You are on page 1of 236

Prof.Dr.

NAbdıırrezzak Samarrai
I-Irf
rı> -?ıv

Bahnıân ve Kâhini Olan Allah’ın Adıyla


Vahdet Kitap Kulübü : 11

Vahdet Dizgi, Mizanpaj: Adım 526 11 52


Film, m ontaj: Vahdet Gazetecilik ve Mat. Tic. A.Ş.
Baskı: Bayrak Matbaahk
İstanbul,! 990
Dr, Numah Abdurrazzak Samarrai

Geçm iştç ve Günümüzde


TEIÖ'IR m e s e l e s i
Türkçesi
Orhan Aktepe
Teşekkür

"Bazı dost ve arkadaşlarımın görüşlerini


öğrenmek için kitabın müsveddelerini onlara
gönderm iştim .Sonuç, bazıları tarafından
olumlu , bazıları tarafından olumsuz bulun-
muştur.Bundan ötürü tüm arkadaşlara te­
şekkür ve minnettarlığımı sunuyorum.

Aynı şekilde bazı hadislerin tahrici konu­


sunda da bana yardımlarını esirgemeyen ar­
kadaşım Prof.Dr. Muham med el-Haşim i'ye
de teşekkür ediyorum.
Son olarak kitabın daktilo edilmesinde ve
dip notların konulmasında büyük bir titizlikle
bana yardımcı olan hanımım "Öm m i Mün-
zir"e ve basımı sırasında yardımlarını esirge­
meyen herkese teşekkür edirim . Muvaffak
kılacak sadece Allah' dır.
Yazar
Önsöz

Miladi yirminci asrın, altmışlı yıllannın başlann-


da ,"Master" yapma arzusu doğdu içimde. Birçok ko­
nuyu gözden geçirdim. Bu konular arasında "Ahka-
mu'ul-Mürted: İslamdan dönenlerle ilgili hükümler"
de vardı. Konuyu fıkhi yönden incelemeyi Cenab-ı
Hak bana nasip etti. Konu bu güne kadar benim istedi­
ğim şekilde ele alınmamıştı.
Sonra "Tekfir" (birmüslümanıkafirliklesuçlarna)
konusu bütün sıcaklığıyla ortaya atıldı. Bazı arkadaş­
larım bana : "Ahkamü-1 Mürted" konulu araştırma­
nın mükemmel olması için, ortaya çıkan bu yeni "Tek­
fir" olayını da inceleme, konunun bütünleşmesi bakı­
mından zaruridir. Ancak o vakit yeni bir şey eklemiş
olacaksın dediler.
Kahire Üıüversitesi' ne doktora öğrencisi olarak
kaydımı yaptırrmak wiçin gittiğimde bana Mısır' ı zi­
yaret etme hrsatı doğdu. Mısır' a her gidişimde ve ora­
da ikametim sırasında, kütüphaneleri ve yayın evleri­
ni dolaşıyordum. Allah bazı gençlerle karşılaşmayı
ve onları doğrudan dinlemeyi bana nasip etti. Daha
sonra mükemmel şeklini alır umuduyla aklıma gelen­
lerin bir kısmını not ettim. Bu hususta yazılanlann ba-
zılannı elde etmeğe uğraştım. Ama başaramadım.
Duyduklarım bir müddet aklımı meşgul etmekle kal­
dı.
Bunlannbir kısmı eski problemlerin yeniden gün­
deme getirilmesinden öteye gitmiyordu. Daha önce
onlan hariciler ve mutezile ortaya atmışlardı. Sonra­
dan konu kapandı ve kitaplann sayfalannın aralann-
da kalmaya mahkum oldu. Fakat bugün artık onlar­
dan tozlan silkeleyecek ve onlan tekrar kültür hayatı­
mıza kazandırmaya çalışacak araştırmacılar gelmiş­
tir. Bana öyle geliyor ki, bu, "yeni tezlerin sahipleri"
nin, kendilerinden önceki bilgilerden bazen haberleri
bile olmuyor. Ama aynı sonuçlara götüren düşünce­
nin garip bir raslantısıdır da denileMlir. Nitekim, ba­
zdan bu hrkalan incelemiş ve onlann inançlanndan
günümüze kadarulaşan düşüncelerinden ve ileri sür­
dükleri delillerden etkilenmiş olabilirler.
Tarihimizi birazcık gözden geçirenler, "tekfir" ola­
yının veya "ridde=dinden dönme" olayının Hz. Ebû
Bekir'in hilafetinin başında ortaya atıldığını görürler.
O dönemde, Arap kabileleri çeşi tli sebeblerden dolayı
İslâmî terkedip irtidat etmişlerdi. Sonra devlet onlan
tekrar islâma döndürmeyi başardı ve iç savaşa düş­
mekten kurtardı. Hz. Osman b. Afvan (R. A)'nın şaha­
detinden sonra Mutezile, Kaderiye, Mürciye, Hariciye
ve Şia gibi çeşitli fırkalar kuruldu. Onlar, "mürtekibü'l
kebîre=Büyük günah işleyen" in müslüman mı, kafir
mi olduğunu münakaşa ettiler. Bunun üzerine "tekfir"
olayı, yeni bir tez olarak ortaya atıldı. Her fırka, müna­
kaşada kendisinin haklı olduğunu savoınup sahip ol­
duğu fikre Kur'an ve hadis'ten deliller getirmeye uğ­
raştı. Sonra olay unutuldu veya unutulmaya yüz tut­
tu. Nihayet yirminci yüzyılın 60'lı yıllarında tazelene­
rek yeniden ortaya atıldı. Yeni tezin nasslara dayan­
ması, yeni olayların içine girmesi onları tarhşması ve
onlar etrafında hükümler koyması gerekiyordu. İşte
bu kitap, sorumluluk içinde, sahiplerinin ortaya koy­
dukları gibi bu olayları tesbit etmeyi, delillerini ve
vardıkları sonuçlan tartışmayı ele alıyor.
Geriye önemli bir sual kalıyor: Bu kitabı kimin için
yazıyorum?
Gözü pek gençler, belki kitabı gözden geçirir ve
bazı görüşleri doğru bulurlar diye onlar için mi yaza­
yım?
Bu soruya cevabım: Evet, bunu amaçlıyorum. Bir
de gençlerin nazannda sanık olmamayı arzuluyorum.
Çünkü kitabımı okumadan önce bıra^bilirlerKitabı,
kutlu islâmi hareketin öncüleri olan inanmı^ gençler
için mi yazayım ki, onlar tekfir fikrine kapılmasın­
lar?
Evet, onlar için yazıyorum: Kitap ve sünnetten;
İslâm ümmeti nezdinde büyük güven toplamış imam­
ların sözlerinden delil taşımayan bir meseleyi kabul
etmeyen sağlam bir mantıkla kitabımı okumaları ve
ne kadar tutarlı olsa da veya ne kadar büyük birinden
çıksa da delili bulunmayan her meseleyi reddetmeleri
için kaleme aldım.
Bu kitabı, bugün dünyamızda sayılan çok fazla
olan sapık hükümetler için mi yazıyorum?
Onlar kitabımı inanmış yürekli gençlerin aleyhine
delil olarak kullansınlar diye mi, asla! Bunu kabul et­
miyorum ve bundan Allah'a sığmıyorum.
Bazı istihbarat yetkilileri bu kitabı ellerine geçirip
kendi süfli arzularına göre yönetimde daha uzun süre
kalmak ve tahtlarını korumak maksadıyla halkına hor
ve hakir bir hayatı reva gören ve tüm insanlık değerle­
rini yitirmiş yöneticilerin takdirini kazanmak için ki­
tabımı araç olarak kullansınlar diye mi yazıyorum?
BundanAIlah'a sığınırım. Ve bunun yeryüzünün
bir karış toprağında bile vuku bulmasını arzu etmiyo­
rum. Vijdanı kararmış bilginler, bilgilerini zalim yö­
netime ve yöneticilere hizmet maksadıyla kullanmak
isterlerse, bu tür bilgiler onlarda çokça bulunmakta­
dır. Benim bu mütevazi çalışmama yardım için başvu­
racaklarını sanmıyorum.
Öyle ise ben açıkça "tekfir" fikrine düşen veya düş­
meyen gençler için yazıyorum. Allah'a yemin ederim
ki, bu kitap bu alanda ümmetimizin karşılaştığı prob­
lemlerin çözümüne küçük bir katkıda bulunursa ken
dimi mutlu sayarım. Yine yanlış bir metod, yanlış bir
anlayış neticesi olarak bazı kimselerin dini nassları
parçalamak, baran bir kısmını çıkararak, baran da an­
lam alanını genişleterek nasslar arasında çelişki mey­
dana getirmek, hatta bir olayı açıklamak için gelen
nasslar arasında tezat bulmaya çalışmak suretiyle
perdelemiş olduğu problem ortaya çıkmışhr. İşte
bunlar hakkında sağlam görüşü ve belli inancı olması­
na yardımcı olur diye bu kitabı kaleme aldım. Çünkü,
bazıları sözü edilen naslann yönünü saptırmaya, ha­
zan da onların neshedildiğini savunmaya kalkıştılar.
Yine onlar doğrudan Kur'an'dan alma iddiasıyla bu
ümmetin fakihlerinin söylediklerine baş vurmaktan
kaçınmaya veya bu ümmetin Hicri 4. asırdan sonra
saptığını iddia etmeye ya da güvenilir olmadığı iddia­
sıyla tarihi terketmeye kalkıştılar. Okuyucunun bu ki­
tapta dağınık olarak bulacağı daha bir çok şeyler de

10
Geriye önemli bir soru kalıyor Bu gibi bir çalışma
tek başına yeterli olur mu? Açıkça "Olmaz" diye cevap
veriyorum. Çünkü müslüman milletleri yöneten hü­
kümetlerin bir çoğu onlara baskı yapıyor. Öyle bir
baskı ki, bu ancak bir düşmandan veya düşmanla iş­
birliği yapmış yöneticiden ya da düşmanların direk­
tiflerini uygulayan bir validen beklenebilir. Müslü­
man gençlerle tıklım tıklım dolu bu hapishaneler,
müslüman gençliğin karşısına dikilen gizli ve açık şu
giyotinler onları bu yöneticileri kaflrlikle itham etme­
ye sevk edecektir.
Kendine saygısı olan bir devletin İçişleri Baka-
nı'nın Koloni Kanunlan'nın, başkasına değil, İslâm
topluluklarına uygulandığım sonra da şu veya bu yö­
neticiyi tekfir etme gibi bir reaksiyonun bulunmadığı­
nı açıkladığını kim duydu acaba?
Gençlere karşı otoritenin kullanılmasındaki bu
zorlama (Batısıyla, doğusuyla dünya bunu alkışlıyor)
bizi hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırdetme so­
rumluluğundan kurtaramaz.
Hükümetler "aşırılık" la savaşta ciddi iseler "şey­
tan" 1 dinlemekten vaz geçmelidirler. Zira şeytan özel­
likle bu çocuklann idam edilmesini öğütler. Çünkü o
ölünceye kadar düşmanlığına devam eder. Gençler
"aşın" oldukları için değil, müslüman olduklan için
böyledir. Şeytana göre İslama itaat edenler, başkala-
nndan daha tehlikeli olmaktadırlar. Okuyucu bu ki-
tabta bu durumu iyice ortaya koyan bir Yahudi gaze­
tesinin bir makalesinin bir metnini bulacaktır.
Biz Allah'tan bu gençlere istikamet nasip etmesi­
ni, İslama bağlılıklannı artırmasını, müminlerin boy­
nundan kılıcı kaldırmak için yöneticilere hidayet na­
sip etmesini veya bu kılıçla kendi boyunlarının vurul­

11
masını niyaz ediyoruz. Böylece İslâm ümmetinin başı­
na arslan kesilen; ama düşmandan korkup kaçan ve
ümmeti bu derece zillete düşüren şu kötü yöneticiler­
den kurtulmuş olur.
Duamızın sonu ; Hamd âlemlerin Rabbı Allah'a
mahsustur.

Dr. Numan Abâürrazzak-Setnerrat


İmam Muhammed bin Suud
İslam Üniversitesi
Giriş

Doktora tezimi tamamlamak için , 60'lı yıllarda


Kahire'ye gidiş-gelişim sırasında, hapishaneden çık­
mış bazı gençlerle karşılaştım. Bu gençlerin orada me­
sailerini "tekfir" fikri üzerine yoğunlaştırdıklarını sez­
dim. Konuşma sırasında "ridde=dinden dönme" ah­
kamı ile ilgili bir kitabım olduğunu söyledim. Bu sö­
züm üzerine gençler, şaşkına döndüler ve bazıları
şöyle bir cümle sarfettiler ; 'Sen, fıkhın amatörlerin­
den mi, yoksa profesyonel lerinden misin?" Ben, cevap
vermeden önce diğeri şunu ekledi: "Senin durumun
ve görünüşün sadece amatör biri olduğunu gösteri­
yor." Bu gençlerin bir konuya takıldıklarını anladım.
Küçük bir tartışmadan sonra beni evimde ziyaret et­
mek üzere izin istediler. Onları iyi tanımamakla bir­
likte tekliflerini kabul ettim. Fakat Arap ülkelerinde
bir adamın şerefli biri olduğunun yeterli delili onun
suçsuz yere tutuklanmasıdır. Mısırlı profesörlerden
biri şöyle diyor: "Zalim yönetici bütün şerefli insanları
toplayıp hapse attı. Geriye kalanlar şerefsizlerdir." Bu

13
profesör diyor ki: "Ben de onlardan biriyim."
İleri gelenlerden bazılarının kendi çocuklarına
şöyledediklerini çok işitmişimdir: "Yavrularım! Şim­
di sizler benim korkaklığım sayesinden yaşıyorsu­
nuz. Şayet ben yiğit biri olsaydım, hapiste olurdum.
Sizler de açlıktan ölürdünüz. Korkak olduğum için
Allah’a hamd ediniz."
Bu gençleri evimde karşıladım. Biri tıp öğrencisi
idi. Biri de tiyatro bölümü öğrencisi, üçüncüsü ise
Fen fakültesi öğrencisi. Tartışmaları ve konuşmaları
"ridde= dinden dönme" üzerineydi. Bu samimi ve iyi
gençlerin tekfir fikrine dalmalan beni endişelendirdi.
Çünkü gençler ilginç hükümler ve benzersiz bir fıkıh
icat etmişlerdi...Kendilerinden ve başkalarından, ge­
nel olarak Mısırlı insana ve özellikle de müslümanla-
ra karşr uygulanan insanlık dışı eylemleri ve işkence­
leri çokça duyduğum için onların tepkisini daha iyi
anlamıyordum. Bunu onlara söylediğim vakit, içleri
rahatladı ve yüzleri aydınlandı.
Fakat vardıkları hatalı sonucu kendilerine açıkla­
dım. Geniş bir zamanda onlara: "Sizin şu söyledikle­
riniz, yeni değildir. Bunların tümünü daha önce Ha­
riciler, bazısını da Mutezile söylemişti." dedim. Bu­
nun üzerine gençler şaşırdılar ve birbirlerine baktı­
lar. Bunu tekrarlayınca gençlerden b iri: "Bu imkan­
sız, bu hükümler, zindanlann ve herhangi bir kitap­
tan uzak fıkhın ürünleridir. Çünkü hiç kimsede bir
tek kitap dahi yoktu, hatta üzerimizden çıkan mus-
haf bile yoktu." diye cevap verdi. Gençlerin vardığı
sonuç, Kur'an'dan ve hadislerden ezberledikleri şey­
lere dayanan kendi içtihatlarından başkası değildi.
Gençlerin gönlünü alarak onlara dedim k i: Sizin
dtunmıımız, tarihimizde tek değildir. İşte Hanefi fa-
kihi es-Serahsi. Yirmi cüzlük "Mebsuf'unu tutuklu

14
ikca yazdırdı. Hapishanenin dışında duran talebele­
ri, onun söylediklerini yazıyorlardı. Bundan dolayı
kitabında "yazdınyorum" ifadesini kullanır. İmam
Ahmed b. Hambel de "Kur'an-ın mahluk olduğunu"
söylemediği için kırbaçla işkence görüyordu. Bu sı­
rada talebeler dışarıda, hokka ve kalemlerini ellerin­
de tutmuş, işkence gören adamın ağzından çıkan
şeyleri kaydetmek için onu dinliyorlardı. Verdiği fet­
va zalim idarecinin hoşuna gitmediği için kırbaçlan-
mıştı.
Sonra gençlere : Siz bu ümmettensiniz ve onun
yolu üzerindesiniz, dedim. Eğer vaz geçerseniz dün­
ya metamın çoğundan vaz geçmiş olursunuz. Fakat
düşündüklerinizi Şehristani'nin "el-Milel ve Nihal"m
da, el- Bağdadi'nin "el Fark, beyn'el Firak ın da; el
Eş'ârî'nin "Makaletü'l İslâmiyyin" inde ve hatta İbn-i
Haldun'un "Mukaddime" sinde bulursunuz. Size bi­
lebildiğim kadanyla düşündüklerinizde bir yenilik
yoktur diyorum. Bunun üzerine gençler büyük bir
şaşkmiığa uğradılar. Bazılan bu kitapları hiç duyma­
dıklarım itiraf ettiler. Diğerleri deadlannı duydukla­
rını, fakat görmediklerini söylediler.
Dedim ki, ey gençler!... Biz, O kitapları okumadı­
ğımız veya onlardan haberdar olmadığımız takdirde
, ulema meselesi azalmaz. Halbuki onlar Mısır'da
çoktur? Gençler sanki ben kötü birşey söylemişim gi­
bi birbirlerinin yüzüne baktılar. İçlerinden biri "Sen
garip ve iyi niyet sahibi birisin" Senin burada gördük­
lerin hep tüccar. Kafir yönetici için bir kaç kuruşa ve
çok kere de bedavaya dinlerini ve ilimlerini satıyor­
lar" dedi.
Sonra da gençler, ümmeti tümüyle rezil edecek
ve faciri bile utandıracak olayları anlatmaya başladı­
lar. İçinde zerre kadar erkeklik gururu bulunan ve

15
azıak dini olan insan bunlan kabul etmez. Gençler­
den biri içini çekerek: Bu tüccarlardan bazısını yanı­
mıza getiriyorlar. Onlar da bizimle ilkokul öğrenci­
lerinin dahi bildiği konularda münakaşa ediyorlar,
kendisi gibi bir yöneticinin veya cellatlann dahi yap-
mıyacağı şeyleri yapan yöneticinin tasarruflannı sa­
vunuyorlar, dedi.
Nitekim, gençlerden bazısı şunu açıkça söylü­
yordu : Onlann bu yaptığı şey, sertliği terkedip,
olumlu cevap verenlerin işkencesini hafifletmek için
işkenceden sorumlu olanlarla yapılan gizli bir anlaş­
madır. Bazı gençler, onu kabullenip, burada sertlik
ve sapma yoktur, müslümanlar ve mezhep sahipleri­
nin tümü haramı helal, helali haram kılan kişinin küf­
re girdiğini söylediklerini ifode edince, şeyh kılıklı
adam kahkahayı bastı ve alaylı bir şekilde: Bu mez­
heplere gitme, bana bak. Ben, karşılaştırmalı dinler
tarihi uzmanıyım, dedi. Gençlerin bazısı onun uz­
manlığını reddederek, İslam'da dini insanlara yo­
rumlayan ne papa varnederahipler,dedi veşu ayet-
i kerimeyi okudu: "Deki: Şüphesiz benim namazım,
ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin
Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle
emrolundu. Ve ben müslümanlann ilkiyim. "(En'am
Suresi:162-163) Allah'a namazda, iktisatta ve yaşa­
mada ortak olmaz. Bütün bunlar Allah'a aittir. Kim
O'nunla mücadeleye tutuşursa küfre girmiş ve şirk
koşmuş olur. Devlet, her ne kadar insanlan ibadet et­
mekte serbest bıraksa da, onlar için bir takım hüküm­
ler, kanunlar koyuyor ve Albh'ın şeriatını terkedi-
yor. Hükümetle anlaşmazlığın özü budur. Zaten bu­
nun için işkence görüyor ve öldürülüyoruz. Bunun
bize yapıldığmı sen de kabul ediyorsun.
^yh-veya sarıklı gizli polis-düzenbazlık içinde

16
şöyle cevap verdi: Yavrucuğum! Bu Resulullah'a öz­
güdür. Resulullah müslümanlann ilki olması hesa­
biyle, ayet kendisine uyan kişiyi vasıflandırıyor. Al­
lah'ın Idtabıyla hükmetmeyen kişi kafir olmaz, aksi­
ne müslümanlann sonuncusu olur.
Delikanlı, Buhari namaza başlangıç duası bölü­
münde şu hadisi zikretmiştir, dedi: "Namazım ve
kurbanım, ölüm ve dirim alemlerin rabbi Allah'a
mahsustur. Onun ortağı yoktur. Ben bununla emro-
lundum. Ben müslümanlardanım." Bu duayı her
müslüman namazda tekrarlıyor. Halbuki Resulullah
"ben müslümanlann ilkiyim" diyor, biz ise "ben müs-
lümanlardanım" diyoruz.
Şeyh şöyle cevap verdi: Kur'an ve Buhari doğru­
dur. Fakat Kur'an haktır. Hak ise doğrudan önce ge­
lir. Ama Buhari'de varid olan hadis, İçesin hüccet de­
ğildir. Çünkü hak yalnızca Kur'an iledir. Ben
Kur'an'a ait olanı kabul ederim. Kur'an da kendisiyle
hükmeden kişiyi müslümanlann ilki olarak nitelen­
diriyor. Kur'an ile hükmetmeyen kişi, kafir değil
müslümanlann sonuncusu olur.
Gençlerden biri: Bu gizli polis bu günkü yönetici­
nin Kur'anla hükmettiğini, çünkü yöneticinin resmi
toplantılarda içkiyi yasakladığını ve ileride de ya-
saklıyacağını söylemekten çekinmediğini ifade etti.
Halbuki bunu azgınlar bile söylemeye cesaret ede­
memiştir.
Dedimki, siz güveneceğiniz alimleri nerede bula­
caksınız? Delikanlı içini çekerek= İstediğimiz gibi on­
larla görüşüp, tartışmak bizim haddimiz değil, de­
di.
Burada onlara, bir arkadaşımla başımdan geçen
bir olayı anlathm! Üniversitede yaşı ilerlemiş bir ho­
ca arkadaş vardı. Biz kendisine evlenme konusunda

17
ısrar ediyorduk. Oda "inşallah"tan başka bir şey demi­
yordu. Bir gün onunla başbaşa kaldık ve ona dedimki:
Neyi bekliyorsun? Niçin evlenmiyorsun? Kendisine
yaraşır bir eş bulmada yardımcı olabileceğimi leklif
ettim. Bunun üzerine bana bu adam; Ben şaşkınlık
içindeyim. Benim eş olarak istediğim ve beğendiğim
kişi beni istemiyor. Benden hoşlanan ve beni isteyeni
de, ben istemiyorum, beğenmiyorum. Benim proble­
mim işte bu... diye cevap verdi.
Bunun üzerine gençler güldüler ve bizim de prob­
lemimiz budur, dediler. Bizimle tartışmak için hükü­
metin getirdiği adamların tümü, zalim yöneticinin ve
avanesinin casusları, bilgileride iblisin bilgisi gibi.
Bundan dolayı onların söylediklerine güvenmiyoruz,
hatta söyledikleri hak dahi olsa. Kendisine ve ilmine
güvendiğimiz kişilere de biz ulaşamıyoruz. Bu da bi­
zim problemimiz.
Dedim ki: söyledikleriniz gerçekten doğrudur.
Fakat benim korktuğum şu ki. Ulemaya güvenin yok
oluşu sizi iki durumdan birine veya her ikisine birden
götürecektir. Buna göre yeterli hazırlık ve ehil kılacak
bilgi olmadan "ictihad" yapmak veya kitaplara dö­
nüp, hiç kimseden yardım istemeden onlardan yarar­
lanmak. Her iki durumda da tehlikeler vardır.
Gençlerden biri, biz ikisine birden düştük, dedi.
Cezaevinde, "içtihat" yapılıyor. Halbuki cezaevinden
dışan çıkan kitapları okur. Bir kısmımız, Arap dilini
ancak resmi okullarda okuduk. İlmî olarak okutanlar
Arapça'yı, kaide ve kurallannı zikretmiyorlar. Halbu­
ki onlar cezaevinde iken fetva veriyorlar. Bütün daya-
naklan Kur'an ve sünnettir.
Cezaevinden çıkanlara gelince; onlar tecrübesiz
ve rehbeısiz olarak kitapları okuyup inceliyorlar. Ba­
zıları şöyle diyor Ben Hz, Peygamberin hadisini bulu­

18
yorum ve çok seviniyorum, bir müddet sonra bir baş­
ka hadis buluyorum. Ama bu sefer ikisinin arasını na­
sıl bulacağımı bilmiyorum. Örnek olarak: "zalim yö­
neticiye karşı çıkmaya çağıran hadiseleri verdi. Bu ha­
diselerde, karşı çıkan kişinin "öldürülürse şehid veya
şehidlerin önderi" olacağı belirtiliyor. Halbuki bu ko­
nuda mutlak olarak karşı çıkmayı engelleyen hadise­
lerde var.
Dedim ki, çok güzel örnek verdin. Bu tek bir ör­
nek. Çünkü zalime ve Allah’ın indirdiği ile hükmet-
meyene karşı çıkmak caizdir; ama müslüman yöneti­
ciye nasihat etmek ve iyiliği emretmek vacip olur. Ce­
maata uymanın ve yöneticiye karşı çıkmamanın vacip
olduğunu belirten hadislerin tümü müslüman yöneti­
ci hakkındadır. İslam'a inanmayan yönetici hakkında
ki mesele gayet açıktır. Bu sözlerime karşılık genç:
doğru, sadece kitap okumak yetmiyor. Mutlaka reh­
ber gerekiyor, dedi.
Ben dedim ki, bu hükümetler, iddia ettikleri gibi
"aşırılık"la savaşta ciddi olsalardı, elbette gençlerin
güvendikleri alimlerin, onlarla tartışmalarına ve elle­
rinden tutmalarına izin verirlerdi. Fakat bu hükümet­
ler, halk çocuklannın kendilerine cevap vermeme
umuduna karşılık, her türlü aşın fikir ve mutaassıpce-
maatla kolkolalar. Böylece de yönetici nezamanister-
se veya kendinden ne vakit istenirse onlara darbe in­
dirmek kolay olsun diye bir tarafa çekilip bekler.
Bugün de aksi olmuştur. Halkın, iyilik adına ne
varsa her şeyini yağmalayan, saygınlığını hiçe sayan,
sabah-akşam kendine zulmeden bu yöneticilerden
yeterince çekeceğini çekmiştir. Bu kişilerden halka
zulmetmenin dışında başka bir iyilik beklenmez. On­
lar düşmanla savaşmak için yüz yüze gelince, bir kaç
saat içinde yenilgiye uğrarlar. Bu halk, üzüntüden ve

19
sıkıntıdan ötürü her türlü aşırılıktan söz eder olmuş­
tur. Aynı zamanda herhangi bir mutedil görüşe de ra­
zı olmamaktadır. Çünkü bu mutedil görüş her hangi
bir netice vermemiştir. Zira bu yöneticilerin özellikle
de yurda ve yurttaşlara karşı yapılan ve adına da ya­
lan yere "devrim" dedikleri askeri ihtilallerin komu­
tanlarının aslını, dinini, ahlakını, vatandaşlarla olan
bağlantılannı hiç kimse bilmiyor.
Bu inkilaplar bize, her defasında, korkakların ah-
laksızlann musibetlerin, şizofreniklerin her çeşit ör­
neğini vermiştir. Allah hepsinin belasını versin.
Eskiden yönetici, siyaset alanında toy bir genç ola­
rak çalışmaya başlıyordu. Böylece düşmanları onun
aslını, ailesini ve gidişatını araştırıyordu. Eğer onda
bir hata görürlerse, onu hemen ifşa ederlerdi. Böylece
o kişi yönetici olunca, hayahnın her safhası açık seçik
ve mazisi malûm olurdu. Bundan dolayıda siyasi ge­
leceğinden korktuğu için dikkatli ve hesaplı olarakça-
lışırdı.
Fakat bu ihtilallerin yöneticileri karanlık bir gece
gibi çöktüler. Geçmişlerini tanımıyoruz; karanlık...
Gelecekten de korkmuyorlar. Çünkü onlardan birinin
(1) dediği gibi durum şöyle: Kişi kral olunca, aynı za­
manda bakan tain eder, bakanı istifaya zorlar veya is-
tifasım kabul ederdi. Ama ben Bağdat'a tankların üs­
tünde geldim. Bu yoldanda yönetici oldum. Aynı yol-
lada ayrıldım." Bu adam doğruyu söylemişti. Çünkü
o, savunma Bakanlığına tankın üzerinde girmişti.
Orada etrafı sanlınca, yine tankın üzerinde, dışan çık­
mıştı.
Ellili yılların başından beri, bazı yöneticilerle üm­
metimiz arasında savaş başlamışb. Savaşın asıl sebebi
l-Bu ki;i Abdulkerim KasunVlır. Bu sözü Bağdat Avukatlar Birliğinde söy-
lani|ii.

