r e k a i l e d e g e r e k k a b ile d e k a n b a ğ ın ın d a y a n
d ığ ı v e r a s e t , d i y e t v e b o r ç la n n h e p s i b u k a r d e ş lik le m e v c u t
tu . İş te A l l a h 'ı n h ü k m ü : " İm a n e d ip h ic r e t e d e n le r. A lla h y o
lu n d a m a l l a n y l a , c a n l u n y l a c ih a d e d e n le r v e m u h a c irle ri
b a n n d ı n p , o n l a r a y a r d ım e d e n le r , iş te b u n la r b irb irle r in in
d o s t u d u r ." ( E n l a l s u r c s i:7 2 )
Y a r d ım d a d o s t l u k .....V c ra .sc ltc d o s llu k ...... D iy cU crd c
d o s t l u k ...... B o r ç l a r d a d o s tlu k .... H ü la s a k a n v e n e s e p b a ğ ı
n ın g e r e k t i r d i ğ i h e r ş e y d e d o s tlu k ....
S o n r a b a /.ı i a s a n l a r d a a k id e o la r a k b u d in i k a b u l e lli
le r, f a k a t l i il c n İ s la m c e m iy e ti n e iltih a k e tm e d ile r . A lla h 'ın
ş e r ia l in i n h a k i m o l d u ğ u , h e r ş e y in İs la m p re n s ip le ri d a h ilin
d e y ü r ü t ü l d ü ğ ü İ s la m y u r d u M e d in e 'y e h ic re t e tm e d ile r. İs
la m , A l l a h 'ı n ş e r ia t ım y ü r ü t e c e k b i r v a ta n a s a h ip o ld u ğ u
h a ld e , M e k k e 'd e k i y ü / e y s e l k u a ı l u ş u n u M e d in e 'd e ta m a m
la m a k i m k a n ı n a e r d iğ i h a ld e , b u r a d a c a h iliy y e t c e m iy e tin
d e n u / a k , e n e r j i k İ s la m t o p lu m u n u m e y d a n a g e ü r m e s in e
r a ğ m e n b u t o p l u m a k a t ı l m a d ı la r . G e r e k M e k k e 'd e v e g e re k
M e d i n e 'n i n e t r a f ı n d a ö y l e in s a n l a r v a r d ı k i, b u a k id e y i k a -
177
I'u l e d iy o rla r, l'a k ai b u a k id e y e d a y a n a n t o p l u m a i ltih a k e t
m iy o r la r v e o n u n ö n d e r liğ in i İ lile n b e n i m s e m i y o r l a r d ı ......
B u in s a n la r, İs la m c e m iy e tin in ş e n c lli b i r ü y c .si o l m a y a i lli-
la t e tm e d ile r. A lla h 'd a o n l a n n b u c e m iy e tl e o l a n d o s t lu k l a -
n n ın h e m d e d o s tlu ğ u n h e r g c ş i d i y le - y a s a k la d ı . Ç ü n k ü o n -
l a r l l i l e n İsla m c e m iy e tin e m e n .s u p d e ğ i l d i l e r . İ ş te b u i n s a n
la r h a k k ın d a ş u h ü k ü m n a / i l o l d u : " .... İman edip hicret et
meyenlerle.hicret edinceye kadar sizin dzzstluğunuzyoktur.
Fakat din uğrundayardım isterlerse yardm etmek üstünüze
horı;tur. Şu kadarki sizinle aralarında anlaşma bulunan bir
ka vimaleyhinde değil. ...A ilah işlediklerinizi hakkıyle görü
cüdür." ( e n la l s u r c s i;7 2 )
B u h ü k ü m jta y e l m a n t ı k i d ir v e b u d i n e , o n u n h a r e k e tli
v e g e ry e k ç i s is te m in e g a y e t u y g u n d ü ş m e k t e d i r . E v e t o n l a r
İsla m e e m iy c lin in ü y e s i d e ğ i l d i r l e r a m a b e r i t a r a l l u b i r a k i -
d c b e r a b e r lik le r i v a r ... E v e t, a m a s a d e c e b u b e r a b e r l i k , o n la -
n İslam e e m iy e lle r in in ü y e le ri h a l i n e g e t i r m e y e k a f i g e l
m e / . A n c a k k e n d ile r in e d in y ö n ü n d e n l e c a v ü / . e d i l i r v e m e
s e lâ a k id e le ri te h lik e y e m aru z , k a l ı r d a İ s la m y u r d u n d a k i
m ü 's liim a n la rd a n b u h u s u s la y a r d ım i s te y e c e k o l u r l a m a , o
z a m a n s a d e c e b u h u s u s la o n l a r a y a r d ım e t m e k m ü s lü m a n -
l a n n b o rc u d u r, A n c a k b u h a r e k e t m ü s l ü m a n l a n n d i ğ e r b ir
d e v le tle o la n a n la ş m a s ın ı b o z m a m a lı d ı r . V e le v k i b u d e v le t
d in v e a k id e le r in d e o in s a n la r a te c a v ü z ci.se d a h i !...... "
(«())
M e r h u m S e y y id K u lu b 'u n s ö y c d i k l c r i b u n l a r . O n l a n n
a r a s ın d a h ic r e t e tm e y e n le r in , İ s la m a g ö n ü l v e r d i k l e r i n e v e
b u n d a n d o la y ı d a y a r d ım a h a k k a z a n d ı k l a r ı n a a ç ı k ç a b ir
ifa d e b u lu n m a k la d ır .
F a k a t b e n S e y y id K u lu b 'u n ş u s ö z ü n e k a t ı l m ıy o -
m m :" ....A m a o n l a r ( h ic r e t e t m e y e n le r i k a s d e d i y o r ) b u a k i
d e ü z e r in e k u r u lu n t o p l u m a k a t ı l m ı y o r l a r v e k o m u t a y a İli
le n u y m u y o r la r .....
178
B u g ib i s ö / l c r g c n g l c r c .o n la n n m ü s l ü m a n o l m a d ı k t a -
n n ı fıs ıld a r. B u n u n la b e r a b e r b a z ı m ü s lü m a n la r R e sü -
lu lla h 'a h ic r e tin f a r z o lu ş u n u - ile r id e g e le c e k - s o rd u la r.
F a r z o l m a y ı p r u h s a l v c r c id ig in i if a d e b u y u r d u . N ite k im b a
zı m ü s lU m u n la ra h ic r e t v e y a y a r d ım e tm e te k lifin d e b u lu n
d u , o n l a r d a h ic r e ti s e ç tile r .
B a / ı l a n d a h i c r e t in c a i z o l d u ğ u n u a n la d tla r v c p la n la
d ık la r ı s e b e p le r d e n d o la y ı k a lm a y ı te r c ih e ttile r. H ic re tin
v a c ip o l d u ğ u g ö r ü ş ü n ü b e n im s e m iş o ls a la r d ı, e lb e tte h ic re t
e d e r le r d i. H ic r e tte n s ö z e d e r k e n g e le c e k b a z ı h a d is le r le , b i
r a z ö n c e z ik r i g e ç e n h a d i s l e r b u n la r d ır .
H ic r e t e t m e y e n le r , k o m u ta y a b o y u n e ğ m e y e n k iş ile r
d e n d e ğ ild ir . B u k o m u t a , f e r tle r in b o y u n e ğ m e m e y i c a iz
g ö r d ü ğ ü b i r p o l i ti k a d e ğ ild ir . F a k a t o n ü b ü v v e ttir . O n a b a ğ
l a n m a y a n k ü f r e g ir e r .
B a z ı h a b e r l e r d e ş ö y le b i r o la y n a k l e d il m i ş ti r ; M ü s lü
m a n b i r a d a m ı n b a ş k a s ıy l a b i r d a v a s ı v a r d ı. K o n u y u R e s u -
lu lla h ( S A V ) a a r/.c U i. A d a m v e r ile n k a r a n b e ğ e n m e d i. B u
s e l 'e r k o n u y u H z . E b u B c k i r ( r . a ) c d a h a s o n r a d a H z . Ö m e r
( r .a ) e g ö t ü r d ü . O l u p b ite n le r i H z . Ö m e r 'e a n la ttı. B u n u n
ü z e r in e H z . Ö m e r k ılıc ın ı ç e k i p a d a m ı ö ld ü r d ü .B u h a b e r
R c s u lu I I a h 'a u l a ş ı n c a : "Ömer bir müslümanı öldürmez. "
b u y u r d u . R e s u l u l la h b u s ö z ü y le a d a m d a n İs la m s ıfa tın ı k a l
d ırd ı.
B u h i c r e t e t m e y e n k i ş il e r i n b i r k ıs m ı M e k k e 'd e d iğ e r
le ri d e M e d i n e d ı ş ın d a y d ı . R e s u lu llla h o n l a n n h ic r e t e tm e
s in i g e r e k li g ö r s e y d i , c l b c l l c k i o n l a r h ic r e t e d e r d i . H a lta b a
z d a n R e s u l u l l a h 'ı a n h i c r e t iş in i a ç ık lığ a k a v u ş tu r m a s ın ı is
le d ile r. N i t e k i m " D e v s " h e y 'e t i b ö y le y a p m ış tı. R e s u lu lla h
(S A V ) o n l a r a h i c r e t e t m e y i p y e r le r in d e k a l m a l a n n a iz in
v e r d i.
179
MÜSLÜMAN HİCRET EDEN KİŞİDİR
ŞEHADET GETİRİP
HİCRET ETMEYEN MÜSLÜMAN DEĞİLDİR
K u f a n - ı K e rim , im a n e d i p h ic r c i e d e n l e r d e n v e y in e
im a n e d i p h ic r e l e lm e y c n ic ıd e n b a h s e d e r k e n ş ö y l e b u y u
r u r " doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıy
la canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onla
ra yardım edenler, işte bunlar birbirinin dostudurlar. İna
nıp hicret etmeyenlerle, hicret edene kadar sizin dostluğu
nuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda
anlaşma bulunmayan topluluktan başkasına karşı onlara
yardım etmeniz ğerekir. Ailah işlediklerinizi ^örür. " ( E n l al
S u tc s i;7 2 )
B u a y e t-i k e r im e m ü 'm in lc r d e n ü ç g u r u b u /.ik rc i-
m iş ü r :
a - İ n a n ıp , h ic r c i e d ip v e c ih a d e d e n m ü 'm i n i c r
b - M u h a c ir le r i b a n n d ı n p y a r d ım e d e n e n s a r
c - İ m a n e d i p , a m a h i c r c i e l m c y e n m ü 'm i n l e r .
D o s U u k v e y a r d ım ilk ik i g u r u b a r a s ı n d a v a c ip tir .
D o s tlu k ( b ir b ir le r in in m ir a s ç ıs ı o l m a d u r u m u ) o l m a d a n s a
d e c e y a r d ım ü ç ü n c ü g u r u b u n h a k k ıd ır . B i r t e k d u r u m b u
n u n d ış ın d a d ır . B u ü ç ü n c ü g u n ı b , m ü s l ü m a n l a r l a a r a l a n n -
d a a n la ş m a b u l u n a n b i r k a v m e k a r ş ı m ü s l ü m a n l a r d a n y a r
d ım is te d iğ i ta k d ir d e , o n l a r a y a r d ım e t m e k i ç i n a n tla ş m a y ı
b o z m a k c a i z d e ğ ild ir .
B u n u n d ı ş ın d a o n l a r a y a r d ım e t m e k g e r e k i r . D o s tlu ğ a
( m ir a s ç ı p l m a d u n ı m u ) g e lin c e , h i c r e t e t t i k t e n s o n a o n a h ak
k a z a n ır la r . N a s s ın z a h ir i b u n a d e l a le t e t m e k t e d i r .
Ü ç ü n c ü g u n ı b h a k k ı n d a a y e t le ik i k e r e : " iman edip
hicret etmeyenler....".....din uğrunda yardım isterlerse...."
180
B u y r u la r a k m ii'm in o ld u k la r ın a h ü k m c d ild iğ i a k ıld a n ç ı
k a r ılın a m a lıd a r .
T a b c r i , T c f s ir 'i n d c ş u n u k a y d e d e r ; " B u a y c i a y n ı z a
m a n d a m i r a s h a k k ın d a d ır . B u a y e t n e s h o lu n u n c a y a k a d a r
E n s a r la M u h a c ir l e r a r a s ın d a m ira s h ü k m ü c a riy d i. A m a
m ü s lü m a n la r d a n h ic r e t e tm e y ip , k a f ir le rle b irlik le k a la n la
ra g e lin c e , o n l a r m ü s lü m a n la r a m ira s ç ı o la m a d ık la n g ib i
m ir a s d a b ı r a k a m a / l a r d ı . B u k o n u d a k i tü m h a b e rle r n a k le
d ilm iş tir . O n l a r d a n b iri: K a ıa d c 'd e n Ş ö y le d e d iğ i riv a y e t
e d i l m i ş t i r . : " M ü s l ü m a n l a r h ic r e t .seb e b iy le b irb irle rin e m i
ra s ç ı o lu y o r l a r d ı. R e .s u lu lla h (S A V ) o n la n n a ra s ın d a k a r
d e ş lik te s is e tm iş ti. B u n u n ü z e rin e o n la r d a m ü s lü m a n o l
m a k la v e h ic r e t e tm e k le b ir b ir le r in e m ira sç ı o lu y o rla rd ı.
M ü s lü m a n o l u p , h ic r e t e tm e y e n a d a m d in k a rd e ş in e m ira.sçı
o la m a z d ı. D a h a s o n r a b u h ü k ü m şu a y e tle y ü rü rlü lü k te n
k a ld ır ıld ı: " ....b ir ib i r i n i n m ira s ç ıs ı o la n a k ra b a , A lla h 'ın k i
ta b ın a g ö r e b i r b i r i n e d a h a y a k ın d a n D o ğ ru su A lla h h e r şey i
iyi b ilir . " E n f a l :7 5 )
İb n - i K e s ir d u r u m u d a h a d a a ç ık lığ a k a v u ş tu ra ra k şö -
y c d iy o r ; " R e s u lu l l a h ( S A V ) : Ensar ve Muhacirler, bazısı
bazısının velisidir. Kureyşten tuleka (İslamiyeti Lstemiye-
rek kabul edenler), Sakifkabilesinden Utekâ (soylular) ba
zısı bazısının kıyamete kadar velisi'dir." (8 1 ) H ü z e y fe 'd e n
ş ö y le d e d iğ i n a k l e d i l m i ş t i r " R e s u lu lla h (S A V ) b e n i h ic re t
e tm e k le y a r d ım e t m e a r a s ı n d a s e r b e s t b ı r a k tı. B e n h ic r e t e t
m e y i t e r c i h e t t i m . " .... "...... İman edip, hicret etmeyenlerle:
hicret edinceye kadar .sizin onlara dostluğunuz yoktur...."
A y e t- i k e r im e s in d e s ö / ü e d i l e n k i ş i l e r , m ü 'm in g u n ıb u n u
te ş k il e t m e k t e d i r le r . B u g u r u b h ic r e t e tm e y ip ç ö lle r d e k a la n
k iş ile r i d e k a p s a m a k t a d ı r . B u k iş ile r in g a n im e tle r d e h is s e
le ri o l m a d ı ğ ı g i b i " b e ş le b i r ” d e d e h a k la n y o k tu r. Y a ln ız s a -
v a ş a k a t ı l d ı k l a n t a k d i r d e b u n a h a k k a z a n ır la r B ü ıc y d c b in
81. Bu hadisi İmam Ahmcd bin Hanbcl (ıh.a.) ıahıiccuni(iir. Haliz Ebu
Yala ibn-i Mes'uddan Meıfu olank rivayei etmiştir.
181
c l - H a s i b c l - E s lc m i'd c n ş ö y le d e d iğ i r iv a y e t e d i l m i ş d i r .; H z .