20
İslam topluluklannın, cahil zayıf, yenik ve ezik olduk-
lan birdönemde sömürgecilerin koydukları İslama zıt
ve çelişen kanunları yürürlükten kaldırma ve şeriata
dönme isteğiydi. Hükümetler buna olumlu bir cevap
verecekleri yerde gizli bir savaşa girdiler. Öldürülen­
ler öldürüldü, dar ağacına çekilenler çekildi.
Bu kişiler suçlu oldukları için değil, sû-i kast dü­
zenledikleri gerekçesiyle öldürüldüler. Sanki'komp-
loyu, adam öldürme suçuymuş gibi telakki ettiler. Bu
ihtilalcilerin hiyanetlerine ve kendi başkanlarına ve
kendilerini korumak için tain ettikleri ve sadakat ye­
mini yaptıkları kişilere karşı işledikleri zulümlere ge­
lince, onlar sırf asker oldukları için bu hakka sahip ol­
dukları kanaatindedirler. Halbuki ellerindeki bu si­
lahlan, bu müslüman halk, düşmanla savaşsınlar diye
satın aldı. Ama onlar bu silahlan yönetimin karşısına
dikilmek ve bu ümmetin çocuklarından onların yap­
tıklarına ve söylediklerine karşı çıkanlan öldürmek
için kullandılar. Fakat düşman karşısında veya ya­
bancılar karşısında korkak fareler gibi kaçacak delik
ararlar. (2)
Bu yöneticiler-asker olduklan halde ekserisi kor-
kaktırlar-bu ümmetin isteklerine cevap vermek iste­
mediklerine göre, onların şu aşağıdaki iki metni oku­
malarını istiyorum. Metinlerden biri yahudi dergile­
rinden birine ait. Diğeri ise bir Fransız müsteşrike ait.
Bu kişiler taassub ile itham edilmiyenler. Bildiğimiz
2) Ba/ı kanleşlerimizdcdilcrki: seni darbecilere vcyaplıklan inkilaplara
karşı haksılık elliğini görüyoru/.. Sanki sen değişüıilcnlcrdcn razıymış­
sın gibi bir halin var. Onlara; "size bir arabinin sözttylc cevap veriypnım.
Belki de bu arabi benim dedelerimden biridir. Haccac bu kişiyi çölde gö­
rünce. sordu: MU'minlerin cmiri ile ilgili görüşünüz nasıldır? A'rabi onu
tanımadığı için "çok zalimdir" dedi. Bunun üzerine Haccac: Peki valiniz
nasıl? diye sordu Adam: Haccac da Emir-OI müminin belalarından biir be­
la, diyerek cevıqıladı.

21
gibi sözleri onlar tarafından baş göz üstüne.
Bir Yahudi gazetesi, baş makalesinde. Güney
Lübnan'a yapılan saldırıyla ilgili bir yorum yayınladı.
Buna çok sevinmekle birlikte, yahudi yayın araçlarına
özellikle de televizyona ciddi bir eleştiri yöneltti. Çün­
kü televizyon, Marunilerin komutanıyla röportaj yap­
mıştı. Marûniler savaşla ilgili sevinçlerini açıkladı­
lar.
Gazete şöyle yazıyordu:
"Yahudi yayın araçlannın bu yanlış tutumu, İsla-
mi ruhu harekete geçirdiği için Arap ülkelerinde ki ve
Lübnan'da ki müslümanların sert tepkilerine sebep
olmuştur. Halbuki İsrail ve "dostlar"ı geçen otuz yıl
boyunca islami ruhu ezmeye ve yok etmeye uğraş­
mışlardır. Filistin saflannda dolaşan batılı muhabir­
lerden bazıları daha önce rastlamadıkları garip bir
olaya tanık oldular: Filistinlilerin kullandıktan nakil
araçlanna ve duvarlara yazılan islami sloganlar ve sa-
vaşçılann büyük bir kısmının arasında hatta kendile­
rini solcu zannedenlerin arasında dahi yükselen tek­
bir ve salavat sesleri..
İsrail yayın araçlannın unutmaması gereken
önemli bir gerçek varki aynı zamanda Araplarla yapı­
lan savaşta İsrail stratejisinin bir bölümüdür. Bu ger­
çekte şudur! Biz, Araplarla olan savaşımızda, doslan-
mızın ve kendimizin islami savaş alanından uzaklaş­
tırma gayreti sayesinde başanyı elde ettik. İslam'ın sa­
vaş alanından uzakta durması gerekir. Bundan dolayı
hangi yolla ve hangi şekilde olursa olsun, islami ru­
hun uyanmasını engelleme planımızı uygulamaktan
bir an bile geri durmamalıyız. Bu durum islami ruhun
uyanmasmı engellemede şiddet kullanmak için dost­
larımızdan yardım istemeyi dahi gerektirirse, bunu
yapmalıyız.

22
Sonra Gazete şunu ekliyor:
"Fakat İsrail Televizyonu'nun ve yayın araçlarının
içine düştüğü en büyük hata tüm planlarımızı nerdey-
se alt üst ediyordu. Bu tutum dar çerçevede de olsa, is-
lami ruhu uyandırmaya sebeb olmuştur. Ama biz, İs­
rail'e karşı düşmanlıklarıyla tanınan islami gruplann,
bize karşı islami duygulan tahrik etmek için bu brsatı
iyi değerlendireceğinden korkuyoruz. Bu konuda on­
lar başanlı olur ve bizler de uygun bir zamanda bu işe
"dur"demek konusunda dostlarımızı razı etmede ba-
şansız olursak, işte o vakit, İsrail "vehmi" değil "haki­
ki" düşmanıyla karşı karşıya kalmış olur. Hem de öyle
bir düşman ki savaş alanından uzakta olmasına çok
önem vemiemiz gereken birdüşman. Müteassıbmüs-
lümanlar Arap beldelerine karşı verdiğimiz savaşın
yönünü bir Yahudiyi öldüren veya yahudi tarafından
öldürülen kişinin cennete gireceğine inanmış müca-
hidlere karşı çevirmekte başarılı oldukları takdirde,
İsrail kendini bir dar boğazda sıkışmış bulacak-
tır."(3)
İslami cemaatlara öldürücü darbeyi ve onlara şid­
det kullanmayı öngören "dostlar"ın tehdidini ve bu
sözü anlamakta herhangi biri güçlük çekermi?
Fransız müsteşriki Jacques Brique in sözlerine ge­
lince, S. Arabistan'da yayınlanan "el-Mecelle" dergisi­
nin temsilcisi onunla bir röportaj yapmış ve araların­
da uzunca bir konuşma geçmiş. Bir kısmını aşağıya
alıyoruz:
Temsilci:Efendim"Meydan okuma karşısında İs-
lam"adlı son kitabmızda, Arap ve müslüman yöneti­
cileri kasdederek şöyle diyorsunuz: "Onlar devletler
fabrikasında şu veya bu bölgede jandarmalık yapma
ve sizin laboratuvarlannızda üretilen düzeni ayakta
3-Bk. MeccUcıü hadlnUil'Islami Sıyv.Stn Câmadiycluta-1401 H-

23
tutma görevini yapmaya devam ettiler. Büyük şirket­
lere boyun eğerek ya burjuva demokrasisini veya ithal
malı sosyalizmi tatbik etmeye uğraştılar. Çağdaşlık
yaftası altında batılı yönetim biçimlerini veya bağım­
sızlığa kavuşturma adıyla çelişkili düzenleri benimse­
diler. Böylece sizin tüm çabalannızdan uzak kendi
gerçeklerini araştıran fertler ve topluluklar bulacaksı­
nız. Gerçekten İslam bunlann büyük çoğunluğu için
çok yakındır. Bilakis onlara şahdamarlanndan daha
da yakındır."
Jacques’ın cevabı şöyle: Gerçekten bu hakikat, biz
batılı gözlemcilerin keşfettiği şeylerin en önemlisidir.
Belkide bu tesbitte, bize İslam ve Arap dünyasındaki
gözlemcilerden büyük bir kısmı katılacaktır. Buna gö­
re, herhangi bir siyasi düzenle bağlantılı ve güdümlü
her türlü politika-sağa ve sola yönelsin, yada sağ ve
solun arasında olsun-başansızlığa mahkumdur. İki
veya üç yıldan beri, Arap ve İslam dünyasında halk
topluluklarının, liberal, sağ veya sol renkli sistemler­
den umutsuzluğa kapıldığını görmekteyiz. Bundan
dolayı halk, kendi gönlünde iyicene kök salmış ve
kendine daha uygun sisteme dönmek istiyor. Bunun­
la İslam'ı kasdediyorum. Üzerinden asırlann geçmesi,
ancak onun daha iyi anlaşılmasını ve daha çok aydın­
lanmasını sağlamıştır.
Temsilci: Buradaki gözlemciler bunu, İslam'ın
ilerlemekten aciz ve geriye dönüşe eğilimli olduğu
şeklinde yorumluyorlar...
Cevap; Tamamen aksi... O paragrafta söyledikle­
rimi yeniden okusan, halkın bu düzenlerden umudu­
nu yitirdiğine ve ye'se kapıldığına açıkça işaret ettiği­
mi göreceksin. Eşyayı kendi adlanyla adlandıralım:
İşte Nasıralık’m başarısızlığı, bürokrasi de boğulup
kalması ve iktisadi çöküntüsü... Devrik Şah'ın İran'da

24
kurduğu sağa dayalı düzenin başansızlığı, anarşi ve
başkaldırının içinde boğulması... Yine İslam Dünya-
sı'nın bazı yörelerinde, yeni sömürgeciliğe perde ol­
maktan başka bir şey olmayan liberalizmin başarısız-
hğı...
Bütün bu başarısızlıklann karşısında halk kendi­
ne özgü olana-her ne kadar kendine özgü olanı zikret-
memişsede ki bu islamdır- dönmekten başka kurtuluş
yolu olmadığını görmüştür. Burada halk kavmiyetçi­
liğe değil İslam'a yönelmiştir.
Bu duruma göre İslam, gönüllere kavmiyetçilik­
ten daha etkilidir. Zira İslam, halka kavmiyetçilikten
ve diğerlerinden daha yakın özellik taşır. Dini özelliği
sebebiyle islami sistemle ilerlemeyi gerekli kılan şey­
ler arasında, bazı şartlar hazırlandığı takdirde uyuş­
ma sağlamak mümkündür...(4)
"Ebu Cehil" karpuzunu yetiştirip, halkına "porta­
kal" diye sunan yöneticilerimiz bu konuda acaba ne
düşünürler?
Adamın söyledikleri hakkında fikirleri nedir?
Üstümüzde denenmemiş sistem kald' niı? Başarı­
sız yöneticilerin ve bozuk sistemlerin deneme tahtala-
n mı olduk?
Son olarak yöneticilerimiz Allah'ın düzenini uy­
gulamamaya ve o nu herhangi bir sistemden üstün
tutmamaya yeminmi ettiler yoksa?

4 -McccUcıûlmccene, sayı:56
I.Bölüm

GEÇMİŞTE TEKFİR MESELESİ


, ŞİİLİKTE TEKFİR

Şia'dan bahsetmeden önce, Raşid Halife Hz. Os­


man (r.a)nın katledilmesi dönemini ve bunu izleyen
Cemel Sıffin ve Nehrevan savaşlarında müslümanla-
rın birbirlerini öldürmelerini anlatmak gerekir. Müs-
lümanlar kendi aralarındaki iç savaşla karşı karşıya
geldiler. Kimin haklı kimin haksız olduğu münakaşa
ve tartışmasının çıkması gayet normaldi. Kendileri­
nin dışındakiler karşı safta dururken veya tarafsız
kalırken niçin bunlar bu tarafta duruyorlar? Sonra in­
sanlar her tarafın delil ve dayanaklannı araştırıyor­
du.
Ebu'l-A'lâ el-Mevdudi (Rh. a . ) bu konuda şöyle
diyor (1): "Bu soruların neticesi olarak bazı bağımsız
nazariyeler ortaya çıktı. Aslında bu nazariyeler sırf ^
[•Mcvdûdî-el iniafciv cl Mûluk, s. 139

27
siyasi karakterde idiler.Çok geçmeden bu nazariyele-
rin propogandacılan kendi durumlannı sağlamlaştır­
mak ve kendi taraflannı güçlendirmek maksadıyla
zamanla nazariyelerine bazı dini temeller bulmaya
mecbur kaldılar. Böylece siyasi fırkalar,yavaşyavaş
mezhep fırkaları haline geldi.Anlaşmazlıklann baş­
langıcında meydana gelen öldürme ve kan dökme
olaylan, daha sonra Emeviler ve Abbasiler dönemle­
rinde de devam edip gitti. Bu anlaşmazlıklar sadece
"fikir ve inanç" alanında kalmadı, müslümanların dini
bütünlüğünü büyük bir tehlikeye maruz bırakan terör
ve şiddet olaylarına dönüştü. Her tarafta mücadeleler
başladı. Her tartışma ve münakaşadan yeni siyasi, di­
ni ve felsefi problemler ve zorluklar çıktı. Her yeni
mesele yeni bir fırkanın doğmasına veya mevcut, fık­
raların daha küçük parçalara bölünmesine sebep ol­
du. Bu fırkalar arasında sadece taassublann ortaya
çıkması kâfi gelmedi, iş kavgaya, çekişmeye, hatta
muharebeye lüidar varan bir hal arzetti. Irak'ın o gün­
kü başşehri durumunda olan Küfe, bu tufanın kayna­
ğı idi. Çünkü, Cemel, Sıfınye Nehrevan savaşları hep
Irak hududu dahilinde vuku bulmuştu. Aynı şekilde
Hz. Hüseyin'in başına gelen yürekler acısı hadisede
burada cereyan etmişti. Böylece Irak topraklan tüm
büyük fırkalann doğuşuna tanık oldu. Önce Emevi­
ler, sonrada Abbasiler muhaliflerinin başını ezmek
için en şiddetli cezalandırma yeri olarak bu topraklan
kullandılar."
Şüphesiz, her fırkanın zamanla ve münakaşa ala­
nının genişlemesiyle düşünce ve inançlannın derle­
yip toparlandığı gibi zamanla bu fırkalarda gelişip
büyüdü. Bundan ötürü İman Ali (r.a) nin etrahnda
toplananlar "Ali'nin şiası" yani yaıdım alan olarak ta-
nmdılar ve zamanla "şia" adım aldılar.

28
Haşim oğullarının bazıları ve Sahabe'den bir grup
Hz. Ali (r.a)nin, İslam'a ilk girenlerden, Resulullah'a
akrabalığından, islamı savunmadaki iyi çabaların­
dan, derin bilgisinden veşecaatından dolayı "hilafef'e
daha layık olduğu görüşünü taşıyorlardı. Hz. Osman
(r.a) dan önce ona hilafet teklif edilmişti. Şayet şartlan
kabul etseydi, elbetteki üçüncü raşit halife, o'olacaktı.

Fakat bu fikirler henüz belli bir akide veya belirli


özellikleri olan tek başına birmezheb şeklini almamış­
tı. Nitekim bu fikirlerin sahipleri halifelere muhalefet
etmiyorlar veya daha sonraki "şia”nın çığırtkanlık
yaptığı gibi onlan hilafeti' "gasbetmiş kişiler" olarak
görmüyorlardı.
Aksine onlar halifelerin hilafetini kabul ettikleri
gibi, sancaklarının altında savaşıyorlar, kendilerin­
den devlete hizmet etmeleri istendiği vakit, gecikme­
den ve kaçınmadan hemen hizmete koşuyorlardı.
Bu fikirlerin ilk defa gün ışığına çıkmaları, Cemel,
Sıffın ve Nehrevan savaşları sırasındadır. İman Ali
(r.a)nin öldürülmesinden sonra bu cemaatın işi büs­
bütün karıştı; ama cennet ehli gençlerin efendisi Hz.
Hüseyin'le yazışmaya ve onu ayaklanmaya teşvik et­
me gayretine giriştikleri vakit umutlan canlanmaya
başladı. Hz. Hüseyin (r.a) Irak'a hareket edince, onu
yardımsız bıraktılar, sonunda etrafı kuşatıldı ve şehid
edildi. Hz. Hüseyin'in ve beraberindekilerin kılıçtan
geçirilmesi büyük bir trajedidir. Bu olay dağınık halde
olan şiâ'yı bir araya getirdi ve onlarm duygulannı
ateşlendirdiği gibi görüşlerini de zamanla açıklık ka­
zanan bir kalıba döktü. Emevi yönetiminin özelliği
haline gelen şiddet, kanlı mızraklar, özellikle de
Irak'ta vuku bulan ayaklanmalann bastınlması için
kullanılan yöntemler, halkı, karşı koymanın bir sem­

29
bolü gibi Hz. Ali (r.a) nin çocuklanna ve torunlarına
karşı duygusallığa şevketti. Emeviler döneminde de,
Abbasiler döneminde de durum aynıdır. Bütün bun­
lar Şia'nın oluşumuna katkıda bulundu ve güçlerini
artırdı. Aynca onların etrafında insanların toplanma­
sına sebep oldu. Bir de ümmetin Resulullah'm âl-i bey­
tine karşı meylettiğini ve gerek Emeviler gerekse Ab­
basiler döneminde bazı kişiler tarafından onlara reva
görülenlere karşı büyük bir üzüntü duyduklarını ila­
ve etmek lazım.
Şia'ya, gelince; o bunun aksini söylüyor, bu konu­
da bazı hadis ve haberler naklediyorlar. Şöyle diyor­
lar: Hz. Peygamber, kendinden sonra hilafeti Hz.
Ali'ye vasiyet etti. Bu iş ne ümmetin işi, nede seçim işi­
dir, aksine nas ile belirlenmiştir. Buna karşı ortaya atı­
lan soru da şu: Resulullah'a halef olanlar arasında mü­
nakaşa çıktığı vakit niçin İmam Ali (r.a) veya bu hadisi
Resulullah'tan duyanlardan biri açıklamadı? Bu açık­
lansaydı elbetteki çıkış kolay olurdu ve ümmet bu gö­
rüş üzerinde birleşirdi, beyat'ta kolaylıkla tamamlan­
mış olurdu.
Merhum Mevdudi şianm bazı görüşlerini aşağıda
şöyle özetliyor:
1- İmamcr. Şiiler hilafet yerine "imamet" kelimesini
ortaya attılar. Onlara göre "imamet" müslümanlann
umumi işlerini tanzim etmek için değildir. Zaten
"imam"ı ümmet seçip iş başına getiremez. Bu itibarla
ümmetin seçtiği "imam" imam olamaz. Bu duruma
göre onlar bu hakkı ümmetten zorla aldılar.-imamet
dinin temel prensiplerinden biridir ve Şiiliğin temel
taşlanndandır. Peygamber'in vazifelerinden biride
"imam" tayinini ümmete bırakmak yerine açık bir hü­
kümle kendisinin tayin etmesidir.
2- İmam’ın "masum" olması gerekir. Yani büyük yada

30
küçük günah işlemekten kendini koruması ve günah­
sız olması gerekir. Hata yapması da caiz değildir.
İmamdan kaynaklanan bir söz veya fiil haktır, doğru­
dur.
3-Hz.AU(r.a) efendimiz öyle hirşahsiyettir ki onu biz­
zat Resulullah açık bir nas ile kendinden sonra imam
olarak tayin etmiştir.
A-Nas gereğince her yeni imam, kendinden sonra ge­
lecek olan imamı tayin etmesi gerekir. Bu makam üm­
metin kararına bağlı değildir, müslümanlar toplanıp
imam seçemezler. Aksi halde imam müslümanlann
seçimi ile iş başına gelmiş olur.
5-Şiilerin hiltUn fırka ve zümreleri, imamlığın ancak
Hz.Ali evladının hakkı olduğu hususunda müttefiktirler.
Üzerinde ittifak sağlanan bu nazariyeden sonra
şiiler, bizzat kendi aralarında muhtelif fikirlere bağla­
nır ve çeşitli fırkalara bölünürler. Mesela mutedil Şii-
lere göre Hz.Ali "yaratılmışlann en üstünü"dür
Onunla savaşan ve ona buğz eden kişi Allah'ın düş­
manıdır, ebediyyen cehennemde kalacaktır. Ahirette
de kafir ve münafıklarla birlikte haşrolunacaktır. Hz.
Ali'den önce Devlet Reisliği makamında bulunan Ebu
bekir, Ömer ve Osman'ın (r.anhüm) hilafetlerini
Hz.Ali kabul etmeseydi, biz onlann cehennemlik ol­
duğunu söylerdik. Fakat Hz. Ali onlann başkanlığını
kabul edip onlara beyat etti ve onlann arkasında na­
maz kıldı. Buna göre biz Hz. Ali'nin bu fiilinden dola­
yı mezkur üç halife hakkında bir şey diyemeyiz. Yine
Şiiler derlerki; Biz Hz. Peygamber ile Ali (r.a) arasında
nübüvvet makamından başka bir fark göremeyiz. Di­
ğer bütün hususlarda ikisi de müşterek olup aynı va­
sıflan taşımaktadırlar.
Fakat Gulat-ı Şia (Aşın Şiiler) denilen bir grubun
fikride şöyle: "Hz. Ali'den önceki halifeler hilafeti zor­

31
la almışlar, yani gasbetmişlerdir. Onlara Bey'at eden­
lerde zalim ve sapıktırlar. Çünkü Resulullah (SA V)ın
Ali ile ilgili vasiyetini inkar etmişler ve İmam ı hakkın­
dan mahrum bırakmışlardır.
Bazılan daha da aşın giderek, Hz.EbuEtekir, Ömer
ve Osman'ı tekfir etmişlerdir.
Şii fırkalann en ılımlısı Zeydiyye'dir (2)
Şia'dan, Hz. Ali (r.a)nin Tanrı olduğunu, diri olup
Ay'da yaşadığını söyleyenler de çıkmıştır. Fakat Zey-
diyye ve İmamiyye, bunlara itibar etmeyip, bu düşün­
celeriyle islamdan çıktıkları görüşündedirler.
Ben geçmiş şeylerin tartışmasını yapmak istemi­
yorum; çünkü tartışma ve konu kapanmıştır. Benim
bunlara ilave'edecek birşeyimde yoktur.
Hevesliler bu alanda yazılmış kitaplara bakabilir­
ler. Bu alanda gerçekten kitap çoktur.

HARİCİLİKTE TEKFİR

Hariciler başlangıçta Hz. Ali (ra)nin sancağı altın­


da savaşan, onu destekleyen ve ona yardım edenler­
dendi. Sıffin harbinde, Hz. Muaviye (ra) savaşı dur­
durma ve kanlı çatışmayı önlemek maksadıyla "ha­
kem" tain etme isteğinde bulununca, imam Ali (ra) sa­
vaşın devam etmesi görüşünde olduğu; fakat ordusu­
nun bunu reddedip, hakem tain edilmesini istediği
halde, bunu kabul etmeğe mecbur kaldı. Ama bunu
açıklar açıklamaz ordusundan bir grup çıkıp hakem
tainini reddetti. Keşke iş bu noktada dursaydı; ama
durmadı, bu adamlar: "hüküm ancak Allah'a aittir.
Kim ondan başkasını hakem tain ederse kafir olur."
dediler. İmam Ali (r.a)nin onları cevabı şöyleydi; "Söz
Hak'tır, ama onunla batıl kasdedilmiştir." Sonra Hz.
2-Hilafei ve Salunat, S. 139

32
Ali (r.a) onlarla konuyu görüşmesi için Atxiullah bin
Abbas i gönderdi. Bunun üzerine onların bir kısmı gö­
rüşlerinden vaz geçtiler; ama büyük bir grub tekfir fik­
rinde ısrar etti, im a n la ve yeni fikirlerin ortaya çık­
masıyla küçük cemaatlara bölündüler. Bir, kısmı di­
ğerinin ve tüm müslümanlann kanını helal kılmaya
kadar gittiler. Bu ihtilalci anlayış içinde Emevi yöneti­
mi boyunca ve Abbasiler'in belki bir dönemine kadar
varlıklarını sürdürdüler. Ama sonunda onlarda tari­
hin derinliklerine gömüldüler. (3) Emevilerin İrak va­
lisi Mühalleb bin Ebi Sufra şiddet yanlısı bu ihtilalcile­
rin zayıf birnoktalarını keşfetti. Oda şuydu: bölünme­
ye çok çok kabiliyetli, birbirlerine silah çekmeye çok
yatkın insan oluşları... Bundan dolayı adı geçen vali,
onlarla savaşmak yerine, aralarında akaid ve tekfirle
ilgili problemler çıkardı, onları tartışmaya bırakh.
Aralarındaki savaş günlerce devam etti. Bu sayede
onlardan kurtulup rahata kavuştu.
Hariciler, büyük bir güç, zalim ve ihtilalci idiler.
Ama ne yazık ki bu güç düşmanlan ezme yerine müs-
lümanlara yönelmişti.
Öyle gözüküyor ki bugün bazı Arap hükümetleri­
ni, Masonluğ;un öncülüğü ile ve Amerika'nın uzman­
lığından yardım istemek sureliyle islâmi cemaatlere
karşı yaptığı da budur. Merhum Mevdudi Haricilerin
görüşlerini aşağıda şöyle özetlemiştin
1. Hz. Ehu Bekir ile Hz. Ömer'i (r.a.) meşru halife kabu
ederler. Hz. Osman (r.a.)'a gelince hilafetinin sonuna
doğru adalet ve doğruluktan aynimış olduğundan,
(3)-Ncsai, tmam Ali (r.a) nin şöyle dediğini rivayci eder: "Rcsulullah (SAV)ın
şöyle buyurduğunu duydum: Ahır/amanda birkavim çıkar, <VmQrlcri kısa, akıllan
^yd‘.gü/cl vaa/. ve nasihat yapar.hayırlı şeyler konuşurlar, iman lan hançerlerini
aşma/, (söyledikleri ile amel clmcrzlcr) ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar. On­
larla karşı laşiığmı/.daon lan Öldürün; çünkü kıyamet günü unlan öldürene ecir ve
sevap vardır." Hadis No. 4086

33
katledilmeyi veya azledilmeyi haketmiştir. Hz. Ali ise
Allah’tan başkasının hakemliğine razı olması sebebiy­
le büyük günaha günahı kebair işlemiştir. İki hakem,
yani Amr b. A sile Ebu Musa el Eş’arî ve bunları hakim
tayin edenler yani Hz. Ali ile Hz. Muaviye bir de ha­
kem tayinine nza gösterenler Hz. Ali ile Hz. Muavi-
ye’nin gurubu... Bunlann tümü günahkardırlar. Aynı
şekilde Cemel Savaşı'na iştirak edenlerin tümü (Hz.
Talha, Zübeyr ve müminlerin annesi Hz. Aişe (r.an-
hüm) de buna dahil.) büyük bir günah işlemişlerdir.
2. Haricilere göre "günah" küfür anlamına da gelir.
Günahı kebair "büyük günahlar" işleyeni eğer tevbe
edip vaz geçmezse kafirlikle suçlarlar. Buna göre on­
lar, -açıkça- biraz önce zikri geçen sahabe-i kiramı ka­
fir sayarlar. Aksine onlara lanet etmekten ve sövmek-
ten çekinmezler. Yine Hariciler tüm müslümanları
kafir kabul ederler. Zira müslümanlar önce günahlar­
dan temiz olmadıklarından; ikinci olarak, yukanda
adı geçen sahabe-i kiramı mümin kabul ettiklerinden
bundan da öte, onları kendilerine imam edindiklerin­
den ve şer'i hükümleri onlann rivayet ettikleri hadis­
lerle tesbit ettiklerinden dolayı kafir olmaktadırlar.
3. Hibtfet başka bir yolla değil, ancak müslümanlarla
savaşan savaşçıların katıldıkları seçimle gerçekleşir.
4. Halifenin Kureyş'ten olma şartını kabul etmezler.
Bu konuda onlar şöyle derler: müslümanlann
seçtiği salih bir zat kendilerine halife olur. Bu kişi ister
KureyşIi olsun, ister olmasın farketmez.
5. Halifeye itaat, adalet ve doğruluk üzere kaldığı süre­
ce, vaciptir.
Eğer saparsa, onu öldürmek veya savaşmak ya da
azletmek vacip olur.
6- Hariciler, Kur’an't İslam kanunu için kaynak olarak
kabul ederler. ı

34
Sünnet ve icma konusunda ise diğer müslüman-
lardan yollan aynhr.” (4)
Bu durum Hariciler in, sünnetin nakilcileri olan
Sahabe’nin cumhuruna ve icma sahiplerine karşı tu-
tumlanndan kaynaklanmaktadır. Şeyhul İslam İbn
Te)rmiyye, "Mecmuat’ül-Felava"sında, Haricileri bol­
ca zikrederek, onlann fikirlerinin münakaşasını ya­
pıp, cevaplannı verir. Şeyhul İslam şöyle der: "Bu
adamlar-Haricileri kasdediyor-diyorlarki, insanlar ya
mü'mindir veya kâfirdir. Tüm farzlan işleyen ve ha­
ramların tümünü terkeden mü'mindir. Böyle yapma­
yan kişi kafirdir vecehennemdeebedi kalıcıdır, ^ n r a
onlar aynı şekilde kendi görüşlerine karşı çıkanlan da
kafir sayarlar. Hariciler, Hz. Osman ile Hz. Ali'nin ve
benzerlerinin Allah'ın indirdiği ile hükmetmedikleri­
ni ve zulmettiklerini, bundan dolayı da kafir oldukla-
nnı söylerler. Haricilerin tuttuğu bu yol, Kitab ve sün­
netten bir çok delil sebebiyle batıldır. (5)
Yukarıda da geçtiği gibi tefrika Haricilere büyük
bir darbe vurdu, hatta birbirlerini yeyip bitirdiler.
Çünkü onlar birbirini kafir sayma ve kanlarını helal
kılıp, çocuklarını da esir etme yolunu tuttular. Bun­
dan dolayıda birbirlerinin ve müslümanlann başına
belâ oldular.

Hariciler yirmiden fazla fırkaya bölündü. İçlerin­


den en katılan da "el-Muhakkime" ve el-Ezarika"; en
ılımlılan ise "el-İbazıyye"dir. Bununla beraber İbazl-
ye, tüm müslümanlann kafir olduklannı, fakat müş­
rik olmadıklannı, söyler. Bunu söylemekle beraber
onlann şehadetlerini kabul ederler, onlarla evlenir ve
onlardan miras alır, verirler.
4- Mevdudi-tIUııfct ve S&lunal, S .142
5- Şeyhul tılsn tbn Tcymiyye-Mccmuâtüi -Fetiva, 7/482
EI-Muhakkime ve el-Ezarika:(6)
1- Haricilerin el-Ezarika kolu, kendilerinden başka
tüm müslümanlan müşrik sayarlar. Bunun içinde on­
larla birlikte ve onların okuduklan ezanla namaz kıh-
namıyacağı fikrindedirler. Yine kendilerinden olma­
yan müslümanlann kestiklerinin yenemiyeceğini, on­
larla evlenmenin caiz olmadığını ve onlardan miras
alınmadığı gibrverilemiyeceği fikrini savunurlar. Ay-
nca onlara göre kendilerinin dışındaki müslümanlar-
la savaşmak farz-ı ayn, kanlan, mallan ve çocuklan
esir alma helaldir,
Diğer müslümanlarla savaşa çıkmayan her ezraki,
kafirdir. Onlann belkide en çirkin fikirleri, muhalifle­
rine karşı hiyaneti helal kabul etmeleridir. Bu grup,
görüşlerinde o kadar ileri gitmişlerdir ki Yahudileri
ve Hıristiyanlan kendilerine daha yakın görmüşler­
dir.
2- Muha kime denilen grup, Hz. Osman'ı, Ali'y i Mua-
viye'yi, Amr İbnu’l-Ası, Ebu Musa el-Eş'ari'yi, Ashabı
Cemel'i, hakem tainine razı olanlan ve her günah işle­
yeni kafirlikle itham ederler.
Kendilerine muhalif olan herkes müşrik olmasa-
da-Ezarika'da bunu söylüyor-kafirdirler. Yine kendi­
leriyle beraber olmayan ve hicret etmeye muhalefet
eden herkes kafirdir. Ezarika, bu kişinin müşrik oldu­
ğunu, bundan dolayıda öldürülmesi gerektiğini söy­
ler.
Haricilere ait "Necdat" adlı bir fırkanın varlığına
burada işaret etmem yerinde olur. Bu fırka, bugün
"Anarşizm" diye adbndırdtğımız konuma kadarulaş-
tı. "Necdaffırkasının görüşü şudur: Başında halife
bulunan bir devletin Icurulması şart değildir. Zira
müslümanlar toplanarak, hak ve adalet prensiplerine
6-Ba2db(K-ct-Faıfc.S.54*63, Mevdudi-FIUafci vc Saltanat S.143

36
uygun bir şekilde işlerini idare etmeleri mümkündür.
Fakat gerek görüldüğü takdirde halife seçmek caiz
olur.
Ben, Ebul'Hasan el-Eş‘ari’nin "Zeydiyye"nin; bü­
yük günah işleyenlerin azap göreceklerine ve cehen­
nem'de ebedi kalacaklanna, oradan çıkamıyacaklan-
na ve kurtulamıyacaklanna icma ile inandıklannı
naklettiğini gördüm. (7) Eğer bu rivayet sahih ise,
Zeydiyye'nin bunu. Haricilerden aldıklan muhak­
kak.
Bu fikirlerin ömrü, bugün, bin yılı aşkındır, Müs-
lümanlar, bunları tüm incelikleriyle münakaşa etmiş,
islamla uzaklık ve yakınlıklarını ortaya koymuşlardır.
(8) Artık bu fikirler ölmüştür. Hiç kimse onların doğ­
ruluğuna inanmıyor, onları topluma sunmaya kalkış­
mıyordun Bundan ötürü, bu fikirleri taşıyan her gen­
cin, daha önce yaşamış olan bu fırkaları veonlara veri­
len cevaplan yeniden etüd etmesi gerekir ki ölmüş fır­
kaları ve tarihin tozlu sayfalanna gömülmüş sapık
düşünce ve inançları yeniden hayata döndürmeye­
lim. Ayrıca yöneticinin sapıklığı ve zulmü, başka bir
aşınlığa sebep teşkil etmemeli ve onun sebebiyle müs-
lümanlar küfür ithamıyla mahkum edilmemeli, birde
haricilerin dramı yeniden gündeme getirilmemeli...
İhlas tek başına yeterli olmadığı gibi cesaret de tek
başına yeterli değildir. Halbuki Hariciler hem çok ce­
sur, hem de çok ihlas sahibi insanlardı.
Böyle olmakla beraber Resulullah (SAV) onlan
okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkmakla vasıflandır-
mıştır. Hatta Hz. Peygamber'in (SAV)-Sahabe-i Kira-

7- Cbuniasan el-Hş'an-Maka'atül'tslamiyym,l/492.Baskı
8- Bclki bu fikirleri münakaşa edenlerin en iyisi Şcyhul-tsiamibn Tcymiyyc'ılır.
"Mecmu'ul-Fctâvâ'.smda bu fırkalardan yclcrincc bahscimiş, Rhl'i-SÜnnct'e
muhalif olan görüşlerini onaya koyank, onlara cevaplar vermiştir.

37
mı kasdederek-sizden biriniz kendi namazını onlann
namazına bakarakküçümsiyecek"diyebuyurduğu ri­
vayet edilir.
Gerçekten Hariciler ihlas sahibi idiler. Kahraman­
lık duygusuyla yanıp tutuşuyorlardı. Bununla bera­
ber, doyuncaya kadar müslümanlann kanlarını içti­
ler. Erkek-kadın çoluk-çocuk demeden kafirlerin öl­
dürmediği kadar insan öldürdüler. Artık bundan son­
ra Allah'tan korkalım ve Hz. Peygamberin şu müba­
rek sözünü aklımızdan çıkarmayalım. O şöyle buyur­
du: Herhangi bir kimse kardeşine: "Ey kâfir" derse,
muhakkak ikisinden biri o küfür kelimesiyle döner..."
Bu hadis müttefakun aleyhdir.

MÛTEZİLEDE TEKFİR MESELESİ

Bu fırkanın kurucusu Vâsıl bin Ata (80/699-


131 /748) ile Amr bin Abıd (Öl:145/763)dir. Bu sonun­
cu zat zühd ve ibadetiyle tanınmıştır. Mutezile’nin çı­
kış yeri Basra'dır. Ortaya atılan meselelerin münaka-
şasmda büyükkatkılan olmuştur. Aynca toplantı yer­
lerini ve mescitleri dolduran tartışmalara girişmişler­
dir. Onlar akılcı bir eğilime sahiptirler. Ebul'A'lâ el-
Mevdudi onlann görüş ve inançlannı şöyle özetlemiş­
tir.:

1- İmam tain etmek (devlet kurmak) şer'an farzdır.


Fakat bazılanna göre ancak imama mutlak bir ih­
tiyaç duyulunca (anarşi durumu gibi) farzdır. Eğer
ümmet kendi işlerinde tam manasıyla doğru yolu tu-
taısa, imama lüzum kalmaz, bu durumda imam fuzu-
lidir.
2- İmam seçuni ümmete bırakılmıştır. İmamet ancak
ümmetin yapbğı seçimle halledilir. Bazılan diğer bir

38
şart ilave ederek şöyle derler: "İmam, umumi ittifakla
se<;ilmelidir. Fitne ve ihtilaf zamanlannda imam seçi­
lemez."
3- Ümmet, müsliimanlardan en salih ve en imanlı gör
düğü kişiyi imam seçme hakkına sahiptir.
Seçilen zatın Kureyşli olması veya olmaması,
Arap asıllı olması veya olmaması gibi bir kayıtla sınır-
landınlamaz. Bazılan daha da ileri giderek, imam’ın
Arap olmayanlardan seçilmesinin daha iyi ve güzel
olacağını, söylerler. Hatta imam'ın mevali (azatlı kö-
lellerden seçilmesinin daha efdal olduğunu savunur­
lar. Cerekçeleride şudur: Eğer devlet reisinin akraba
ve yakınlan taraftarlan kemmiyetçe az olursa, zulüm
yaptığı takdirde, görevden uzaklaştınlması daha ko­
lay olur. Sanki bu kişiler hükümetin sağlamlığını ve
devamlılığını düşünmekten çok, imamın kolayca gö­
revden uzaklaştırılmasını düşünmekle meşguller.
Benim görüşüme göre bunun sebebi, yöneticilerin
zulüm ve haksızlıklanna rağmen görevlerinden uzak-
laştınlmadaki güçlük ve baskıdır. Bundan dolayı bu
sebep onları bu yöne şevketti.
4- Facir (günahkar ve vaktini kötü islerle geçiren) ima
mın arkasında namaz kılmak caiz değildir.
5- ”el-Emru hil'maruf ven-Nahya ani'l-Münker=iyiliğ
emretmek köfülüktcn sakındırmak" Mütezile'nin temel
prensiplerindendir.
Güç hazırlandığı takdirde adalet ve doğruluktan
aynlan bir hükümetin aleyhinde ayaklanmayı Mute­
zile, farz kabul eder. Başarılı bir ihtilal ancak böyle
mümkün olur. (9) Bundan dolayı Mutezile, Emevi Ha­
lifesi Velid bin Yezid (125-126 H /743-744 M.) aleyhine
vuku bulan ayaklanmaya iştirak ettiler.

9- Bu aynı zananda bnam-ı Azam Ebu Hanife'ııin göıüfOıliir. bkz. HUaTeı


vc Sallanat S.178-179-180

39
6-Müslümaniardan büyük günah (günah-ı kehair) işle­
yen kişi kefirde değildir, mü'min de değildir.
Ancak bu iki halin arasında bir yerdedir.
Küçük islami cemaatlardan bazılarının görüşü­
nün bu görüşe dayandığını görüyoruz. Halbuki bu
görüş, bilmeden Mutezile'nin görüşünün etkisi ile
oluşmuştur.
7-Onlarm reLıi Vasıl hin Ata şöyle diyor: "Cemel ve
Sıffîn savaşlarına katılan iki taraftan biri fasıktır. Ama
hangi tarafın fasık olduğunu kesin olarak belirlemek
mümkün değildir." Bu görüşe göre Vasıl bin Ata di-
yorki: Âli, Talha, Zübeyr (r.anhüm) bir sepet sebze
için dahi şehadet etseler, bu şahadeti kabul etmem.
Çünkü bunlann fasık olmalan muhtemeldir. Amr bin
Ubeyd'in görüşüne göre her iki tarafta fasıktır.
Mutezile Hz. Osman (r.a)ı ağır bir şekilde tenkid
etmiştir. Hatta bazılan daha da ileri giderek Hz. Ömer
(r.a)a dil uzatmışlardır. Bütün bunlar bir tarafa. Mute­
zile, İslam kanunlarının kaynağını teşkil eden İcma ve
Hadis (sünnetli nerdeyse inkara yeltenmişlerdir."
(10)
Şeyhul İslam İbn-i Teymiyye şöyle diyor: "Müte-
zile, Haridler'in dediği gibi büyük günah işleyenlerin
ebedi cehemiem'de kalacaklannı söylüyorlar. Ve yine
diyorlar ki, biz onları ne mü'min, ne de kafir diye ad-
landınnz. Aksine onlara "fasık" adını veriyoruz. Biz
onlan "iki menzil" arasında bir yere otutturuyoruz.
Yine Mutezile, Hz. Peygamber (SAV)in, ümmetinden
büyük günah işleyenler için şefaat edeceğini ve bir
kimsenin cehenneme girdikten sonra oradan çıkabile­
ceğini reddediyor.
Birde, insanları iki gmba ayırıyorlar: Said ve Şaki.
Said (mutlu) azab görmez, şaki ise mutluluğu tatmaz.
10~ Mevdudi-Hilafet vc Sahanai, S.146

40
Şaki de iki türlüdür: Kafir ve fasık. (11)
Bu yazdıklarımız, ne onların söylediklerinin tü­
mü, ne de görüşlerinin hepsidir. Bizim burada asıl
maksadımız, onların özellikle "büyük günah işleye­
nin" durumu ve onun ne mü'min ne de kafir oldugp
konusundaki görüşleridir. Onlar ikisinin arasında
mevcut olmayan bir yer icad ettiler. Aynı şekilde za­
lim hükümete karşı ayaklanmanın farz olduğu, gü­
nahkâr imamın arkasında namaz kılmanın caiz olma­
dığı, onların görüşleri arasında yer almaktadır.

MÜRCİE'YE GÖRE TEKFİR MESELESİ

Şia, Hz. Ali ile savaşanlan, onunla çekişmeye gi­


renleri veya onu yenmeye uğraşanları kafirliklesuçla-
yarak en sağda yer alınca, Haricilerde, Hz. Ali'yi, ona
savaş açanları ve her iki tarafa katılan müslümanları
kafir sayarak en solda durunca, bu sefer adına
"Mür'cie" denilen yeni bir fırka zuhur e tf ’Mür'cie”
kelimesi geri bırakma ve geciktirme anlamına gelen
"ircâ" kökünden türemiş "geciktiren,sonraya bırakan"
anlamında bir kelimedir. Bu yeni fırka eski fırkaların
aşınlığından hoşlanmadı. Bunun üerine tam bir taraf­
sızlığa meyletti. Sebebi; ya iç savaşın kendi nazarla­
rında katılmamayı ve bir tarafa çekilmeyi gerektiren
bir fitne olduğu için ya da; savaşan taraflardan birinin
hatalı davrandığını söylemekten kaçındıkları gibi sa­
vaşanlarla birlikte hakkın açığa çıkmaması içindi. On­
lar şöyle dediler: Her iki grubun da işi Allah'aıbırakıl-
mıştır. Kıyamet gününde Allah haklıyı haksızdan ayı­
rır. Bu görüşler kendi bütünlüğü içinde İslam ümme­
tinin cumhurunun görüşüdür. Ama ne var ki, Harici-
lerin-Şiilerin ve diğerlerinin ateşli münakaşayla bir-
11- İbn-i Tcymiyyc-Mccmuatül'Fclâvî, 7/484,7/670

41
likte "tekfir" ve "kebire" konusundaki ısrarlan, diğer
Arkaların görüşleri karşısına dikilen müstakil nazari-
yeierin oluşmasına sebep olmuştur.
Mürd'enin bazı görüşleri;
1- lm n denen şey, sadece Allah'ı ve Resulü'nU kabul
etmek demektir. Amel, iman için zaruri değildir. Buna
göre, bir insan farzları terketse ve büyük günahları iş­
lese yine mü'min olarak kalır.
2- Kurtuluşun esası yalnızca iman etmektir. İmanla
birlikte herhangi bir masiyet kişinin imanına zarar
vermez. İnsan oğlu olmak hesabiyle bir kişinin mağfi­
rete ermesinin şartı, şirkten kaçınması ve tevhid aki­
desi üzerine ölmesi yeteriidir.
3- Mürci 'e'den bazıları şunu da eklerler: Şirkin dışın­
da ki tüm büyük günahların affolmaması mümkün
değildir.
4- Yine bazıları şöyle der; Bir insan kalbiyle inandığı
takdirde, İslam ülkesinde bile, hiç kimseden korkusu
olmadığı için diliyle küfirünü ilan etse, putlara tapsa,
ha tta yahudi ve hıristiyan dinini seçtiğini söylese, o ki­
şi kamil iman sahibi, AUah'm dostu ve cennet ehli­
dir.
Mürde'nin fitne korkusu ve fitneden kaçmalarına
bakılarak, bazı mürde mensuplan, şöyle dediler
"Emr-i bil'maruf ve nahy-i’an'il müker" prensibi, silah
kuşanmayı gerekli kılsa da yine de bu bir fibıedir. Hü­
kümetin dışında da diğer insanlann yanlış hareketle­
rini men etmek meşrudur. Fakat yönetidlerin zulmü-
neye hükümetlerin haksız uygulamalanna itiraz caiz
değildir. '
Bu gibi fikirler, bin yü önce ortaya çıkmış olsa da,
ne yazıkki onlann bir kısmı hâlâ bugün müslümanla-
rm çoğunluğunun arasında yaşamaktadır. Bunun da
sebebi gerek şimdi, gerekse eskiden müslütnanlarm

42
zalim yöneticilerin zulmüne ve haksızlığına uğramış
olmalarıdır.
El-Cassas ve benzerleri, Mürcie'e ile ilgili şikayet­
lerini yükselttiler. Özellikle el-Cassas kendi imamın­
dan naklen şöyle diyor; Fasığın imameti caiz değildir,
hilafeti değil. Kim kendini imam tain ederse, halkın
ona ne itaati ve ne de uyması gerekir. (12) Gerek eski,
gerek yeni hükümetlerin mürd'enin bu gibi fikirleri­
nin yayılmasını istediklerinde şüphe yoktur. Zira on­
lar, bu sayede raha tlık içinde yaşar, cüretle haddi aşar
ve hiç korkmadan diledikleri malı elde ederler.
Bazan biri çıkar şöyle der: Cumhuruyla bu ümmet
nerede duruyordu? Bu ümmet, bu fırkayla berabermi
yoksa ondan uzak mı?

İSLAM ÜMMETİNİN CUMHURUNUN DURUMU

Aşırılığı ümmetin tümünü bir araya getirmesi cid­


den pek nadirdir; ancak yüzüne tüm kapıların ve yol­
ların kapandığı ve zor şartlan yaşadığı zamanlar ha­
riçtir. İşte o vakit, ümmetin tümünün aşınlığa yönel­
mesi mümkün olur. Fakat tarihen sabittir ki, aşınlık
sayısı az bir grubta görülür. Ama bu bira vuç insan, ba­
zan yönetimi ele geçirir ve ümmete saldınr. Mutezile­
lerin aşınlık içinde ki can çekişmesi bu sebeptendir.
Zira Mütezile yönetimi ele geçirince, ümmeti kendi
inançlanna inanmaya zorladı, fakat ümmet bunu yap­
madı. Bunun üzerine Mütezile, fiziki ve fikri korkut­
ma silahını çekti; ama yine başarısız oldu. Nitekim bu
günkü ihtilal hükümetleri aynı şeyi yapıyor. Çok geç­
meden Mutezile dalgası hüsrana uğradı ve öldü.
Komünizm'in üzerinden yanm asırdan fazla bir
zaman geçmesine ve ateş ile, demir ile tahakküm et-
12“El‘Caısts Ahkam-ul Kuran C-1 S-80

43
meşine rağmen hâlâ halka birazcık hürriyet vermek­
ten korkuyor. Çünkü halk komünizmin kahinlerine
inanmıyacak ve bunun üzerine de onları devirecek ve
komünizmi yeryüzünden silipatacak. Bundandolayı
komünist hükümetler her yerde zulüm ve zorbalığa
ve hürriyetleri yok etmeye mecbur kalıyorlar. Sadece
seks ve içki hürriyeti bunlann dışında. Bunlarda ne
büyük hürriyet!
Müslümanların cumhurunun akide ve düşünce­
leri nasıldı ?
Bu konuda merhum Mevdudi şöyle diyor:
"Birbiriyle savaşan bu cemaatlar ve katı tutumlu
fırkalar ortamında, müslümanlann kahir ekseriyeti
düşüncelerini, Hülefa-i Raşidin döneminden beri ka­
bul görmüş; başlangıçtan beri, Sahabe-i Kiram'ın,
Tâbiinlerin ve tüm müslümanlann değer verdiği
prensiplere ve görüşlere dayandmy ordu. Bugün dahi
dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunan müslü-
manlar arasında, umumi nüfusa nazaran, ancak %8
ile %10 arasında bir nisbet belirten bu acaip fikirlerden
etkilenmiş insanlara rastlamak mümkündür. Ceride
kalan ekseriyet cumhurun mezhebi üzerinde bulun­
maktadır. Ne varki bu aynlıklann vuku bulduğu dev­
renin başlangıandan Hz. İmam Ebu Hanife'nin
(R.h.a) zamanına kadar, müslümanlardan hiç kimse,
ihtilaflı meseleler hakkında "cumhur-ı müslimin"in
mezhebini tüm detaylarıyla ele almamıştır... Yalnız
çeşitli müctehid ve muhaddisler muhtelif yerlerde
kendi kavil ve fetvalannı, tavır ve hareketlerini biraz­
cık olsun açıklamışlardır. Ama yinede bunlar hep
münferit şekilde kalmıştır. Ancak İmam Ebu Hanife
bu hususları tedvin, ve toplu halde izah etmiştir."
(13)
13. Mevdüdi. llUarn vc SalıanaL s. 147

44
Bu duruma gdre "ümmetin cumhuru"nun kendi­
ne has inançlan vardır. Fakat o inançların, birbiriyle
boğazlaşan, mücadele eden ve birbirini kafirlikle suç­
layan diğer fırkaların inançlanyla aynı seviyededura-
bilmesi için sistemleştirilmeyemuhtaçtır. Halbuki her
fırka kendi görüşü için "nass"larda bir dayanak ara­
maktadır, kendine.
Önceki tekfir olayının sebepleri ve karışıklığı işte
bunlardır. Ya çağımızdaki tekfir olay mm sebepleri ne­
lerdir?
II. Bölüm

ÇAĞIMIZDA TEKFİR OLAY!

Çağımızdaki tekfir olayının sebeplerini beş faktör


ile özetlemek mümkündün

1- Siyasi baskı ve işkence


2- Resmi ülemaya güvenin yitirilmesi
3- Şer'i hükümleri, yeterli bilgi olmadan doğruda
Kur'an'dan almaya kalkışmak.

kadi küfür)ü birbirine kanşbrmak


5-Merhum Seyyid Kutub ile El-Mevdudi'nin söy-
lediklerimn bir kısmı ile ilgili olan faktör.

Ben, Cenab-ı Hakkın izniyle bu meseleleri kısalta­


rak açmaya çalışacağım.

47
SIYASI BASK! VE İŞ K E N C E

Siyasi baskının miislümanlara yeni yapılan birşey


olmadığını söylememiz gerekir. Siyasi baskı Hülefa-i
Raşidin döneminden sonra başladı ve gelişerek öyle
bir noktaya geldiki Mervan bin Hakem gibi biri Resü-
lullah'ın minberine çıkarak şöyle konuştu: "Ben bu
ümmetin hasta-lıklannı kılıçtan başka bir şeyle tedavi
edemem. Vallahi şimdi içinizden biri çıkarda bana
(Allahtan kork) derse, hemen kellesini uçururum." (1)
Halbuki Hz. Ömer bin el-Hattab (r.a)da aynı minber­
den şöyle diyordu: "Eğer onu (hakkı) söylemezseniz,
içinizde hayırlı kişi yoktur. Bizde onu kabullenmez­
sek bizim içimizde de hayırlı kişi yoktur."
Nihayet biz, Mervan bin Hakem'in kim olduğunu
biliyoruz. Zira onun babası Mekke fethinden sonra
müslüman olmuş "Tulakâ" (2)dan biriydi. Sonra Me­
dine'ye gitti ve oraya yerleşti. Medine'de iken müslü-
manlann sırlannı ifşa ettiği gibi Resulullah'ın sözleri­
ni değiştirerek naklettiği de tesbit edildi. Bunun üzeri­
ne Hz. Peygamber (SAV) onu Taife sürdü. Doğal ola­
rak Mervan o günlerde henüz çocuktu. Ne varki baba­
sı Hz. Osman (r.a)ın hilafetine kadar Taif ten dönme­
di.
Emevi ordusunun Mekke ve Medine'de yaptıkla-
n, Haccac ve benzerlerinin tutumları sayılamıyacak
kadar çoktur. Sonra abbasiler iş başına geldi. Onlarda
aynı yolu daha da fazlasıyla izledi. İbn-i Haldun ve İb-
nü'l-Esir, tarihlerinde şu olayı anlatırlar: Musul halkı
birinci Abbasi Halifesi es-Seffah'a karşı ayaklandı. Bu­
nun üzerine es-Seffah kardeşi Yahya'yı ordunun ba-
1- cl-Cassv-AhkaTnü1-Kur'ın:l/R2
2- Tu)akS:Mckkc'dc bulunupda m xi zamma kadar, I İz. l^y gambcrlc (SAV) çe­
kişen. ancak Mekke'nin fdhinden lonn Ha. Pİ^gamborln huzunma gcicıck af
dilden ve bu dilekleri I İz. Pı^amber larafmdan k ^ l edilen k işilcr demdair.

48
şında Musul'a gönderdi. Yahya halka; Mescid'e giren
güvenlik içinde olacaktır, diye ilan etli. Halkda bunun
üzerine mescide doldu. Bekçiler tarafından kapılar
tutulduktan sonra, mescide dolan bu insanların hepsi
kılıçtan geçirildi. Rivayete göre on bin dolayında in­
san katledildi. İş bu noktada kalsa, elbette güzel olur­
du. Ama bu kahraman (!) komutan, feci bir şekilde
katledilen kocalarına ve yakınlarına ağlayan kadınla-
nn sesini işitince, kadın ve çocuklar hakkında yeni bir
emir verdi. Bu emir üzerine kadınlar veçocuklar kılıç­
tan geçirildi. Bu da yeterli olmadı. Bu sefer orduya üç
gün şehri yağmalama izni verildi. Ordunun içinde bu -
lunan dört bin tane zenci sağ kalan kadınlann namus­
larını kirlettiler. Sonra komutan atıyla kan gölünün
içinde yürümeye başladı. Bu sırada karşısına dikilen
bir kadın: Sen haşimoğullanndan değilmisin?

Sen Resülullah'm amcasının oğlu değilmisin?


Zenci askerlerin Arap ve müslüman kadınların na­
muslarına tecavüz etmeleri, seni utandırmıyormu?
diye haykırdı. Kadının bu acı sözleri üzerine sarhoş­
luktan uyanan komutan, işin düzeltilmesini istedi.
Fakat yine yeniden bir kan gölü olacaktı. Ordusu­
nun maaş ve bahşişlerinin verileceğini ilan etti. Bu
zenciler toplanınca, hepsini kılıçtan geçirdi.(x)
Ben, burada sadece müslümanları değil mecüsile-
ri bile utandıracak olaylann anlatımını uzatmak iste­
miyorum. Bunun ürünü olarakta ümmet boyun eğmiş
ve inkilab ve ayaklanmadan ümidini yitirmiştir. Ni­
hayet yirminci yüzyıl gelince. Batı bu ümmeti kolayca
yutulacak bir lokma olarak bulmuş. Bunun üzerine İs­
lam ülkeleri teker teker kafir sömürgecilerin eline geç­
ti) tbn-i Haldun 3/177, Ibn'UI Bsir 4/369
miştir. İslam Ümmeti şairin dilinden sanki şöyle di­
yor
"Artık kuşu kovmuyorum ağaçtan
Meyvesinden denemiştim acıyı."
Aslında son mısra "meyvesinden denemiştim ölü­
mü" şeklinde olsaydı daha münasip olurdu. Çünkü İs­
lam ümmeti, mukadderatıyla oynayan, kendisine ka­
nun koyup yol çizen, iyilik adına neyi varsa yağmalı-
yan, başına en şerlilerini bela eden ve en iyilerini köle­
leştiren veya öldüren sömürgeciliğe boyun eğdi. Son­
ra sömürge devleti kuruldu ve adına milli veya "put-
çu" denilen hükümetler oluştu. Bu devlet, sömürge
devletlerinin bir kopyası olmaya gayret gösterdi. Bu
milletle öteki milletler arasındaki farklar kayboldu.
Yeryüzünün her karış toprağında bizim için "bayrak,
marş ve radyo", aslanın saldırısını anlatan kediler, an­
lamı olmayan soyadları oluverdi. Bu hükümetler za­
yıflığına ve boyun eğmelerine rağmen insanın insan
oluşuna saygı duyuyor ve ona birazcık hürriyet veri­
yordu. Onlar nezdinde düzeninin bir anlamı vardı.
Fakat genel şekliyle o hükümetler din ve ahlak için bir
değer tanımadılar. Dinsiz, ahlaksız ve şahsiyetsiz ne­
siller yetiştirmeyi hedef edindiler. Bunun meyvası
olarakta zayıf ve güçsüz hükümetlere karşı darbeler
birbirini kovaladı. Bu darbelerin ardından halkın bir
ferdini çekirge veya sivrisineğe denk görmeyen hükü­
metler izledi. Aynı zamanda bu hükümetler halkın
hürriyetini saygınlığını ayaklar altına aldılar. Halkı
olabildiğince horladılar ve değer vermediler. Bu sıra­
da dinine bağlı müslümanın nasibi de, İslam'a bağlüı-
ğı ve sadakati ölçüsünde ölüm ve işkenceye maruz
kalmak oldu. Biz Emevileri ve onlann zorbahklannı;
Haccac'ı ve kanlı eylemlerini; Abbasiler'i ve onlann
katliamlannı zikrettiğimiz takdirde, doğrusu bu kişi-

50
lerin devlet ve savaş adamı olmalarının yanında, düş­
manla vuruştuklarını ve ülkeler fethettiklerini söyle­
mek mecburiyetindeyiz. Ömer bin Abdulaziz (r.h.a)'
Haccac hakkında şöyle diyor: "Yeryüzü halkının tü­
mü habis görünse ve kendilerince en habisini seçip ge­
tirseler, bizde" Haccacı getirirdik." Elbetteki biz "Hac-
cac"la onlara üstün gelirdik." İşte bu "Habis" adam, or­
dusuyla İslam'ı yaymak için Irak'tan ta Hint Yanma-
dasma kadar gitti. Ama günümüzün ihtilalci "haccac-
lar"ına gelince; onlar zulüm ve zorbalıkta "Haccac" gi­
bidirler. Fakat onlar "Haccac"m güç ve şecaatından
zerre miktarı nasiblerini alamadılar. Yine onlar kendi
vatandaşlannm karşısında düşman kesilir, düşman
karşısında ödlek oluverirler... Nüfusu iki buçuk mil­
yon Yahudi'den oluşan İsrail, bugün nüfusu 150 Mil­
yonu aşan Araplara akıl almaz şeyler yaptı. Halbuki
servetleri Yahudilerden daha çoktu. Fakat zillet ve
korkaklıkları da akıl almaz ölçüdedir. İşte yukarıda
sözünü ettiğimiz bu ihtilalciler, Ümmet’i çok perişan
ettiler, özelliklede dinine bağlı müslümanlan.. Hatta
en büyük arap devletinin iç işleri bakam açıkça şunu
söylüyor: kolonilerin kanunları ancak dini cemaatlara
uygulanır.
Acaba hiç yer yüzünde vatandaşlannm tümüne
değil, sadece bir kısmına özel kanun yapan bir devlet
varmı? Hayret doğrusu!... Arap devletlerinin bazdan
siyasi baskıdan ve insanlann ortadan kaldınlmalann-
dan hoşlanmıy ormuşl Fakat onlara "şeytani bir vahiy"
gelmiş ve müslümanlara işkence etmeye ve onlan öl­
dürmeye başlamışlardır. Sadece suçlularla veya zanlı­
larla yetinmiyorlar, bunu tüm aile efradına şamil kılı­
yorlar. İsrail'e komşu bir arap devletinde kendi vatan­
daşı bir genç zanlı olarak tutuklanıyor. Bunun üzerine
aile fertlerinin tümü yakalanarak hapse atılıyor. Tu-