R c s u l u l l a h b i r o r d u n u n v e y a b i r .s e r iy y e n in b a ş ı n d a b i r k u
m a n d a n g ö n d e r d iğ i v a k it o n a , A lla h 'ta n k o r k m a s ın ı v e b e
r a b e r i n d e o la n l a r a iy i d a v r a n m a s ın ı t a v s iy e e d e r d i v e o n a
ş ö y l e e m i r v e r i r d i : A lla h y o lu n d a A lla h 'ın a d ı y l a h a r b e -
d i n .... A lla h 'ı in k a r e d e n le r le s a v a ş ın . M ü ş r i k l e r d e n d ü ş -
m a n l a n n ı z l a k a r ş ıla ş tığ ın ız z .a m a n o n l a n ü ç ş e y d e n b i r i n e
ç a ğ ır. H a n g is in i s e ç e r le r s e , o n u k a b u l c l. O n l a n n y a k a s ın ı
b ıra k . S o n r a o n la r a k e n d i y u r lla n n d a n m u h a c ir le r i n y u r d u
n a g e ç m e le ri iç in ç a g n d a b u lu n . K a b p l e t m e z v e k e n d i y u r i-
b i o ld u k la n n ı v e M ü ’m in lc rc u y g u la n a n A l l a h 'ın h ü k m ü
n ü n a y n e n k e n d ile r in e d e u y g u la n a c a ğ ın ı; m ü 'm i n l e r l c b i r
lik te .s a v a ş a ç ık m a d u r u m la n h a r iç , k e n d i l e r in i n g a n i m e t v e
I c y ’d c n b ir p a y la n o l m a d ı ğ ı n ı o n la r a b i l d i r .... " ..... Şayet
din uğrunda sizden yc\rdım isterlerse, onlara yardtm etme-
niznerekir...." AycünAc Y ü c e A lla h ş u n u b u y u r u y o r ; H ic r e t
e tm e m iş şu a r a b ilc r , k e n d i d ü ş m a n l a n y l a .s a v a ş m a k ü z e r e ,
s iz d e n y a r d ım is le m e le ri h a li b u n u n d ı ş ı n d a k a l m a k t a d ı r .
S ö z ü n ü z ü n e ri o lu n u z v e a n l a ş m a y a p i ı k l a n n ı z l a a h i d l c r i-
n iz i b o z m a y ın ız ." ( 8 2 )
M a s c lc b u n u n la d a h a iy i a ç ı k lı k k a z a n ı y o r . G e r i y e
h ic r e t m e s e le s i k a ld ı.
T a b e r i d e d i k i ..... "Hicretedenler....."sö/.iî " m ü ş r ik
le r in ik a m e t e tlik le r i ş e h ir le r d e n v e ç e v r e l e r d e n g ö ç ü p g i
d e n l e r a n la m ın d a d ır . Y a n i o n l a r m ü ş r i k l c r i r i y u r l l a n n d a n
v e y a ç e v r e m e k a n la r d a n g ö ç e r e k b a ş k a y e r l e r e g i t ti l e r ....
" m u h a c e r e t'' k e l i m e s i " m ü la a le " v e z n i n d e d i r . M a n a s ı i.sc
b i r a d a m m b i r b a ş k a a d a m la a r a l a n n d a b u l u n a n d ü ş m a n l ı k
ta n ö tü r ü te r k e tm e s i d e m e k tir . S o n r a k e l i m e h o ş l a n m a d ı ğ ı
b i r d u r u m d a n d o la y ı g ö ç ü p g id e n h e r k e s h a k k ı n d a k u l l a n ı
l ı r o ld u . A n c a k " m u h a c ir le r ” s ö z ü , R e s u l u l l l a h 'ı n a s h a b ın -
182
d a n , m ü ş r i k l e r i n u rx'^ında ik a m e t e tm e k te n v e o n la n n e g e
m e n liğ i a l t ı n d a k a lm a k ta n n e f re t c d e rc k . k e n d i e v le rin i v e
y u r l l a n n ı t e r k c d e n k i ş i le r h a k k ı n d a k u lla n ıld ı. Ç ü n k ü o n la
n n k e n d i y u r tla r ın d a c a n g ü v e n lik le ri b u lu n m a y ıp , c a n g ü
v e n l i ğ i o l a n b a ş k a b i r y e r e gö<;ıüler.(K 3)
H a d i.s lc r c b a k a n k iş i h ic re tin te ş v ik e d ild iğ in i v e a m e
lin k a b u l ü iğ in ş a r t k o ş u ld u g u n u g ö rü r. İm a m N c s e ’i’n in
M u a v i y c b in H a y d e tü l' K u ş e y ri'd e n ta h ric e ttiğ i h a d is ş ö y
le ; D e d im k i ; E y A lla h 'ın N e b is i! S a n a g e lm e m e y e v e d in i
n e g i m ı e n ı c y c p a r m a k la n m ın .say ısın ca y e m in e tm iştim .
B e n , A l l a h v e R e .s ü lü n ü n b a n a ö ğ re ttiğ in d e n b a ş k a hig b ir
ş e y b i l m e y e n b iri id im . Ş im d i A / i / v e Ç e lil o la n A lla h 'ın n -
y.ası iç in R a b b i m i / i n s e n i b i / c n e ile g ö n d e rd iğ in i s o ru y o
r u m . ”H / . P e y g a m b e r ( S A V ) " Isla m la " b u y u rd u . B en "İs
l a m l ı ğ ın a la m e tl e r i n e le r d ir ? " d e d im .H /. P e y g a m b e r; "Azi:
vc C d il alan Allah rızası için miisliiman alıiıım. küfrü, i.sya- ■
nı bıraktım demen, namaz kılman, zekatvermen müslünum-
lartn mal, can vc ırzlarının birbirlerine haram alJu^u- ■
nu.Miislümiinların birbirlerine yardım eden kardeşler ol
duklarını kabul etmen vc Aziz Çelil otan Allahın muhrikler
arasında iken İslâmî kaimi ettiği halde onları bırakıp MiLs-
lümanların içine nelmeyen kimsenin hiçbir amelini kabul
etmeyeceğini bilmendir." b u y u rd u .(8 4 )
B u h a d i s , h ic r e tin v u c u b u v c h ic re t e d in c e y e k a d a r b ir
m ü s lü m a n d a n a m e lin in k a b u l e d ilm e y e c e ğ i h u s u s u n d a g a
y e t a ç ı k tı r . İ b n - i S a 'd ''T a b a k a l' ın d a E b u H ü re y re d e n ş u h a
d is i n a k l c t m i ş l i r : " A b s o g u lla n n d a n ü ç k işi R e s ü lu llu h 'm
h u z u r u n a g e l d i . O n la r d a n b i r i : ''K u r r â l a r ( K u r ’an o k u y u p ,
İ s lâ m î y a y a n k i ş il c r ) t m ı z b iz e g e ld ile r v c ; " H ic re t c im e y e n
k i ş in i n m ü s lü m a n lı g ı y o k lu r , d iy e b iz e b ild ir d ile r. H a lb u k i
b iz im m a l l a n m ı z v c k o y u n s ü r ü le r im iz v a r. O n la r b iz im g e
ç im k a y n a ğ ı m ı z . E ğ e r , h ic r e t e tm e y e n in m ü s lü m a n lıg ı
183
y o k s a , b i/, o n ıa 1 I a n ı n ı/ ı v c s ü r t i l c r i m i /i s a ta lım v c h ic r e t
Ç ile lim , d e d i . B u n u n i i / c r i n c H / . P e y g a m b e r ( S A V ) ş ö y l e
b u y u r d u : "Bulundurunuz yerde Allahtan laırkun. Allah
amellerinizden hiç bir yeyi eksiltmiyeeek...... " ( 8 5 )
B u h a d is i ş e r if le , h ic r e tin a m e lin k a b u lü n d e ş a r t o l m a
d ığ ın ı a t;ık ç a if a d e e tm e y e la m o la r a k h a / ı r o l d u k l a n n ı ila n
e llile r . E ğ e r h ic r e t o n la r a v a c ip o f s a y d ı, R e s u lu lla h c lb e i-
ic k i b u n u o n la r a b ild ir ir d i.
B iz , y u k a n d a g e ç e n h a d is le r e şu h a d is le r i d e ila v e
e d e rs e k , h ie r e l m e v z u s u n d a y e te rli a ç ık la m a y a p m ı ş o l u
ru z . " F e tih (M e k k e fe th i) g ü n ü n d e n s o n r a a r tık h ic r e t y o k
tu r. Y a ln ız c ih a d v e f a z ile tle r k a z a n m a k n i y e tiy le ç ı k a b i l i r
s in iz b in a e n a le y h c ih a d a d a v e t o lu n d u ğ u n u z d a , h e m e n ic a -
b ed e d in iz . "B u h a d is i. B u h a ri v e M ü s lim İb n -i A b b a s 'd a n
riv a y e t e tm iş tir . B u h a ri v e M ü s lim 'in M ü ş a c i" b i n
M e s 'u d 'd a n ş ö y le d e d iğ in i n a k le d e r le r : " B e n M e k k e f e th i n
d e n .sonra k a r d e ş im E b u M a 'b e d 'i R e s u lu lla h 'ın y a n ı n a g e
tird im v c : " Y a R c s u lu lla h îB u n u n la h ic r e t e t m e k ü z e r e
b e y 'a t y a p " d e d im . R e s u lu lla h : "Aruk hicret (in fazileti fe-
tihden evvel) hicret edenler için şahit olmu;ıtur" b u y u r d u .
P e k i ş im d i b u n a h a n g i ş e y le b e y 'a t e d e c e k s in ? d i y e s o r d u m .
İs la m , c ih a d v c h a y ır ü z .c rin c " b u y u rd u . ( 8 6 )
Ş e y h A b d u lla h D ıraz, ( A lla h r a h m e t e y l e s i n ) b u k o n u
y u iy i a r a ş lıım ış lı. B e n o n u a ş a ğ ıy a ö z e tliy o r u m :
a- Şeyh Dıraz, birinci hadis ( Nesci'nin rivayet ettiği
184
m a n l a r d a ç o ğ a l ın c a , M e d in e 'y e h ic r e t e tm e la r /iy c ıi k a lk
tı.
c - C i h a d ın fa r/, o lu ş u v e l'a /ilc tlc r k a /a n m a k iç in h ic re t
e tm e y e r in d e k a ld ı. M e k k e 'n in fe th in d e n s o n ra h ic re t y o k
tu r." h a d is i b u n a d e lild ir .
d - E b u D a v u d v e N c s c i'n in M u a v iy c 'd e n m e rfu o la ra k
r iv a y e t e t t i ğ i : "Tevhekapıstkapanıncaya kadar hicret sona
ermez. Güney batıdan doğuncaya kadar da tevhc kapısı ka
panmaz." h a d i s i n e g e lin c e ; b u h ad i.se g ö re h ic re t m e n d u p
o la r a k b a k i d i r . A m a f a r / i y c l in g e lin c e o , s o n a e n n iş tir.
e - B u k o n u d a ş ö y le d i y e n l e r d e v a r d ı r ; M e k k e 'd e n M e
d in e 'y e h i c r e t e t m e s o n a e r m iş tir. A m a d iy a r-ı k ü fü rd e n İs
la m ü l k e s i n e h i c r e t s o n a c ım e m iş tir .
Ş e y h D ır a z b u n u n a r d ın d a n şu .sözünü e k le m iş tir; D o ğ
ru s u b u d u r . A m a H a tta b i'n in s ö z ü b u n a a y k ın d e ğ ild ir.
f - Ş e y h D ır a z H a liz İb n -i H a c e r'in " F e th u lb a ri "d ek i şu
s ö z ü n ü n a k l e d iy o r : D a r u 'l- K ü fü r'd e ik a m e t e d e n in ü ç d u ru
m u v a r d ır .
1- D in in i a ç ı k la m a v e d in i g ö re v le rin i y e m e g e tiım e
im k a n ın ı b u la m a y a n v e h ic r e t e tm e y e g ü c ü y c ıo n in s a n h a k
k ın d a h i c r e t e t m e k fa r z d ır . F e tih te n ö n c e M e d in e 'y e h ic re t
g ib i...
2- H i c r c ı e t m e y e g ü c ü y e te n v e d in in i a ç ığ a v u r m a y a ,d i-
n i g ö r e v le r i n i y e r in e g e tir m e y e im k a n ı o la n in s a n h a k k ın d a
h ic r c t m ü s t e h a b d ı r . Ç ü n k ü b u n d a k i a m a ç m ü s lü m a n la n n
s a y ıs ın ı a r tı r m a k v e o n l a r a y a r d ım e tm e k tir.
3 - H a .s ta v e k ö le g ib i h ic r e t e tm e y e g ü c ü y e tm e y e n b ir
in s a n ın b u l u n d u ğ u y e r d e k a lm a s ı c a iz d ir. E ğ e r h ic re t e d e rs e
e c r in i v e .s e v a b ın ı a lır.
g - A b s O g u l l a n n d a n ü ç k iş i ile ilg ili h a d is y u k a n d a s ö
z ü e d i l e n ik i n c i g u r u b a d e lil te ş k il e d e r.
h - Ş e y h D ı r a z , Z a m a h ş e r i v e İb n -i T e y m iy e 'n in h ic re te
g ü c ü y e t e n k im .s c n in d a r u 'l- h a r p te ik a m e t e tm e s in in h a r a m
o l d u ^ g ö r ü ş ü n ü b e n im s e d ik le r in i .sö y lü y o r.
Ş c y h u l - İ s l a m İ b n - u T e y m iy y e 'n in ş ö y le d e d iğ in i g ö
rü y o ru z;
K ü r ü r ü l k e s i n d e , H z . P e y g a m b e r (S A V ) in d a v e tin in
185
u l a ş u g ı k iş i d c lıö y lc d ir . O , H /,. M u h a m m c d 'iri A lla lV ın ç i
llisi o l d u ğ u n u , b i l ir v c in a n ır s a , A lla h 'ın O ’n a i n d i r d i k le r i n e
im a n e d e r s e , g ü c ü y e n iğ i k a d a r - N c c a ş i'n in v e d i ğ e r l e r i n in
y a p tığ ı g ib i - A lla h 'ta n k o r k a r s a , k e n d is in e h i c r e t e t m e y a
s a ğ ı k o n d u ğ u v e d in in i a g k l a n ı a h ü r r iy e ti v e r il m e d i ğ i iç in
İs la m ş e r ia tın ın g e r e k le r in i y e r in e g e t i r m e v e İ s la m ü l k e
s in e h ic r e t e tm e i m k a n ı y o k s a v c is la m i h ü k ü m l e r i n t ü ıh ü n ü
k e n d is in e ö ğ r e te c e k b i r ö ğ ı e t i c i d c y o k s a , b u k iş i m ü 'm i n d i r
v c c e n n e t c h lin d e n d ir ......" ( 8 7 )
Ş e y h D ır a /.( r . a le y h ) h i c r e tm c v /.u s u n d a k i ik in c i p r o b
le m in h a lle d iim e s in e g e ç i y o r : H ic r e t e t m e m i ş k i ş in i n d u r u
m u şirk o lu r m u o lm a /, m ı'/
1 - E b u D a v u d 'u n s e c d e y e s ığ ın a n k iş iy i ö l d ü m ı c n i n y a -
s a k lığ ı k o n u s u n d a riv a y e t e ttiğ i b ir b a ş k a h a d is . H / . P e y
g a m b e r (S A V ) ş ö y le b u y u r u y o r . : " M ü ş r i k l e r a r a s ı n d a ik a
m e t e d e n h e r m ü .s lü m a n d a n b e n u / a ğ ı m ...." ( 8 8 )
Y a n i ş i r k i n ö / c l l ik l c r i n d c n u z a ğ ım . Ş e y h D ı r a z , S e m ü -
ı c b in C ü n d e b 'd e n m e r lü o la r a k riv a y e t e d i l e n b i r d i ğ e r h a
d is i n a k le d e r: H z . P e y g a m b e r ( S A V ) ş ö y l e b u l u r d u : " M ü ş
rik le r le b irlik te y a ş a m a y ın ız . O n la r la c e m a a t o l m a y ı n ı z .
K im o n la r a b irlik le o tu r u r s a v e y a b ir lik te y a ş a r s a o , o n l a r -
d a n d ır.... "B u h a d is in is n a d ı h a .sc n d ir.
-l-Ş e y d D ıra z b u k o n u d a C c n a b - ı H a k k ın s ö z ü n ü d e lil
g e tiriy o r: " K e n d ile r in e y a z ık e d e n k i m s e l e r e m e l e k l e r , c a n -
la n n ı a lırk e n : " N e iş d e idiniz.'.'" d e d ile r . B u n la r :" B i z y e r y ü
z ü n d e ç a re .siz d ik " d iy e c e v a p v e r d il e r ...." ( N i s a S u r e s i : 9 7 )
B u a y e t-i k e r im e M e k k e 'd e n h ic r e t e t m e m i ş b i r g u r u b m ü s -
lü m a n h a k k ın d a in m iş tir . H a lta k i ş il e r i n b a z ı s ı o r a d a k a l ı p
m ü ş r ik le r le b ir lik le B e d i r s a v a ş ın a k a t ı l m ış l a r d ı. K e n d i l e
rin in ç a re siz , o ld u k la n n ı d e lil o la r a k ile r i s ü r m ü ş l e r d i . C c -
n a b - ı H a k 'd a o n a l a n n e n in e b o y u n a g e n i ş o l a n A l l a h 'ı n a r
z ın d a h i e r e i e tm e le r in i v e k a f lı i e r le b i r l i k te k a l m a m a l a r ı n ı
i s te y e r e k o n a l a n n d e lille r in i k a b u l e t m e d i . ( 8 9 )
4 - Ş e y h D ır a z ş ö y le d i y o r : " B iz b u d e l i l l e r i n z a h i r i n i
186
a lıp .d a r ü 'l - k ü r ü r d c k a l m a k l ı a k i k i k ü r r i i g c r c k û r i r .d c r i s i c k
b i r ( , ı k n ı a / a g ı n ı ı i ş o lu ru /.. B u n d a a m e li g ü n a h la rla a ra s ın
d a k i a y ın n n b o /a r.