51
tuklananlar arasında emekli baba, doktor kız ve ço­
cuklar var. Biryıhaşkınbtrsüredensonra mahkemeye
çıkanhyorlar ve suçsuz bulunuyorlar. Ama genç
adam işkence altında şehid edilmiş; fakat ne zaman
olduğu bilinmiyor.
Bir ayağı çukurda olan babaya gelince; o kırgın bir
şekilde dışan çıkıyor. Doktor olan kızcağız ve çocuk­
lar, hâlâ üzerlerinde izlerini taşıdıkları işkencelere uğ­
ratılmışlar. Başkentteki evlerine döndüklerinde, evin
duvarlardan başka bir şeyi bulamamışlar. İstihbarat
örgütünün adamları, evde bulunan herşeyi talan et­
mişler, hatta kapılan ve pencereleri söküp götürmüş­
ler... Tıp kilaplannı paramparça edip, araç vegereçleri
yağmalamışlar. Görevinin başına dönmek için başvu­
ruda bulunan bayan doktora: "kurtulduğun için Al­
lah'a şükret, çeneni kapat.." denilmiş. Bugün artık ye­
ni bir yöntem daha keşfedilmiş: Firar eden kocalan
dönünceye kadar, kadınlan tutup rehin almak ve hap­
se atmak, işkence etmek... Bu durum daha ileri gidi­
yor, zorla kadınlara tecavüz ediliyor. Bu günkü du­
rum, bu siyasi tecavüzün meyvasını taşıyor...
Bu anlatılan durumu tasvir eden bir mahkeme ka-
rannm metnini burada nakletmek istiyorum.
Yüksek Askeri Mahkeme Karannın Metni:
"Gerçekten mahkeme, dâvâ konusu suçun (işken­
cenin) Mısır yönetiminin alnmda kendisini rezil, rus-
vay edecek bir leke okluğunu bihakkm tescil etmekte­
dir. Umulurki mahkemenin karan Mısır tarihinin bir
dönemini kapatan bir perde olur. Bu dönemde "İnsan
Haklan Evrensel Beyannamesi"ni garanti altına aldığı
insan şeref ve haysiyeti küçümsenmiş ve hiçe sayıl­
mıştır. Yine bu dönemde kırbaçlı yönetim biçimi, in-
sanlan zindanlarm karanhk hücrelerine atmaya ve
korkutmayakadarvardumışişi.Ve yinebudönemde

52
hapishaneler Fransa'daki "Bastil" zindanını aratma­
yacak bir şöhrete ulaşmıştır. Hatta askeri hapishane­
nin şöhreti onun üzerine çıkmıştır. Bu dönem soruş­
turma mahkemelerinin hatıralannı ve oralarda cere­
yan eden çirkin olayları ve rezaletleri zihinlerde taze­
ledi. Yine bu dönemde, cellatlar işkence araçlannı ve
yöntemlerini icad etmekte yanşıyorlardı." (3)
Savcılığın açıklamalanndan biride şöyle; "Kanu­
nun yürürlükten kaldınidığı ve istisnai mahkemele­
rin kurulduğu bir dönemde, Mısır'da insan sömürül-
müştür. Binlerce vatan evladını yakalamakla suçla­
nan kişilerin-ki onlar devletin ileri gelen adamlandır.-
sorgulamalan sonradan yapıldı. Çünkü onlar gençle­
rin vücutlanna işkence yaptırdılar; erkekliklerini yok
ettiler, namuslarına tecavüz ettiler, şereflerini ayaklar
altına aldılar, hanımlarını tehdit ettiler ve bazılarını
da öldürdüler. Tutukevlerini "Bastil"e ve sorgu mah­
kemelerine çevirdiler. Müsteşarlara işkence ettiler;
AliCerişeonlardanbiri... Avukatlara daaynı şeyi yap­
tılar; Şemsüş Şenavi onlardan biri... Halktan yüzlerce-
sine işkence yaptılar. İsmail Füyumi'ye ölünceye ka­
dar işkence yaptılar ve sonunda da dağlık bir bölgeye
cesedini gömdüler^' (4)
Bu dönemdeki-yöneticinin "Altı Gün savaşları"
kahramanı "Ebu Cehil" olduğu hâlâ hafızalarımızda
saklıdır.
Şayet bir ay süre ile savaşsaydı veya İsrail'i yen-
seydi, o vakit mutlaka âvâzının çıktığı kadar şöyle
derdi. "Ben sizin en yüce rabbinizim". Mısırda kanun
artıkları olduğu takdirde, diğer arap ülkelerinin yüz­
de doksanında bu arbk ta yoktur, dememiz gerçeğin
bir ifadesidir. Arap yöneticilerinin çoğu: "kanun ne-

3- Salîın Ali Behensavi-el-flQküm ve Kaziyyciü Tel^»tt-Miislims:S22


4- A.g.c 9 3 6 6

55
dir?" sorusuna, "O, üzerine yazı yazdığımız yaprak
bitkisidir. Açıkça onun kanun olduğunu bana söyleyi­
niz" şeklinde cevap vermiştir. Bundan dolayı müslü-
manlara uygulanan siyasi baskı, bu yüzyılın ellili yıl-
lanndan itibaren başlamıştır. Bu alan "kanun üstün­
lüğü ve demokrasi" şarkıları söyleyen devletleri içine
almak için günümüze kadar genişlemeye devam et­
mektedir.
Bu işkencenin bir benzeri daha yoktur. Ne varki
zalimin ömrü kısadır. İmam Ahmed bin Hanbel, za­
lim yöneticisine: Sıkıntı içinde geçen her gün benim
sıkmtımı azaltırken, senin sıkıntını çoğaltıyor." de­
mişti.
İhtilalcilerden ve diğerlerinden kötü yöneticilerin
ümmetimize çektirdikleri sıkıntılar, bu ümmetin
Emevilerden, Abbasilerden ve Osmanoğullanndan
çektikleri sıkıntıdan daha büyüktür. Bu saydıkları­
mız, bir hadde kadar Allah'ın şeriatına saygı duyu­
yorlardı. Nitekim zayıf yöneticiler kanun ve nizama
riayet ediyorlardı.
İthalcilere gelince; onların ne mücadelede ve ne
de başka şeylerde bir gözettikleri var. Hatta kendi
koyduklan kanuna ve düzene kendileri riayet etmi­
yorlar. Müslüman! öldürmek, onlar için doğunun ve
batının büyüklerinin nzasım kazanmak demektir...
Kahrolası insan ne nankör şey!...
Bunun için biz, Orta Afrika Cumhurbaşkanı Bu-
kosa'y1 bir örnek olarak görüyoruz. Başkanlıktan dü­
şerken tüm dünya onu küçümsüyordu. Çünkü o, bir­
çok insaran canına kıymıştı. Uganda Cumhurbaşkanı
İdi Amin'de onun bir benzeriydi.
Arap ülkelerinin zindanlannda, binlerce mü'min
hiç bir suçu olmadığı halde ve soruşturma yapılmak­
sızın can verirken ve her türlü zulüm ve işkenceye ma-

54
ruz kalırken, uluslar arası örgütler, bütün bunlan bil­
dikleri halde hiç kimse ses çıkarmıyor. Bilakis bu ku-
ruluşlann üyeleri bunlan onaylıyorlar ve onlara borç
ve karşılıksız yardım desteği sağlıyorlar. İsrail'den sı-
nırlannı aşmaması isteniyor, algine biri onu engelle­
meye uğraşsa hemen gireceği yere giriyor.

FAYDASIZ PİŞMANLIK

Arap sisteminin tuhaflıklanndan biride, görüldü­


ğü kadanyla bazı arap ülkeleri belirli cephelerle yer­
yüzünden "İslamcılar"! temizleme konusunda sözleş­
miş olmalandır. Bunun için bazı devletler İslama ör­
gütlere üye olanların muhakeme edilmeden, idamını
ilan ettiler. Onlara fısıldıyan aynı şeytan olduğu için
ülkelerin çoğunda bu gerçekleşti. Ama pişman olup
vazgeçenlerin levbeleri kabul edilmedi. Bilfiil birçok
insan, ya işkenceden dolayı veya yalancılıkla itham
edildikleri için tevbelerini ilan ettiler. Fakat bu insan­
lar te vbe etmelerine rağmen hepsi bir mekâna toplatıl­
dı ve üzerlerine bomba atıldı. Bunun sonucu hepsi öl­
düler. Eğer onlar kedi ve köpek cinsinden varlıklar ol­
salardı, Hayvanlan Koruma Cemiyetleri hemen ayak-
lanırlardı ve nizam çökerdi. Fakat bir şey olmadı.
Çünkü bu kişiler tevbe etmekle beraber istenmeyen
kişilerdi. Bazı gazeteier bu olaydan bahsedince düzen
hemen şu açıklamayı yaptı: Mescid-i Aksa'nın yandı­
ğı gibi, hapishanede aynı şekilde yandı. Bunlann sayı­
sı sekiyüz civarındadır.
Bir başka arap ülkesinde 1954 yılında listeler dü­
zenlendi. Her münasebette, bunlar bir şey yapsın ve­
ya yapmasın, tevbe etsin veya etmesin, bulunsun veya
bulunmasın hemen tutuklanıyorlardı.
Bizzat onlardan biri-üniversite profösörüdür-ba-

55
naanIatarakşöylededi:Altıaydanberivücudununalt
yansı tutulmuş bir adamı, getirdiler. Adam bu süre
içinde hareket etmeden karyolasında yatıyormuş.
Onu sedye üzerinde hapishaneye taşımışlar. Usul ge­
reği, adamcağız ahmak devlet başkanına karşı hazır­
lanan komploya ve öldürme girişimine iştirak etmek­
le, suçlandı. Onun bu durumunu bazı hıristiyan su­
baylar görünce, adam onlara: Ey halk! Allah'tan kor­
kun, ben bu haldemi komplo düzenliyorum?" dedi.
Onlarda adaımn bu durumu karşısında gözyaşlarını
tutamadılar. Subaylann bu durumu "ödlek azgın”a
haber verilir, verilmez, hemen onlan görevlerinden
uzaklaştırdı. Sakat zavallı da hapishanede kaldı.
Yine aynı kişi bana şu olayı anlattı: Zavallı bir çift­
çiyi ve mandalarını yakalayıp getirmişler. Adam da:
Ey insanlar! Ben komplo düzenledimse, mandalla-
nmda mı komplo düzenledi? diye bağırıyordu. Ada­
mın dünyada sahip olduğu her şeyi mandalardı.
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı bu yöneticiler ta-
rahndan îslami güçlerin yönetime ulaşmaları engel­
lenmiş ve onlann kökünün kazınması için gerekli'ted-
birler alınmıştır.
Bütün bu sebeplerden dolayı işkenceye uğramış
genç, haklı olarak soruyordu: Yöneticiler bunlan ki­
min yaranna yapıyorlar? Bu ümmetin düşmanlarına
onda birini dahi yapmadıkları işkence ve zulümleri
kendi milletlerine yapmakta niçin ısrar ediyorlar?
Devam edegelen işkence ve tekrarlanan tutukla­
malar niçin sadece müslümanlara isabet etti?
Niçin bu siyaset Arap devletlerinin ekserisi tara­
fından benimsendi?
Bir Yahudi ya da bir Bahai idam edildiğinde veya
bir ülkede askeri hükümler koyulduğunda, dünyada
kıyametler koparken, gizli ya da aleni idam suçlan

56
karşısında uygulanan bu suskunluk niye?
Bazı Arap devletleri 1947 yılından günümüze ka­
dar sıkıyönetim veya olağanüstü hal altında yaşıyor­
lar. Fakat hiç kimse bunu yadırgamıyor, hatta hiç kim­
se ağzına dahi almıyor...
O ülkelerde ruh sağlığı şüpheli yöneticiler var. Bu­
nunla beraber hiç kimse ağzını açmıyor...
Öyleyse bu ülkelerde, dinlerine bağlı müslüman-
lara ve onların yönetime ulaşmalarına karşı süper
güçler arasında evrensel bir ittifak var...
Sonra da gençler münakaşa ediyorlar: Bunlar müs-
lüman mı, kafir mi?
Sonunda da onların kafir oldukları hükmüne var­
dılar. Bu kararlarını akli öncüller üzerine kurdular.
Her ne kadar aklen "olsa da, şeriat yönünden doğru
değildir... Onlar hakkında Ömer b. Abdülaziz'in Hac-
cac hakkında dediğini söyleyelim: Onlar yeryüzünün
en habis ve en ödlekleridir. Şer’i bir delil ile küfrü sabit
olmayan bir kişinin küfrünü tesbit edemeyiz.
Belki ben böyle bir netice ile konuyu ne geçirmiş
oldum. Halbuki onun yeri daha sonra idi...

RESMİ ULEMAYA GÜVENİN YOK OLMASI

İslam tarihinde Emeviler döneminden itibaren yö­


neticilerle ulema arasındaki ilgisizliğin arttığını görü­
yoruz. Ulema, yöneticilerin yaptığını kabullenmiyor,
yöneticiler de ulemaya destek olmuyordu, ulemanın
büyüklerinin tavrı, devamlı devlet adamlanndan
uzak kalmaktı. Kendilerinden adalet veya diğer işler­
le ilgili bir görev istense, kabul etmezlerdi. Tabii bu­
nun sonucu da işkence ve hapis cezası oluyordu. Ab­
dullah b. Mübarek: "Ben Ebu Hanife'den daha mutta­
ki bir kimse görmedim. Kendisine mal ve dünyalıkla-

57
nn teklif edildiği söylenir. Fakat o bunlann hiçbirini
kabul etmedi. Kırbaçlandı, sabretti. Başkalarının can
attığı şeyleri o hep reddetti." diyor. (5)
Abbasi Halifesi el-Mansur'un teşrifatçısı şöyle an­
latın Halife tarafından çağnimıştım. Halife beni İmam
malik b. Enes İbn-i Ebi Zi'b ve Ebu Hanife'yi çağırmak­
la görevlendirdi. Bu kişiler Halife’nin huzuruna gelin­
ce , Halife onlara zorca bir soru yöneltti: Allah'ın üm­
metin işlerini yürütme görevini bana ihsan etmesi ko­
nusunda ne düşünüyorsunuz? Ben bu işe ehil mi­
yim?" dedi.
Söze önce İmam Malik başladı: "İşin ehli olmasay­
dın, Allah seni bu ümmetin başına getirmezdi." de­
di.
İbn-i Ebi Zi'b şöyle dedi: "dünya hükümdarlığını
Allah dilediği kişiye verir. Fakat ahiret padişahlığını
ise, isteyene ve yüce Allah'ın tevfik verdiği kişilere ve­
rir. Eğer Allah'a itaat edersen, Allah'ın sana olan tevfi-
ki yalan olur, eğer isyan edersen uzak olur. Hakikat
şudur ki, hilafet ehl-i takvanın icması ile olur. Sen ve
etrafındakiler yolundan aynimış, Hak'tan uzaklaş­
mışsınız. Eğer Allah'(tan kurtuluş istiyorsan ve Ona
temiz işlerle yaklaşırsan bu olur. Aksi takdirde ne is­
tersen yapabilirsin..."
İmam Ebu Hanife, Ebu Zi'b'in sözleri üzerine şöyle
den Ben ve Malik nerede ise elbiselerimizin yakalannı
ısıracaktık. Çünkü Halife'ninadamlan her an gelebilir
ve Ebi Zi'b'in kafasını uçurabilirlerdi. bu suretle onun
kanı üzerimize sıçramamış olurdu."
Mansur, Ebu Hanefi'ye dönerek:
- Sen ne dersin? dedi. Ebu Hanife cevaben:
- "Din konusunda kendisine doğru yolun gösteril­
mesini isteyen kişi öfkeden uzak olur. Eğer sen kendi
kendinesamimi davranmakdurumunda isen,biliyor-

58
sun ki, bizi buraya Allah nzası için toplamadın. Belki
bu toplantıdan maksad, bizi korkutmak suretiyle ar­
zuna göre hareket etmemizi sağlamaktır. Siz hilafeti
yüklendiniz. Ama bu duruma göre halifeliğinizi fetva
ehlinden iki kişi dahi onaylamadı.

Halbuki halifelik, mü'minlerin müşavere ve bir


araya gelmesiyle gerçekleşir. İşte Ebu Bekir (ra)'ın du­
rumu ortada... O, Yemen halkı gelip bey'at edinceye
kadar altı ay yönetimi üstlenmedi..." dedi.
Mansur'un teşrifatçısı diyor ki. Halife gitmelerini
emretti; onlar da gittiler. Sonra bana onlara verilmek
üzere üç kese para almamı ve onların arkasından git­
memi emretti ve bana da şu ikazda bulundu: "Eğer
Malik b. Enes kabul ederse hepsini ona ver; yok eğer
Ebu Hanife ile Ebu Zi'b almaya kalkışırlarsa ikisinin
de kellesini kes getir."
Teşrifatçı paraları önce Ebu Zi'b'e götürdü. O da
kabul etmedi ve şöyle dedi: "bana göre bu para bizzat
Mansur'a bile helal değildir. O halde nasıl olurda onu
alabilir ve kendime helal sayabilirim."
Ebu Hanife de: kafamı dahi kessen bu paraya el
sürmem" dedi.
Malik ise paralan almayı kabul edince o da ona
verdi.
Teşrifatçı saraya dönüp durumu mansur'a bildi­
rince Mansur: "Onların her ikisi de paralan kabul et­
memeleri sayesinde kellelerini kurtardılar." (6)
Haccac'ın zulüm ve azgınlığı devam ederken, Ab-
durrahman b. el-Eş'as ona karşı ayaklandı, ayaklanan
ordusunun arasında ulemadan bir grup da vardı, tbn-
i Kesir’in rivayetine göre eş-Şa'bi, İbn-i Ebi Leyla,Said

6-Kcvsch monakıb<ı Ebu hanife 2/15


b. Ciibeyr veEbu'l-Buhterigibi ulemanın ileri gelenle­
ri onun yanında yeralmıştı. Bu alimler ayaklanan or­
duya cesaret veriyor, karşılaştıktan giiçiüğıi giderme­
ye çalışıyorlardı. İbn-i Ebi Leyla mü minlere hitaben
şöyle diyordu:
"Ey Ehl-i İman! Zulüm ve zorbalık yolunda gidip
haksızlığı tercih ve kötülükleri davet edenleri gören
bir insan, hiç olmazsa, kalben bu gibileri fena bilip
böylelerinden uzak kalmak isterse dahi mükafat ka­
zanır. Eğer yapılanlann kötülüğünü söyler ve halkı
ikaz ederek bunlardan korunmalarını sağlarsa daha
iyi ecir alır. Fakat doğrudan doğruya kötülüklere kar­
şı savaş açan, hak yolunda kalb aydınlığı ileçahşan bir
kimse, Allah'ın emrini yüceltmiş, zalimlerin sözünü
alçaltarak, ortadan kaldırmak hususunda kılıca sarıl­
mış demektir. İşte onun bu yaptığına mukabil, elde
edeceği daha da üstün... Şimdi savaşa girişin ve helali
haram, haramı helal sayanlann karşısına çıkın ve on-
lan ortadan kaldırın! Çünkü onlar hakkı tanımıyorlar
veçokcahiller. Birdedüşmanlıkla amel edip, onu red­
detmiyorlar..."
eş-Şa'bi de bu konuda şöyle diyor;
- "Ey ehl-i İslam! Onlarİa savaşın... Bunun fena bir
hareket olduğunu asla zannetmeyin. Allah'a yemin
edirim ki, benim fikrime göre, bugün yeryüzünde yö­
netimde onlardan daha adaletsiz davranan daha za­
lim bir topluluk bilmiyorum. Onlarla mücadeleyi asla
ihmal etmeyin..."
Said b. Cübeyr de fikrini şöyle açıklar:
- "Onlarla savaşın. Onlann günahlarına karşılık si­
zin savaşmanızdan dolayı siz günahkar olmazsınız.
Onlann zalim yönetimlerinden, dinin emirlerini hiçe
saydıklarından, zayıflan ezdiklerinden ve namazı ter-
7. Mevdûdi, Hitafcl vc SaUanat

60
k e ttik le rin d o n ö tü rü o n la rla s a v a ş ın ız ..." (7)

Sivasi liderlikle fikri liderlik arasındaki uzaklaş­


ma işte böyle doruk noktaya ulaştı. Emevilerin son dö­
neminde İrak Valisi Yezin b. Hübeyre’nin yönetimi
düzeltmek istediği rivayet edilir. Bu düşüncesinden
dolayı Vali, fakihlerin ileri gelenlerini bir araya topla­
dı. Onlara bazı makamlar teklif etti. Bu fakihlerarasın-
da Ebu Hanife de bulunmaktaydı. İbn-i Hübeyre, Ebu
Hanife’ye devletin mührünü senin eline vereceğim;
sizin tasdik etmediğiniz hiçbir hüküm uygulanmaya­
cak; sizin müsadeniz olmadan hâzineden bir dirhem
bile çıkmayacak.” dedi.
Ebu Hanife bunu reddetti. Bunun üzerine Vali
onu hapse attırarak hergün başına on kırbaç vurulma­
sını emretti. Durumun vehametini anlayan dostlan
Ebu Hanife'ye: "Kendine acı. Verilen vazifeleri biz is-
temiyerek ve mecburiyet altında kalarak kabul ettik.
Bizim kabul ettiğimiz gibi sen de kabul e f'd iy e ricada
bulundular. Fakat Ebu Hanife onlara; "Eğer Vali, ben­
den Vasıt Camii'nin kapılannı saymamı isteseydi bu­
nu dahi kabul etmez oraya gitmezdim. Vallahi ben as­
la böyle bir görevi kabullenmem..." dedi.
İbn-i Hübeyre, Ebu Hanife'nin diğer görevlerden
birini kabul etmesine uğraştı, fakat imam hepsini red­
detti. Bunun üzerine onu cezalandırmaya devam etti.
Sonunda İbn-i Hübeyre bundan da usandı. Bir çıkış
yolu aradı ve şöyle dedi: "Onu ikna edecek bir kimse
yok mu? Hiç olmazsa benden muayyen bir mühlet is­
tesin ve bu süre içipde bir çare düşünsün."
İbn-i Hübeyre'nin bu sözleri Ebu Hanife'ye ulaşın­
ca valiye şöyle haber gönderdi: "Bu meseleyi bir de
dostlanmla görüşmek üzere beni serbest bırakınız."
Bu söz üzerine İbn-i Hübeyre, imam'ı serbest bı-

61
raktı. imam da Irak'ı terkedip, mekke'ye gitti. Emevi
saltanatı son buluncaya kadar Mekke'den dönmedi.
Emevi saltanatı da Hicri 130 yılında son buldu. (8)
Ulemaya karşı aynı tutum abbasiler döneminde
de devam etti. Abbasi Halifesi Mensur defalarca Ebu
Hanife'nin adliye teşkilatında görev almasına uğraştı.
Her defasında büyük İmam özür beyan ediyor ve ka­
çıyordu. Kendisine "başkadılık" görevi teklif edildi,
onu da reddetti. Fakat Mansur düşüncesinde ciddi ve
çok istekli idi. konuyu birçok defa tekli f etti. Bir defa­
sında Ebu Hanife ile halife arasındaki konuşma ger­
ginleşti ve İmam sonunda: "Allah'tan kork! Vallahi bu
işi kendi arzumla kabul etmiş olsam bile yine de size
istediğiniz gibi yaranamayacağım. Nerede kaldı ki
zorla, istemiye istemiye teklifinize olur diyeyim. Her­
hangi bir hususta vereceğim karar sizin arzularınızın
hilafına olabilir. O zaman bana kızarsınız. Kızınca da
beni Fırat nehrinde boğdurmakla tehdit edersiniz. Ve­
ya beni karan değiştirmeye zorlarsınız. Ben ise boğul­
mayı tercih ederim. Sarayında bir yığın insan var. Öy­
le bir kimsenin kadı olmasını isterler ki, bu kimse onla-
nn keyiflerine göre hareket etsin..." (9)
Fakat bunlann hiçbirinin İmam'a etkisi olmadı.
Mansur, onu hapse attırdı, kırbaçlathrdı. Ticaretine
karşı savaş açtı. Çünkü İmam ticaret erbabıydı ve bir
kumaş fabrikası vardı. Sonunda Halife onu evinde
oturmaya mecbur kılıp dışan çıkmasını ve ölünceye
kadar insanlarla görüşmesini yasakladı.
Abbasi ve Emevi halifelerinin az da olsa belli bir
noktaya kadar İslam'a bağlılıkları ümmetin şerefini
savunma ve İslam'ın neşri konusunda gösterdikleri
kahramanlıkları olmakla beraber ulemanın onlarla
8. A.g.e. S. 173
9. A.g.e. S. 175

62
ilişkisi bu olunca şimdikilerin durumu nedir acaba?
Başkalarına isabet eden sosyal hastalıklar, son devrin
bazı alimlerine de sirayet etmiş. Bundan dolayı da yö­
neticilere yağcılık etmeye başladılar... Hangi yönetici­
ler? Aciz, fasık, günahkar, korkak, ümmete karşı aslan
düşmana karşı korkak tilki olanlar...
Onlar hakkı tanımaz, mazluma yardım etmezler.
Onların kabeleri koltukları, dünyaları da cennetleri­
dir. Onlar, Allah'ın ve kullarının haklannı unutmuş
kendi arzu ve şehvetlerine dalmış kişilerdir, onlara
göre helal elinin eriştiği her şey, haram ise büyük pat­
ronun yasakladığı şeyler.
Bu yöneticiler, zulümlerinin ve haksız fiillerinin
tümünü onaylayan ve kendilerine sığınan bazı alimle­
ri yanlarında bulurlar, bundan dolayı da ümmetin ço­
ğunluğu özellikle de gençler bu alimlere olan güven­
lerini yitirmişlerdir. Kral Fuad'ın bir konuşması sıra­
sında: "Kadın niçin hakim olmuyor?" diyesöylendiği-
ni duymuştum. Sonra o, konuyu unutmuş, bir daha o
konuya dönmemiş, bunu bir ganimet bilen bazı alim­
ler bu konuda kitaplar yazdılar, bu görüş ve arzunun
tüm gerekçelerini kitaplarında topladılar. Kral Fuad
nezdinde kabul görürumuduyla tüm zayıf ve metruk
görüşleri serdettiler. Fakat ticaret geri tepti ve zarar et­
ti.
Fakir bir Arap ülkesinde hkıh bilgisi derin bir alim
-bu ülkenin kralının hocasıydı- bir cum'a günü, baş­
kentin en büyük mescidinde minbere çıktı. Çeşitli zu­
lümleri işlemiş bir yöneticiye övgü yağdırmanın dı­
şında başka söz sarfetmedi. Bu yönetici mü'min ve
mutteki kişilerin kanma girmişti. Minberde konuşan
hatip açıkça ikiyüzlülük ediyordu. Namaz kılanların
gözleri minbere çevrilmişti. Çok geçmeden minber­
den taşınarak mescidden dışan çıkanidı.

63
Müslüman gençlerin işkence gördüğü ve öldüriıl-
düğü Mısır’da bir şeyh veya üzerinde ulema kıyafeti
bulunan bir sivil piolis gelir; işkencenin tümü sona er­
dikten sonra gençlerle tartışmak için durur ve şöyle
der: "Kütüphanemdeki bütün kitaplara baktım, ama
’Kur'anla hükmetmek’ adında bir şeye rastlamadım.
Siz yoldan çıkarılmış kişilersiniz. Öncüleriniz bu ’da-
va'nın ticaretini yapıyorlar. Çünkü ’Nebiler’ Kur an la
hükmetmezler. Alâine onu tavsiye ederler -sanki bî
zim Peygamberimiz (sav)’den sonra nebiler’ v'armış -
zira 'nebi' ile Rasul arasında fark v^ar- gibi Önceki ko­
nuşmamda izah ettiğim gibi "nebi" ahkamı uygula­
maz, aksine onu tavsiye der. Cenab-ı Hak şöyle bu­
yurdu: "Nuh’a ta vsiye ettiğini... sizin için huku kdüze­
ni yaptı..." (10) Nebi "din "ilehükmetmeyip-'dava'bu­
rada ’dih'e dönüştü- aksine onu tavsiye ettiğine göre
sizler kur’an’la hükmetme isteğinizle nebilerden
uzaklaşıyorsunuz. -
Bu, şeyh kılığına girmiş sivil polis gibi tacirlerden
başkasının bilmediği acayip bir fücurdur- Halbuki
bug^in yönetici Kur'an'la hükmediyor. Çünkü o resmi
toplantılarda içkiyi yasakhyor. Bu bir aşamadır. Zira
Allah içkiyi aşamalı olarak haram kıldı. Gençlerden
biri Kur'an'ın şu ayetini okuyarak onu reddetti. Ayet
şöyleydi: "Biz içinde hidayet ve nur bulunan, kendi­
siyle nebilerin hükmettiği Tevrat'ı indirdik..." (11)
Buna göre kitapla hükmetmek nebilerin ve rasul-
lerin görevidir. Onlardan sonra da ümmetin görevi­
dir. Bunu kim inkar ederse kafir olur.
Rol dağılımına göre bu noktada askeri hapishane­
nin yöneticisi karşısında bulunan kişilerin idamlık ol-
duldannı bildirmek için içeri girdi ve bunun gerçek ol-
lO'Şun Suresi 13
11. Maidc sûresi 44

64
duğu hususunda vemin etti, tabancasını çıkardı ve
idam hükmü uygulanmadan önce sürpriz bir ziyaret
vuku buldu.Bu olav 4 Temmuz 1967 yılında olmuştu,
(temmuz gününün sabahında ve işkenceden sonra
onbaşı açıklama yaptı: Kıyım başlayacak. Fakat bir su­
bay onu durdurmak ve İsrail saldınsını bildirmek için
geİdi.CJünkü'Ebu Cehil" (Nasır'ı kastediyor) sabahle­
yin saat üçte uykusundan uyandınimış ve kendisine
savaşa başlamaması emredilmişti. Bu durumda o çok
küçülmüştü. Birkaç saat içinde savaş kaybedildi. Bu­
nu bildiği sanılıyordu. Ona birçok yönden uyanlar
gelmişti Bundan sonra utanmadan -çünkü hayadan
yoksundu- şöyle dedi: "Biz onları doğudan beMiyor-
dıık. ama onlar batıdan geldiler. Kimbil ir belki de akıl
hocası ona doğudan geleceklerini haber verdi. İşte
Kudüs ve Filistin ileSina'mn geri kalan kısımları böyle
kaybedildi. Bu millete zillet böyle yazıldı. Çünkü
"kahraman’ a hücum etmemesi ve sadece darbeyi bek­
lemesi emredildi. Darbe vuku bulunca o kara günün
sabahında savaş sona erdi. Radyoda emirler çıkarıldı.
"Ebu Cehil" durdukça köpürüyor ve öfkeleniyordu.
Bölgede en büyük ordunun kendinde olduğunu, mut­
laka ezipzafereulaşacağınısöyleyerekdünyayı tehdit
ediyordu.
Bu radyo uzun süre içinde filan oğlu filana, filan
kadının oğlu filana, londra'da kuyruğuna basılınca
Kanada'da viyaklıyan bilmem kime sövgülerle dolu,
ipe sapa gelmez konuşmalara, sayısı dörtyüze varan
Lider'e ait şarkılara, marşlara ve ezgilere şahit olmuş­
tu. Rasulullah en doğrusunu buyurmuştur: "Kötü bir
adeti icat edenin günahı kendisi üzerinedir. Aynca kı­
yamete kadar onu işleyenin günahı da onun üzerine­
dir."...
Tutukevinde gençlere işkence törenleriyle birlikte
polis konferanslan birbirini izledi. Gençlerin ulema­
nın birçoğuna özellikle zalim, fasık ve faciryönetcileri
övenlere karşı güvenlerini yitirmelerine şaşmamak
gerekir. İnsan birinin sözünü kabul etmesi için önce
kendisini kabul etmesi gerekir. Bundan dolayı bu
konferanslar beklenilenin aksine bir neticeyi doğur­
du. Fakat ben, konferansçıların gençlerin kafalarını
kanştırmayıamaçladıklarımzannediyorum. Nitekim
yukanda zikri geçen şeyh Buhari ile Kur'an'ın "Nebi
ile RasuTün aynmında bu tür mugalata ve iftiraları
yapmıştır.
Bundan dolayı gençlerin kendi başlarına bilgi
edinmek maksadıyla Kur’an ve Sünnetin İslam'ın te­
mel iki kaynağı olması itibariyle doğrudan onlara yö­
nelmeleri gayet doğaldır.

HÜKÜMLERİ DOĞRUDAN KUR'AN'DAN


ALMAYA ÇALIŞMAK

Alimlere olan güvenin yitirilmesinin sonuçlan


karşısında bazı müslüman gençler, hükümleri doğru­
dan Kur'an'dan almamn gerektiğini açıklamak için bir
adım daha ileri gittiler.
Bu iş eskiden mümkün olsa da, özellikle Kur'an
kendi ana dilleri ile inen, nüzul sebeplerini iyi bilen ve
sünnete bihakkın vakıf olan sahabeler için mümkün
olsa da, şu andaki gençler için imkansız denecek ka­
dar zordur. Her ne kadar arapçayı sebeb-i nüzulu ve
sünneti bilseler de yine bu kafi gelmez, yine bu gençle­
rin içindebulunduklan zor şartlan da eklersek güçlü­
ğün miktannı ve hataya düşme imkanını anlamış olu­
ruz.
Rivayet edilmiştir (1) ki, sahabe-i kiram'dan ibn-i

66
Maz'un, Hz. Ömer (ra)'in hilafeti döneminde içki iç­
mişti. bu konuda gerekçe olarak şöyle diyordu: "İsti­
kamet ve takva haramlık faktörünü giderir. Bu görü­
şüne de Maide suresinin 93. ayetini delil getiriyordu,
ayet şöyle buyuruyor: "îman eden ve iyi işler yapanla­
ra; hakkıyla sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkla-
n, sonra yine hakkıyla sakınıp yaptıklannı ellerinden
geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınma­
dan önce) tattıklanndan dolayı günah yoktur. Allah
iyi ve güzel iş yapanları sever."
Mü'minlerin Emiri Hz. Ömer (ra), ona ayeti yanlış
anladığını izah edip, bazı fakih sahabilerle konuyu
görüşmesi için salıverdi.
Görüştüğü sahabiler bu ayetin içkinin haram kı­
lınmasından sonra nazil olduğunu açıkladılar. Baş­
vurduğu sahabilerin bazısı fiilin önce vuku bulmasın­
dan ötürü haram kabul ettiler. Bazıları da şöyle dedi:
"Bazı kardeşlerimiz içki içmişlerdi. İçki kanniannda
iken öldüler, bunun üzerine Cenab-ı Hak sonrası için
değil de haram kılınmadan önce fiil işlendiğinden do­
layı bu günahı izale etmek için bu ayet-i kerimeyi in­
dirdi. Raşid Halife Ömer (ra) bu suçu işleyen kişiyi iki
durumdan birini tercih etmesi hususunda serbest bı-,
raktı: Ya kendisine haramlığı beyan edildikten sonra
helallığına ısrar ettiği takdirde küfründen dolayı ceza
uygulayarak öldürülmek ya da yanlış anladığını ve
hatalı davrandığını itiraf ettiği takdirde içki cezası uy­
gulamak... Sözkonusu kişi de İkinciyi seçti ve kendisi­
ne içki cezası uygulandı. Bu gün gençlerimizin fıkhi
bilgileri, bu sahabiden daha mı fazla?
Buna benzer bir olay yine var. Sahabe-i Kiram'dan
bazıları: "Safa ile Merve arasında Sa'y yapmaya gerek
yoktur, çünkü Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'inde şöyle
buyuruyor "Safa ile Merve şüphesiz Allah'ın nişanların-

67
dandtr. Herkim Beytullah'ı ziyw et eder veya umre vapar va
onları tavttf etmesinde bir günah yoktur. Her kim gönüllü
olarakhiriyilikyapaniaşuphesizAllahonuhilir,kargılığını
verir" 12) Bunagörede, günah olmaması vacip olmadı­
ğı, anlamına gelir, dediler.
Hz, Aişe(r.anha) validemiz bunu duyunca: "İş sî­
zin anladığınz gibi değildir. Ama bir kısım insanlar
cahiliye döneminde putlar orada iken. Safa ile Merve
arasında say yapıyorlardı. Müslümanlığı kabul edin­
ce onlar daha önceyaptıklan gibi say yapmayı günah
saydılar. Bunun üzerine de Cenab-ı Hak bu anlayışı
kaldırmak için bu ayet,i kerimeyi indirdi" diye buyur­
du. Bunun gibi misaller çoktur.
Müslüman gençlerin içine düştükleri yanlış anla­
yışlardan biri de şu: Onlar diyorlar ki, "Müslüman ne
zaman büyük veya küçük bir günah işlese hemen tev-
be etmesi gerekir. Aksi takdirde hemen tevbe etmezse
kafir olur." Bu görüşlerine de şu ayeti delil getiriyor­
lar: "Allah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kö­
tülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin te vbesi-
dir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her
şeyi bilendir, hikmet sahibidir." (3)
Kur'an ve Sünnetten bildikleri sadece bu nass ol­
saydı, elbette hüküm, söyledikleri gibi olurdu. Ama
onu takib eden ayette Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm
gelip çatınca: 'Ben şimdi tevbe ettim diyen ve kafir olarak
ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir
azap hazırlamışadır." (4)
Hemen arkasından biz bu iki ayeti birleştirdiği­
miz vakit birinci ayette geçen "tevbe ediri'in manası,
ölümün gelip çatması anlamına gelir. Biz buna bazı

3-Nİm Sur»İ 17
4. Nisa sûresi, İS

68
hadisleri de eklersek, bu anlam bütün açıklığıyla pe­
kişmiş olur, omek olarak şu hadisi verebiliriz. Hz.
Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: "Kim, güneş batı­
dan doğmadan önce tevbe ederse Allah onun tövbesi­
ni kabul eder." Yani kıyamet alametleri zuhur etme­
den önce tevbe ederse anlamınadır.
Nitekim Rasulullah (sav)'den şu hadis nakledil­
miştir; "Allah azzc re CclU’ fiUneji batıdan dokuncaya ka­
dar, f’ündii: imlenen ftünahlan hağıylamak i<;in ş^eci'leyin
merhamet elim uzatır, f’eee imlenen f>ünahları bağışlamak
işin jiiindüzlcyin merhamet elini uzatır." Hz. peygamber
(sa v)'in şu sözü hem bu hadisten hem deşu yukanda-
ki hadisten daha net ve açıktır; "Şüphesiz Allah -azze
ve celle- kulun tövbesini can çekiştirmedikçe kabul
eder." Bu hadis i şerif. Nisa suresinin 18. ayeti kerimesi
ile tamamen uyum sağlıyor. Sonra gençler bir başka
delil ilave edip şöyle diyorlar; "Cenab-ı Hak Bakara
suresinin 81. ayetinde: "Hayır! Her kim bir kötülük eder
de onun kötüUiyii kendisini çepe çevre kuşatırsa, işte o kim­
seler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar." diye
buyurmaktadır. Buna göre, her günahkar tez elden
tevbe etmezse, onun yaptığı kötülük kendisini çepe­
çevre kuşatır ve cehennemde ebedi kalır. Cehennem­
de de ancak kafir kişi ebedi kalır. Kim de tez elden tev­
be etmezse, kafir olur."
Biz tekrar, aynı şekilde Kur'ani nassı kesik ve di­
ğerleriyle ilişkisi kopanimış bir şekilde ele alırsak, is­
tenilen bir netice elde edilmiş olabilir. Ama biz âyet-i
kerîmeyi kendi konumu içinde ele aldığımız vakit,
ayetin, îsrailoğullanndan Tevrat'ı tahrif edişlerinden
ve tahrif edip kendi elleriyle yazdıklarını Allaha isnat
edişlerinden bahsettiğini görüyoruz. Allah onları
yaptıkları çirkin işlerden dolayı azapla korkutunca ve
onlarda: "Bizler cehenneme gireceğiz; ama orada ebe-

69
di kalmayıp ancak birkaç gün kalacağız" demeleri
üzerine Cenab-ı Hak onların bu sözlerini reddetti ve
oniann büyük bir günah kazandıklarım, bu günahın
da onları çepeçevre kuşattığını, bundan ötürü de ate­
şe gireceklerini, iddia ettikleri gibi birkaç gün değil de
orada ebedi kalacaklannı açıkladı. Biz ayetin tümünü
okuyalım. Ayet şöyle; "0/ı/ardfl««mm(/er fokur ya/ar ol­
mayanlar^ vardır ki, bir takım kuruntular hariç Kitabi
fTcvrat'ı) bilmezler. Onların bildiklerinin hepsi sadece zan
ve tahminden ibarettir. Vay haline o kimselerin ki kitabi
(Tevrati) elleriyle yazarlar, sonra o yazdıkları şeyi az bir
para karşılığında satmak için "Bu Allah katııulandtr" der­
ler. Ellerinin yazdıklarından ötürü vay haline onların. Yine
kazandıklarından ötürü vay haline unların. (İsrailnğulları)
dediler ki, sayılı birkaç gün müstesna ateş bize dokunmaya­
caktır. De ki onlara: 'Yoksa Allah katından bir söz mü aldı­
nız? Şayet öyle ise Allah mutlaka sözünü tutacaktır. Yoksa
siz Allah katında bilir bilmez konuşup duruyor musunuz?
Hayır! Her kim bir kötülük eder de onun kötülüğü kendini
çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktir. Onlar
orada devamlı kalırlar." (5)
Yukarıdaki ayetlerde "el ile yazmak" tabiri hiçbir
karışıklığa meydan vermeden iki yerde geçti. Kuşku­
suz Allah'ın kitaplannı tahrif etme suçu, sahibini ebe­
di cehennemde kalmaya müstehak kılar. Hatta fakih-
lerimiz şu görüşe sahiptir: Kur'an'a bir harf ilave eden
veya ondan bir harf eksilten kişi tahrifçi bir kafirdir.
Bir hata işleyen müslümana gelince, onun yaptığı
yukarıdaki türden bir iş değildir. Ölüm gelmeden ön­
ce yapılan tevbe ona yeterlidir. Çünkü bu tür bir iş Al­
lah'ın hukukuna girer. Ama kulların haklarına giren
bir işe gelince, ona yalnızca tevbe kafi gelmez, sahi-

Bakara Suresi 78-81

70
binden affetmesini ve bağışlamasını dilemek gere­
kir.
Günah işlemeyi tahrif etmek ile kıyaslamak caiz
değildir. Gıybet bir masiyettir, söz taşıma birmasiyet-
tir, hased bir masiyettir, arkadan çekiştirmek veya bi­
rini alaya almak, çirkin lakablarla çağırmak da bir ma­
siyettir. Bunların benzerleri çoktur. Şimdi bu sayılan­
ları işleyen kişi kafir mi olur? Bu soruya olumlu cevap
verecek olursak, yeryüzünde müslüman kalmaz.
Hatta ne bu gençler, ne de diğerleri kalır, burada zikre
değer bir başka konu daha var. Oda: Birmü’mini kas-
den öldürenin durumu. Bir ayet-i kerimede Cenab-ı
Hak şöyle buyuruyor "Kim hir mü'mini kasden öldürür­
se cezası, itkimle ebedi kalacağı Cehennemdir. Allah ona na-
zah etmiş, ona lanet etmiş ve onun için büyük bir azah hazır­
lamıştır." (6)

Acaba küfrü gerektirenler arasında küfrüne hük­


mederek, bir müslümanın b ir mü'mini öldürmesi var
mı? Bunu kim söyleyebilir? Halbuki yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size
kısas yazıldı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın öldürülür,
ancak kim kardeşi tarafından affedilirse kısas düşer. Bun­
dan .sonra iyiye uymak, öldürülenin velisine (gereken diye­
ti) güzel hir şekilde ve tam olarak ödemek gelir..." (7) Bu
ayeti kerimede Cenab-ı Hak"katil"i kan sahibinin kar­
deşi olarak vasıflandırmıştır. Hiç kafirle mü'min ara­
sında kardeşlik olur mu?
Burada altmışlı yıllarda bazı müslüman gençlerle
karşılaştığım vakit, aramızda geçen müslüman halkın
tekfiri konusundaki konuşmayı anmak istiyorum.

6. Nisa Suresi 93
7. Bakara Suresi 178

71
Gençlerden bazısı; Burada halkı İslam ya da küfürle
nitelemekten vazgeçen kimseler var dedi. Ben de "bu
nasıl olur"dedim. Bize göre insan ya müslüman ya da
kafirdir. Kafîr de ya kitap sahibidir veya kitapsızdır,
buna göre, İslam ile nitelendirdiğimiz bu halkın sıfatı
nedir? Gençlerden biri şöyle dedi: Onlar diyorlar ki.
Biz halkı İslam veya küfür ile vasıflandırmaktan vaz­
geçiyoruz. Müslümanların yapması gereken şey "vaz­
geçmektir." Dinden dönenlerleyapılan savaşlarda, İs­
lam ordusu ilerleyip durdu. Ezan sesini duyunca on­
ların müslüman olduklarını ve onlarla savaşmanın ca­
iz olamıyacağını düşündü. Eğerordu ezansesini duy-
masaydıonlanndindendöndüğünehükmediponlar-
la savaşacaktı.
Ben dedim ki, burada üzerinde durulması gere­
ken birçok konu var. Birincisi, üçüncü bir sınıf insan
grubu çıkarmak. Bu grupnemüslüman nede kafir. Bu
sınıflandırmayı ilk defa kimlerin yaptığını biliyor mu­
sunuz? Gençlen Biz bilmiyoruz, dediler, ben de onla­
ra şöyle dedim: İmam Ali (ra)'ye karşı çıkan Hariciler
Büyük günah işleyen kişinin kafir olduğunu söyleyin­
ce, bu görüşe tepki Mürde'den geldi. Mürcie de: Bü­
yük günah işleyen kişinin mü'min ve müslim olduğu­
nu, Allaha ve fesulüne iman ettiği sürece büyük gü­
nah işlemenin İman'a zarar vermeyeceğini sö y l^ i.
Haricilerin "tekfir"de aşın gittikleri gibi Mürcie de "te-
sahül=kolaylaştınna''da aşın gittiler ve iman mevcut
olduğu sürece bir müslümanın ne yaparsa yapsın işle­
diği günahm kendisine zaran dokunmayacağım,
mutlaka bağışlanacağım, söylediler. Bu sırada Mute­
zile ortaya çıkb. onlar da "orta bir çözüm" icad ettiler.
Şöyle dölilen Büyük günah işleyen ne mü'nündir ne
de kafir. Ama o "iki menzil arasında bir menzil"dedir.
Bugün bazı gençlerin söylediği de budur. Onların bu

72
sözleri va Mutezile'den nakildir ya da kendi icadlan
olan görüşlü r ki, onlarınki ile tevafuk ediyor. İslam in­
sanları "mü'niin" ve "kafir" diye sınıflandırdıktan son­
ra artık bizim üçüncü bir sınıf icad etmemiz ne hakkı­
mızdır, ne de haddimize düşer. Burada aslında çok
önemli ve çok büyük bir mesele var. Bizim nazanmız-
da hükümler kafir ve mü'min ile ilgili olduğuna göre,
bu üçüncü sınıfa hangi hükümler tatbik edilecek? Me­
sela onların kestiklerini elealalım. helal mi, haram mı?
Onlarla anlaşma yapmak ve anlaşmaların kurallarına
uymak, onlarla evlenmek helal mi haram mı? Onlarla
diğerleri arasında miras hükümleri nasıl olur? Halka
müslüman yada kafir demekten vaz geçme meselesi­
nin İslamda daha bir benzeri yoktur. Dinden dönen­
lerle savaşa giderken meydana gelen olaya gelince, o
sadece bir tesbit ve tanımadır. Bize, şehir halkının
müslüman olduklarını, namaz kıldıklarını ve dinden
dönmediklerini söyleyen bir kişi gelirse, biz onun bu
haberini alıp kabul ederiz. Şayet kendilerinden bir he­
yet gelip, kendilerinin dinden döndük' rini ve küfrü
seçtiklerini söylerse, biz onlara kafir demekten de vaz­
geçmeyiz. Çünkü bu durumu tesbit ve açığa kavuş­
turmadır. Ama müslüman halkı sınıflandırma konu­
suna gelince, hüküm bulunmadığı için duraksamak
gerekir. Bu öyle bir konudur ki, daha bir benzeri yok­
tur. Kim benzer konular biliyorsa açıklasın... Biz de
öğrenelim.
Geçmiş dönemlerde İslam fakihleri, müslüman ve
kafir hakkında daru'l-îslam ve daru'l-Harp konusun­
da, daru'l-islam'm daru'l-Harp'e ne zaman dönüşece­
ğini veya aksini de araştırıp görüşlerini belirtmişler­
dir. ama biz mutlak olarak müslüman bir halkın "kim­
lik belirsizliği"ne uğradığını, yani müslüman mı kafir
mi olduğunu duymadık. Ben de onlara: Bazı problem­

73
ler, aklen ve mantıken bazen doğru olabilirdedim. Fa­
kat biz onlann şer'i delilini ve güvenilir bir senedini
araştırdığımız vakit, onu bulamıyoruz. O vakit neya-
panz? Aklımızla hüküm mü koyarız yoksa naslann
sınınndadurur muyuz? Bu kapı açılınca, gizli servisin
adamları o kapılan daha da genişleterek oradan içeri
girecek, dinin şeklini değiştirecek hükümler icad ede­
cekler. Allah ve Rasülünün çizdiği sınırda durmayı
bilmeliyiz. O sınırı aşmamalıyız. Özellikle de bu gibi
hassas konularda...

BÜYÜK KÜFÜR İLE KÜÇÜK KÜFRÜ


BİRBİRİNE KARIŞTIRMAK

"Küfür" sözü Kur'an'da ve Sünnet'te çokça kulla­


nılmakta, ulemanın dilinde dolaşmaktadır. Bu sözün,
İslam'dan çıkmak ve küfre düşmek manası ile bir tek
anlamı mı var, yoksa nimete karşı nankörlük ve ben­
zeri gibi diğer anlamlan da var mı?
Bu konuda Şeyhü'l-îslam ibn Teymiyye (1) şöyle
diyor. "....Zira tekfir iki türlüdür. Biri, nimete karşı kü­
für (nankörlük)tür. İkincisi, Allah'ı inkar anlamına
küfürdür. Şükrün zıddı olan küfür, Allah'ı inkar değil,
nimeti inkardır. Şükür kaybolunca, ardından nimeti
inkar gelir. Yoksa Allah'ı inkar değil..."
Gençler burada küfrün lafzına tutunmuş ve hata­
ya düşmüşlerdir. Onlar sanki nassın zahirine uyan
"zahiriyye Fukahası" gibidirler. Nitekim Davud ez-
Zahiri ve İbn Hazm öyle yapıyordu.
Kahire'de gençlerle konuşmam esnasında, onlara
dedim ki: Biz kitab ve Sünnetten bazı naslan sunaca­
ğız, karar vermek size düşer. Onlara Cenab-ı Hak'ın
Nemi suresindeki şu sözünü zikrettim; "Şükreden, an-
1. Ibn-iTcymiyccl Feetva 11/137

74
cak kendisi iqin şükretmiş olur. Küfr (nankörlük) ede­
ne gelince, o bilsin ki, Rabbim müstağnidir, çok kerem
sahibidir." (2)
Şükrün karşıtı, küfran-ı nimet ve inkardır. Şu ayet
te aynı anlamdadır: "...Şükreden ancak kendisi için
şükretmiş olur, küfreden (nankör)de bilsin ki, Allah
müstağnidir ve her türlü övgüye layıktır." (3)
Bunlardan daha da açığı Nahi suresindeki şu ayeti
kerimedir: "...Fakat Allah'ın nimetlerinenankörlüket-
tiler."
Sünnete gelince örnekler sayılamayacak kadar
çoktur. Onlardan bazı örnekler:
1- "Müslümamnmüslümana sövmesi fasıklık,onu
öldünnesi ise ’küfür'dür.
Cenab-ı Hak da şöyle buyuruyor: "...Eğermü'min-
lerden iki grub birbirini öldürürlerse..." Ayete dikkat
edilirse, birbirlerini öldürmekle birlikte iman sıfatı
her iki grub için de belirtilmiştir. Buna göre, hadiste
geçen "küfür" sözünün büyük küfür anlamına gelme­
diği ortadadır.
2- "Kim babasından başkasını "baba olarak" iddia
ederse, küfre girmiştir."
3- "Kim Allah'tan başkasının adına yemin ederse
küfre gitmiştir."
4- "Hz. Peygamber (sav) kadınlara hitaben şöyle
buyurur: "Tasadduk ediniz, istiğfan çoğaltınız. Çün­
kü ben çoğunuzu cehennemlik olarak gördüm." Bir
kadın bunun sebebini sorunca Hz. Peygamber ceva­
ben şöyle buyurdu: "Sizler çok lanet okur, "aşir"e küf­
redersiniz." Hadisteki "aşir" sözü koca anlamına gel­
mektedir. Hadisin bu bölümü, Müslim'in rivayetidir.
Diğer rivayette ise bu icmalin tefeiri ve hadisin tama-
2. Nemi Suresi 4 0
3. Lokman Suresi 12

75
mı vardır. Hadisin diğer kısmı da şöyledir; "Sen onlara
sürekli iyiliketsende,onlarsana: Senden asla bir hayır
görmedim, derler." Bundan daha açık bir ifade ola­
maz.
Buhari'de varid olan hadisde; "....Onlar küfreder­
ler" diye buyrulmaktadır, Hz. Peygamber (sav)e, "on­
lar Allah' mı inkar ederler?" diye sorulduğunda, "On­
lar kocalarına karşı nankörlük eder, iyiliği inkar eder­
ler." diye buyurdu.
5- Hz. peygamber (sav); "Müslüman ile küfür ara­
sındaki ayıncı çizgi namazı terketmektir." Buhari'nin
rivayetinde "şirk' sözü vardır.
6- Beş hadis kitabının rivayet ettiği bir hadiste şöy­
le buyurulur: "Bizimle onlar arasında bulunan ahid,
namazı terketmektir. Onu kim terkederse küfre girer."
Bu hangi terktir? Burada farziyeti kabullenmekle bir­
likte, inkar etmek ve tembellik göstermek suretiyle
terketmek sözkonusudur.
7- Hz. Peygamber (sav) buyurdu: "Beş vakit namazı,
Allah kullarınafarz kıldı. Kim bunları (kılmış olarak y,Aır-
se, ve onlardan haklarım küçümsemeyerek herhangi hirşey
kaybetmemiş ise, Yüce Allah'ın onu cennetine koyacağına
dair sözü vardır. Kim de bunları (kılmış olarak) gelmezse,
Allah'ın ona vermiş oldağu bir sözü yoktur. Dilerse onu
azaplandırır. dilerse de onu cennetine koyar..." Bu hadisi
şerifi Nesai, İbn Hibban ve İmam malik rivayet etmiş­
tir.
Namazı terkeden herkes kafir olduğuna göre cen­
nete nasıl girer? Onun ebedi olarak ateşte kalanlardan
olması düşünülür mü? Biz 5,6,7 nolu hadisleri birlikte
düşününce, namazı inkar edenin, kafir olacağını söy­
leme imkanına kavuşmuş oluruz. Ki, burada büyük
küfür sözkonusudur. Farziyetini kabullenmekle bir-
Ukte tembellik gösteren kişiye gelince o kendisini d in -.