5- E g c r b i / , " b u ş ir k in a ltın d a b ir g ü n a h tır, fa k a t am e li
b o ş a ç ı k a n r " d e r s e k , O v a k it b u , " ta a l k ü frü n d ış ın d a b ir g ü -
n a h l a b o ş a ç ık m a /." ş e k lin d e v a rd ığ ım ı/, k a ra ria ç e liş k iy e
d ü şer.
6- B u n a d a h a ö n c e c e v a p v e r ilm iş ti. B u n u n a m e li b ir
m a 's iy e t ( g ü n a h ) o ld u ğ u n u s ö y lü y o ıu /.. Ç ü n k ü b u n a.sslar
k e n d i g ö r ü n ü m le r i iç in d e m e n v e te 'k id e h a m le d ilm işle r-
d ir.
7 - S o n r a Ş e y h D ıra /. b u m e s e le d e k i in c e le m e y i /ik rc t-
m iş ıir . O ş ö y le d i y o r . ; B u g ü n a h ı k ü frü d a m g a sıy la d a m g a
la m a k y a o m a s iy e lin k ü f r e d e la le t e tm e s i m a n a sı b a k ım ın
d a n o l u r y a d a k ü f r e s ü rü k le m e k m a n a sı b a k ım ın d a n
o lu r .
u - M ü s l ü m a n l a n n e lin e d ü ş e n e n e s irle rd e n b a /ıla n
m ü s lü m a n o ld u k l a n n ı s a v u n u y o r l'a r v e k o rk u la n v e g ü ç-
s ü / l ü k l e r i .se.scbiyle h ic r e tte n m u a f tu lu lm a la n n ı is tiy o rla r
d ı. M ü ş r i k l e r l e b ir lik te v e o n l a n n .safın d a b u lu n m a k id d ia -
l a n y a l a n o l u ş u n a d e lil te ş k il e d iy o r.
b- Kafirlere karışan onlarla birlikte yaşıyan kişinin di
ninden dönmc.sindcn korkulur. Bu gibilerle, birlikle otur
maya ra/.ı olduğu kaliricr hakkında verilen hükümverilir.
Hali hazırdaki durumuna değil de ileride değişecek duru
muna bakılarak böyle hükmedilir.
Şeyh Dıra/.'ın bu güzel açıklamalanndan sonra şunu
.söylemek Mümkündür: Hicret; İslam yayılıp, Allah Mek
ke'n in fethini nasib edinceye krular, farzlardan biri olmuş
tu.
Darü'l- harpten Oarü'l-İslama hicrete gelince, özellikle
de şu çaresiz (mu.sia/.'al) müslümanlar içn hicret konusuna
gelince onun farz oldufu onaya çıkıyor.Çünkü baskı ve
zulmün devam etmesi mfislümanı dinini gizJcmcyc sevke-
dccck. Sonra bu durum çok geçmeden islamdan hiç bir şeyi
ögrcncmiycrck büyüyen çocuklannda ortaya çıkacak.
Vakiin geçmesiyle birlikte belki de çocuklar küfre gcçccck-
187
I c r . V e y a i s m i n i n d ı ı ş ı n d a o n l a r d a is liu n d a n h i ç b i r ş e y k a l
m a y a c a k . N i t e k i m b u o l a y b a z ı K u z e y A m e r ik a d e v l e t l e r i
n e g i d e n m u h a c ir le r d e g ö r ü lü y o r . B u d u r u m d a h i c r e t la r z
o l u r . Ç ü n k ü k ü f ü r te h lik e s i g ö z l e r ö n ü n d e a y e n b e y a n
d ır .
B iz , y a ş a d ık la n to p lu m u n k ü f r ü n e h ü k m e t t i k te n s o n r a
o n u t e n e k m e y i v e h ic r e t e tm e y i a r z u la y a n g e n ç l e r e d ö n ü -
y o f u z ..N e g a r i b d ir k i H a r ic ile r d e n e l - E z a a r i k a g u r u b u ş ö y l e
s ö y lü y o r d u :" o n la r la ( k e n d ile r in in d ı ş ın d a k a l a n i a s a n l a n
k a .s d e d iy o r la r) b e r a b e r o l u p h ic r e t e tm e y e n h e r k e s k a i l r d ir.
( 9 0 ) B u g e n ç le r , b u g ö r ü ş ü n k im e a it o l d u ğ u n u b i l m e d e n
b a ğ l a n d ı l a r !...
B iz b u h a lk ın - ile r id c g e lc c e k - k ü f r iin ü k a b u l e t m e d i ğ i
m iz e g ö r e d a r ü l- k ü f ü r d e n d a r ü l- is la m 'a h i c r e t h a k k ı n d a k i
k o n u ö y le c e k a lıy o r. İ s te n e n d e o d u r . F a k a t b u k u n u l a r a ç o k
d ik k a t e tm e k g e r e k ir.
G e n ç le r le k o n u ş m a m ız s ı r a s ın d a ş u n u k e ş f e t t im :1 9 4 8 '
d e n b e ri e v iy le z i n d a n l a r a r a s ı n d a g i d i p g c l e n v e b i r f ile y a -
pıl.sa m u tla k ö le e ç e k k a d a r iş k e n c e z i l l e t v e z u l ü m l e r e t a
h a m m ü l e d e n şu z a v a llı g u m b u t c k f i r c d e n i c r v a r . B u n e il
g in ç fık ıh tır ?
ts la m i lo p lu lu k i a n n k ü f r ü n ü c a i z g ö r m e s e b e p l e r i n i n
b iri d e ş u d u r : G e n ç le r d e n b ir g u r u p ," k a f i r i d a r c c i " y i z o r l a
m a ile d e o ls a d e s te k le y e n k iş i k ü f r e g i r m i ş ti r , g ö r ü ş ü n ü b c -
n im .s c d iic r.
Ç ü n k ü is la m d a z o r la m a y o k tu r . O n l a n n d e l i l i ş u a y e t - i
k e r im e d ir :" ... Artık haktan (ayrıldıktan sonra sapıklıktan
ha^ka ne kalır? Ohalde nasıl (haktan sapıklığa) döndürUlii-
*>0. Bağdadi el Hark Beyn el Mrak s.S4
Mevdudi El HiUrel vcl Mülk s 148
188
morsunuz?" ( Y u n u s S u r c s i:3 2 ) O n la r a g ö re id a re c iy i d iliy le
v e y a c a n ın ı v e n a m u s u n u k o ru m a k iç in m ü d a f a ç im e k le h e r
k im d e s t e k l e r s e k ü fr e g irm iş tir.
Ş a h s e n h e n , ilim s a h ip le r in d e n h iç b irin in " ik ra h " ( z o r
l a m a ) n ı n is la m ın g e tird iğ i ru h s a tla rd a n b iri o ld u ğ u n u b il
m e d iğ in i /.a n n c lm iy o ru m . B u k o n u d a R e s ü lu lla h
( S A V )d a n b i r ç o k riv a y e tle r y a p ılm ıştır. O n la rd a n b iri d e şu
Ümmetimden hata, unutma ve zorlamlarakyapı
lan ycylcr kaldırılmıştır." Y ü c e A lla h ,N a h il s u re s in d e ş ö y le
b u y u r m u ş t u r -." Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (din
den dönmeye} zorlanan hariiş. kim iman ettikten sonra Al
lah'ı inkar ederse, f Ona Ailah ’ın gazabı vadır) .Ama kim ka
firli ğ t' ştoşiiLs acarsa, onların üzerine Allah'lanbir^aıap ve
onlar U^in büyük bir azap vardır." (N a h il S u re si ;1(K>
A m a b u g e n ç le r in g a r ib b i r m a n iık la n v a r. O n la r a y e tte
b u i d d i a n ı n c e v a b ı o ld u ğ u n u s ö y lü y o rla r v e b u a y e tin p e
ş i n e g e l e n a y e ti o k u y o r la r ; A y e t Şby\c:"Budaonlanndünya
hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın kafirler
topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür." ( N a h il
S u r c s i : 1 0 7 ) B e n b ild iğ im k a d a n y la " b u fık h ın y e n i o ld u -
g u " n a ş a h i d i m . A y e tin .son u , b a ş ın d a g e le n h ü k m ü n e s h e t-
m e y e b a ş l ı y o r .B i z bu fık h ı k a b u l e lliğ im iz ta k d ird e a h k a
m ın o n d a d o k u z u g id e c e k . B u n d a n d a h a d a b e te ri
K u r 'a n 'd a n h ü k ü m le r i a lm a k v e y a K u r'a n 'ı h ak e m k a b u l e t
m e k d e ğ i ş e c e k . Ç ü n k ü h e rk ı.s ıım k e n d i d ış ın d a k in i n a k z e
d e r . H e r a y e t b i r b a ş k a a y e tin g e tird iğ i h ü k m ü n e s h e d e r,
B e n g e n ç l e r i n d ik k a tin i İb n -i T c y y m iy y e 'y e y ö n e ltm e k is li-
y o r u m .O , ş ö y l e d iy o r :" ..." E g e r , C e n a b -ı Haik ş ö y le b u y u r-
d u : A m a k im k ü fe r g ö ğ ü s a ç a rs a " d e n ilirs e , b u a y e tin b a ş ta
r a f ı n a a i t t i r , d e n ilir . Ç ü n k ü k im z o r la n m a d a n k a ilrliğ i k a b u l
e d e r s e , o k ü l r e g ö g ü s a ç m ış o lu r." A k s i ta k d ird e a y e tin b aşı
s o n u n u n a k z e d e r . K a h r o l a n d a n m a k s a d g ö g s ü n ü a ç a n k işi
o l s a d a ... B u d a z o r la n m a d a n o lu r. S a d e c e z o r la n a n ü s tü n e
e d i l m e d i , a k s i n e z o r la n a n v c o n u n d ış ı n d a k i d e i.s i i s n a c d i l -
m c l i y d i . K iş i g ö g s ü n ü a ç m a z ve is lc y c ıe k k ü f ü r k e lim e s in i
.s ö y le rs e , o g ö g s ü n ü k ü f ü r k e lim e s in i s ö y le m e k le a ç m ış
o l u r . K ü f ü r s ö z ü n ü is te y e r e k s ö y le m e k d e k ü fü r d ü r..."
189
H a k ik a t e n i k r a h ( z o r l a m a ) a y e ti g a y e t a ç ık tır , i m a n d a n
s o n r a h e r k im i n k a r e d e r s e , o k a f ir d ir v e d in d e n ç ı k m ı ş tı r ,
a y e t : " ...k a lb i i m a n ilc m u tm a in o ld u ğ u h a ld e ( d i n d e n d ö n
m e y e ) z o r la n a n h a r iç ..." k ıs m ın ı i.siisn a e tm iş tir . K im e z o r
l a m a v a k i o lu r s a , o k ü f r e te ş v ik e d ilir , a m a o n u n k a lb i d i p d i
ri v e im a n ile d o p d o lu d u r . B u z o r d u r u m d a o l a n m ü s l ü m a n a
k a lb iy le d e ğ il d e d i liy le k ü f ü r k e lim e s in i .s ö y le m e s in e iz in
v e r ilm iş tir . E ğ e r k a lb i d ilin i o n a y lıy o m a , o k iş i k a l i r v e
m ü n c d o lu r . Ç ü n k ü ik r a h ( z o r la m a ) k a lb e d e ğ il d i l e d a y a
n ır. K a lb i k ü fr e ra z ı o lu n sa v e g ö n lü d e k ü l r c a ç ı lı r s a k a l i r
o lm u ş o lu r.
F a k a t g e n ç le r m e s e le y i " p la n " b a k ım ın d a n b ü y ü t ü y o r
la r v e ş ö y le d iy o rla r : D ü n y a h a y a tın ı a h im te t e r e i h e d e n h e r
k e s k a lird ir. O n d a n " z o r la n m a " id d ia s ı k a b u l e d i l m e z . B iz
o n la ra d e r iz k i: K im ö n c e d iliy le k ü fr ü .s ö y le rs e , ik in e i o l a
rak k a lb i b u n u k a b u l e d e r s e v e ü ç ü n e ü o l a r a k g ö n lü b u n a
a ç ılırs a , o fiile n k a f ir o lm u ş o l u r v e A lla h 'ın g a z a b ı ile
a z a b ın ı h a k e tm iş o lu r. O a n e a k b u n u y a p a r . Z i r a o d ü n y a
h a y a tın ı v e d ü n y a n ın n im e tin i a h ir e te te r c ih e t m i ş ti r . B u
k ü frü lis a n ıy la s ö y le y e n , k a lb i b u n a ra z ı o l m a y a n v e g ö n l ü
k ü fre a ç ık o lm a y a n k iş in in ,h ila f ın a d ır . A k s i t a k d i r d e b i r
m ana.sı o lm a d ığ ı iç in is tis n a y ı ilg a e tm e k g e r e k ir .
N e v a r k i, g e n ç le r ş u n u ile r i s ü r ü y o r la r . K u r ’a n 'ı n k e n d i -
.sini ş c r h c d e c c k v e y a te v il e d e c e k u l e m a y a i h tiy a c ı y o k
tu r.
B iz d e b u g e n ç le r e d iy o ru z , k i: K u f a n a r a p d i l i ile i n m iş
tir. O n u a n la m a k v e o n d a n h ü k ü m le r ç ı k a r m a k b u d i l i n d e
la le tle r in in h u d u d u d a h ilin d e , a r a p ç a n ı n k u r a ll a r ı ile k a y ı t
lıd ır . A k s i h a ld e y a ln ız c a a n ı p d ilin i b i l ip o n u k o n u ş t u ğ u
Ic ri ç ık a m i a v e o n u t e f s i r e tm e , h e r k i ş in i n h a k k ı o l u r d u .
H e m s ir e t h e m d e h a d is k ita p la r ı ş ö y l e b i r o l a y d a n b a h s e
d e r le r : A m m a r b . Y a s ir a ğ la y a r a k R a s u l u l la h 'a g e ld i v e K u -
re y ş 'in k e n d is in i k ü f tü s ö y l e m e y e z o r l a d ı k l a n n ı h a b e r v e r -
190
di. Bunun üzerine rasulullah (sav): "Kalbini nasıl bulu
yorsun?" diye sordu, "hala iman üzere olduğunu” ha
ber verince, Rasulullah ona: "Eğer onlar aynı yeyiyapar
larsa sen de yap veya onlar her ne vakitaynı şeyiyaparlarsa
sen de yap..." buyurdu...
Aziz sahabi Ibn mesud'a gelince o şunu açıkça söy
lüyor: "zanna dayanan kötü bir söz ancak zorlama ile
telaffuz edilir, ne Rasulullah ve ne de sahabe-i kiram
dan biri zorlanan kişiyi tekfir etmedi.
İnsanın işkenceye dayanmasının da sınırlı bir gü
cü vardır, zalim o sının aşınca mazlum ne yapar?
Mesele sadece öldürme olsaydı buna sabredilirdi,
ama sözkonusu olan insana ölümü temenni ettirecek
bir işkencedir. İnsan işkencenin devamıyla küfür ara
sında serbest bırakılmıştır. Gücü yettiğince buna sab
redecek sonunda da ya ölecek veya inkar edecek, iş
kence eskiden ilkel olduğu zamanlarda sopa ile vur
mak veya ateş ile dağlamak şeklindeolurdu. Ama bu
gün Rusya’da, Doğu Almanya'da, Amerika ve diğer
ülkelerde işkencenin uzmanlan ve aletleri var. Bunun
için alemlerin rabbi şöyle buyuruyor: "...Fitne (dinden
döndürmeye uğraşma) öldürmekten daha kötüdür." (el-Ba-
kara, 2/191) Biz meselenin kökenine dönelim. Kim ida
recilerin küfrüne rıza gös terirse onlardan olur, kim de
kalbini açmadan bir şeye zorlanırsa o kişi iman üzeri
nedir.
Ben bu konuyu bir kısım nakillerle noktalamak is
tiyorum. Şevkani "İsarü'lHak" adlı kitabında şöyle
d er "Avam müslümanlann (halkın) tekfiri konusuna
gelince onlar kesin delillerle Allah'ı tanımadıkları için
kelamcılann şartlarına göre onları tekfir edenlerin
küfrü daha da artar. Çünkü halkın müslüman oldu
ğuna hükmetmek, dinden bir zaruret olarak bilin
mektedir. Onları tekfir etmek ise bunu inkar etmektir.