76
den ve imandan çıkarmayan bir küfür-küçük küfür
içindedir. Bu konuyla ilgili olarak İbnTeymiyye şöyle
diyor: "kitap ve Sünnetin delaletiyle Ehl-i Sünnet ve'l-
Cemaat'ın görüşü şu şekilde kesinleşmiştir. Ehl-i Sün­
net, kıble ehlinden hiçbir kimseyi bir günah sebebiyle
tekfir etmez. Yine işlediği bir amel sebebiyle kişiyi İs­
lam'ın dışına atmazlar. Ne var ki, o amel içki içme, çal­
ma ve zina gibi yasaklanmış bir fiil olmalı ve imanın
terkini içermemeli... Allah'a, meleklerine, kitaplarına,
peygamberlerine ve öldükten sonra dirilme gibi Al­
lah'ın inanılmasını emrettiği şeyleri terk eden kişiyi
küfre sokar. Tevatür yoluyla sabit olan aapaçık farzla­
rınla rziyetine inanmamak ve yine tevatür yoluyla sa­
bit olan haramların helallığına inanmaksebebiylekişi
küfre girer. Eğer sen günahlar, emredileni terketmek
yasaklananı da yapmak şeklinde iki kısma ayrılır der­
sen cevabım şu olur:
Kul kendisine emredileni tekrettiği takdirde, ya
emredilenin farz olduğuna inanır veya inanmaz. Eğer
farziyetine inanır, yapmayı terkederse farzın tümünü
terketmemiş olur. Aksine bir kısmım yerine getirmiş
olur ki, o da inanmasıdır. Bir kısmımda terk etmiş olur
ki, o da amelidir. Haram kılınan şey de böyledir. Kişi
haramı işlediği vakit ya onun haramlığına inanır-veya
inanmaz. Eğer haramlığına inanarak işlerse, farzı yap­
mak ve haramı işlemek gibi ikisini bir araya getirmiş
olur. Ve böylece hem iyiliği hem de kötülüğü olur. Söz
ancak tevatür yoluyla sübut bulmuş şeylerin haramlı-
ğına ve farziyetine inanmayı terketmek suretiyle ma­
zur sayılmayacak konular hakkındadır. Bir özrü sebe­
biyle bilmediği veya tevil etmesi yüzünden terkettiği
ya da işlediği fiile gelince, bunu işleyen kişi kafir ol­
maz. Hükümlere inanmamanın küfür olduğuna ve
sadece haramı işlemenin küfür sa)nlmayacağına ge-

77
linçe, bu kendi mevzusunda karara bağlanmıştır. Al­
lah'ın Kitabındaki şu ayeti kerime buna delil teşkil et­
mektedir: "...Eğer onlar tevhe eder, namazlarını kılar ve
zekatı verirlerse sizin din kardeşlerinizdir..." (Tevbe sure­
si; 11)
Onlara iman etmek ittifakla istenmiştir; fiilin terki
konusunda tartışma vardır. Cenab,ı Hakk'ın şu sözü
de onun gibidir " . . . Yol bakımından gidebilenlerin o evi
haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır..." (Ali
İmran: 97) Haccın farziyetine inanmamak ve onu ter-
ketmek küfürdür. Bu ayette kastedilen mananın farzi­
yetine inanmak ve onu işlemek olması gerekir. Nite­
kim, seleften bazılar şöyle demiştir; Haccı iyilik ola­
rak görmeyen ve terkinin de günah olmayacağına ina­
nan kişinin durumu budur. Yalnızca terketmeye ge­
lince, bunda ihtilaf vardır. Ebu Bürde b. Neyyar Hadi­
si de bunlardan biridir. Hz. Peygamber (sav) onu ba­
basının karısı (üvey anası) ile evlenen kişiye gönderdi
ve boynunu vurmasını, malının beşte birini almasını
emretti. Malın beşte birini almak, o kişinin fasık değil
kafir olduğuna delalet etmektedir. Onun küfre düş­
mesi Allah ve Rasulü'nün haram kıldığını haram kıl­
maması sebebiyledir. Hz. Ömer, Hz. Ali ve diğer saha-
bilerin yaptığı da böyledir. Kudame b. Abdullah şa­
rap içtiği vakit -ki o Bedir savaşına ka tılmıştı- şarabın
nefsini ıslah etmiş mü'minlere mübah olduğu şeklin­
de tevil etmişti. Gerekçesi de şu ayeti kerime idi:
"İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla sakınıp
iman ettikleri ve iyi işler yaptıklan, sonra yine hakkıy-
le sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyle sakmıp
yaptıklannı, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları
tabirde (haram kılmmadan önce) tattıklarından do­
layı günah yoktur." (Maide, 93)
Sahabe-i kiram, ısrar ederse öldürüleceği, tevbe

78
ederse kiroaçianacağı hususunda ittifak ettiler. O da
tevbe etti. Bunun üzerine kırbaçlandı. Günahlara ge­
lince, Kur'an'da hırsızın elinin kesilmesi, zaninin so­
palanması cezası vardır. Kur’an, onların küfrüne hük-
metmemiştir. İki gruptan biri diğerine saldırmakla
birlikte birbirlerini öldürmeleri de aynı şekildedir. Fa­
kat iman ve kardeşlik her iki grup için de geçerlidir.
Cana kıydığından ötürü kendisinekısasgereken katili
de Kur'an "kardeş" olarak nitelendirmektedir. Bu ko­
nuda Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "...Ancak kim kardeşi
tarafından affedilirse..." (Bakara, 178)
Cenab-ı Hak katili (kardeş) olarak isimlendirdi.
Buhari ve Müslim'de Ebu Zer hadisi yer almaktadır.
Hz. Peygamber (sav) ona Cebrail'den naklen şöyle bu­
yurdu: "La ilahe illallah diyen cennete girer. Zina etse de,
çalsa da ve şarah içse de..." Hem de Ebu Zerr'in burnu
yerde sürtülse de..."
Sahih hadis kitaplarında, ehl-i kebaire şefaat hak-
kındaki Ebu Said ve diğerlerinin rivayet ettikleri ha­
disler yer almaktadır. Hadis şöyle: "Kimin kalbinde
zerre ağırlığınca iman varsa, kimin kalbinde zerre
ağırlığınca iman varsa, kimin kalbinde zerre ağırlığın­
ca iman varsa ateşten çıkarınız."
Yukarıdan beri zikrettiğimiz bu naslar imanla bir­
likte büyük günah işleyenin küfregirmeyeceğinedelil
teşkil ettiği gibi. Haricilerden bir grup bid'atçinin dü­
şüncelerinin aksine şefaat sayesinde cehennemden çı­
kacağına, delalet etmektedir. Mutezile şefaat konu­
sunda ihtilaf halindedir. Yine bu naslar, büyük günah
işleyenleri cehennemden çıkaran imanın emredilen
hasene (iyilik)olduğuna ve hiçbir günahın ona engel
olmayacağına delalet etmektedir."
Başka bir yerde İbn Teymiyye şöyle diyor: "Bun­
dan dolayı selef uleması, itikadi kitaplarında: Biz kıb-

79
le ehlinden hiçbir kimseyi günahı sebebiyle tekfir et­
meyiz. Yine hiçbir kişiyi amelinden dolayı İslam'dan
çıkarmayız, diyorlar." (4)
Gençlerin düştüğü hatalardan biri deiki küfrü bir­
birine karıştırmaktır. Aynı şekildeonlar,küçükgünah
olan hsk ile küfrü, zulüm ile küfrü birbirine kanştın-
yorlar. Onlar, bunların tümüne "şirk" manasını veya
benzerini vermekteler.
Fakat Kur'an ve Sünneti inceleyenler böyle olma­
dığını görürler. Gençlerin sözlerinden bir örnek: Zu­
lüm de küfür demektir. Çünkü Cenab,ı hak şöyle bu­
yurmaktadır: "....lağirler zalimlerin ta kendileridir." Hiç
kimse, kafirin küfrü sebebiyle kendi nefsine zulmetti­
ği hususunda kuşkuya kapılmaz. Fakat her zalim ka­
fir midir? kesinlikle hayır. Çünkü Kur'an'da Hz. Yu­
nus şöyle dua ediyor: "Senden başka ilah yoktur, seni tc.s-
bih ederim. Çünkü ben zalimlerden oldum."
Küfür ile hskı birbirine karıştırma konusuna ge­
lince gençler buna şu ayeti delil getiriyorlar: "Biz sana
apaçık ayetler indirmişiz. Onları sadece fasıklar inkar
ederler.'' Nitekim daha önce de geçmişti. Fusuk (fasık-
lık) kelimesi küçük günahlar ve küfür için de kullanıl­
mıştır. Bunun için her kafir aynı zamanda fasıktır. Fa­
kat her fasik kafir değildir. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Ke-
Tim'inde: "...birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın,
imandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir...” (5) Hiç
kötü lakaplarla çağırmak küfrü gerektiren şeylerden
olur mu? Bunu kim söyeleyebilir?
Fısk ve zulüm kelimeleri hatta bazen "küfür" keli­
mesi, Kur'an-ı Kerim'de kafir için de müslüman için
de kullanılıyor. Bundan dolayı tedbirli davranmak ve
acele etmemek gerekir. Daha önce de geçtiği gibi bura-
4. Ifan-iTcymiyccl Fctcva 7/671
5. Hucural Suresi 11

80
daki küfür sözü, sahibini dinden çıkamnyan küçük
küfürdür. Zira büyük küfür sahibini dinden çıkanr.
Her kafir hem zalim, hem de fasıktır. Fakat her zalim,
veya fasık kafir değildir.
"el-Kevaşif'ul-Celiyyean Meaniyi'l-Vasıtıyye" ad­
lı kitapta şöyle denilmektedir: "Fısk kelimesi, sözlük
anlamı bakımından istikametten çıkmak ve sapmak
anlamına gelir. Bu sebepten dolayı sapmış kişiye fasık
denildi. Şeriat bakımından fasık, büyükgünah işleyen
veya küçük günahta ısrar eden kişi anlamına gelir. Fa-
sıklık iki kısımdır. Biri itikadi, diğeri amelidir. Zina,
adam öldürmek ve livata gibi... İslam milletine bir lü­
tuf olarak uzun süre müslümanlar küfrü gerektirecek
masiyetleri işlemediler. Ehl-i sünnet ve'l-Cemaat "bü­
yük günah" işleyenin kafir olmadığını ve İslam dinin­
den çıkmadığı görüşü üzerinde ittifak etmişlerdir. İs­
lam'dan ve imandan çıkmayacağı, küfre girmeyecye-
ği üzerinde de ittifak sağlamışlardır." (6)
Şeyhülislam İbn teymiyye, müslümanlann fasık-
lanndan bahsederken şöyle diyor: "...ehl-i sünnet ve'l-
Cemaat, müslümanlann fasıklannın, imanın kökü­
nün ve bir kısmının kendileriyle beraber olduğuna,
imanın tümünün bulunmadığına inanırlar. Bu iman
sayesinde onlar cennete girmeyi ha kederler. Yine Ehl-
i Sünnet, fasık müslümanlann cehennemde ebedi 1^1-
mayacaklan, bilakis kalbinde buğday tanesi veya har­
dal tanesi kadar iman bulunan kişinin cehennemden
çıkacağı kanaatindedirler." (7)

6. Abdüla/.i^ Scim an K cv aşif 668


7. İbn- Tcym iyc c l Fceiva 3/375
MÜNAFIKLAR VE SIFATLARI

Belki gençlerin kanştırdığı konulardan biri de


münafıkların nitelikleridir.
Münafığın İslam'da özel bir konumu vardır. O,
görünüşe göre müslüman, fakat hakikatta kafirdir.
Ama İslam dini müslümanlara hükmü, görünüşe gö­
re uygulamalarını emretti. Bu sayede onlar zahiren
veya şeklen İslam dairesinin içinde kaldılar. Ama ha-
kilûıtte onlar Ahirette kafirlerle beraber olacaklar.
Hatta onlar cehennemin en aşağı tabakasında olacak­
lar.
Şeyhülislam îbn Teymiyyebu konuda şöyle diyor:
"...Hakikaten küfür iki türlüdür: Küfr-i zahir, küfr-i
nifak. Ahiret ahkamı sözkonusu olunca, münafığın
hükmü,.kafirin hükmü gibidir. Ama dünya ahkamına
gelince, münafığa müslümanlara uygulanan hüküm­
ler uygulanır." (8)
Bu konu çokça tekrarlandı. Ben onu kısaltarak ar-
zediyorum.
Misal göstererek (bu münafıktır, öldürülmesi ge­
rekir) şeklinde diyemeyiz. Buna hakkımız yoktur. Bir­
çok olayda Hz. Peygamber (sav) münafıklara -gerçek
yüzlerini bilmekle birlikte- yüzlerine münahkdenme-
sini yasakladı. Onlara zahire göre muamele yaptı.
Kendisineyasaklananıncayakadarcenaze namazları­
nı kıldı. Bundan dolayı gençler şaşkınlığa düştüler. Bu
iş kendilerine karışık geldi. Münafıklar hakkında va-
rid olan sıfatlan müslümanlar hakkında da kullandı­
lar. Böylece iş karmakarışık hale geldi. Cenab-ı Hak,
münahklar hakkında şöyle buyuruyor: "Onların sada­
kalarının kabul edilmesini engelleyen onların Allah ve Ra-
8. A.g.c. 3/375

82
sülünü inkar etmeleri, namaza ancak ürenerek gelmeleri ve
istemeyerek sadaka vermelerinden başka bir şey değil­
dir."(9)
Münafıklar hakkındaki bu ayeti müslümanlar
hakkında kullanmak caiz olmaz. Her ne kadar müna­
fık -şeklen- müslümanlardan olsa da... Biz bu yönde
yürüdüğümüz takdirde tüm çirkin sıfatlan müslü-
manlara atarız. Bundan Allah’a sığınınz.
Prof. Seyyid Kutup ile Mevdudi (Allah her ikisine de
rahmet etsin) nin bazı .sözleriyle bağlantı kurma.
îmam-ı Malik’e ait güzel bir söz var. İmam diyoki;
"Her insanın sözü kabul veya reddedilir. Ancak şu
kabrin sahibi (Hz. Peygamber'i işaret ediyor) hariç."
Kadri ne kadar yüce, ilmi ne kadar geniş takvada
ne kadar ileri olursa olsun her insan hatadan masum
değildir. Ancak Rabbinden haber getiren risalet sahibi
Peygamber müstesna... Onun dışındaki her kişinin
hata etmesi de, isabet etmesi de caizdir.
Her ictihad ve görüşün kıymeti, ancak meselenin
delili ile kıymet kazanır. Nicebüyükalimler, vardır ki,
küçük meselelerde hata etmişlerdir. Nice tanınmalmış
ve meçhul kalmış alimler de vardır ki, noksanını gi­
dermiş ve doğru yolu bulmuştur.
Seyyid Kutub, Mevdudi vebenzerleri bu kaidenin
dışında kalmazlar. Hiç bir kimse, bu iki kişinin ilim­
den en büyük ve en yüce nasibi almış oldukları husu­
sunda tartışma gücüne sahip olmasa da, İslam dünya­
sı bu iki kişiden daha âlim olan zatlardan hiç bir za­
man mahrum kalmamıştır. Fakat o ikisini ayrıcalıklı
yapan husus, her şeyi hatta kendi milletlerinden bü­
yük adamların kanlarını ve canlarını dahi ticaret aracı
yapan zalim yöneticilere karşı verdikleri soylu müca­
deledir.
S.Hucurat 54
Şehid Seyyid Kutup "Ebu Cehil"in karşısına diki­
lip, onunla mücadele ediyordu. Sonunda Moskova'yı
(1) razı etmek maksadıyla onu zulmen ve kahpece öl­
dürdü.
Hz. Peygamber (SAV) bu konuda şöyle buyuru­
yor: "Şehidlerin en faziletlilerinden birisi Abdul-Mut-
lalib'in oğlu Hz. Hamzadır. Diğeri ise zalim yönetici
karşısına dikilerek hak sözler söyleyen ve onu kötü­
lüklerden meneden, bunun üzerinede yönetici tara­
fından şehid edilen kimsedir".
Seyyid Kutup eğilseydi ve ikiyüzlülük yapsaydı,
elbette akranlarının istediği dünyahklann daha fazla­
sına sahip ojurdu. Mevdudi, bir çok defa, hak uğrun­
daki cihadından ve tavizsiziiğinden dolayı idama
mahkum oldu. Herdefasındamüslümanlann uyanık­
lığı olmasaydı onun sonu da Seyyid Kutubun sonu gi­
bi oluniu. Şehidlerle, sıddıklarla ve Peygamberlerle
birlikte ne güzel sonuç. Onlar ne güzel arkadaş...
Bu iki yiğidin cihadı, İslama ve İslam ümmetine
yaptığı hizmetleri inkar edilemiyecek kadar büyük­
tür, hatta bir çoklarının boyunlarının kopanlmasın-
dan daha önemlidir. Fakat bu onların söylediklerinin
tümünün doğru ve hatadan arınmış olduğu şeklinde
anlamayı gerektirir mi?
İmam'ı Ali {r.a)nin şöyle dediği nakledilmiştir"
İnsanları, hakkın ölçüsüyle tanıyın. Hakkı insanların
ölçüsü ile tanımaym.”Yani diyor ki insanlan hakkın
ölçüsüne göte değerlendiriniz, hakkı insanların ölçü­
sü iledeğil. Onlan hakka olan yakınlık ve uzaklıklan-
na göre yerleştiriniz. İşi tersine çevirmeyiniz. Aksi
halde hakkı insanlann ölçüsüne göre tanırsınız. Bu-
I-Arap Komünist Partilerinin, Seyyid Kutub'un fikriyatını özellikle "Yol­
daki işaretler" adlı kitabım inceleyip, Moskova'ya takdim ettiklerim ve bu­
nun tehlikeli olduğunu rapor ettiklerini duymuştum. Bunun üzerine de
Moskova Ebu CcmrcondankurtulmasmıemrettivcSeyyid Kutup ile ban
arkadaşları idam edildi.

84
nun sonucu olarak ta adam size öyle tanıtır, sizde,
adam mücahit veya alim ya da sadık,takva sahibi ol­
duğu iqin hakkı onunla beraber düşünürsünüz.
Seyyid Kutup ve Mevdudi'ye yöneltilen ilmi bir
eleştiri onlann ne değerlerini düşürür ve ne de cihad-
lannı azaltır. Bununla ilgili olarak Hz. Peygamber
Efendimiz şöyle buyurmuştur; "Bir ki^i ictihad eder, iç­
tihadında da isabet ederse ona iki sevap vardır. Şayet içti­
hadında hata ederse bir sevap vardır." Çünkü kişi bütün
gücünü sarfetmiş ve hakikat için çalışmıştır. Ama ba­
şaramamıştır, bundan dolayı da mazurdur.
Ne var ki bir müctehidin hatasını öğrenen müslü-
mana bu filanın içtihadıdır, o benden ve falan falan
alimlerden daha üstündür, şeklindeki bir delil sebe
biyle uyması, onu izlemesi gerekmez. Bir alimin üs­
tünlüğü, dürüstlüğü ve takvası delillerini güçlendir­
mez, içtihadındaki hatasını doğru gösteremez.
Ben bunları, adı geçen iki mücahidin genel olarak
müslümanlann, özel olarak ta gençlerin gönüllerinde
taht kurduklarını bildiğim için yazıyorum. Eskiden
şöyle denirdi: "Kapkaranlık gecede dolunay kaybo­
lur" Yine şöyle söylenir: "Cimri cimrilik etse" canı ile
cömertlik ederHalbuki can ile cömertlik yapmak cö­
mertliğin son noktasıdır."
Kutuplann gecesine benzeyen ümmetimizin upu­
zun gecesinde, müslümanlar, geceyi süsleyen doluna­
ya değil, doğan yıldıza üzülüp ahuvah ettiler.
İnsanlann hakkı konuşmakta ve yiğitlik göster­
mekte cimri davrandıktan, onurlannı ucuz fiata sat­
tıkları bir dönemde, İsrail'in yenilgi ve zillet dolu ka­
dehler sunduğu korkak yöneticiler tarafından şehid
edilmiş Seyyid Kutup ve arkadaşlan gibi, Mevdudi
gibi kişilerle İslam ümmetinin bağlantı kurmasına
şaşmamak gerekir. İslam ümmeti, kendi mustaz'afla-

85
nnın dışında korkak yöneticiler için ne bir şeref ve ne
de bir erkeklik bildi. Hatta arkalarını Amerika'ya veya
Rusya'ya dayayan bu hain, düşmanlanna işkence et­
tirmekten aciz kaldı. Tutukevlerinde onlara en güzel
muamelede bulundu. Bana bazı gençler anlattı: Biz,
tutukevinde bazı komünistlerle, İsrail'i! casuslarla ve
bazı Yahudilerle birlikte idik. Komünistlerin ve casus-
lann hatta Yahudilerin aileleri onları ziyaret ediyor­
lardı. Onlara güzel ve insani davranışlarda bulunu­
yorlardı. Onlar aileleri tarafından düzenli olarak ziya­
ret ediliyorlardı. Onlara sandüviç, çay ve şeker veri­
yorlardı. Halbuki Müslüman gençler her şeyden mah­
rum idiler. Bir defasında Yahudi kadın şarkıcı (Necva
Salim)yı kardeşlerini ziyaret ederken görmüştük. Ka­
dın onlara birkaç gün sonra serbest bırakılacaklarını
haber verdi. Bu aynen gerçekleşti. Bu yahudi kadın
şarkıcının Mısır ordusunun yükünü hafifletmek için
konser verdiği hala hafızalardadır. Düşünün bu hangi
savaş, hangi konser? Aksine kendisinden İsrail ile sa­
vaşması, onu, yenmesi istenen bu hangi ordudur ki,
"mücahide" şarkıası yahudi casusu çıkıyor.Salim Ali
el-Behensavi şöyle diyor: "1967 yenilgisinden sonra
tutuklanan yahudiler vecasuslar, İhvan'a yapılan mu­
ameleye oranla kendilerini cennetlik sayabilecekleri
bir muameleye tabi tutuldular. Hatta posta paketleri,
mektuplar ve ziyaretler "îhvan"a yasaklanmıştı. Hü­
kümet Yahudileri Ebu a'bel tutukevinde ve sonra da
Tarra tutukevinde onlarla birlikte korumaya mecbur
kalınca ve önce yahudilere bu imkanlan kullanmaya
izin verince, İhvan'a da izin vermeye mecbur kaldı.
Hükümet 197Ö yılında "Göç Bayramı" münasebetiyle
onlan salıverince "İhvari'a ziyaretleri yasakladı. Bu
yasak 15 Mayıs 1971 tarihine kadar devam etti. (2)
2. El Behensavi el Holdim ve KaziyyetO Tcklîr'ıtl Müslim

86
KomünisUerin durumu ve tuluklanmalan bilinen
bir şeydir. Kuruçefin ziyaretinden önce tümünün sa­
lıverilmesi gerçekleştirildi. O vakitler Kuruçef'in bu­
nu şart koştuğu haberi yayılmıştı. Bunun üzerine
"Ebu Cehil" hemen gereğini yaptı.
Abdusselam Arif,Seyyid Kutub vearkadaşlannın
durumu hakkında tavvassutta bulununca, kendisine
hiç kimsenin idam edilmiyeceği sadece bir miktar tu­
tuklu kalacakları, söylenmişti. Abdulselam vefat
edince, zanlıları mahkeme huzuruna çıkardılar. Mah­
keme başkanı kendilerine Abdusselam Arifin ölüm
haberini verdi. Sonra hapse atıldılar. Lisan-ı halleriyle
sanki hakimler şöyle diyorlardı: "Sizin için tavassutta
bulunan bu adam öldü. Hemen kendi başınızın çare­
sine bakın."
Bu ve bunun dışındaki sebeplerden dolayı genç­
ler, bu iki kişiyle ve kitaplarıyla bağlantı kurdular. Bu­
nun üerine bazı hükümetler bu iki zatın kitaplannı,
hatta özel kütüphanelerden bile, toplatma karan aldı­
lar. Buda yeni bir aklama ve güvenirliği pekiştirme ol­
du. Özellikle de, yirmi yıldan beri despotizm vebası­
nın kasıp kavurduğu Mısırda... Hala günümüze ka­
dar Mısır'da bu kitaplar gün ışığına çıkamamıştır.
Bundan ötürü Seyyid Kutup ve Mevdudinin gö­
rüşleri bu gençliğin azığı olmuştur. Ama doğruyu
söylemek gerekirse gençler, bu iki zatın söylemediği
şeyleri onlara söylettirmişler, bazan anlaşılmaz neti­
celere ulaşmışlardır. Halbuki bu iki şahsın (Allah her.
ikisine de rahmet etsin) kitaplan elde hnevcuttur. On­
lara başvurmak kolaydır.

Mevdudi'nin "Dört Terün"i

Mevdudi "İlah" "rab", "ibadet" ve "din" kelimeleri­

87
nin anlamlanın araştırdı, o, bu kelimelerin anlamları­
nın İslam geldiğinden bu yana, çok değiştiğini ve baş­
ka şeylerle kanştığını, hatta müslümanın inançlanna
ve anlayışına çok şey karıştığını; ibadetinde bilmeden
nerdeyse küfre yaklaşmakla beraber, akidesinin ve
ibadetinin doğru olduğuna inandığını, ileri sürmekte­
dir.
Biz, önce onun sözlerini tam olarak nakletmeye,
sonra da tarhşmaya çalışacağız. Mevdudi "Kur'an'da
Dört Terim" adlı kitabında şöyle diyor:
"...Kur'an'ı Kerimi incelemek ve mana derinliğine
inmek isteyen kişinin, bu dört kelimenin dosdoğru
manalannı anlaması, kapsamlı ve eksiksiz anlamları­
nı öğrenmesi gerekir. İnsan "ilah"ın ne olduğunu,
"rab" kelimesinin manasını, "ibadef'in ne anlama gel­
diğini ve "din" sözünün neye ad olarak verildiğini bil­
mediği takdirdi, şüphesiz Kur'an tümüyle onun naza-
nnda manası anlaşılmayan işe yaramaz bir söz yığını­
na dönecektir. O kişi tevhidin hakikatini anlayamaz
veya şirkin mahiyetini kavrayamaz, ya da ibadetini ve
dinini yalmzca Allah’a tahsis edemez. Yine bu terim­
lerin anlamı insanın kafasında kapalı ve anlaşılması
müşkil, kişinin de bunlann manalan hakkındaki bil­
gisi eksik ise şüphesiz Kur'an'ın getirdiği hidayet ve
irşadla ilgili her şey; o insana karışık gelir ve Kur'an a
inanan biri olmakla beraber akidesi ve amelleri eksik
kalır. Çünkü "La ilahe İllallah" sözünü dilinden dü­
şürmez ve bununla birlikte, Allah'tan başka bir çok
ilah edinir. O kişi Allah'tan başka "Rab" olmadığını
açıklamaya devam eder sonra da hakikatta Allahtan
başka rablara itaat eder. Çünkü o, tüm.ihlas ve sami­
miyetiyle yalnızca Allah'a kulluk ettiğini,sadece ona
boyun eğdiğini diliyle söyler; ama bununla birlikte
Allah'tan başka bir çok ilâha kulluk etmeye devam
eder. Yine O, bütün gücüyle, Allah'ın himayesi ve ko­
ruması altında olduğunu açıkça söyler. Eğer biri kal­
kıp, onun İslam'dan başka bir eline mensup olduğunu
söylese, ona hücum eder, savaş açar. Fakat bununla
birlikte o, çeşitli dinlerin kuyruğuna takılır, kalır. Kuş­
kusuz o, Allah'tan başkasına dua etmez, diliyle O'nu
"Rab" veya "İlah" diye isimlendirir, fakat bu iki keli­
meye vaaz edilen manalar bakımından çeşitli rablara
ve birçok ilaha sahib olur. Zavallı asla, Allah'a diğer
rabları ve ilahları ortak koştuğunun farkına vannaz.
Onu, Allah'tan başkasına ibadet ettiği ve inancına şirk
karıştırdığı konusunda uyardığın vakit, elbette sana
karşı çıkar ve yüzüne bir toka t şaklatır. Ne varki o, ger­
çekten, Allah'tan başkasına kulluk eder, "din ve iba­
det" kelimeleriyle kasdedilen mânâ bakımından, şüp­
hesiz Allah'ın dininin dışındaki bir dine girmiş olur.
Bununla beraber o, bilmiyorki, yaptığı ameller, aslın­
da, Allah'tan başkasına ibadettir. Ve yine o bilmiyor­
ki, içine düştüğü durum esasen Allah'ın iıakkında bir
hüküm... İndirmediği şeyin dinidir. (3)
Bu sözler tehlikelidir. Müslümanları tekfir etmeyi
ilham edebilir.
Mananın tamamlanması için bu yanlış anlayışın
sebebini açıklamak maksadıyla, Mevdudi'yi biraz da­
ha izliyelim. O, aynı eserinde devamla şöyle diyor;
"Cahiliyye dönemine ve onu izleyen islami döne­
me bakmak bize şunu gösteriyor Kur'an-ı Kerim
Araplar arasında nazil olup, Arapça konuşanlara su­
nulunca, onların her birisi "ilah" kelimesinin manasını
biliyor, "Rab" sözünün maksadını anlıyordu: Çünkü
"İlah" ve "Rab” kelimeleri, eskiden beri onların konuş-
malannda kullanıla gelen kelimelerdi. Onlar aynı za-
3.Mcvdudi d-M ustalahat'ül Erbaa: 5,7. Bu kitap "Kur'an'da Dört Te­
lim" olanık Türkçe'ye d c çevirilımştir. Mûterdm
inanda, bu iki kelimenin kapsadığı bütün anlamlan
da biliyorlardı. Dolayısıyla onların önünde: "Lâ İlahe
İllallah" Allah'tan başka ilah yoktur ve onun dışında
Rab yoktur, uluhiyetinde ve rububiyetinde onun orta­
ğı yoktur." denildiğinde neye davet edildiklerini bü­
tünüyle idrak ediyorlar ve hiç bir kanşıklık ve kapalı­
lık söz konusu olmaksızın bu sözleri söyleyen kimse­
nin Allah'tan başkasına ne gibi sıfatların yakıştırılma-
ması gerektiğini ve ne gibi sıfatlan yalnız ve yalnız
Yüce Allah'a tahsis ettiğini biliyorlardı. Böylece küfre
sapanlar apaçık bir delil ve bilgiye rağmen küfre sapı­
yor, ve küfrünün neyle ortadan kalkacağını, Allah'tan
başkasının uluhiyyet ve rububiyetini ne şekilde inkar
edeceğini bilerek küfre giriyorlardı. Aynı şekilde
iman eden de apaçık bir delil ve basiret üzere iman
ediyordu. O, bu inancın gereğince, neyin kabul edil­
mesi, neyin alınması ve neden soyutlanılması gerekti­
ğini biliyordu...
Ancak bu parlak dönemden sonra gelen çağlarda
bu kelimelerin Kur'an'ın nazil olduğu dönemdeki
yaygın ve doğru asli manalan değişmeye başladı.
Bu dört kelimenin her birisinin anlamı daha önce­
ki geniş çerçevesinden gittikçe bir şeyler kaybederek
daralmaya ve sonunda dar ve sınırlı anlamlar ifade et­
meye, kapalı ve kanşık mânâlara gelmeye başladı. Bu­
nun da iki sebebi vardı:
a- Sonraki dönemlerde halis Arapça kaynağının
kurumaya yüz tutması ve Selim Arap dil şevkinin
azalması,
b- İslam toplumunda doğup, yetişenlere "ilah",
"ibadet" "rab" ve "din" sözlerinin anlamlarından,
Kur'an'ın nazil olduğu dönemdeki cahili toplumda
yaygın olan anlamların tümden kalmamış olması...
Bunun sonucu şu oldu: İnsanlar için Kur'an da veti'nin

90
gerçek maksadını ve bu davetin özünü anlama imkanı
kalmadı..." (4)
Ben yukarıda geçenler kadanyla yetinmek zorun­
dayım. Halbuki okuyucu yazılanların önemini ka vra-
yıncaya kadar bundan daha fazlasını nakletmem ge­
rekiyordu.
Haşan el-Hudaybi (Allah rahmet eylesin) nin ko­
nu ile ilgili yorumunu özetleyerek vermek istiyo­
rum:
a-İnsanlar "ilah", "Rab", "İbadet" ve "Din" kelime­
lerinin gerçek manalarını anlamıyorlardı.
b-Bundan dolayı da, insanlar şehadet kelimesinin
gerçek manasını anlamadan ağızlarında tekrarlıyor­
lardı.
c-Resulullah dönemindeki bir müslüman "Şeha­
det kelim esini" çok iyi anlıyordu. Bundan ötürü de
onun hükmüne itimad ediyordu.
d-Biz, şehadeti söyleyip gerçek anlamını kavra­
mayan kişinin müslümanlığına güvenemeyiz. Şu an­
da içinde bulunduğumuz durum, şehadet getiren bir
çok insanın yaptığı amelin şirk olduğuna şahitlik edi­
yor.
e-Hayatın bütün işleri ve sistemin tümü, İslam dı­
şıdır. Bununla beraber, bu hayatın içinde yaşayanlar,
kendilerinin müslüman olduklarmı sanmakta ve şe-
hadet getirmekte ısrar ediyorlar.
f-Bundan ötürü, bir şahsın müslümanİığma hük­
metmek için önce şehadet getirmenin hakikatini anla­
masını sağlamak gerekir.
Bazılan bunlara başka bir şart daha ekleyerek şöy­
le diyorlar: Kelime-i Şehadeti söyleyen kişinin ameli­
nin, söylediğinin doğruluğuna şahitlik etmesi gerekir

4. A .g«. sJ>. 8
ki onu müslüman olarak değerlendirebilelim. Bu ko­
nuda delil olarak, Resulullah'a nisbet edilen şu sözü
ileri sürmektedirler: "İman temenni ile değildir, fakat
iman kalbe yerleşen ve amel ile tasdik edilen şeydir."
(5)
Bu özetlemeden sonra Hudaybi, metinlerin tartış­
masına geçiyor. Özet olarak şöyle diyor:
a- Hakikaten Kur'an'ı Kerim, "İlah", "Rab", "İba­
det" ve "Din" kelimelerinin anlamlarını belirliyerek sı­
nırlanın ince ve açık bir şekilde çizmiştir. Cahiliyye
döneminde olduğu gibi bırakmamıştır. (Sonra Hü-
daybi bu konudaki ayetlerin tümünü veriyor)
b-Üstad, cahiliyye dönemindeki insanlann, tümü
okur yazar olmadığı ve çeşitli lehçeleri konuşan dağı
nık kabileler olduğu halde, Kur'an'ı okuyan veya din­
leyen müslümanlardan anlayış bakımından daha ge­
niş ve daha sağlıklı olduklarını uzak buluyor.
c-Merhum Mevdudi, Nevid ve Hicaz bölgelerin­
deki her ferdin, şehadetin ne anlama geldiğini ve bu
dört kelimenin manalannın neler olduğunu çok iyi
bildiklerini savunduğuna göre, bu iddiası delile muh­
taçtır.
d- Bu kelimelerin manalannın araplar arasında
yaygın olduğu iddiası, onlann durumlarını bilmeyi
gerektirir. İddia bu yönüyle onlardan hiç birinin yan­
lış anlamadığı görüşünü pekiştirebilir.
e-Necid, Hicaz ve bunlara komşu bölgelerde yaşı-
yan halkın tümü halis Arap değildi. Bilakis Arap ol­
mayan diğer milletlerden olan insanlar da onlarla bir­
likte yaşıyorlardı. Buna göre o yabancılar bu kelimele­
rin tam manasını nasıl anlıyorlardı?
f-Hz. Peygamber (SAV)in daveti tüm insanlığay-
'3. niESn (.1nuauyIn 'Ouâl vc lâ K u zars. ıs. Bu kitap "İslam
Dünya­
sında İnanç Soranları" adıyla M.Bcşir Eryarsoy tarafından Türkçe'ye
çevirilmiştir. Müterdm.

92
dı. Arap olsun, olmasın şahadet getiren her kişi müs-
lüman olmuştu. (6)
Yukanda maddeler halinde saydığımız hususlara
delil olarak şunları söyleyebiliriz:
1- Müşriklerin etrahnda döndükleri ve dallanna
silahlarını astıklan bir sedir ağacı vardı. Bu sedir ağa­
cının adı "Zat'ü-Envat"tır. Resulullahla birlikte giden
bu müslümanlar, o ağacı görünce, kendilerinin de
böyle bir ”Za t-u Enva t" sahibi olmalarını istediler. On­
ların bu istekleri karşısında Hz. Peygamber (SAV),
"Allahuekber" diyerek tekbir getirdi ve şöyle buyur­
du: "IsraUof’ulUmnın dedikleri gibi söylüyorsunuz. Onlar
da: Onların tanrıları olduğu gibi sen de bize böyle bir tanrı
yap" demişlerdi." Bu olay bize, kavmin müslümanlıgı
kabul etmeleriyle birlikte hangi bilgi düzeyinde ol-
duklannı gösteriyor.
2- Rasulullah döneminde birçok milletler İslami­
yet! kabul ettiler. Halbuki ne Resulullah'tan ve nede
Halifelerinden, onlann anlayışlarını imtihan etme ve­
ya onlan deneme şeklinde bir olay nakledilmedi. Kim
bunu şart koşarsa, şeriat koymuş ve ona ilavede bu­
lunmuş olur.
3- Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Ben, in­
sanlarla Allah'tan başka ilah olmadığına ve benimde Al­
lah'ın elçisi olduğuma şehadet edinceye kadar savaşmakla
emrolundum..." Hadiste geçen "insanlar"sözü hem
Arab'ı hem de Arap olmayanları kapsıyor. İnsan ne
vakit şehadet getirirse, kanım ve canını korumuş
olur.
4- Mikdat bin el-Esved olayı, ve Resulullah'la ara
larında geçen konuşma, bu konuyu bütün aydınlığıy­
la izah ediyor. Mikdat anlatıyor: Dedim ki. Ey Allah'ın
elçisi, ben bir kafir ile karşılaşsam ve onunla savaş-
6.1 lasan cl Mudaybi "Puat vela Kuzat" sl9

93
sam, o da kıhayla vurup elimi kesse, sonra da bir ağa­
ca sığınarak "ben Allah'a teslim oldum" derse, bu sözü
söyledikten sonra onu öldürebilir miyim? Resulullah
bana: "Hayır, onu öldüremezsin" dedi. Bu sefer Mikdat:
Ey Allah'ın Resulü, o benim bir elimi kestikten sonra
bu sözü söylediğine göre, onu öldüremez miyim?" di­
ye tekrar sordu. Resulullah ona: "Hayır, onu öldüremez­
sin. Şayet onu öldürecek olursan; O, seni öldürmenden ön-
çeki yerinegeçer, sen de o sözünü söylemeden önceki duru­
munageçersin." dedi. Bu hadisi Buhari ve Müslim riva­
yet etmiştir. (7)
Adamın canını kurtarmak için müslümanhğı ka­
bul ettiği şüphesi çok açıktır. Bununla beraber, Resu­
lullah (SAV) Mikdat'ın adamı öldürmesine izin ver­
medi. Peki müslümanlığına şüphe tozu konmayan in­
sanlara, bu nasıl yapılır?
5-Üsame ve arkadaşı Ensarî, kafirlerden biri ile
karşılaştıkları vakit meydana gelen olay da bunun ay­
nısıdır. Üsame anlatıyor: Resulullah (SAV) bizi Cü-
heyneliler'in üzerine gönderdi. Sabah vakti baskın ya­
parak, onları bozguna uğrattık. Ben ve Ensar'dan bir
kişi, onlardan birisinin peşine takılıp, yetiştik. Biz
onun üzerine atılınca, adam: "La ilahe illallah" dedi.
Ensar'dan olan arkadaşım ona ilişmedi. Ancak ben
ona mızrağımı sapladım ve öldürdüm. Geri döndü­
ğümüzde Hz. Peygamber (SAV) bunu duyunca, bana
"Ya Üsame, o,(lâ ilâhe ilallah" dedikten sonra, onu nasıl
öldürdün?" diye sordu. Ben de: "Ey Allah'ın Resulü, o
kendisini kurtarmak için bunu söyledi" deyince, Re­
sulullah bana tekrar: "O, "Lâ ilahe illallah" dedikten son­
ra mı öldürdün?" dedi ve bunu o kadar tekrarladı ki,
kendi kendime: "Keşke o günden önce müslüman ol-

7. Sabih‘î Buhari 3/9

94
masaydım," diye temennide bulundum. Bu hadisi Bu-
hari ve Müslim rivayet etmiştir. (8) Çünkü süvariler
onu kovalıyordu, göğsüne mızrak saplanıncaya ka­
darda müslüman olmamıştı ve ne kadar dayanacağı­
nı da bilmiyordu.
6-Rivayet edilir ki, Hz. Peygamber, (SAV) amcası
Ebu Talibi ölüm döşeğinde iken ziyaret etti. Peygam-
ber'imiz ona şehadet getirmesi konusunda ısrar edi­
yordu ki, Allah katında onun lehinde şahitlik etsin.
Eğer amel imanın şartı olsaydı, Resulullah'ın ölüm
döşeğinde olan amcasından şehadet getirmesini iste­
mesinin bir değeri olur muydu?
Yu kanda yeterince bilgi sunduğumu zannediyo­
rum. Geriye basit bir şey eklemem kalıyor. Mevdudi-
Allah rahmet eylesin- kendisi şöyle diyor:"...kişi
Kur'an'a inanmalda beraber akidesi ve amelleri eksik
kalıyor..." Bi eksikliği kabul edelim ve soralım;" Eksik­
lik kafirlikle suçlamayı gerektirir mi? Aynı anda kişi­
nin hem mü'min, hem de kafir olduğuna hükmetme
imkanı var mı?

Seyyid Kutup'la Mevdudi İlişkisi

Merhum Seyyid Kutup, Mevdudi'nin birçok gö­


rüşünü "Fi-zılal-ıl Kur'an"adh kıymetli tefsirinde ikti­
bas yoluyla nakletmiş ve onlara yorumlar getirmiştir
(9) Gençlerse, bu iki zatın sözlerinin soyut mantıki ve­
riler olması hasebiyle kendi kafalanndan diğer konu-
8. Sahîh-i Buhari 3/9
S.Altmışlı yıllarda Bagdatta bir "papaz" göründü. Bu papaz kendisinin
dergilerden sorumlu tutulduğunu ve onları incelemekle mc»gııl olduğu­
nu söyledi. Bir konuşma sırasında, Kufan-ı otuz kereden fazla okuduğu­
nu söyledL Aynı şekilde tefsirleri de okumuş. Her müfessirin yöntemin­
den bahsed»ordu. Biz d e ona: "Seyyid Kutub'un tefsirini okudun mu? di­
ye sorduk. Adam: Biz bu tefeiri okumayız. Çünkü o siyasi tcfsiıdir.'dedi.
SBu da gösteriyor ki, okumasuiı yasaklıyan kilisenin kendisi. Bazı korkak
yönclicner do böyle yaph.

95
lan isbaC etmek için kullandılar.
Gençlere,ümmeti tümüyle dininden çıkarıp küfür
girdabına atan bu önemli konuyu sorduğumuzda,
müslümanların küfre girdiklerini söylediler. Niçin so­
rusuna ise şu cevabı verdiler: Müslümanlar şehadet
kelimesini dilleriyle söyleyip, anlamını bilmiyorlar ve
içeriğiyle amel etmiyorlar.
Gençlerden biri: Şeker kutusu tuz ile doldunılsa
ve üzerine şeker yazılsa, bu işlem onun tuz olma ger­
çeğini değiştirir mi?. Bir adama ilaç yazılsa; fakat
adam almasa hatta yalan olduğunu iddia etse bu ger­
çeği değiştirebilir mi?
Ey ateşli gençler bize daha fazla bilgi veriniz, dedi­
ğimizde, onlar dediler ki. Peygamber zamanındaki
bir müslüman, cahili toplumdan islami topluma ge­
çen bir adamdı. Ama şehadet kelimesini diliyle söyle­
yip, hicret etmeden yerinde kalan kişi müslüman de­
ğildir.
Yukarıda söylenenlere göre topluluklar bu haliyle
İslama göre hareket etmiyor. O toplumun amelleri, tu­
tumları, iktisadi, metodJan ve siyaseti tümüyle İslam
dışı olunca; o toplum da cahili toplum demektir. O
toplumun tüm fertleri; bizce delil ve burhan ileaksi sa­
bit olmadıkça küfre girmişlerdir.
Kahire'nin "Medinetülmühendisin" semtinde
sohbet ettiğim gençlere dediğimi burada zikrediyo­
rum. Gençlere dedim ki: Sizler Hz. Muhammed
(SAV)in getirdiği Allah’ın şeriatına mı uyuyorsunuz,
yoksa Yunanlı kafir Aristo'nun mantığına mı? Bu sö­
zün üzerine gençler, tedirgin oldular ve: Allah'a sığı­
nırız, bu ne biçim söz? dediler.
O vakit ben de: Öyleyse bana cevap veriniz... Yanı­
mıza bir Yahudi, bir hıristiyan veya bir müşrik genç
girse, ve: Aklım İslam'a ve onun getirdiklerine yattı.

96
ben müslünıan olmak istiyorum, ne yapayım" dese,
ne cevap veririz?
Gençlerden bazısı, ona şehadet kelimesini söyle­
mesini telkin ederiz, dedi. Ben de: Bunu söylese ve şe­
hadet getirse, o sırada gence bir kalb nöbeti gelse ve
oturduğu yerde ölse, hükmü nedir? diye sordum.
Dediler ki: O müslümandır. Ben de onlara; Fakat
siz tuzu keşfetmemiştiniz, onun tuz mu yoksa şeker
mi olduğunu öğrenmemiştiniz? dedim. Bu sefer genç­
ler: Şehadet getirmekle İslam'a girdi." dediler. Ben de:
Bu iyi. Fakat siz onu denemediniz. Bakalım ki o şeha-
detin manasını anlıyor mu, anlamıyor mu? O, İslam'a
ait hiç bir hükmü yerine getirmedi... dedim..
Gençler; Biz ona mühlet verir, toplumun fertleri
gibi olacak mı, onların hükmünü alacak mı? diye ba­
karız. Veya ayrıcalık gösterir ve gerçekten müslüman
olur, dediler. Ben, bu kadarı bana yeter dedim. Zira o
genç müslüman olmuş ve şehadet getirmekle müslü-
manlığını ilan etmiş oldu. Bundan başkası olamaz.
Resulullah (SAV) döneminden günümüze kadar
müslümanlann bildikleri de bu zaten. Bundan fazlası
kabul değil. Şehadet getiren bu adamdan küfrünü ifa­
de eden bir şey zuhur ederse, biz bu noktada, onun
küfrüne ve dinden dönmesine hükmederiz, dedim.
Nihayet üzerinde şeker yazan kutuyu gören kişi,
kutunun içinde tuz olduğu kanaati kesinleşinceye ka­
dar, onun şeker olduğuna inanacak. Aynı şekilde şa-
hedet getirip, müslüman olduğunu ilan eden kişi, is-
lamdan aynidığı kesinleşinceye kadar müslümandır,
aksi değil. Yani İslam sabit olduğu sürece küfür asıl
olamaz. Çünkü asıl bulunduğu hal üzere kalır. Müs­
lüman, dinden döndüğü sabit oluncaya kadar müslü-
manlık üzerine kalır. Fukaha bundan daha da ötede
bir görüşe sahip. Onlar diyorlar ki; Halk bir müslüma-

97
nın küfrünü gerektiren bir durumuna şahit olsa, fakat
adam bunu inkar etse, adamın sözü geçerlidir, onlann
sözü değil. Pukahadan bazısı, "Kur'an'm eksik oldu­
ğunu" söylemekle itham edilen kişi gibi O'da hakkın­
da yapılan ithamlarla bir ilişkisi bulunmadığını söyle­
mesini şart koşarlar. Yani bu ithamı yalanlaması gere­
kir, derler. Bu konuda bu kadarı yeter...
Biz tekrar iman konusuna ve imanın ne ile gerçek­
leşeceğine dönelim. Meşhur Cibril hadisini elealalım.
Cibril (a.s.) Hz. Peygamber (SAV)e geldiği vakit ona
bazı sorular sormaya başladı. Sorduğu sorulardan bi­
ri de; iman nedir? şeklindeydi. Hz. Peygamber (SAV)
şöyle cevap verdi: "Allah'a, meleklerine, kiıoplanna,pey-
gamherlerine ve ahiret gününe iman etmendir."Müslim'in
rivayetinde:'A//«/ı'a, meleklerine, kitabına, O'na kavuşa­
cağına, peygamberlerine ve öldükten sonra dirilmeye iman
etmendir." şeklinderivayet edilmiştir.
Cebrail devamlı "doğru söyledin" diyordu. İman
bundan daha fazlasına muhtaç olsaydı, elbetteki Hz,
Peygamber (SAV) onu açıklardı. Açıklamamış olsay-
dı-ki bu imkansızdır- Cebrail mutlaka onun bu hatası­
nı düzeltirdi. Siyret'te rivayet edilenlerden biri de şöy­
le: Resulullah yahudilere ait bir koyun sürüsünün ço­
banına rastladı. Bu sırada çobanda müslüman oldu,
ve sürüyü ne yapacağı konusunda şaşırıp kaldı. Resu­
lullah (SAV)da O'na sürünün yönünü sahiplerine
doğru çevirmesini ve o tarafa sevketmesini, bundan
sonra da koyımlann.tek başlarına gideceklerimi em­
retti. Sonra İslam ordusu gelip yetişti. Bu sırada çoba­
na bir ok isabet etti ve adam bir rekat olsun namaz kıl­
madan şehid oldu. Bu olay da, bir insanın yalnızca şe-
hadet getirmekle müslüman olduğuna delalet etmek­
tedir. Ebu Hanife'nin "Müsned"inde şöyle bir rivayet
yer almaktadır îbn-i Ebi Revaha'nın koyunlanm gü-

98
den bir cariyesi vardı. Kurt sürüden bir koyun apardı.
İbn-i Ebi Revâha'da cariyeye bir tokat attı. Resulüllah
(SAV) bunu öğrenince İbn-i Ebi Revâha'yı azarladı ve
şöyle buyurdu: O, esmer, cahil bir kadındır. Hz. Pey­
gamber cariyeye bir adam gönderdi. Cariye huzura
gelince. ResululIah ona Allah nerede diye sordu Cari­
ye O göktedir, şeklinde cevap verdi. Hz. Peygamber
Efendimiz ben kimim diye sorduA llah'ın elçisisin"
diye cevap verdi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem efen­
dimiz: O car/ve dedi ve İbn-i Ebi Revâha'ya,
onu azad etmesini emretti. O da azad etti. (10)

İL İM -İM A N İL İŞK İSİ

Bazı gençler-yukanda da geçtiği gibi- müslüman-


lann şehadet kelimesinin manasını bilmeden söyle­
diklerini, halbuki ResululIah (SAV) döneminde şeha-
detin ne ifade ettiğini çok iyi bildiklerini ileri sürmek­
tedirler. Müslümanlığı kabul eden bir kişinin her şeyi
tam olarak bilmesi gerekmez. (Bu görüşü Mevdudi
çokça zikreder. Seyyid Kutup da ondan naklediyor)
Fakat onlar ilk müslümanlann anladığı gibi şehadeti
bilmeyen kişinin kafir olacağını söylemediler. Ama
gençler devamlı bu görüşü dillerine dolayıp enine bo­
yuna uzatıyorlar, sonra da bu görüşü küfürle sonuç­
landırıyorlar. Onlara göre tüm yollar Roma'ya çıkar.
Daha önce İbn-i Maz'un'un ayeti yanlış anlayıp iç­
ki içtiğini, zikretmiştim. Halife Ömer (r.a) konuyu fa-
kih sahabilerle tarhşmış, adamı iki durumdan birini
seçmekte serbest bırakmıştı: Ya ayetin manasım bil­
mediği konusunda ısrar edecek ve bundan ötürü içki
içtiğini söyleyecek; buna binaen de hakkında "dinden
10. Ebû 1lanifc Müsncd I ladis No: 3
dönme" hükmü verilecek. Ya da ayeti yanlış anladığı­
nı ve haram bir şeyi içtiğini itiraf edecek ve üzerine
had cezası gerekecek... Olay da sonuncu şekilde cere­
yan etmişti.
Sahabe-i Kiram'ın bilgi düzeyini ortaya koyan bir
çokbenzerolaylarmevcut. İbn-iAbbas(r.anhüma) ri­
vayet etmiştir: Bir adam, Resulullah (SAV)'a, içinde
şarap bulunan bir tulum hediye etti. Hz. Peygamber
(SAV) adama: Sen Allah'ın onu haram kıldığını bilmi­
yor musun? dedi. Bunun üzerine adam: Hayır, dedi.
Bu sırada Sahabe-i Kiram’dan bir başkası, adama fısıl­
tıyla bir şeyler söyledi. Bunu gören Hz.Peygamber:
Neler fısıldaşıyorsunuz? diye sorunca, sahabi:0'na
şarab tulumunu satmasını emrettim diye cevap verdi
Hz. Peygamberde içilmesini haram kılan, satışını da
haram kıldı." buyurdu. İşte iki sahabi, işte de bilgileri­
nin miktan...
Rivayet edilir ki: Mısır'ın Kuzeyinde Nübya kabi­
lesinden bir kadın müslüman olmuştu. Kadın namaz
kılıyor, oruç tutuyordu. Aynı zamanda duldu. Fakat
kadın hamile kalmıştı. Hz. Ömer b.el-Hattab (r.a) ona
haber gönderip, hamile olup, olmadığını sordu. Ka­
dın; Evet, iki dirhem karşılığında falanca kişiden, diye
cevap verdi. Bunun üzerine Halife Hz. Ömer (r.a),
Hz.Ösman, Hz.Ali ve Hz.Abdurrahman bin Avf (Al­
lah hepsinden razı olsun) ile istişare etti. Hz. Ali ile
Hz.Abdurrahman, kadına had uygulanması gerekti­
ğini söylediler. Hz.Ösman ise :"Bu kadın ne yaptığını
Ûlmiyormuş gibi yaptığını yüksek sesle söylüyor. Ne
yaptığını bilmeyen kişiye had yoktur." Bu sefer Hz.
Ömer, Hz.Osman'a: "Doğru söyledin" Nefsimi elinde
tutana yemin ederim ki, had ancak bilen kimselerin
üzerinedir." dedikten sonra kadına, dininden bilin­
mesi gereken helal ve haramı sorup, öğrenmeyi ter-

100
kettiği için te'dip cezası uygulanmasını emretti.
Ebi Vâkıd el-Leysi'nin rivayet ettiği olay anlatılan-
lann en açık olanıdır. Ebu Vâkıd şöyle dedi: Resulul-
lah (SAV) ile birlikte Hayber'e doğru çıktık. O sırada
bizler İslam'a yeni girmiş bulunuyorduk. Müşriklerin
çevresinde rûkü'a eğildikleri ve silahlarını astıklan
"Zat-u Ehvat" diye adlandırılan bir sedir ağacı vardı.
Bize de: Ey Allah'ın Resulü, bize de onlargibi silah asa­
cak bir şey y ap... dedik. Bu sefer Hz. Peygamber (SAV)
şöyle b u y u r d u Ekher! İsrailoğullartnm dedikle­
ri f;ihi söylüyorsunuz. Onlarda: Onların tanrıları olduğu
gibi, .sen de bize böyle bir tanrı yap, demişlerdi. Yeminle
.söylüyorum ki, sîzlerde sizden öncekilerin gittikleri yolu ka­
rış karış. Oiiım adım izleyeceksiniz. Oyleki onlar bir kerten­
kele deliğine dahi girecek olsalar, onların peşine takılacak­
sınız. n 1) İbadete ait bir olayda bu insanlann bilgi mik­
tarı bu kadar. Halbuki Resulullah'ın tutumu belli. On-
lan doğru yola iletmişti. Daha önce İsrailoğullannın
yaptığını onlara hatırlatmıştı. Ama hiç birinin küfrü­
ne hükmetmemişti.
Onlann imanları ilim üzerinde durmadığı gibi ce­
haletleri de onları küfre götürmedi.
Müslümanlar İslam Şeriatının Emirleri ile amel
Etmedikleri için Kafir Olurlar mı?
Bu gençlerin en yaygın iddialanndan biri de şöy-
le:”Müslümanlar şehadet kelimesinin manasını bilmi­
yorlar, onun gereği ile amel etmiyorlar ve toplumlan
da İslam'a bağlı değil, bunun için de o toplum kafirdir.
Bu toplum tıpkı üzerinde "şeker" yazılmış, fakat içi tuz
dolu şeker kutusu gibi. Üzerindeki yazı gerçeği değiş­
tirmez. (Bu konu yukarıda da geçmişti) Çünkü şeker
kutusu-tutunacak sapasağlam kulptur. Gelin, biz bu
kutunun içindekini araştıralım.
11. Kurtup: 7/273, Ibn-i Kesir 2/143

101
Daha önce de söylediğimi, burada tekrarlamakta
tnr sakınca yok. Şöyle; Kutuyu gören kişi, aksi sübut
buluncaya kadar içindekinin şeker olduğuna hükme­
decek. Bu bir. Diğeri ise bana şunu iddia etme imkanı­
nı veriyor: Resulullah'tan, şehadet getiren kişinin bu
şehadetini pekiştirecek veya yalanlayacak bir amel bir
bilgi zuhur etmesini bekliyerek şehadetle yetinmedi­
ğini belirleyen bir rivayet nakledilmemiştir. Bilakis
hadisler vesahabe kavilleri İslam vasfının yalnızca şe­
hadet kelimesini söylemekte gerçekleşeceğini ortaya
koymaktadır. Daha önce geçen mikdat ve üsame ha­
disleri bu konuda en büyük şahittirler. Bununla bera­
ber bu konuda daha fazla hadis getireceğim. Umulur
ki "şeker" kutusu kmlır da gençler huzura kavuşur.
Buhari'nin Sahih'ine aldığı bir hadiste şöyle buyu-
lulmaktadır.: "Lâ ilahe illallah diyen ve kalbinde bir arpa
ağırlığınca hayır (iman) bulunan kimiler ateşten çıkar. Da­
ha sonra, Lâ ilahe illallah deyip, kalbinde bir buğday tanesi
ağırlığınca hayır taşıyan ateşten çıkar. Daha sonra, La ila­
he Ulah deyip kalbinde bir buğday tane.si ağırlığınca hayır
taşıyanateştençıkca "(12)Tavus'unşöyledediğirivayet
edilmiştir:"lbn Ömer'e bir adam gelip soru sordu.
Şöyle dedi: Ey Abdurrahman'ın babası! Kilitlerimizi
kınp, evlerimize giren ve bize ait eşyaları alanlar hak-
kındaki görüşün nedir? Onlar kafir olurlar mı? İbn
Ömer; Hayır, dedi. Adam tekrar: Başımıza buyruk ke­
silip kanlannızı dökenler hakkında ne dersin? Kafir
olurlar mı? diye sordu. Bu sefer İbn Ömer: Bir şeyi Al­
lah'a ortak koşuncaya kadar hayır, diye cevap verdi.
Tavus, diyor ki; Ben İbn-i Ömer (r.a)in parmağına ba­
kıyordum. O, parmağını hareket ettirerek: Hz. Mu-
hammed'in sünneti budur diyordu. (13)
12.Sahih-iBuharn/l3
13. Ebu I lanifc Mûsncd Madis xb: S Bu haberi bir cemaat Kasulullah'a
ref ederek rivayet etmiştir.

102
Müslim'in Sahih'inde, Ubade bin Samit'ten riva­
yet edilen bir hadis var. Ubade bin Samit şöyle anlatı­
yor: Hz. Peygamber (SAV) kadınlardan biat aldığı gi­
bi bizden de: "Allah'a hiç bir şeyi eş koşmayacağımıza,
başkasının malını çalmıyacağımtza, zina etmiyeceğimize ve
çocuklarınuzı öldiirmiyeceğimize" dair söz aldı. Sonra
şöyle buyurdu: Sizden kim sözünü tutarsa ecrini ver­
mek Allah'a düşer. Kim de sözünü tutmaz, yasaklana­
l ı işlerse, ona had uygulanır. Bu ona keffaret olur. Kim
de işlediğini gizlerse, onun işi Allah'a bırakılmıştır.
Dilerse azabeder, dilerse bağışlar."
Halk arasında dolaşan bir hadis var ki onu Muaz
bin Cebel rivayet ediyor. Muaz kendisine Resulullah
(SAV)ın şöyle buyurduğ;unu söyledi:"Allah'tan başka
ilah olmadığına, Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi ol­
duğuna, kalbiyle tasdik ederek şehadet getiren hiçbir
kişi yoktur ki, Allah ona ateşi haram kılmamış olsun."
Muaz:"Ey Allah'ın Elçisi, bunu insanlara haber vere­
yim mi? Onlarda müjdelensinler"diye sorunca, Resu­
lullah (SAV): "Hayır, onların güvenip, tamı terkedecekle-
rinden korkuyorum" diye buyurdu. Muaz bu hadisi ha­
yatının son günlerine kadar söylemedi. Sonunda ilmi
gizleyenlerden olmamak için açıkladı. Yine Ebu Hani-
fe'nin Müsned'inde şöyle bir rivayet var: Resulullah
(SAV) ölmek üzere olan bir yahudi genci ziyaret etti.
Gence üç defa şehadet getirmesini telkin etti. Gençte
şehadet getirdi. Sonra öldü. Bunun üzerine Hz. Pey­
gamber (SAV): Benim sebebimle bir kişiyi ateşten ko­
ruyan Allah'a hamdolsun, buyurdu. Bir başka riva­
yette de Hz. Peygamberin orada bulunan Sahabe-i Ki-
ram'a:"Kardeşiıüzisevipdost edininiz" buyurdu. Hal­
buki genç şehadet getirdikten sonra bir saat kadar bile
yaşamadı. Ama Resulullah (SAV) bu şehadet sayesin­
de ateşten kurtulacağını haber verip onun lehine hük­

103
metti. Bundan da öte ve daha önce mağfiret konusun­
da Kur'an'ıKerim'in ne söylediğidir. Kur'amşirkin dı­
şındaki her davranışın mağfiret dairesine girebilece­
ğini açıklamaktadır. Cenab-ı Hak bu konuda şöyle bu-
yumyar."Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışla­
maz, bundan başkasını dilediğine bağışlar..."{lA)

MÜSLÜMANLARIN BİRBİRLERİNDEN
UZAKLAŞMALAR!