Kur’an-ı kerim onların müslümanlıklannın sıhhatine
işaret etmiştir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor "Bedevi
ler, 'inandık'dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama 'İslam
191
olduk' deyin, henüz iman kalplerinize yerleşmedi..." (Hu-
curat, 14)
İmam Gazzali şöyle diyor; "İnsan buna yol buldu
ğu sürece tekfirden sakınmak gerekir. Kıbleye yönelip
namaz kılanların ve açık açık 'Allah'tan başka ilah
yoktur, Muhammed Allah'ın Rasulüdür" diyenlerin
mallarım ve kanlarını mubah saymak hatadır. Bin ta
ne kafiri hayatta bırakma konusunda yapılan hata, bir
müslümanın kanından bir şişe akıtmadaki hatadan
daha hafıftir.(92)
Enes (ra)den rivayet edilmiştir: Enes (ra), Rasulul-
lah (sav)in şöyle buyurduğunu söyledi: Üt; şey imanın
aslındandır: la ilahe illallah diyeni (öldürmekten) vazi’cışe-
riz... Biz hir ;>ünah sehehiyle onu tekfir etmeyiz. Bir amel.te-
hebiyle de onu İ.ılam'dan çıkarmayız." (93) Bu hadisi Ebu
davud, "sünen"inde Kitabü'l (İihad bahsinde rivayet
etmiştir. Başka bir tarikten de Ebu yâlâ rivayet etmiş
tir. hadisin senedinde Yezid (er-Rakkaşi)den başlûı
zayıf kişi yoktur. O da salih bir adamdır. Hıfzından
dolayı zayıf sayılmıştır. Hafız İbn Adiyy onu övmüş
ve güvenilir olduğunu söylemiş ve onun Enes'ten sa
hih hadisler rivayet ettiğini ifade etmiştir, umarım ki
ondan rivayette bulunmada bir beis yoktur.
İbn Ömer'den Rasulullah (sa v)in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: La ilahe illallah diyenlerden vazpeçin,
onları hir f’ünah sehehiyle tekfir etmeyin, kim 'la ilahe illal
lah'diyeni tekfir ederse, o küfre daha yakın olur." bu hadisi
Taberani el-Kebir'inde Dahhak b. Hamza'dan o da Ali
b. Yezid'den rivayet etmiştir. el-Heysemi demiştir ki;
"Her ikisiyle de ihticaeta ihtilaf edilmiştir, ben derim
ki: Fakat ikisinin hadisi de şevahid hakkında doğru
olur, öncekilerini de takviye eder. (94)
Bu bab da Ali B. ebi talib, Ebu'd Derda, Ebu Ema-
me, Vasile, Cabirb. abdillah, ebu Said el-Hudri ve Hz.
92. Imım-ı Ga/Jİi çl-Iküsal Tıl lıücıi S. 143
93. Şevkmİnî tUluır’ûl Hak S. 434
94. A.(.c. sh.43S
192
Aişe ve bunlann yedisi de Rasulullah'tan bunun ben
zerini rivayet edilmişlerdir. Fakat isnadlannda cerh
edilmiş olanlar vardır. Ama tümü yukanda geçenlerle
birlikte kuvvetlidir. Hülasa müsİümanlan tekfir et
mede -bilgi noksanlığı iddiasıyla veya amel ya da zor
lanma sebebiyle hepsi aynıdır- Bütünbunlar bu konu
da acele etmemeyi ve temkinli davranmayı gerekti
rir.
Kurtubi Tefsir'inde şöyle bir olay yer almaktadır.
Rasulullah'ın ashabından iki kişiyi Müseyleme'nin
gözcüleri yakalayıp Müseyleme’ye götürdüler. Mü-
seylenıe yakalananlardan birine: "muhammed'in Al
lah'ın rasulü olduğuna tanıklık ediyor musun?" dedi.
O da; "Evet" dedi, bu sefer: "benim Allah'ın rasulü ol
duğuma tanıklık eder misin, diye sordu. O da: "Evet"
dedi, bunun üzerine onu salıverdiler, bu seferde Mü-
seyleme, diğerine: "Muhammed'in Allah'ın rasulü ol
duğuna tanıklık eder misin" diye sordu. Oda; "Evet"
dedi. Müseyleme: "benim Allah'ın rasulü olduğuma
tanıklık eder misin?" diye sorunca o da: "Ben sağırım,
duymuyorum" diyerek cevap verdi, bunun üzerine
müseylime onu öne sürerek boynunu vurdu. Önceki
adam doğru Rasulullah (sav)in yanına geldi ve; "helak
oldum" dedi. Rasulullah: "seni helak eden nedir?" diye
sorunca, adam olayı anlattı. Hz. peygamber (sav): "Ar
kadaşına gelince o güveni seçti."buyurdu. Başka bir riva
yette: "Arkadaşına gelince o iman üzerine yürüdü,
ama şu anda sen üzerinde bulunduğun hal üzere ruh
satı seçtin," şeklinde buyurulmuştur. Adam: "Senin
Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik ediyorum." dedi.
Hz. peygamber de: "sen bulunduğun hal üzerinde
sin." buyurdu. (95) İbn kesir'in Muhtasar'ında şöyle
bir rivayet bulunmaktadır. Abdullah b. Huzafç. es-
Sehmi -Sahabe-i kiramdan biri- Rumlar tarafından
esir alınmıştı, nihayet onu krallarının yanına getirdi-
95. Kuıtufaî Ic fs ir: 1/180
m
1er. Ona Hristiyanlığı kabul etmesi teklif edildi. O da
reddetti. Sonra kralı öldürmeye uğraştı, sonunda ona
kralın başını öpmesi teklif edildi. O da; Benimle birlik
te tüm müslaman esirleri serbest bırakrnanız şartıyla-
olurdedi. Dönüpülkesine gelince, Hz. Ömerb. el-Hat-
tab: "Her müslümanın Ibn Huzafe'nin başını öpmesi
bir ödevdir. Ben başlıyorum" dedi hemen kalkıp onun
başını öptü. İkrah (zorlama)yı nazarı itabara alma ko
nusunda rivayetler çoktur, ancak kalbi değişiklik ol
mamak şartıyla... Çünkü ikrah zahire dayanır. Bu hu
susta kalbe egemen olmaya imkan yoktur, kalb açılın
ca, zahir batına mutabık olur, bunun için de müslü-
man küfre girer. (96)
İkrah (zorlama) başkalarını öldünne hakkını kap
samadığına göre kim başkasını öldürmeye zorlanırsa,
bunu yapma hakkına sahip değildir ve buna izin de
verilemez. Çünkü o haddi aşmaksızın bir cana kıy
makla kendini savunuyor. Buna asla izin verilemez.
194
Ebu Musab; Çünkü biz onlara hakkı tebliğ ettik,
ama onlar kabul etmediler.
Ebu'l Hayr: Neyin üzerinde ittifak ettiniz, hangi
konuda aynldınız?
Ebu musab: sahabenin ve fukahanın görüşleri me
selesinde ihtilafa düştük. Onlar bu görüşleri alıyorlar,
biz ise onlara güvenmiyoruz.
Ebu'l-Hayr: Fakat ben Salih'in muhakemesini oku
dum. Karim'in kendini savunduğunu da duydum.
"Tağut küfür, iman, cahiliyet ve İslam" gibi kavramla
rı araştırdım. Yine karim'in yıllardan beri "İslami be
rekete karşı savaş örgütünün bir üyesi olduğunu da
araştırdım.
Ebu Musab; Fakat berikisi decemaatebey'at etme
yi reddettiler. Halbuki biz hakkın cemaatiyiz, bize
düşman olan müslüman değildir.
Ebu'l Hayr: Gerçek durumu yani doğru düşünce
lere dayanan muhtelifcemaatleri kabullenmemiz caiz
olmaz mı?
Ebu Musab: Müslüman cemaatin birden fazla ol
ması caiz olmaz. (97)
Gençler kendi görüşleri için, Ali İmran sûresinde
ki şu ilahi kelamı delil getirdiler: "kendilerineapaçıkde-
liller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düçenler gibi ol
mayın. İşte bunlar için pek büyük birazab vardır. Nice yüz
lerin ağardığı nice yüzlerin karardığı günü (düşün). Şimdi
yüzleri kararanlara 'inanmanızdan sonra kafir mi oldunuz?
Öyle ise inkar etmiş olmanız yüzünden tadın azabı'denilir."
(Ali İmran, 105-106)
Bu ayetin tefsirinde İbn kesir şunlan kaydediyor
"Allahu Teala bu ümmetin parçalanıp bölünmek,
aleyhlerine hüccet bulunmakla beraber emr-i bil ma
ruf ve nehyi anil münkeri terketmek hususunda önce
ki milletler gibi olmalann, nehyetti. İmam Ahmed b.
Hanbel el-Müsned'inde Ebu Amir'den şunu rivayet
98. Yahya bin ilubcyıc e^-Şafi cl tfsah sh. 248-An Meaniy's Sıhah Ibn-A
Kudam el mutni 80S4 -Oimeıki Ihlilirtll Fimmc S. 270
1%
Halife Hz. Ebu Bekir (r.a) döneminde, Araplar
dinden dönünce bir, kentin veya bir kabilenin müslü-
manhğına hükmetmek için ezan sesini duymak yeti
yordu. Bunun üzerine de onların müslüman oldukla
rına hükmediliyordu.
Gençlerin söylediklerinin tam aksini söylememiz
mümkün; Bu topluluklar eskiden beri müslüman. On
ların kafirliğini söyleyen kişi bu halin devam ettiğine
dair delil getirmesi gerekir. Kafirliği vemürtedli^ sa
bit oluncaya kadar onlar İslam üzeredirler.
Vehalta toplumun fertleri dinden dönünce ülkele
rinin dar-ı islamdan dar-ı küfre dönüştüğüne kolay
lıkla hükmedilemez. Fakihler bunu tartışmışlardır.
İbn-i Hübeyre eş-Şafii bu konuda şöyle diyor:
"...Alimler, bir belde halkı dinden dönünce ve orada
onların idaresi hakim olunca, yaşadıklan belde dar ül-
harbe dönüşür mü hususunda ihtilafa düştüler.
Ebu Hanife dönüşmiyeceğini söyledi...Malikin
görüşünün zahiri, bir beldede küfür ahkamının orta
ya çıkışıyla oranın dar-ı harbe dönüşmiyeceği konu
sundadır. Şafii ve Ahmed bin Hansel'in mezhebi de
budur..." (98)
Ebu Hanife'ye gelince; onun bu konuda belirli
şartları var. Bir yerin dar-ı harbe dönüşmesi için, o
şartlann mürtedlerin ülkesinde gerçekleşmesi gere
kir. Bu konuda meşhur Hanefi Fakihi es-Serahsi "el-
Mebsuf'unda şunları kaydediyor:"...İslamdan dönen
ve müslümanlarla savaşıp bir kenti ele geçiren bir ka
vim... hasılı Ebu Hanife'ye göre onların ülkesi şu üç
şart ile dar-ı harbe dönüşür:
a-O ülkenin şirk ülkesine komşu olması, O ülkeyle
darül harb arasında müslümanlann ülkesi bulunma
malıdır.
b -0 ülkede inanç özgürlüğü olan bir müslüman,
hayat hakkı u inmiş bir zimmi bulunmamalıdır.
c-O ülkede şirk . kamı açıkça icra edilmelidir.
Ebu Yusuf ile İman Muhammed'e göre, o ülkede
197
şirk ahkamım a<;ığa vurdukları zaman onların ülkesi
dar-ı harbe dönüşür. Çünkü o mevki kuvvet ve gale
be itibariyle ya İslam ülkesine veya şirk ülkesine ait
olur. Herhangi bir yerde şirk ülkesine ait olur. Her
hangi bir yerde şirk hükümleri zuhur eder ve orada
güçte müşriklereait olursa, orası dar-ı harbolur. Her
hangi bir yerde islami hükümler zuhur eder ve güçte
müslümanlara ait olursa orası dar-ı islamdır. Fakat
Ebu Hanife kuvvetli olmayı ve üstün gelmeyi nazarı
itibara alır. Çünkü bu belde müslümanlann hamisi
olması hasebiyle darül-islamdır. Bu koruma işini an
cak müşriklerin tümüyle işgali ortadan kaldırır. Bu
da üç şartın bir araya gelmesi ile gerçekleşir..."(99)
Bu durum, toplumun fertleri fiilen dinden döndü
ğü ve onlara mürtet hükmü verildiği vakit ortaya çı
lan Toplumun fertleri İslam üzerinde iseler ve onlar,
ezanlannı okumaya, namazlarını kılmaya ve sair iba
detlerine devam ediyor iseler, o vakit durum nasıl
olur? O taktirde, müslüman ve İslama mensup oldu
ğunu, müslümanlığını diliyle ve davranışlarıyla id
dia eden kişinin durumu nasıl olur? Bir mürtedin
mürtediğine hükmetmek için şüphelerinin keşfedil
mesi ve kendisine tevbe teklif eidilmesi gerekir. Hatta
Ülema demiştir ki: İrtidat ettiğini reddetse, o tasdik
edilir. Şehadet getirse ve namaz kılsa müslümanlığı-
na hükmedilir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Bir adamın mescide geldiğini gördüğünüz vakit onun
mü'min olduğuna şahitlik ediniz." Kural böyle iken bir
toplumun tümünün küfrüne nasıl hükmedilir?
Kaür toplum hakkında bu söylenebilirde, müslü
man toplum için asla...
198
Gençlerin idarecilerin küfründen idare edilenlerin
küfrüne vardıklanndan sonra küfürledamgaladıklan
topluma karşı tutumlannı belirlemeye geçtiler, Bun
dan dolayı toplumdan uzaklaşmanın ve toplumu çö
kertmenin gerekliliği fikrine ulaşmaları artık yadır
ganmaz. Bu toplumun fertleriyle birlikte namaz kıl
mak iyiliği emderip kötülükten vazgeçirmek, seçim
lere katılmak gerekmez... Bütün bunlar niye?
Bu sorunun cevabı hazır "küfürden daha büyük
günah yoktur. Bu sözlerine o şer'i bir dayanak istedi
ğin vakit ilginç ve garib bir dayanak çıkar ortaya. On
lar Cenab-ı Hakkın şu ayet-i kerimesini (şahit) delil
getiriyorlar:" İnkarcı kiıah ehlinin yurtlarında hurma
analılarını kesmeniz veya onları kesmeylp gövdeleri üzerin-
ıtc ayakta bırakmanız Allah’ın izniyledir. Allah yoldan yı
kanları höylecc rezilliğe uğratır." (el-Haşr Suresi ;5)
Bu sure-i celileyi başından itibaren okuyan kişi,
surenin Resülullah'ın Medine'den sürdüğü yahudi-
lerden bahsettiğini görür. Sûrede sözü edilen kişiler.
Beni Nadir yahudileridir.
İbn-i Kesir'in muhtasarında şöyle denilmekte-
dir:"Ehl-i kitaptan inkarcılan çıkaran odur. Yani Beni
Nadir Yahudilerini çıkaran odur. Resülullah (SAV)
Medine’ye gelince onlarla sulh yaptı ve onlarla savaş
mamak ve onlannda Resülullah'İa savaşmamak hu
susunda sözleşme imzaladı. Fakat yahudiler kendile
riyle Hz. Peygamber arasında imzalanan anlaşmayı
bozdular. Bunun üzerinede Resülullah (SAV) onları
sürgün etti ve sağlam kalelerinden dışan çıkardı. On
lar lülelerinin Allah'ın azabına engel olduğu kanaati
ni taşıyorlardı. Allah'ın azabından onları hiç bir şey
kurtaramadı. Onlara Allah katından hiç akıllarında
olmayan şeyler geldi. ResuIullah onları Medine'den
sürüp çıkardı. Onlardan bir gurup, Suriye-Ürdün hu
dutları civarındaki yerlere gittiler. Bir gurubu da
"Heyber"e yerleşti.
Ebu Davut, Abdurrahman bin Ka'b bin Malik'den,
199
o da Resulullah'ın ashabından bir adamdan şöyle bir
rivayette bulunuyor: "Kureyş kafirleri ibn-i Übeyye
ve beraberinde bulunan Evs ve Hazrec kabilesinden
puta tapanlara bir mektup yazdılar. Resulullah, o va
kit Medine'de idi ve Bedir savaşı henüz olmamıştı.
Mektupda şöyledenilmekteydi: Siz adamımıza kucak
açtınız. Allah'a yemin ederizki, siz ya onu öldürürsü
nüz, yahut yurdunuzdan sürüp çıkarırsınız yada he
pimiz sizin üzerinize yürür, sizinle çarpışarak hepini
zi öldürür, kadınlarınızı esir alıp cariye ederiz. Bu
mektup Abdullah bin Übeyye ve onunla birlikte puta
tapanlara erişince, Resulullah ile çarpışmak için top
lantı yaptılar. Onların bu hareketleri. Peygamber
(SA V)e erişti. Gidip onları gördü ve:"Kureyş'in sizi teh
didi son dereceye vardı, ama onlar .size .sizin kendinize yap
mak istediğiniz kötülüklerden dohafazlasını yapacak değil
lerdir. Çünkü siz kendi evlat ve kardeşlerinizle çarpışmak
istiyorsunuzdur." dedi. Onlar Peygamber Aleyhisse-
lam'dan bunu duyunca dağıldılar. Bu haber Kureyş
kafirlerine ulaşınca, bu seferde onlar Bedir savaşııi-
dan sonra Yahudilere yazdılar:"Sizler silah ve kalelere
sahipsiniz. Ya adamımızı öldürürsünüz, yahut biz si
zi şöyle şöyle yaparız. Kadınlarımızla aramıza bacak-
lanndaki balballardan başka bir şey girip engel ola
maz. "Nadir oğulları yahudileri Peygamberimizin öl
dürülmesini içeren mektubu alınca. Peygamberimizi
öldürmek için ittifak ve söz birliği eltiler. Peygamberi
mize haber gönderdiler:"Bize ashabından otuz kişi
gönder! Bizden de otuz kişi ortaya çıksın. Münasip bir
yerde buluşalım. Senin söyleyeceklerini dinlesinler.
Eğer bilginlerimiz seni tasdik ve sana iman ederlerse,
biz de sana iman ederiz." (iediler. Yarın olunca Hz.
Peygamber ordusuyla üzerlerine yürüdü ve onlan
kuşatma altına aldı. Onlara şöyle dedi: "Vallahi bana
göre siz aramızda yaptığımız anlaşmaya riayet etmi
yorsunuz. Ancak bana yeniden söz vermeniz gereki
yor... "Onlar da buna yanaşmadılar. O gün öyle geçti.
200
Sonra ertesi gün Resulullah Benî Kureyza üzerine yü
rüdü ve onları kendisiyle antlaşma yapmaya çağırdı.
Onlarda antlaşma yaptılar. Bunun üzerine Resulullah
onları bırakıp geri döndü, ve Beni Nadirüzerineyürü
dü, sürgünü l^bul edinceye kadar onlarla çarpıştı.
Böylece Beni Nadir yahudileri yurtlannı terkettiler.
Ctevelerine yükleyebilecekleri kadar mal evlerinin ka
pı ye kerestelerinden bir kısmını yükleyip taşıdılar...
İbn-i Şihab'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir Ba
na Urvebin Zübeyr haber verdi. Dediki: Yahudi taife
sinden olan Beni Nadir olayı Bedir savaşından altı ay
kadar sonra oldu. Onların evleri Medine'nin yakınla-
nndaydı. Resulullah onları kalelerinden ininceye ka
dar kuşatma altına aldı. Silahlan hariç mal vediğer eş-
yalanndan bir devenin taşıyacağı kadannıalmalanna
izin verildi. Resulullah onlan ^ m bölgesine doğru
sürdü. Urve bin Zübeyr: Sürgün onlara Tevrat ayetle
rinde yazılmıştı. Resulullah onlan kuşatmadan önce
sürgüne uğramayan yegane yahudi kabilesi onlardı.
"Hurma anaçlarından herhangi hir şeyi kesmeniz veya
kökleri üzerine bırakmanız hep Allah'ın izniyMir. Bu izin
yoldan çıkan fasıklan rezil etmek içindir."(H şr Suresi:5)
Ayette geçen "Liyne"kelimesi kaliteli hurma demek
tir. Ebu Ubeyde, onun "acve" ve “bemi" denilen hurma
türünün dışında birtür olduğunu söyledi. Mü/essirle-
rin çoğu "Liyne"nin"acva"nın dışında hurma türlerin
den olduğunu söylediler. İbn-i Cerirde: hurma çeşit
lerinin tümüne "liyne" denildiğini i^de etmiştir. Bu
durum, Resulullah (SAVhn yahudilerin kalblerine
korku salmak ve onlann maneviyatlannı kırmak
maksadıyla hurmalannın kesilmesini emretmesi üze
rine ortaya çıktı. Beni Kureyza yahudileri Resulul-
lah'a elçi gönderip şöyle haber saldılar Sen bozgun
culuğu yasaklıyorsun? Sana ne oluyor ki ağaçlarm ke
silmesini emrediyorsun? Bunun üzerine Cenab-ı Hak
bu ayet-i kerimeyi indirdi. Bu şu demekti: Hurmalar
dan kestiğiniz ve ağaçlardan bıraktığınız her şey Al-
201
lah'm izni. Onun dilemesi, kudreti ve nzasıyladır. Bu
işte düşmanı yenilgiye uğratma, onlan rezil etme ve
burnunu yere sürtme vardır.
İmam Ahmed (naleyh) İbn-i Ömer (r.anhüma)
den şunu rivayet etmiştir "Resulullah (SAV) Beni Na
dir yahudilerinin hurma ağaçlarım kesti ve yaktı. 6u-
hari'nin İbn-i Ömer'den yaptığı rivayetin lafzı da şöy
le. İbn-i Ömer dediki: Beni Nadir ve Beni Kurayza (Re
sulullah ile) savaştı. Bunun üzerine Beni Nadir Yahu-
dileri sürgün edildi. Kurayza itaat edip Resulullah'ın
lutfuna mazhar oldu. Sonunda Kurayza'da savaş açtı.
Erkekleri öldürdü ve esiredildi. Kadınlan ve mallan
müslümanlann arasında bölüşüldü. Ancak bazısı Re-
sülullah'a kabldı ve Resülullahta onlara eman verdi,
onlar da müslüman oldular. Böylece Medine yahudi
lerinin tümü sürgün edildi..." (100)
Haşir suresinin ilk ayetlerinin tefsiriyle ilgili kay
dedilenler bunlar. Bu ayetlerin tümü yahudiler hak
kındadır. Ama ne varki gençler bunları, kendi toplu-
luklanna yön görüyorlar.
Resulullah (SAV)ın siyretinden ve Hulefa-i Raşi-
dinin tavsiyelerinden, kadınlan ve yaşlıları, aynca
kendilerini ibadete vermiş kimseleri öldürmenin caiz
olmadığı anlaşılmaktadır. Aynı şekilde ağaçlann k e
silmesi ve hayvanlann öldürülmesi (yemek için hariç)
de caiz değildir. Fakat Beni Kureyza, kalelerine sığı
nınca ağaç kesme işi asla olmamıştır. Hele özellikle de
bu iyi hurmalan... Zaten ondan sonrada teslim olmuş
lardır. Bu, zaten, savaş şartları içinde özel bir durum
dur. Bu savaş hakkında bir hayli ileri geri konuşul
muştur. Özelliklede müsteşrikler tarahndan epeyce
şeyler söylenmiştir. Bundan dolayı buraya Dr. İma-
düddin Halil'in söylediklerini kaydediyorum, ö şöyle
diyor: "Müslümanlarla Yahudiler arasında ilk çılan
çatışma. Bedir savaşının hemen ardından meydana
202
gelen olaydır. Bedir savaşının neticesi-ki bunu hi<;
beklemiyorlardı-ile sarsılan yahudiler, müslümanla-
rın aleyhine bir takım sayiâlar yaymaya, Resülullah
ve dâvetçilerine karşı psikolojik savaş açmaya ve
müslümanlann aleyhine müşrikler adına casusluk
yapmaya başladılar. Çünkü müslümanlann Kureyşe
yönelik hareket ve düşünceleriyle ilgili tüm bilgileri
onlara taşıdılar. Nitekim Kureyş'tenaldıklan bir mek
tup, onlan Resulullah'la savaşmaya tahrik etmişti. Bu
nun üzerine de Resülallah'a karşı-taberinin rivayetine
göre-haset ve taşkınlık göstermeye başladılar ve: Sa
vaşı iyi bilen kişilerle karşılaşmadı. Hele bir bizimle
karşılaşsaydı da, hiç kimsenin savaşına benzemeyen
bir savaşla yüzyüze gelirdi bizim yanımızda dediler.
Böylece de sözleşmeyi bozduklanra açıkladılar. Bü
tün bu olup bitenlere karşılık Hz. Peygamber (SAV)
onları Beni Kaynuka çarşısında topladı ve; Ey Yahudi
Topluluğu Kureyşin başına gelen felaket gibi bir fela
ketin de sizin başınıza gelmesinden dolayı Allah'tan
korku nvemüslümanolun. Sîzler benim Allah tarafın
dan gönderilmiş bir peygamber olduğumu biliyorsu
nuz. Bu konuyu kitabınız (Tevrat) da ve Allah’ın size
olan ahdinde buluyorsunuz." dedi.
Onlarda; Ey Muhammedi Sen bizi k^ndi kavmin
gibi mi görüyorsun? Savaş konusunda hiç bir bilgisi
olmayan kavminle karşılaşman seni aldatmasın. Sen
onlardan bir fırsat yakaladın. Vallahi, sen bizimle sa
vaşacak olursan bizlerin ne gibi insanlar olduğunu
öğrenirsin." dediler.
Beni Kaynuka çarşısmda meydana gelen bir ob-
yın akabinde gerginlik iyicene arttı. Bir müslüman
arap kadım, satmak istediği bir eşyası ile birlikte Benî
Kaynuka çarşısına gelmişti. Orada bir kuyumcunun
yanına oturdu. O sırada yahudilerden birkaç kişi ona
doğru geldiler. Kadından yüzünü açmasını istediler.
Kadın da reddetti. Kuyumcu etrafına toplanan yahu-
dileri güldürmek için kadmın eteğini arkasına iliştir-
203
di. Kadın kalkınca edep yeri göründü. Yahudiler gü
lüşmeye başladılar. Kadın feryad etti. O sırada oralar
da bulunan müslüinanlardan birisi, kuyumcunun
üzerine atılıp, onu öldürdü. Yahudiler de toplanıp
müslümanı öldürdüler. Öldürülen müslümanın ailesi
de kendi taraftarlarından yardım istedi. Böylece on
larla Benî Kaynuka yahudileri arasında düşmanlık
doğdu. Taberi'nin kaydettiği Zühri'ye ait bir rivayette
Cebrail (A.S.) Resulullah'a şu ayeti \v\d\rd\: "(Anlaşma
yaptığın) hir karnin hainlik yapmasından f ahdini bozma
sından) korkarsan, .sende hak ve adaletle (onlarla yaptığın
ahdi) onların üzerine at. Çünkü Allah, hainleri sevmez."
(101) Cebrail (A.S.) ayeti okumayı bitirince Resulullah
(SAV); "Beni Kaynuka'dan endişeleniyorum" buyur
du ve onlarla savaşmak üzere sefere çıktı. Durum ne
olursa olsun Beni Kaynuka yahudileri açıkça Resulul
lah'a başkaldırdılar. Sözleriyle, davranışlarıyla ve sa
vaş havası estirmeleriyle bunu ifade ediyorlardı. Hat
ta Vakidi, Beni Kaynuka Yahudilerinin bir adamın
üzerine çullanıp öldürdüklerini ve böylece Resulul
lah'a verdikleri sözü bozduklannı, savaş ilan edip, ka
lelerine çekildiklerini kaydeder.
Bundan dolayı. Hicretin ikinci yılı şevval ayında,
Medine dahilinde bulunan kalelerini kuşatmak farz
oldu. Kuşatma on beş gece sürdü. Resulullah'ın, iste
dikleri yere gitmek üzere verdiği sürgün karannı ka
bul etmeleriyle kuşatma sona erdi..."002)
İbnü'lKayyım başka bir olay naklederrBeni Na-
dir'in komplosu ve kendileriyle Resulullah arasında
antlaşma bulunmasına rağmen Resulullah'ı öldürme
teşebbüsleri.. İbn ü'l-Kayyım derki: Bu olay Urve'nin
söylediğine göre. Bedir savaşından altı ay sonra oldu.
Sebebideşuydu; Resulullah (SAV) ashabından bir gu-
nıbla birlikteonlara gidip, Amr bin Ümeyye ed'Damri
tarafından öldürülen iki Kilabi'nin diyetini ödemede
lü t. HnTal Suresi: 48
1(12. Dr. İm m öddin llalutl -Dinsat Fi’s Siyrc S. 334
204
kend isine yardım etmelerini istemişti. Onlarda :01ur
Ya Ebe'l-Kasım! Sen hele bir otur, biz istediğin yardı
mı yaparız, dediler. Sonra bir kısmı bir köşeye çekilip
birbirleriyle konuştular. Şeytan onları sapıklığa teş
vik elti ve Resulullah'ı öldürmeyi planladılar ve ken
di aralarında ıŞimdi hemen şu evin damına çıkarak,
onun üzerine bir kaya parçası bırakıp, ondan bizi
kurtaracak, rahata kavuşturacak kim var?" dediler.
İçlerinde en eşkiyası olan Amr bin Cahhaş:"Ben”dedi
Sellâm bin Mişken" onlara: Bunu yapmayınız. Valla
hi bu kararlaştırdığınız şeyi o, vahiy yoluyla öğrenir.
Onunla aramızda bulunan antlaşmayı bozar." dedi.
Resulullah'a Rabbin'den hemen vahiy geldi. Bunun
üzerine aceleyle yerinden kalktı ve Medine'ye yönel
di. Resululllah onlara: "Medine'den (gıkınız, burada be
nimle birlikte artık oturamazsınız, .size on i’ün süre tanı
dım." diye haber gönderdi, Yahudiler bir kaç gün için
de yol hazırlığına başladıjar. Tam bu sırada münafık
ların başı Abdullah bin Übeyy onlara: "Yurtlannızı
terketmeyiniz. Benimle birlikte kalelerinize girip, si
zinle savaşacak ve sizin uğrunuzda ölecek bin kadar
adamım var. Kurayza yahudileri ile, yeminli doslla-
nnız Catafankabilesi de size yardım eder." diye ha
ber gönderdi. Bundan dolayı onlarda kalelerineçeki-
lipek ve taşatmaya başladılar."(103)Neolursa olsun
yahudiler bu yaptıkları antlaşmayı bozacaktır. Eğer
onlar çıkıp gitselerdi, Resüluilah (SAV) onlann kale
lerini kuşatmaya gerek görmez ve hurmalarının ke
silmesine emir vermezdi. Artık bundan sonra onlann
Medine'den çıkanima zamanı gelmişti. Bununla be
raber hurmalan kesme işi savaş durumu ile ilgili bir
konudur ve özel bir durumdur. Umumi dutuma ge
lince; ağaçlar kesilmez. Gençlerin delil olarak getir
dikleri şey, savaş durumu olsa kabul edilebilir. Fakat
onlar bunu umumileştirdiler. Bu ise kabul edile-
1(19. Salim llehcnsavci lil liûlm vc Kaaycıü Tcknril .MüslimS. 302 ZadUl
Mcad’den Naklen C 2 S. 70
20S
mez.
Tevrat'la yahudilerin savaşlarda hayvanlan öl
dürdükleri, sakinleri iı;inde iken şehirleri ateşe ver
dikleri, ağaçlan kestikleri, kuyuları kapatıklan, tarla-
lan yaktıktan ve su kaynaklannı kuruttuklan kayde-
, dildiğini belirtmek yerinde olur. Bu sayılanların tü
münü T evrat kaydediyor ve ya kılıp yı kılan şehi rlerin
adlannı belirtiyor. Bu şehirlerin sayısı çoktur" Urey-
ha 'onlardan biri... Toplumun küfrüne delil olması
bakımından "emr-i bil'maruf ve nahyi amil münker'i
terketme konusuna gelince; Maide süresinde geçen
şu ilahi kelama bakmak gerekir" İsrail oğuUarından
inkar edenler. Davul'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle
lânetlenmişlerdi. Bu, hay kaldırmalarından ve a^ırı f>ime-
lerindendi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmu-
vorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi!" (Maide sure-
si:78,79)
Ayet-i kerime, başkaldırma ve düşm anlıklar se
bebiyle yahudi kafirlerini lanetleme konusunda pek
açıktır, (^ünkü onlarbirbirlerinin yaptıklar fenalıkla
ra engel olmuyorlardı. Bunun sebebiyle de Cenab-ı
Hakonlan tutup, Davut (a.s)un ve İsa (a.s)nın diliyle
lanetledi. Küfür tek başına yeterli olsaydı durum bu
nu gerektirmezdi. Halbuki küfür bazan çirkin suçlar
la beraber oluyor, bazı şeyler bunu gerektirmiyor.
Bütün kafirler aynı hal üzerinde değildirler.
Seçimlere katılma konusuna gelince, o konu mas
lahatlar grubundandır. Bizse seçimi iyi yaparsak fay
dalı olur, kötü yaparsak zararlı olur.
Seçimin şûra türlerinden biri olduğu inkar edile
mez. Halbuki İslam şûrâ türünü sınırlamamıştır. Ta
rihi örnekleri çoktur. Raşid halife Hz. Ömer (r.a) ba
zan Sahabe-i kiramın ileri gelenleriyle istişare ederdi,
bazan da istişare edilen kişilerin dairesini genişletir
di. Hatta onun gençlerle istişare ettiği dahi nakledil
miştir. Bu imkan nisbetin de seçim düzenini kurmak
ve olumsuzluklari ortadan kaldırmak anlamına ge-
206
lir. Oda bir tek idarecinin arzusunun dışında hiç bir
kayda bağlı olmadan despot rejimlerden daha iyidir.
Bugün ümmetimizin karşılaşhğı bir çok olumsuzluk
ların kaynağı, batılda değil hak konusunda ümmetin
görünüşü önemsemiyen ve tahakküm eden alim hü
kümetlerdir.
İşaret etmem gereken önemli bir durum kaldı. O
da, seçimle felsefi olarak demokrasi arasındaki forkı
belirtmek. Seçim ile; despot ile tek yöneticinin azgın
lığına karşı durmak mümkün oluyor. Ama felsefi an
lamda demokrasi, bundan başka bir şeydir ve ondan
uzaktır. Seçimi reddeden kişinin onun yerine daha
faydalı bir şeyi önermesi gerekir. Yalnızca reddet
mek, bozguncu, despot, zalim ve tek başına buyruk
olan bir yöneticinin işine yanyacaktır.
207
düşündüler. Sonunda onların saflannda bölünme
meydana getirdiler. Şeyhul İslam İbn-i Teymiyye’nin
İmam Ahmet bin Hanbel'in Cehmiyye fırkasına karşı
tutumu konusunda isabetli bir görüşü var. Şeyhülis
lam şöyle diyor:"... Ahmed bin Hanbel, Cehmiyyenin
ileri gelenlerini, Cehmiyye fıkrasına mensup olduğu
nu söyleyen herkesi ve bazı bidat görüşleri konusun
da Cehmiyyeyi onaylayanları tekfir etmedi. Bilakis
kendi davalannın propogandasını yapan, insanlara
eziyet eden ve kendi düşüncelerini onaylamayan ki
şileri şiddetle cezalandıran Cehmiyye fırkasına men
sup kişilerin arkasında namaz kıldı. İmam Ahmet ve
emsali onları asla tekfir etmedi. Aksine onların
mü’min olduklarına ve arkalarında namaz kılınabile
ceğine kani idiler. Merhum İmam Ahmed (ra)leyle
onların namazda imamlık yapabilecekleri ve onlarla
birlikte hac ve cihad yapılabileceği görüşünü taşıyor
du. Cehmiyye'nin kafir olduğunu söyleyenlere katıl
mıyordu. Halbuki, O, cehmiyyenin fikirlerini imkan
ölçüsünde reddediyor ve onlarla mücadele ediyor
du..." (104)
Bu, fikirle, fikrin propogandasını yapan arasında
ki ayırımda iyi bir prensiptir. Bazan bir müslüman
hatalı bir düşünceyi doğru zanneder. Bundan dolayı
fikir sahibine hücum edilir. İmam Ahmet bin Han-
bel'in cehnüyyemensuplarının şahıslanna değil taşı
dıktan fikirlere şiddetle hücum ederken, yaptığı şey
budur. Çünkü insanın doğruya dönmesi Alaydır.
Onu tekfir etmeye gerek yoktur.
Bu hususa örnek teşkil eden konulardan biri de
şu: İmam Ahmed bin Hanbel namazı terk edenin küf
regirdiği görüşündeydi. Çünkü bu konuda gelen ha-
berlermevcuttu. Bazı imamlar ona karşı çıkınca onla-
n tekfir etmedi; ama kendi fikrinden de vazgeçme-'
di.
HM. Ibni 1qfiniye cl-Httcva 7^07
206
Şu hadis ile hareket etmek belki mümkün olur"
Bir hakim ictihad eder ve içtihadında da hata ederse,
ona bir sevap vardır. İctihad edip isabet ederse iki se
vap vardır. "Te’vil ve ictihad noktasında hüküm bu
olunca; sahibi hata etse de, isabet etse de sevap alır.
Hatalı bulunduğu hal üzere terkedilemez. Çünkü
onu doğruya götürecek ve ika edecek biri gerekir. Ba
zı gençler tekfir fikrinin etkisinde kaldılar ve bazı ku
rallar koyma yoluna gittiler. Nijerya'yı ziyaretim sı
rasında müslüman bir kişiyle karşılaştım. Ondan
duyduğum ilk söz Ticani tarikatına mensup olanları
tekfir etme sözüydü. Ticanilik, Afrika'da yaygın olan
sofiyye cemaatlarından biridir. Onu engellemeye uğ
raştığım vakit şöyle dedi: Onlar kafirdir. Kafire kafir
demeyen de kafirdir.
Salim Behensavi şöylediyor;"Esefveüzüntü veri
ci meselelerden biri de tekfir arusunun şer'i naslar-
dan ve usul terimlerinden kurtulmak için başka ku
rallar icad etmeye sebep olmasıdır. Maksatları bu ol
sa da olmasa da bir kere şu hataya düşmüş oldular.
Bundan dolayı hiç kimse özürlü sayılmaz, dediler.
Allah’ın indirdiğinin dışındaki şeylerle yöneten bir
idarecinin tekfir edilmemesi delilsiz bir durumdur.
Veya delili zayıftır. Yönetilenin durumuna gelince;
Eğer o, bunu bilmiyorsa özürlü sayılmaz. İkinci ola
cakta müslümanların yöneticileri küfre girdiğinden,
onlarla beraber halkta küfre girmiş olur. Çünkü halk
seçimlere katılıyor ve bilerek veya bilmeyerek cahi-
liyyet idaresine razı oluyorlar. Onlar bu kaide üzeri
ne şunu kurdular: İslam ülkelerindeki bu halkın Al
lah'a inandığını ve İslam ile kulluk ettiğini iddia eden
kişi kafir olmuştur. Çünkü kahrolan birkavmin ima
nına tanıklık etmişHr. Yani kahri tekfir ctmemiş-
tir..."(105)
Gençlerin tekhr konusunda yaymaya çalıştığı bu
meseleler, üzerinde ittifak sağlanamamıştır: Bunun
lOS. Salim Hchcnsavi ci Hûkm vc Kaziyyciû Teknru'i MüıJtm Sh. 137
209
için Şevka'niye ait bir görüşü sunacağım. Bu konuda
yararlı olacağını zannediyorum. O şöyle diyor:
"Üçüncü kısım; tevil ile kafir ve-fasık olarak itham et
me hakkındadır. Çünkü o ancak zan ifade eder. Tev’il
ile tekfir etme hakkında dört görüş vardır: a-Tevil ile
küfür olmaz b- Tevil sebebiyle kafir olur... Fakat ona
dünyada kafirlere uygulanan hükümler uygulan
maz. c-Onlann işi, ahkam konusunda imama (devlet
reisine) kalmışhr, tasrih ileküfür gibidir. Tevil ile tek
fir edilenlerin kimler olduğu hususunda ihtilaf edil
miştir. Bu konuda dört görüş vardır:
210
zibi kasdetmediğini veya onun hakkında yanıldığı
mızı öğrendiğim vakit; itikadı konuda fahiş hatasıyla
ve akli-nakli apaçık delillere muhalefetiyle beraber
ilahi kitaplara ve bütün peygamberlere inandığını ve
dindar olduğunu izhar edince tekfiri konusunda
problem çıkmıştır. Fakat bu kişi zındıklar mertebesi
ne henüz ulaşmamıştır. Bu tür insanlar, muhakkik-
lerce "Cehmiyye" olarak bilinen halis "Cebriye"ciler
gibidir. Müşebbihe ve Mücessime de böyledir... İki
tefsire göre "Kaderiye" de böyledir. Eğer "kader" ilm-
i gaybile tefsir edilirse bunu yapanlar kaderi reddet
miş olan kişilerdir. Çünkü onu inkar icmaile küfür
dür. Eğer "cebr"i, kullardan iradeyi ve iktidan inkar
etmekle tefsir edilirse böyle düşünenler onu isbat
eden kişilerdir. İslam alimleri akide ve fikirlerinin
yanlış olduğu üzerinde ittifak etmekle beraber Mü
şebbihe ve Cebriyecilerin küfrü konusunda ihtilaf et
mişlerdir. (106)
Şevkani'nin müslüman halk tabakalarını tekfir
eden kişiler hakkında bir görüşü var. O şöyle diyor.
"Kelamcılann şartlanna göre kesin delil ile Allah'ı
bilmedikleri için müslüman halk tabakalannı kafir
sayma konusuna gelince; bu durum onlan tekfir ede
nin küfrünü artınr. Çünkü halkın müslüman oldu
ğuna hükmetmek, zaruratı diyniyye olarak bilinir.
Onlan tekfir etmek ise zaruratı diyniyyeyi inkar et
mek olur. Kur'an-ı Kerim onlann müslümanlığının
sıhhatine delâlet etmektedir. Çünkü Cenab-ı Hak
şöyle buyuruyor" Bedeviler "inandık" dediler. Deki;
Siz iman etm ^iniz, ama "İslam olduk" deyin. Henüz
iman kalblerinize yerleşmedi...” (107)(Hücurat:U)
Ümmetin cumhurunun, yöneticiye sükut ettiğini
ileri sürerek veya zann-î bir delil've uzak bir tevil se
bebiyle kişiyi tekfir etmediği için ümmeti tekfir et
mek doğru olmadığı gibi kabul olilir bir şey de değil-
106. Şcvknıi la n ıl Hak Sh. 414
107. A.g.c. Sh. 434.
211
dir.Bu görüşü benimseyenler şen ve güvenilir bir da
yanak bulamazlar. Hatta meşhur haberler tamamen
bunun aksinedir.
212
olarak cehennemde kalır.
Bu konuda Muaz hadisi apaçıktır. "Kalbinden
inanarak Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed
Allah'ın Rasulüdür diye şehadet getiren hiçbir kişi
yoktur ki, Allah ona cehennemi haram kılmasın.
Muaz: Ya Rasulullah! Bunu insanlara haber vere
yim mi? Onlar da müjdelensinler... diye sordu. Rasu
lullah (sav): "Hayır! (!>nlann güvenip taatı terketme-
lerinden korkuyorum." dedi.
Rasulullah (say)in hayatını ve sünnetini gözden
geçiren kişi onun İslam’ın emirlerinde kusurlu dav
randığı veya günah işlediği için hiçbir kimsenin müs-
lümanlığını reddetmediğini görecektir. Ne var ki,
kendisini dinden çıkaracak bir şey yaptığı vakit onun
mürtedliğine hükmederdi. Bu konuda Mikdad hadi
si gayet açıktır. Usame hadisi de aynı şekildedir. Şey
hülislam Ibn T eymiye'den mü'min kulun masiyet se
bebiyle küfre girip girmediği konusu soruldu. O da
şöyle cevap verdi: "Kişi sadece günah sebebiyle tekfir
edilemez. Zira ki tap, sünnet veicma ile sabittir ki, ev
lenmemiş zani öldürülmez, celd (sopa) edilir. İçki
içen de, iftira eden de celdedilir. Hırsızın eli kesilir.
Bu sayılanlar ka fir olsalardı elbette mürted olurlar ve
öldürülmeleri gerekirdi. Bu isekitap,sünnet veicma-
ya muhalefettir." (109)
İbn Teymiye başka bir yerde de şöyle diyor
"...Bundan dolayı selef uleması itikadla ilgili kitapla-
nnda: Biz herhangi bir günah sebebiyle kıble ehlin
den birini tekfir ^em ey iz. Yine herhangi bir kişiyi bir
ameli sebebiyle İslam'dan çıkarmayız." (110) Buhari,
Müslim ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri meşhur Ebu
Zer hadisinde Rasulullah (sa v) şöyle buyurmaktadır:
"Bana Cebrail (as) gelip, ümmetimden hiçbir şeyi Allah'a
ortak koşmayarak vrfat eden kişinin cennete gireceğini
müjdeledi. Ebu Z er "Zina etse de ve hırsızlık etse de
mi?" diye sordum. Rasulullah: "Zina etse de ve hırsızlık
etse de" diye buyurdu. Ben yine: "Zina etsedemi? Hır-
1()9. tbni 1 cymiyc I ^ vb Hindiye 4/307
110. A.g.c. 4/571
sızlıkelsedetni?" diye sordum. O: "Zinaetsede,hırsılık
etse de." buyurdu. Sonra dördüncü tekrarda: "Ebu
Zerr’in burnu yerde sürünmesine rağmen de..."
buyurdu.
Bu hususta akli ve nakli deliller çoktur. O halde
gençler bu fikirleri nereden aldılar?
Bu sorunun cevabını İbn Teymiye şöyle diyerek
veriyor: "Hariciler, insanlarya kafir veya mü'mindir;
mü'min farzların tümünü yapan, haramların tümün
den kaçan kişidir; böyle olmayan kişi kafirdir ve ebe
di olarak cehennemde kalacaktır, dediler. Sonra ken
di görüşlerine karşı çıkanları tekfir ettiler. Hz. Os
man, Ali ve bu ikisi gibiler, Allah'ın indirdiğinin dı-
şmdakilerle hükmettiler ve zulmettiler. Bundan do
layı da kafir oldular., şeklinde söylediler.
Bu kişilerin -yani haricilerin- mezhebi, Kitab ve
Sünnetten birçok delil ile batıldır." (111)
Genellikle bu konudaki hadislerin zahiri küfür
ifade eder. Fakat bu küfür dinden çıkaran küfür (rid-
de) şeklinde değildir. Çünkü bu amellerin sahipleri
nin mü'min olduğunu isbat eden diğer naslarda bu
lunmaktadır. Bundan dolayı bu örneklere "ameli kü
für" denilmektedir. Buna göre Mevdudi ve Seyyid
kutub "Küfür vecahiliyef'ten bahsederlerken onların
sözlerini, "ameli küfür" ve masiyetlerin "cahiliyeti"
şeklinde yorumlamak mümkündür. Sahabe-i kiram
dan Osman b. Mazun'un içkinin haramlığını kabul
etmemiş olsaydı, kendisine ridde (dinden dönme)
hükmü uygulanacaktı. Fakat o içkinin haramlığını
kabul etti ve kırbaçlandı. Günah işlemekle itikadi kü
für arasındaki fark budur. Bir kimse haramlığı üze
rinde ittifak hasıl olan bir şeyin helallığına inansa, o
kafirolur. Kimde haramlığına inanarakbir günahı iş
lese o müslümandır ama günahkardır, ona ceza gere
kir.
Tevbe konusuna ve tevbenin ne vakit kabul edil
diğine gelince bu daha önce geçmişti. Ben burada tev-
111. A.g.c. 7/482
214
benin ”en yakın zaman" da yapılmasını şart koşan
gençlerin şüphesini ortaya koymakla yetineceğim.
Bu şartlarının delilini onlara sorduğum vakit, dediler
ki. Nisa suresinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Al
lah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük
edip de sonra "tez elden" tevbe edenlerin tevbesidir.
İşte Allah bunlann tevbesini kabul eder: Allah her şe
yi bilendir, hikmet sahibidir." (Nisa suresi: 17)
Ayet, tevbenin "tez elden" yapılmasının farziyeti
konusunda gayet açıktır. Tevbe etmemiş veya uzun
bir süre sonra tevbe etmiş kişinin bu tevbesinin bir
kıymeti yoktur, o kafirdir. Çünkü gençlere göre bü
tün yollar Roma'ya çıkar! Ayet bu mevzuda tek başı
na olsaydı elbette ki bu tür bir hükme varılabilirdi.
Ne var ki, aynı konuda varid olan hadis-i şeriflerde
çoktur. Bu hadisler mananın daha iyi anlaşılmasında
ayetlere yardım ederler:
1- Tirmizi'nin İbn Ömer’den rivayet etliği hadis
şöyle: "Şüphesiz Allah (cc) kulunun tevbesini can çe
kiştirmedikçe kabul eder." yani ölüm komasına gir
medikçe...
2- Müslim, Rasulullah (sav) in şöyle buyurduğu
nu rivayet eder: Güneş batıdan doğmadan önce kim
tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder."
3- Müslim'in Ebu Musa'dan rivayet ettiği hadis:
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Aziz ve Gelil olan
Allah gündüz kötü harekette bulunanların tövbeleri
ni kabul etmek için geceleyin elini uzatır. Gece günah
işleyenlerin tevbelerini kabul etmek için de gündü
zün elini uzatır. Ve bu güneşin ba tıdan doğuşu zama
nına kadar devam eder.”
Bu hadis-i şerifler, insanın ölüm münasebetiyle
can çekiştirmedikçe veya kıyamet alametleri ortaya
çıkmadıkça -ki onlardan biri de güneşin batıdan doğ
masıdır- tevbenin kabul edileceğini ifade ederler.
Bunlann zuhurundan önce kim tevbe ederse, Al
lah onun tevbesini kabul eder. Eğer kişi ölüm üzere
215
olur ve can çekişirse veya kıyamet alametleri zuhur
ederse, tevbesinin kendisine bir yaran dokunmaya
caktır.
Bilakis Nisa suresindeki şu ayet şöyledir: "Yoksa
kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm ge
lip çatınca "-Ben şimdi tevbe ettim diyen ve kafir ola
rak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur..." (Nisa
suresi: 18). Bu ayet, hadislerde ifade edileni destekli
yor. Gençler bu anlayışa nereden vardılar acaba? Na
diren de olsa Haridler'in daha önce söyledikleri yeni
den gündeme geliyor.
Bu konunun bir kısmı "Hükümleri doğrudan
Kur'an'dan almaya çalışma" başlığıyla verilen konuda
geçmişti. Burada tekrarlamaya gerek yoktur.
216
• IV . B ölü m :
KÜFÜRDEN KURTULMA
KÜFÜRDEN ÇIKMA
Bu gençlerin işkence, öldürme, ezilmiş halkm sus
k u n lu ^ , bir de yönetimin bu gençleri cezalandırma
ve öldürme konusunda istekli olması gibi hususlarla
karşılaşmalannm sonucu bu gençler şöyle bir kanaata
vardılar Bu darboğazdan ancak kendi cemaatlerine
217
sarılmakla (;ıkabilirler. Ebu'l-Hayr bu konuda şöyle
diyor: "Biz ilk günden beri şu fer’i konularda onunla -
Tekfircemaatının sorumlusu Şükrü'yü kastediyor- ih
tilafa düştük:
a- Küfür hicri dördüncü asırdan itibaren tarih bo
yunca sürüp gelmiştir,
b- Bu cemaat yeryüzündeki müslümanlar için ye
gane cemaattir.
Daha önce Hariciler’in düştüğü gibi bu gençler de
aynı hataya düşmüş ve birbirlerini tekfir etme yoluna
gitmişler ve herkes de onlara cephe almıştır. Bu konu
daki delilleri şunlar:
1- Buhari'nin Kitabu'l Fiten'de rivayet ettiği hadis:
"....Kim cemaatten ayrılmış olarak ölürse, o kişi cahili-
yet ölümü üzere ölmüştür." (112)
2- Taberani ve İbn Huzayme'nin rivayet ettiği ha
dis: "Kim cemaatten bir kanş kadar ay nlırsa, İslam ba
ğını boynundan çıkarmış olur. Ne var ki, geri dönmesi
hariç."
Buhari'nin rivayet ettiği birinci hadisi, Müslim ba
zı kapalılıklarını açmak suretiyle şöyle rivayet etmiş
tin "Kim, itaatten çıkar, cemaatten aynlır ve ölürse ca-
hiliyet ölümü üzerine ölür. Her kim akıbetinin hayır
ve şer olduğu belli olmayan bir dava uğruıida körü
körüne açılmış bir sancak altında savaşır, sırf soyu için
öfkelenir, yahut sırf soy sop davasına çağırır yahut ku
ru bir kavmiyetçilik içip yardım eder ve bu yolda öl
dürülürse, işte böy leşinin ölümü tam bir cahiliyet ölü
müdür." (Müslim)
Burada cemaatten kastedilen kimlerdir?
En açık ve en doğru görüş, o cemaatin müslüman-
lann topluluğu olduğudur. Bu, İbn m esudün görüşü-
218
dür. Bu görüşünü de şu hadise dayandırmaktadır.
"Allah'tan başka ibadete layık ilah bulunmadığına ve
benim de Allah’ın Peygamberi olduğuma şehadet
eden Müslüman kişininkanı helal olmaz, ancak şu üç
durumdan birisiyle helal olur;
1- Öldürülenin hayatına karşılık öldürülmesi gere
ken katil,
2- Zina eden dul,
3- İslam camiasını bırakıp dininden ayrılan mür-
ted." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Halife Hz. Osman (ra) ihtilalciler tarafından öldü
rülmekle tehdit edilince, Rasulullah'ın minberi üze
rinde bu hadisi okumuştu, bu hadis cemaatten aynl-
manın dini terketmek olduğu şeklindeki yorumuyla
meşhur olmuştur. Dinini terkeden kişi de kafir, mür-
teddir. Burada sözkonusu olan cemaat şüphesiz müs-
lümanlann cemaatidir.
Fakat ulemadan şunu da diyen vardır; Buhari "ha-
dis' indeki cemaat sapıklık üzerebirleşmeyensahabe-
i kiramın cemaatıdır. Kim onlardan ayrılırsa cemaat
ten ayrılmış olur. Bu söz aynı zamanda Zahid Halife
Ömer b. Abdülaziz'e nisbet edilmiştir.
Ulemadan onlann müctehid imamlar cemaati ol
duğunu söyleyenlerde vardır. Kim onlara karşı çıkar
ve söylediklerinin tümünü terkederse, helak olmuş
tur. Bu da Abdullah b. el-Mübarek'in görüşüdür.
Bazı insanlar bu topluluğun imam (devlet reisi) ve
jehl-i hail ve'l-akd cemaatı olduğuna kail olmuşlar
dır.
Bu görüş İbn abbas'tan gelen hadisi desteklemek
tedir. İbn Abbas, Rasululluh(sav)in şöyle buyurduğu
nu rivayet eder; "Künidarecisinden(zuhureden)hirhare
ketifena görürse, sabretsin. Çünkü devietbofkanına itaat
ten bir karış uzaklaşan kişi cahiiiyet ölümü üzerine ölmüş
olur."
219
Hemen söylemeliyim ki, bu hadis İslam'ı kabul et
miş müslüman yönetici hakkındadır. Her zalim ve ka
fir idareci hakkında değildir. Her halükarda cemaat
cesur gençlerin anladığı cemaatdeğildir. Özellikle biz
bir tek cemaat değil müteaddit cemaatleri görüyo
ruz...
İdareciye karşı ayaklanmaya gelince idareci müs
lüman da olsa bunu yapan kafir olmaz.
Şayet kafir olsaydı mü'minlerin annesi Hz. Ai-
şe'nin, Hz. Talha'nın, Zübeyr'in ve onlarla birlikte
olan diğer şahısların Hz. Muaviye ve kendisiyle bir
likte savaşanlann Haricilerin kafir olduklarını söyle
mek gerekirdi. Halbuki Hz. İmam Ali (ra) bu görüşte
değildi.
Hz. Ali (ra), Haricilere şöyle dedi: "Biz sizinle sa
vaşa girişmeyiz. Mescidlerde Allah'ın ismini anmanı
za mani olmayız. Bizimle el birliği yaptığınız sürece
ganimetteki payınıza engel olmayız.
Bilakis onun kendi ordusundan ve düşmanların
dan öldürülenleri toplayıp hepsinin üzerine cenaze
namazı kıldığı, onlara mağfiret taleb ettiği ve onları
defnettiği nakledilmiştir.
Hak imama karşı ayaklanan herkes kafir olsaydı,
asilerin hükmü ne olurdu? Kafir olmaları gerekirdi.
Halbuki müslümanlarmürtedlerle asilerin arasını
ayırıyorlar. Buna göre günahkar müslüman, mürted
ise kafirdir. Cenalvı Hak günahkar hakkında şöyle
buyuruyor: "Eğer mü'minlerden iki taife hirhirleriyle sa
vaşırlarsa..." (Hucurat suresi: 9) Hakimle beraber ce
maat ve diğer karşıt grub sözkonusu. Allah her iki ta
rafın da mü'min olduğuna hükmetmiştir.
Eğer imam'a karşı olan herkes kafir olsaydı,
mü'minlerin annesi Hz. Aışe ve ordusundakilerden
Hz. Talha ve Zübeyr; Muaviye ve ordusundakilerden
220
iman giderdi. Aksine bunu şehidlerin başında ilan et
mek, Hz. Ali’nin işine de yarardı. Çünkü bu durum
kendi idaresini güçlendirirdi. YineSa’d b. Ebi Vakkas,
Abdullah b. Ömer, Ebu said el-Hudri gibileri Hz. Ali
ve cemaatine katılmayı geciktirmezlerdi.
Şevkani diyor ki: "Cahiliyet ölümü calıiliye halkı
na teşbih yapılmıştır, zira onların imam'ı yoktu, bura
da kasdedilen şey kafir olarak ölmek değil, günahkar
olarak ölmektir. Ayrıca şunu da ekliyor Cahiliyet ile
kasdedilen şey hüküm değil durum tesbitidir." (113)
Malumdur ki Cahiliye döneminde Araplar bir
emire baş eğmeyi ayıp sayarlardı yine Araplar, Hz.
Ebu Bekir(ra)e karşı ayaklandıkları vakit şunu ileri
sürdüler: Biz Rasulullah'a boyun eğdik, Ebu Bekir'e
niçin boyun eğelim?
Son olarak, cemaate katılma, imanın şartlarından
olsaydı, Rasulullah'ın kendisine soru soran adama şu
cevabı vermesi uygun olmazdı. Adam, Rasulullah'a:
"İnsanların en faziletlisi kimdir?" diye sordu. O da:
Malıyla canıyla Allah yolunda cihad eden mü'min, di
ye buy urdu. Adam tekrar: Ondan sonra kim? diyesor-
du. O da: Bir yere konup rabbine ibadet eden İrişidir,
buyurdu. Bu hadis müttefekün aleyhtir.
Cemaate uymak imandan sayılsaydı, Rasulullah
(sav) bir köşeye çekilmeye nasıl izin verirdi. Bu gün
müslümanlar bir milyarci varında. Onlar hangi cema
ate uyuyorlar? Aksine onların tümünü hangi cemaat
bir araya getirebilir?
BEY'AT MESELESİ
Gençlerin kendi başkanlanna bey'at etmenin va
cip olduğu fikrine vardıklan daha önce geçmişti. On-
221
1ar şu hadisin zahirini delil olarak göstermişlerdir:
"Boynunda, emirine bey'atı bulunmadığı halde ölen
kişi cahiliyet ölümü üzere ölmüştür." İslam'da birden
fazla bey'at yapıldığı bilindiğine göre, bu hadis ile
hangisi kastedilmiştir acaba? Örnek olarak İslam üze
rine bey'at -ki en meşhurlarıdır; hicret üzerine bey'at,
duyup itaat etmek üzerine bey'at, Cihad ve rasulul-
lah'ı savunma üerine yapılan bey'at ve diğerlerini ve
rebiliriz. Hadis kitaplarında bu tür rivayetler boldur.
İlk bey'at İslam üzerine yapılan bey'attır. Rasulullah
(sav) insanlan İslam'a davet ediyordu. Kabul eden ki
şi İslam üzerine bey'at ediyordu. Sa habe-i kiram böyle
yapıyordu. İslam üzerine bey'atla ilgili bazı örnek
ler;
1- Buhari ve Müslim'in Müşaci b. Mesu'ud'dan
tahric ettiği hadis. Müşaci b. mes'ud şöylededi: Ben ve
kardeşim Rasulullah'ın huzuruna geldik. Dedim ki
biz hicret etmek üzere bey'at yapacaktık. Bunun üze
rine Rasulullah: Artık hicret (in hükmü fetihten önce)
hicret edenlereait olarak geçti. Neye bey'at edelim, de
dim. Buyurdu ki: İslam'a girmeye ve cihada.
2- Ebu'l-Esved'den rivayet edilmiştir. O dedi ki
Mekke'nin Fethi günü Rasulullah'ı Kam'da (dağın te
pesinde) otururkra gördüm. İnsanlarda İslam ve şe-
hadet üzerine bey'at ediyorlardı. İbnu'l Esved diyor ki
Şehadet nedir? diye sordum. Buyurdu ki: Onların Al
lah'a iman üzerebey'at etmeleridir. Şehadet: Allah'tan
başka ilah yoktur, Muhammed onun kulu ve elçisidir,
demektir.
3- Buhari'nin tahric ettiği Cerir b. Abdullah hadisi.
O dedi ki; "...Ben şu elimle İslam üzerine bey'at ettim.
(Rasulullah) bana her mûslümana öğüt vermeyi şart
koştu."
KADINLAR BEVATI
223
farz kılınmadan önce kadınlar bey'atı gibi bey'at ettik. Kim
bey'atta verdiği sözü tutarsa onun için cennet vardır. Kim de
bir şeyi gizlerse onun işi Allah'a aittir. Dilerse azab eder, di
lerse bağışlar." Bu hadis müttefekün aleyhtir.
224
haki tahric etti.
Akla gelen şu ki, adam müslüman olmak için gelmiş.
Bunun için de RasuluUah (sav) ona İslam’ın farzlanm arzet-
mişür. Adam da zekat ve cihadm bunlardan haıiç tutulması
nı şart koşmuştur. Bundan dolayı da RasuluUah onunla
bey'atieşmemiştir. Şayet onunla bey'atlaşsaydı elbette ki
bey'at edenin dilediğini şart koşması sünnet olacaktı. Böy-
lece de farzlar birer birer düşerdi.
Fakat bu ve diğer sahabiler cihad etmemiş veya zekat
vermemiş olsaydı, kafir olurlar mıydı?
Bu ümmetin eski ve yeni alimlerinden hiçbirinin, bu gi
bilerin kafir olduklarım söylediğini bilmiyonız.
Yezid b. Ubeyd, Seleme b. el-Ekva'dan şöyle dediğini
rivayet eder Hz. Peygambeı'e bey'at edip sonra hurma ağa-
cımn dibine döndüm. İnsanlar ortadan çekilince, Rasulul-
lah: "Ey İbnUl-Ekva! Bey’at etmiyor musun." dedi. Ben de
bey’at ettim ey AUah'm rasultt." dedim. Bu sefer Hz. pey
gamber (sav) yine: "Bey'at et!" diye buyurunca ben ikinci
kez ona bey'at ettim.
Ravi: Ey Ebu Müslim! O gün ne üzerine bey'at ediyor
dunuz? diye soldum dedi. O da: Ölünceye kadar savaşmak
üzere, dedi. Bu hadisi Buhaıi, Müslim, Tirmizi ve Nesei
tahric etti.
Acaba bütün müslümanlar ölünceye kadar savaşmak
üzere bey'at ettiler mi? Ömdc olarak hastalar, körier bey'at
etti mi? Bey'at etmeyenler tekfir edildi mi? Edildi ise bunun
delili nedii?
HİCRET ETMEK ÜZERE BEY'AT ETME
225
ten alıkoyarken, kocasına izin vermişti. Mekke halkından
müslümanlığını gizleyenlerde vardı. "Evs" ve diğer kabile
lerde olduğu gibi bazı kabilelerde İslam yayılmışu. Bunlar
ve benzerleri hicret etmemişlerdi, bazı kabilelerde kendile
rine İslam’ı öğretecek ve onlara öğüt verecek muallimler is
temek maksadıyla Rasulullah'a heyet göndermişlerdi. Hiç
kimse hicretin İslam’ın şartlarından olduğunu söylemedi.
Müslümanlığı seçen bu kabileler müslümanlarla aralannda
anlaşma bulunan bir kabileye karşı yardım isteseler bu is
tekleri gerçekleştirilmezdi. Haris b. ziyad es-Saidi’den nak
ledilmiştir; Haris dedi ki; Hendek günü, insanlarla hicret et
mek üzere bey’atlaşırken karşılaştım. Biz onlann bey’ata
çağnidıklanm zannettik. Ben; ”Ya rasulullah! Bu kişi hicret
etmek üzere bey'at etti” dedim. O da; ”Bu kim” diye buyur
du. Ben de; ”Bu kişi amcamın oğlu hut veya yezid b. Hut"
dedim. Bunun üzerine; ”İnsanlar size hicret ediyorlar, siz
onlara hicret etmiyor musunuz..." buyurdu. Bu hadisi Buha-
li, Ebu Avane, Ebu Nuaym ve Taberani tahric etti. Muhacir
müslümanlann büyük ekseriyeti ve diğerleri Hendek günü
Medine'de idiler, bunurüa beraber Ensar hariç Rasulullah
(sav) onlarla hicret üzerine bey'atlaşmışD. bu durum otdann
daha önce bey'at etmemiş olduklan anlamına mı gelir, yok
sa yalnızca bir bey'at yenilemesi mi? Bu konuyu Ebu Hü-
reyre (ra)nin rivayet ettiği bir hadisle bitiriyorum; Ebu Hü-
leyre şöyle dedi; Abs ogullanndan üç grup Rasulullah'a gel
di. biri şöyle dedi; Kunalanmız (Kur*an öğreticilerimiz) bi
ze gelip, hicret etmeyen kişinin müslfimanlıgı yoktur. Hal
buki bizim mallanmız ve sürülerimiz var. Onlar geçim kay-
nağunız. Eğer hicret etmeyenin müslümanlığı yoksa biz on
ları satalım ve hicret edelim." Bunun üzerine Rasulullah
(sav): "Nerde olursanız olun Allah'tan korkun. Allah amel
lerinizden hiçbir şeyi boşa çıkarmayacakur..." (1 İS)
226
Bu konunun birçok defa tekrarlandığı ortadadır. Arap-
1ar bir başkanın emiılerini dinlemek ve itaat etmek üzere bir
araya gelmemişlerdi. Belki de dinleyip itaat etmeyi büyük
bir ayıp görüyorlardı. İbn Ömer (ra) dan şöyle dediği rivayet
edilmiştir: Biz emirlerini dinleyip itaat etmek üzere Rasu-
lullah (sav)e bey'at ettiğimiz vakit bize: "Gücünüz yettiği
kadanyla" derdi. (116) Bu hadis, müttefekün aleyhtir. Uba-
de b. samit'ten şöyle dedi^ rivayet edilmiştir.: Biz, Rasulul-
lah'a zorlukta, kolaylıkta, neşede ve kederde, başkalannm
bizim üzerimize tercih edilmesi hallerinde dinlemek, itaat
eylemek, emaret sahibi olan kimselerle emirlik hususunda
niza'laşmamak, her nerede bulunursak bulunalım, muhak
kak hakkı söylemek, Allah yolundan hiçbir kimsenin levm
ve kötülemesinden korkmamak üzere bey'at edip söz ver
dik. Rasulullah bir de şunu ilave etmiştir. Ancak emir sahi
binde açık bir küfür görmeniz müstesnadır ki bu halde onun
küfrü hakkında yanınızda Allah'ın kitabmdan kuvvetli bir
deliliniz olmalıdır. (117)
Halifelere bey'at da yukarda geçtiği gibiydi. Fakat sa
habe-! kiramın ileri gelenlerinden bircemaaün Hz. Ebu be-
kir ve Hz. Ali'ye bey’at etmekte geri kaldıklar nazın itibare
alınmalıdır. Hz. Ebu bekiı'e (ra), Hz. Abbas, oğlu Fadi, Hz.
Zübeyr, Hz. Mikdad, Hz. selman, Hz.Ebu zer, Hz. Ammar
ve Hz. el-Berra bey'at etmekte gecikmişlerdi. Sonra çok
geçmeden bey'at ettiler, ama hiç kimse oıdan küfürle itham
etmedi. (118)
Ibn Sa'd'da şu olay nakledilir: Halid b. Said yemen'den
döndükten soma üç ay geçmesine rağmen Hz. Ebu bekir
(ra)e bey'at etmedi. Sonra Hz. Ebu bekir (ra) onu evinde zi
yaret edip, halini hatınm sordu. Bu sırada Hz. Halid; "Sana
1ıs. Ibn-i Sad Tabakıt: 1/295
116. Muhtaun S*hihi MivUm Hadis No: 1220
117. A.g.e. Hadis No: 1221
118. İbn-i Saad Tabakat: 4/67
227
bey'at etmemi ister misin?" dedi, Hz. Ebu Bekir de: "Miislü-
manlann içine girdiği duruma senin de girmeni isterim." de
di. bunun üzerine Halid: "Akşam buluşalım" dedi. Sonra ge
lip, Hz. Ebu bekir minberde iken ona bey'at etti. Ebu Bekir
(ra) onu tekfir etmeyi düşünmediği gibi gidip evinde ziyaret
etti ve halini hatınnı sordu. Bunun gibi bir olay da Hz. Ali b.
Ebi Talib'in başından geçmişti. Sahabe-i Kiram'dan Irak fa
tihi Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdullah bin. Ömer, Ebu Said el-
Hudri ve Usame b, zeyd gibi bazı zevat Hz. Ali'ye bey'at et
mekten imtina etmişlerdi. Hz. Talha ve Zübeyr'in de içinde
bulunduklan bir ordu, ayrıca Hz. Muaviye ve onunla birlik
te olanlar ona karşı çıkmışlardı. Hz. Ali (ra) bunlardan hiç
kimseyi, hatta Haricileri dahi tekfir etmedi, sahabe-i kiram
dan bazılan da fitne çıktığını düşünerek kendi köşelerine
çekildiler, kendi köşelerine çekilmekle beraber diğer müs-
lümanlan küfürle itham etmediler.
228
olmuştur. Abdullah b. amr b. el-As (ra)ın rivayet ettiği
uzunca bir hadisin sonunda şöyle buyuıulmaktadır. ”... Her
kim bir imam (devlet başkam)a bey'at edip de elini eli üzeri
ne koymuş ve kalbinin meyvesini ona vermişse (yani ona
dogm ve halis bir lüyede ahd vemüşse) amk gücü yettiği de
recede o imama itaat etsia Eğer cüger bir imam yani devlet
başkam çıkıp da birincisi ile nizaya kalkışırsa, İkincisinin
boynunu vurunuz." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. İbn
Abbas (ra) mn rivayet ettiği bir başka hadis İbn Abbas (ra)
dedi ki: Rasululİah (sav) şöyle buyurdu "Her kim devlet
başkamndan hoşlanmayacağı kötü bir şey götürse sabret
sin. (isyan etmesin) Çüıücü devlet başkanına karşı isyan ede
rek itaatten bir kanş dışan çıkan bir insan., bu isyarıkar hali
üzere ölürse, muhaÛcak cahiliyet ölümü ile ölür." Bu hadis
müttefekun aleyhtir.
İbn Ömer (r.anhüma) Hz. Peygambeı'in şöyle buyurdu
ğunu rivayet etmiştin Her kim itaatten bir el kadar aynbrsa,
kıyamet gününde Allah'a fiili hususunda lehine hiçÛr hüc
ceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynunda bey'atı
olmayarak ölürse cahiliyet ölümü ile ölür." Bu hadisi Müs
lim rivayet etmiştir.
Bütün bunlar müslüman idareci hakkındadır, kötü yö
netici zalim, fasık, facir idareciler ve yönetimi zorla ele ge
çirenler için değildir. Buradaki cahiliyet ölümü, küfür anla
mına gelmez. Onun son durağı müdümanm isyankar olma
sıdır. Aksi halde Hz. Talha ve Zübeyr, Cemel vak'asinda öl
dürülenler. Hz. Muaviye'nin ordusunda öldürülenler, bun-
larm tümü elbette kafir olurdu. Çünkü onlar, o dönemde
meşra halife olan Hz. İmam Ali'ye bey'at etmemiş olarak öl
düler.
O halde müslümanlar birkaç bey'atı tanıdılar. Nitekim
bey'at tekrarlanıyordu. İslam üzere yapılan beratın istisna
sı ile diğer bey'atlan terk eden küfre girmez. Bu husustaki
deliller daha önce geçmişti.
229
Gençlerin "cahiliyet ölümü" tabirine takılıp kalmalan,
bir tür lafzın zahirini ele almaktır. Halbuki onlar şer'i bir de
lile sahip olmadıklan gibi iddialarım pekiştirecek bir ben
zer olaya da sahip değiller.
SO N SÖ Z
Bu kitabın asli planını kitaplanmdan ve kaynaklanm-
dan uzakta, yaz tatilimi geçirmekte olduğum Türkiye'de ta-
sarlamışüm. Sonra araştırmanın genişletilmesini ve derin-
leşürilmesini düşündüm. Yazmaya başlamamın üzerinden
takriben bir yıl geçti. Bundan sonra dostlanmdan aldığım ii-
kirier ışığında ikinci baskıda tekrar gözden geçirmek umu
duyla matbaaya venneyi düşündüm.
Kitapta faydalı bulduğum konuda araştırmayı derinleş-
tiımiştim. Daha fazla derinlere dalmayı gerektirmeyen bazı
bölünmelere de değinip geçtim. Bu kitabın fıkhi bir incele
me olan "Ahkamül-Müıted" adlı kitabımın bir tamamlayı
cısı ve devamı olması için kaleme aldım. Bu kitabda metod
olarak fıkıhtan uzak, "kitab ve sünnet"e dayanmayı tercih
ettim. Çünkü bu kitapta tarüştıgım kişiler buna meyyal idi
ler. Fıkha ve fakihlere güvenmiyorlardı. Onlann birçok ko
nulan tartışmış olduklanna bakarak, kendi metodlanma gö
re onlarla beraber yürümeyi seçtim. Konulannda kendileri
ne tabi oldum. Bu günün gençleriyle dünün fırkalan arasın
daki tevafuku keşfetmek için buna bazı fırkalar hakkındaki
araştırmayı da ekledim.
İmkan nisbetinde bazı fikir ve delilleri tekrar etmekten
kaçınmaya gayret göstermemle beraber, bazen onlara dön
mek ve tekrar etmek mecburiyetinde kaldım. Allah'tan bu
çalışmamı sırf kendi nzasma muvahk kılmasını istiyomm.
Çünkü O, dualan duyup kabul edendir...
230
KAYNAKLAR
1- el-Cessas el-Hanefi, Ahkamü'l-kuı'an, el-Matbaatül-
Bchiyye, Mısır
2- ibnu'l arabi, ahkamü'l Kuı’an, 2. Baskı
3- Said Ceylaııi, Ebu'l Ala el-Mevdudi Fikirieri ve Da
veti, 1. Baskı
4- Şevkani, İsartti-Hak ala'l-Halk, Matbaatü'l adab,
1318 H.
5- Muhammed Nasır el-Elbaıü, lıvattl-Galil
6- Yahya b. Hübeyre, el İfsah an Maaıûyi's-Sıhah, Ri-
yad
7 - G a z z a li, e l- İ k tis a d f ı'l- l'tik a d , k a h ir e
8- Dr. Numan es-Samarrai, Ahkamin-Mflrted, 1. Bas
kı
9- Fahruddin er-Razi, Tefsirül-Kebir, 1. Baskı, 1357
H.
10-lbn Kesir, Tefsiril-Kuı’an-ı Azim, Darii'l-Maarif
U-lsmail el-ezheri, Tahziru ehl-il iman
12- Ebu Cafer el-Taberi, Tehzibül-Asar
13- Kurtubi, el-Cami li-ahkamil-Kur’an
14- Taberi, Camiul-Beyan
15- Salim Ali el-Behensavi, el-Hükm ve Kazıyyetü
Tekfiril-Müslim
16- Ebu'l ala el-Mevdudi, el-Hilafet vel-Mülk
17- el-Hudaybi, Dttat vela kuzat
18- Suyuti, ed-Diirrii’l-Mensur
19- Muhammed Ferid Vecdi, Dairetül-Maarifıl-lsla-
miyye
20- Dr. İmaduddin Halil, Dirasat fi's-Siyre
21- Abdunahman ebul-Hayr, Zikriyyati maa Cemaatil-
Müslimin
22- Şpıabüddin Alusi, Ruhu'l-Meani
23- Dımaşki, Rahmetülüm me fi Ihtilafi'l-Eimme
24- San'ani, Sübü'lüs-Selam
25- Îbniil-Kwyım el-Cevziyye, es-Salat
26- tbn Sad, Tabakatü'l-Küora
27- d-Bagdadi, el-Fark beynel-Fırak
28- Seyyid Kutub, Fi zılalil-Kur'an
29- itm nacer el-askalani, Fethul-Bari
30- Abdıdaziz selman, el-Kevaşifil'l-Celiyye
31- el-Eş'ari, Makalatül-islami)^n
32- Mecelle'tii Hadaratin-islamiyye ed-Dimaşkiyyc
1393 H.
231
33* Zehebi, menakıb-ı İmam-ı Azam
34- Şeyhiıllslam İbn teymiyye, Mecmuatü'l-Fetava
35* Mevdudi, Musfalahatül-Erbaa fî'l-Kuı'an
36- Muhammed Ali es-Sabuni, Muhtasar-ı Tefsir-i İbn
kesir
37- Dr. Abdullah Dıraz, el-Müntehab min Künüzissün-
ne
38- el-Meclisü'1-Ala liş-Süunil Islamiyye münteham
minessiinne
39- Ebu bekir Muhammed es-Serahsi, el-Mebsut
40- İbn Kudame el-Makdisi, el-Mu^i
41- Muhammed Ali es-Sabuni, Min künuzi's-Sünne
42- İmam Ahmed b. Hanbel, Miisned
43- el-Hafız el-Münzir-i Muhtasar-ı Sahih-i Müslim
44- Mecelle tül Mecelle es-Suudiyye
45- Şevkani, Neylü'l-Evtar.
İçindekiler
Teşekkür 5
Önsöz 7
Giriş 13
I. BÖLÜM
Geçmişte Tekfir Meselesi 27
Şiilikte Tekfir 27
Haricilikte Tekfir 32
Mutezilede Tekfir 38
Mürcieye Göre Tekfir 41
İslam Ümmetinin Cumhurunun Durumu 43
II. BÖLÜM
Çağıunzda Tekfir Olayı 47
Siyasi Baskı ve İşkence 48
Faydasız Pişmanlık 55
Resmi Ulemaya Güvenin Yok Olması 57
Hükümleri Doğrudan Kukandan Almaya Çalışmak 66
Büyük Küfürle Küçük Küfrü Biıhirine KanşUrmak 74
Münafıklar ve Şifadan 82
Mevdudi'nin Dört Terimi 87
Seyyid Kutubla Mevdudi İlişkisi 95
İlim İman İlişkisi 99
Müslümanlarm Birbirlerinden Uzaklaşmalan 104
Cahiliyet Kavramı ve Küfürlü İlişkisi 110
Kurtubi 113
Tabari 114
El-Cassas 115
Alusi 117
İbn-Kesir 117
Seyyid Kutub 119
Cahiliyet İdaresi 122
Taberinin Görüşü • 123
Alusinin Görüşü 132
Seyyid Kutub'un Görüşü 134
233
Laiklik ve AUah'ın indirdiği ile hükmetme 139
Kilisenin Egemenliği 141
İlk Cahiliye Kadınlannm Açılıp Saçılması 144
Cahiliyyet T aassubu 151
Sünnette Varid Olan Cahiliyyet 165
Fertle Toplum Arasında Cahiliyet 165
III. BÖLÜM
Tekfirin Gerekçeleri ve Cevaz Veren Sebebleri 167
Müslüman Halkın Küfürü Hakkında 173
Müslümanlar Şehadetin Manasım Bilmiyorlar.
Bunun İçin de İslam Girmiş Olamazlar 173
Müslüman Hicret Eden kişidir. Şehadet Getirip Hicret
Etemeyen Müslüman Değildir 180
Üzücü Bir Şey 188
21otlama (llorah) Meselesi 188
Cemaatın Birden Fazla Olması ve Müslüman
Cemaata Karşı pkma Küfürdür 194
Bugünkü Toplumlar Aksi Sabit Oluncaya Kadar
Cahiliyyet ve Kafir Toplumdur 196
Toplum Kafir Olduğu İçin Onu Yıkmak Gerekir 198
Kafiri Tekfir Etmeyen Herkes Kafirdir 207
Amelsiz İman Ohnaz İslam Şeriatıyla Amel Etmeyen
Küfre Girer 212
IV. BÖLÜM
Küfürden Kurtulma 217
Küfürden Çıkma 217
Bey'at Meselesi 221
Ka^nlarBey'atı 225
Ghad ve Ölüm Üzerine Bey'at Etmek 226
Hicret Etmek Üzere Bey'at Etmek 228
Dinlemek ve İtaat Etmek Üzere Bey'at 229
Halifelik Üzerine Beyat 231
Son Söz 232
Kaynaklar 232
234
Vahdet Kitap Kulübü Yaymları
İ35
Bu eser niçin y a zıld ı?
Gözüpek gençler, kitab>ı göz gezdirsinler ve bazı görüşlerini
yeniden d üşünsünler ve tashih etsinler diye...
K u tlu îslam i hareketin öncüleri olarak inançlı gençler bu
eseri okusunlar ve tekfir fikrine kapılm asınlar diye...
A kla göre hareket etmeden, nakillere ve nasslara göre hare
ket etsinler diye...
D ü n y a n ın çeşitli yerlerinde sapık hüküm etler, bu kitabı
gençlere karşı kullansınlar d iye değil,
Bazı istihbarat elemanları bu kitabı ele geçirip, kendi süfli
arzuları için tekfir olayını körüklem ek istemeleri için hiç de
ğil...
Bu kitabı açıkça tekfir fikrine düşen, her önüne gelen müslü-
manı tekfir eden, bu konuda aşınlıklara giden gençler için yaz
dım .
Bu kitabı, bu alanda m üslüm anların karşılaştığı meselelerin
çö züm lerine k ü çü k de olsa bir katkıda bulunursa kendim i
bahtiyar sayarım .