İslam geldiği zaman toplum; İslam'a sarılan


mü'min ve ona savaş açan kafir olma k üzere iki kısma
ayrılmıştı. Müslümanlar İslam akidesine bağlanınca,
Hz. Peygamber tarafından bir zorlama olmadan ve bir
meşakkatduymadan kendi arzulan ile tatbikata geçti­
ler. Siyret kitapları şöyle bir olay zikreder; Fahişe bir
kadınla ilişkisi olan bir adam vardı.
Adam müsiüman olunca, kadın onu eski ilişkisini
sürdürmeye çağırdı. Ama adam, kadına: Allah ve Re­
sulü bunu yasakladı, diyerek tavnnı ortaya koydu. Yi­
ne içkiyi yasaklayan ayet inince, Sahabe-i Kiram'dan
biri müslümanlardan bir cemaata uğradı. Cemaat sof­
rayı kurup kadehlerini doldurmuş içiyorlardı. Sahabi
yanlannda durdu ve "Ey inananlar! içki, kumar, put­
lar ve fal oklan şüphesiz şeytan işi pisliklerdir...' söz­
leriyle başlayıp,"... Artık bunlardan vazgeçersiniz de­
ğil mi?" sözleriyle biten Maide Suresinin 90 ve 91.
ayetlerini okudu. Cemaatta: "Biz vazgeçtik. Ya Rabbi!"
dediler. Adam sözüne devamla diyor ki, cemaattan
bazısı kadehini doldurmuş, ağzına götürüyordu,
ayet-i kerime kendilerine okununca, hemen kadehle­
rini döktüler. Müslümanların İslâmî kabullenmeleri
14. Nisa Suresi 48

104
böyleydi. Akideye boyun eğiyorlar, arbk fer’i kısım­
larda duraksamıyorlardı. Müşrikler müslümanlarla
savaşmakta katı bir tutum içinde olduklan gibi, onlar
da kendi iç dünyalannda tutarlı ve mantıklı idiler.
Müşrikler İslamla savaşmakta ve ona karşı olmakta
gayet ciddi oldukları gibi müslümanlar da usul ve fü-
ru'da İslam'ın emirlerine itaat edip boyun eğiyorlardı.
Ama bu günkü müslüman, İslam akidesini tümden
kabulleniyor: ama ahkama uyma hususunda tembel­
lik gösteriyor, farzları yerine getimıede gevşek davra­
nıyorlar, bazan da haramlara düşüyorlar.
Müslümanlardan İslam akidesine bağlananlarla
ilgili bir anket düzenleyecek olsak; elde edeceğimiz
sonuç %80'in üzerinde bir rakam olacaktır. Haram ve
helalara riayet edenler hakkında da bir anket düzenle-
sek, bu oran % 60, veya daha da altına düşecektir. İşte
gençlerin, hatta dini bütün müslümanlann şikayet et­
tikleri konu budur.
Müslümanlann yaşadıkları ülkelerin tümü, dün­
yanın geri kalmış veya uyuyan bölgeleridir. Bunu an­
lamıyorum. Onları lû)lkındınnak,sırtmcı<ı birçok ağır
yük olduğu haldedağa tırmanan kişinin içindebulun-
duğu durum gibidir.
Gayr-i müslim, çevrelerde insanlar şöyle diyorlar.
İslam'da iyilik olsaydı, halkı ilerlerdi. Müslümanlar
bulunduktan hal üzeredevam ettikleri sürece, İslam’a
bir gösterge teşkil ediyorlar. Herkes bilir ki bu ümmet
ilerlemeyi ancak İslama sarıldığı gün öğrenecektir. İs­
lam'a bağlılıkta ne kadar sadık vedürüst olursa ilerle­
mesi de o kadar çabuk olur.
Halkımız hükümetleri, hükümetler de halkımızı
suçlarlar. Bunlar onlara hakaret eder, onlar bunlan
suçlar. İslam ümmeti, asırlardan beri fasit bir daire
içinde döner durur. ResuluUah (SAV) pek doğru bu-

105
yurmuş: Sizeemirlerinizin(yöneticilerin) en hayırlıla­
rını ve en şerlilerini göstereyim mi?Onlann en hayırlı­
ları şu kişilerdir ki, onlar sizi sever, siz de onlan... Siz
onlara dua edersiniz, onlar da sizlere. Emirlerinizin
en şerlileri deşunlardır: Siz onlara öfkelenirsiniz onlar
da size; siz onlara lanet okursunuz, onlar da size..."
Sünen-i İbn-i Macede, Abdullah bin Ömer bin el-
Hattab'ın rivayet ettiği bir hadis var. (Allah berikisin­
den de razı olsun) Abdullah diyor ki: Resulullah'm ya­
nında bulunan on kişilik muhacir grubunun içindey­
dim. Hz. Peygamber yüzünü bize çevirdi ve şöyle bu­
yurdu: Ey Muhacir topluluğu! Beş haslet vardır İd onltırı
idrak etmenizden Allah'a sığınırım. Bir kavim içinde fahişe
çıkar ve onlar da onu ilan ederlerse, kendilerinden önce ya­
şamış olanlar da hulunmıyan acılara ve veba hastalıklarına
tutulurlar. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapan bir kavim de devlet
zulmüne, rızık darlığına ve kuraklığa maruz kalır. Bir ka­
vimde ahdini tutmaz.sa, Allah onlara dış düşmanları musal­
lat kılar. Bu düşman ellerinde bulundurduklarının bir kıs­
mını alır. Yöneticileri Allah'ın indirdiği kitaptaki hükümler­
le amel etmezlerse, Allah'da onların arasına huzursuzluk
verir."
Müslümanlar, asırlardan beri-yöneticiler olsun,
yönetilenler olsun-islam ahkamını uygulamaktan
sıynlmışlar, İslam’ın getirdiklerine uymaktan kendi­
lerini azad etmişler. Bizatihi İslam onlan "küfür”le ni­
telendirmeyi kabul etseydi elbette yönetilenlerden
önce yöneticileri bu vasıfla nitelendirirdik? Fakat hik­
meti nedir? Bilinmez. İslam bunu emretmez ve razı da
olmaz. İslam bizim ancak Allah'ın koyduğu hudutlar­
da durmaya ve ona uymaya izin verir. Fakat bu bazı
müslüman yöneticilerin zulüm, kötülük ve günah iş­
leme bakımından tüm yeryüzü yöneticilerini geçtikle­
rini; çok kere kafir bir yöneticinin kendi halkına veya

106
düşmannıa vapmaklan haya duyduğu zulmü kendi
milletlerine reva gördüklerini söylememize engel de­
ğildir. Şa'bi'nin Emevi yöneticiler hakkında söyledik­
leri karşısında hu bugünkü kötü yöneticilere ne deme­
li? Şa'bi onlar hakkında şöyle diyordu:"Allah'a yemin
ederim ki yeryüzünde iş görmekte onlardan daha za­
lim, yönetimde onlardan daha zorba bir kavim bilmi­
yorum... Onlarla mücadele ediniz.. (15) Said bin cü-
beyr'de onlar hakkında şöyle diyor"...Onlarla muha­
rebe edin. Zira hükümetleri zalimdir. Dinin emirlerini
dinlememekte, zayıfları ezmekte, namazı da boş ge­
çirmektedirler..." (16)
Bugünkü kötü yöneticilerle Emevi yöneticilerini
mukayese ettiğimizde, ne demeliyiz? Kuşkusuz bu
günkü yöneticileri onlarla kıyasladığımız vakit, onla­
rın, savaş ve kerem adamı, zimmet ve şeref sahibi, ve
hidayet önderi olduklarını hemen söyleyebilirim. Zi­
ra bu günkü kötü yöneticiler, bu sayılanlann tümünü
yitirmişler. Halk'a gelince, zulüm ve azgınlığın uzun
sürmesinden ötürü, önünü arkasını tanımıyan kör iş­
çiler gibi kendilerine bir şeyler verdiği sürece yöneti­
ciyi arkasından dsstekler oldu. Aldığının da haram
yoldan mı, yoksa helal yoldan mı? olduğunu sormaz
oldu. Hacer-i Esved'in karşısında oturmuş bir adam­
dan üç kez Allah'a yemin ederek, Resulullah döne­
minden bugüne kadar "falan" yönetici gibi birini tanı­
madığını söylerken kulaklarımla duydum. Sözünü et­
tiği bu yönetici, tahtına, gecenin karanlığıyla ve bu
ümmetin düşmanlarından birinin desteğiyle çıktı. Ve
yönetimi ele geçirdi. Kılıanı boyunlara koyup, bu
ümmetin en iyilerini, şeref ve iffetlilerini öldürdü, fa­
zileti yok etti. Ahlak ve iffeti bitirdi; Kız ve erkek genç-
15-Tarih-i Tabcri 5/163
16. SA.g.o. 56163

107
leri birbirine karıştırdı, utanmadan da gece-gündüz
İslam'ı istemediğini söyledi.
Bu, ezilmiş halka ait bir örnektir. Bunun yeni bir
şey olmadığını hemen söylemeliyim. İşte Zeynel Abi-
din'in, babası Hz.Hüseyin'in şehadeti sırasında mey­
dana gelmiş olaylardan bize riveyet ettiği bir tanesi.
Onun ağzından dinleyelim;"Bir adam beni sakladı.
Banayiyecek verdi ve bana özeldavrandı. Her yanıma
girip çıktığında ağlamaya başlıyordu. İbn-i Zeyyad'm
adamlanndan biri: Kim Ali bin Hüseyin'i (Zeynel-
Abidinli bulursa, getirsin. Ona üçyüz dirhem verece­
ğiz, diye bağırıncaya kadar, "ben, eğer insanlardan bi­
rinde hayır vefa varsa, ancak bu adamda vardır." di­
yordum. Ama adam düşündüğüm gibi çıkmadı.
Adam üçyüz dirhemi duyunca ağlıyarak yanıma gir­
di. Ellerimi boynuna bağlamaya başladı. Bir yandan
da: Korkuyorum, diyordu. Adam beni ellerim arkaya
bağlı olarak onların yanma götürdü ve onlara teslim
etti. Üçyüz dirhemi aldı. (17) Bereket versin ki paralar
dinar değil dirhemdi. Çünkü, dinar olsaydı onu öldü­
rüp, başını keser, öylece yöneticiye götürüp teslim
ederdi.
Vereceğim ikinci örnek te böyle. Hz. Hüseyin'in
torunu ve Muhammed Bakirim kardeşi Zeyd bin Ali
şahitlik için Irak'a davet edilmişti. İraklılar onu Eme-
vilere karşı ayaklanmaya sevketmek için bu fırsatı ga­
nimet bildiler. Bununla ilgili olarak Zeyd’eşöyle dedi­
ler:" Kü fe'dc yüz bin kişilik bir ordu var. Bunu bir i bel­
gelendirmek istedi ve kendisiyle birlikte olan isyana-
İann isimlerini teker teker kaydetti. Bu sayı onbeşbin
savaşçıya vardı.” Emevilerin eyalet valisi bunu öğren­
di. Bunun üzerine Zeyd bin Ali 122H/740 yılının safer
ayında ihtilali başlatmak mecburiyetinde kaldı. Sa-
17. A.g.c. 56163ibn-i Sad Tabakats 5/212

lOB
vaş'a başlayınca, yanında sadece ikiyüz onsekiz kişi­
nin kaldığını gördü. Bununla beraber Zeyd, dedeleri
gibi şehid düşünceye kadar savaştı. (18)
Bu dram yaklaşık her ihtilalci ile birlikte tekrar­
landı.
Yönetici ile yönetilen arasındaki suçlamalar ta­
vuk, yumurta olayına dönüşünceye kadar tekrarlan­
dı. Bunu ondan, onu bundan çıktı hikayesi?
Sorumluluk zalim, fasık, facir ve korkak yönetici­
nin üzerinde mi? yoksa yöneticiyi azarlamayıp maz­
luma yardım etmeyen, iyiliği emredip kötülükten sa-
kındırmıyan, yasakları işlemekten sakınmayıp çekin­
meyen yönetilenin üzerinde mi?
Diğer bir defasında-sonuncu değil-gelin islamı
tatbik edelim, dedik. Eğer bizimle hallerimiz-yöneten
ve yönetilen olarak-düzgün olursa, rahata kavuşuruz
ve huzur buluruz. Kötü yöneticiler bunu hiç yapar
mı?
Ben onların: Biz Rusya'nın ve Amerika'nın onayı­
nı istiyoruz, diyeceklerini sanıyorum. İsrail ile barış
yapanlar artacak. Aslında İsrail ikisinden de önce­
dir.
Kim bilir, bakarsınız, başımıza bir yönetici geçip
şöyle der: Sanatçı kadınların ve gönül tacirlerinin ona­
yını almak gerekir. Zira İslam, onların ticaretine zarar
verir. Onların ticareti turizmi çeker. Turizm döviz ge­
tirir.
Döviz ise ülkenin ilerlemesi için şarthr. İlerleme
ise hayatın esasıdır...vs...
Buna şaşmayınız. "Ebu Cehil" gibi bir adam Hazi­
ran Savaşından çıkmıştı. Tıpkı kedinin kovaladığı fa­
renin çıkışı gibi. Müzik hariç, yok ettiği ve yasakladığı
insan haklanndan ve çiğnediği hürriyetlerden hiç bir
18. Tarih-i Tabofî= 5/402

109
şeyi hatırlamadı. Şöyledcdi: Kuşkusuz halk istiyor ve
istemekden başka bir şeye gücü yetmiyor. Çünkü İn­
giltere halkı harpten sonra müzik dinliyordu. Kendi
halkı da böyle olmalı. İngiltere halkından demokrasi
ve hürriyet almadı. Çünkü kör onu gömuiyor. Seçim
sistemini dealmadı. Ne basın hürriyetini ve nede baş­
ka bir şeyi. Sadece müziği aldı...
Bu yöneticinin iyilikİeri (!) hâlâ hafızalarımızda.
Kız çocuklarının ülkesindeki birinci sınıf otellere gir­
mesine vearalarda oturmalarına izin verdi Kışlalarda
gençlerin karışık bulunmalarını emretti. Birdefasında
İrak Başbakanı (19) ona gençlerin yorgunlukları hak­
kında soru sordu. O da şöyle cevapladı: Talebeler bizi
izliyorlar. Zeki ve becerikli yöneticimiz ona kızlarla
erkekleri kanştırmalan teklifinde bulundu. Çünkü
gençler grevsiz ve politikasız alanlar bulurlarmış. İşte
o ülkesinde böyle çalışıyordu. Sonunda Iraklı devlet
adamı:"Ebu CehiVin ülkesindeki fesadı hükümet ya­
pıyor. Önce planlıyor, sonra da piyasaya sürüyor, "de­
di.
Bu gibi yöneticiler İslam'ın tatbikini isterler mi?
Moskova ve VVaşhington hatta bunlardan da önce, İs­
rail bunu uygun görecek mi?
Kadın ve erkek sanatçıların, düşüklerin görüşleri
nedir acaba?

CAHİLİYETKAVRAMI ve KÜFÜRLE İLGİSİ

Ûstad Mevdudi (Allah rahmet etsin) "cahiliyyet"


vasfını İslam dışı düzen için kullandı. Bunu ondan da
Seyyid Kutub (r.aleyh) aldı. Sonunda bu vasıf bütün
yazdıklarında görüldü. Bazı cesur müslüman gençler
"cahiliyyet" ile "küfür" kelimesini irtibatlandırmaya
19. Tahir Yahya

110
kalkıştılar ve ikisini de eş anlamlı kıldılar.
Ben burada üç ayn prensibi zikretmek istiyo­
rum:
Birinci Prensip: Medine İmamı, Malik bin Enes'ten
şöyle bir söz nakledilmiştir: "Her insanın sözü alınır
veya reddedilir;ancakbu kabrin sahibi hariç" Hz. Pey­
gamberi işaret ediyor.
Buna göre yer yüzünde günahsız insan yoktur.
Yalnız risalet sahibi ve Yüce Rabbinden alıp tebliğ et­
tikleri hariç.
İkinci Prensip: Dr. Yusuf el-Kardavi'den naklen
alıyorum. O "Uzmanlığa Saygı duyul luz" başlığı altın­
da şöyle diyor: "Ben bu gençlere uzmanlığa saygı duy-
malannı ögütlüyorum. Her branşın adamı, her ilmin
de ehli vardır. Tıpkı bir mühendisin tıp konusunda ke­
sin kanaat belirtmesinin caiz olmadığı gibi bir tabibin
de hukuk alanında kanaat belirtmesi caiz olmaz. Hat­
ta bir dalda uzman olan bir tabibin başka bir dala gir­
mesi uygun olmadığı gibi aynı şekilde şeriat ilminin
de her aklı esenin fetva verdiği bir alan olması caiz ol­
maz. Bunun gerekçesi olarakta İslam'ın insanlardan
bir guruba has kılınmadığını ve yine diğer dinlerin ta­
nıdığı "din adamları" sınıfını islamın tanımadığını ile­
ri sürerler" (20)
Vakıâ İslam "din adamlan" sınıfım tanımaz. Fakat
şu ayet-i kerimenin işaret ettiği uzman din alimleri sı­
nıfını tanır. Ayet şöyle: "(Bununla beraber) mii'minlerin
hepsinin toptan srfere çıkmaları doğru değildir. Onlardan
her topluluktan bir grup dinde (dini ilimlerde) geniş bilgi el­
de etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde (onları Al­
lah'ın azabı ile) korkutmak için geride kalmalıdır. Umulur
ki dikkatli olurlar." (Tevbe;122)
20. Yusuf el Karda vi cl I lükumct ul Islamiyyc: 2Ü3

111
Kur'an-1 Kerim ve Sünnet-i Nebeviye bize-bilme-
diğimiz konuda-bilgi ve tecrübe ehlinden olan alimle­
re başvurmamızı öğretti. Ayet ŞöyIe:"...Eğer bilmiyor­
sanız bilgi ehline sorunuz." (Enbiya:?)
Hz. Peygamber (SAV) başından yaralanmış bir ki­
şiye, yaralı olmasına rağmen, bazılannın, yıkaması­
nın vacip olduğu konusunda fetva vermeleri sonucu,
yıkanıp ölmesi üzerine şöyle buyurmuştur" Onu öl­
dürdüler. Allah'da onların canlarını alsın... Bilmedik­
leri vakit sorsalardı olmaz mıydı?
Üçüncü Prensip: İslami kültürümüzde, öğüt ve
davet kitaplarının yeri ayn, ahkam kitaplannın da ye­
ri ayrıdır. Ahkamı, vaaz veya genel davet kitapların­
dan almamız bağışlanmaz bir hatadır. Bu kitapların
her birinin kendine göre bir yöntemi vardır. Düzenli
konuşan veya nutuksöyleyen ya da öğüt veren her ki­
şiden hükümler alınmaz. Aksine bir müslümanın ne­
yi neıden ve kimden alacağını bilmesi gerekir. Bunun
için Alimlerimiz, bazılan hakkında: ila n ın daveti
makbul, rivayeti meıduddur. Onun takvası ve sala­
hından ötürü duasının kabul edileceği umulur. Fakat
ravileri iyi bilmediğinden ve gafletinden ötürü riva­
yeti reddedilir, demişlerdir.
Asıl söze geçmeden önce böyle bir giriş yapmayı
lüzumlu göldüm. Şimdi ise hemen belirtmeliyim ki,
"Cahiliyyet” kelimesi KuPan'da dört yerde geçmekte­
d ir
l-Cahiliyyet zannı. Bu ifade Al-i îmran suresinin
154. Ayetinde geçmektedir. Cenab-ı Hak şöyle buyu­
ruyor "Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven in­
dirdi ki, (bu güveninyol açtığı) uyuklama hali, bir kısmınızı
kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir grup da,
Aliah'akarşıcahiliyyetzanmgibiludcsızbirzanbesliyorlar.
"Bundan bize ne?" diyorlardı. De ki: Bütün iş Allah'ındır."

112
içlerinde sana açmadıkları hir şey gizliyorlar. "Bu bize ait
bir şey oLsaydı, burada öldUrülmezdik." diyorlar. Şöyle de:
Evlerinizde kalmış olsaydınız hile, öldürülmesi takdir edil­
miş olanlar öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden
çıkıp giderlerdi. Allah içinizdekileri yoklamak ve kalbleri-
nizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah içinizde ne
varsa hepsini bilir."
2- Cahiliyyet idaresi. Cenab-ı Hak Maide suresinin
50. Ayetindeşöylebuyuruyor:'To/:.vao«/arf/,v/fwıön(;e-
si) "CahiUyyet idaresi"ni mi arıyorlar. İyi anlayan hir top­
luma göre hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?
3- CahiUyyet dönemi açılıp saçılması. Bu tabirde Ah-
zab suresinin 33. ayetinde geçmektedir. Yüce Mevla-
mız şöyle buyuruyor: "Ey Peygamber hanımları! Siz, ka­
dınlardan herhangi biri değiLsiniz. Eğer (Allah'tan) korku­
yorsanız, .sözü (yabancı erkeklere karşı) yumuşak söyleme­
yin ki kalbinde hastalık bulunan kimse kötü ümide kapılma­
sın. Güzel ve münasip .sözler söyleyin. Evlerinizde vakarı­
nızla oturun. İlk cihiliyye (devri kadınları)nın açılıp, .saçıla­
rak, ziynetlerini gö.stererek yürüyüşü gibi yürümeyin..."
Ahzab:32-33.
4- Cahiyyet taassubu. Bu da Fetih suresinin 26. aye­
tinde geçmektedir. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"O zaman inkar edenler kalblerine taassubu, cahiliyyet ta­
assubunu yerleştirmişlerdi. Allah'ta elçisine ve mü'minlere
sükunet ve güvenini indirdi. Onları takva sözü üzerinde dur­
durdu. Zaten onlar buna pek layık ve ehil kimselerdi. Allah
herşeyi bilendir."
Şimdi bu ayetler hakkında müfessirlerin sözlerini
ve konuyla ilgili hadisleri zikredeceğim.

l.KURTUBİ:
"Canlan sevdasına düşen zümre" Muattib bin'Ku-

113
şeyr ve arkadaşlandır. Onlar savaşa ganimet arzusu
vemü'minlerin korkusundan ötürü çıkmışlardı. Bun­
dan dolayı da onlan uyku tutmamıştı. Orada bulun­
malarına son derece üzülmeye ve uyduruk sözler söy­
lemeye başlamışlardı. "Canlan sevdasına düştüler"in
manası, nefisleri kendilerini düşünmeye şevketti, de­
mektir. Araplar canlannı sıkan bir iş olunca: Bir şey ca­
nımı sıktı, derler, veya, beni üzdü, beni eritti, derler.
"Cahiliyyetzannı" demek, cahiliyyet halkının zan-
nı demektir. Ayette geçen:"... Bu işten bize ne? diyor­
lar" sözü, cahiliyyet halkının zannıdır. İstifham lafzı
inkar ifade ettiği için "Bu işte bize ait bir şey yoktur"
manasınadır. Yani savaşa çıkma fikriyle bizim bir ilgi­
miz yoktur, biz sadece istemiyerek çıktık, demektir.
Onlann durumunu ortaya koyma bakımından ayetin
şu bölümü daha açık:"Bu bize ait birşey olsaydı bura­
da öldürülmezdik." Zübeyr dedi ki; O gün-Uhud'da
üzerimize Allah katından uyku gönderildi. Beni uyku
bü rürken, Mua ttib bin Kuşeyr'in "Bu bize ait birşey ol­
saydı burada öldürülmezdik." dediğin duyuyorum.
Bu ibarenin-ayette geçen münafıklann sözünün "Mu-
hammed'in bize vadettiği zaferden bize ait bir şey
yoktur" anlamına geldiği de söylenmiştir. (21)

2-TABERİ:

Taberi'nin tefsirindeki ayetle ilgili görüşlerini aşa­


ğıdaki şekilde özetlemek mümkün;
a-Can sevdasına düşenler, Uhud savaşında müs-
lümanlara kablan münafıklardan bir cemaattır.
b-Öldürülmekten korktuklan için içlerine keder
çöküyordu. Bu keder onları Allah'a karşı haksız yere
zan beslemeye şevketti.
21. Kurtubi cl-Camlt-i Ahkam i'l-Kur'an; 4/242

lU
c-Böyle düşünmekle onlar, cahiliyyet halkına en
çok benzeyen kişiler oluyorlardı.
d-Nitekim onlar, Allah'ın, kendi elçisini yardımsız
bıraktığını ve Resulullah'ın kendilerini aldattığını
sandılar.
e-Katede'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sade­
ce kendilerini düşünen münafık taifesi, topluluğun en
korkağı, en ödleği ve hakikata erme konusunda Allah
katından en yardımsız olanıdır. Onlar haksız yere Al­
lah’a asılsız bir zan besliyorlar. Onlar Allah'ın emri ko­
nusunda büsbütün şek ve şüphe içindedirler.
f-Ebu İshak'tan bir rivayet. O şöyle dedi: Can der­
dine düşen taife ehl-i nifaktır. Öldürülme korkusun­
dan canlannın derdine düştüler. Çünkü münafıklar
böyle bir savaş beklemiyorlardı. (22)

3-El-CASSAS:

el-Cassas, Ahkamü'l-Kur'an adlı eserinde


Uhud'da meydana gelen olayı yorumlarken şöyle de­
di: "Talha, Abdurrahman bin Avf, Zübeyr bin el-Av-
vam, Ka tade ve Rebî'bin Enes dediler ki: Bu olay Uhud
günü Müslümanların hezimetinden ve Müşriklerin
veda edip dönmelerinden sonra oldu. Müslümanlar-
dan kendi kabuğuna çekilip, sebat gösterenler, savaşa
hazırlanıyorlardı. Bunun üzerine Allah Teala
mü'minlerin üzerine bir güven indirdi de, uykuya
daldılar. Kötü zandan dolayı korkuya kapılan müna­
fıklan ise, uyku tutmadı.
Hz. Peygamber (SAV) in ashabı: Biz üzerimizdeki
deri kalkanlar sarsılıncaya kadar uyuduk. Bu uyku
hali münafıklara dokunmadı. Bilakis onlar can kaygı-

22. Tefeiri Taberi CanüQI Beyan: 7/154

115
sına düştüler. Hz. Resulullah'ın ashabından bazısı
şöyledemişti." Ben uyku ile uyanıklıkarasında bir hal­
de iken, Muattib bin Kuşeyr ile bir gurub münafığın;
"Bu işten bize ne?" dediklerini duydum. Bu, mü min­
lere Allah'ın bir lutfudur. Düşmanın mü’minlere yük­
sekten baktığı bu gibi hallerde, nübüvvetin isbatı için
ortaya mucizeler konmuştur. Yardımcılarının çoğu
yenilgiye uğramış ve arkadaşlarından öldürülenler
öldürülmüş, bunun üzerine de, sa vaşmay ıp etra fı sey­
redenlerden uykunun kaçtığı bir vakitte, düşman kar­
şısında iken müslümanlar uykuya dalıyorlar. Savaşa
gelen kişi nasıl böyle oluyor? Halbuki düşman kendi­
lerine mızrak yöneltip, köklerini kazımak ve öldür­
mek için kılıç çekmişti. Bunda, bir kaç yönden Hz.
Peygamber'in nübüvvetinin doğruluğu hususunda
belgelerin en büyüğü ve delillerin en yücesi vardır:
Birinci Yön: Düşman istilasıyla beraber kendileri­
ne bir yardım gelmediği, düşmanın yenilgiye uğra­
madığı, yanlanndan uzaklaşıp gitmediği ve düşman
sayısında birazalma olmadığı haldebir güvenin vuku
bulmasıdır. Allah onların kalblerine güven indiriyor.
Bu da özel olarak ehl-i imân içindir.
İkinci Yön: Düşman çekilip gittikten sonra müşa­
hede edenlere uyku gelmemesi, düşman kendilerini
öldürmek ve köUerini kazımak için onlara doğru yö­
nelmişken bu müşahede hali nasıl olur?
Üçüncü Yön; Mü'minleri münafıklardan ayırmak.
Cenab-ı Hak, bu uyku ve güveni münafıklara değil de
sadece mü'minlere indirdi. Bunun üzerine de
mü’minler son derece güven ve huzur içinde oldular;
münafıklar ise gayet sıkıntı; korku ve huzursuzluk
içindeydiler. (23)

23. cl-Cassas Ahkam-ul Kur'an; 2/39

116
Bu, mü'minlerin zaferi ile başlayıp, hezimetleriyle
sonuçlanan savaşı çevreleyen şartlann güzel bir tasvi­
ridir. Bu öyle bir hezimetti ki, münafıklara dilleriyle
söyliyemeyip içlerinde gizledikleri şeyleri açığa vur­
makta cesaret verdi.

4- ÂLUSİ:

Müfessir Alusi, dikkatini "cahiliyyet zannı" üzeri­


ne odaklaştırdı. Şöyle diyor "... Zan kelimesi cahiliy­
yet lafzına izafe edilmiştir. Bu konuda denilmiştir ki,
ya mevsuf, sıfatının mastarına izafe edilmiştir. Mana­
sı cahiliyyete mahsus demektir. Doğruluk adamı, cö­
mertlik kadısı gibi. Yani cömertlik ve doğruluk onlara
mahsustur, demektir. Cahiliyyet kelimesindeki "ya"
harfi masdariyyet için, "ta" harfi ise müenneslik için­
dir. Ya d» muzâfm hazfinden dolayı masdar failine
izafe edilmiştir. Yani "cahiliyyet ehlinin zannı "şeklin­
dedir. Cahiliyyet ise, Allah'ı bilmeme ve ona ortak
koşma demektir. Yine bu izafet'de ihtisasiyet ifade
eder." (24)

5- İBN-İ KESİR:

Yüce Allah üzerlerine indirdiği sekinet ve emniyet


hususunda kullarına metanet veriyor O metanet de
kendilerini bürüyen uykudur. Onlar gam ve keder
içinde iken silahlannı kuşanmışlardı. Böyle bir halde
uyku güven belirtisidir. Nitekim Cenab-ı Hak, Enfal
suresinde Bedir Savaşını anlahrken, şöyle buyurdu:
"Ozaman katından bir güven olmak üzere sizi hcftfhir uyku­
ya daldırıyordu..." (25) İbn-i Ebi Hâtim, Abdullah bin
24. Âlusi Rûhul-Mcani; 4/94
25. Enfal Suresi: n .

117
Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder:"Savcişta uyku
Allah'tan, namazda ise şey tandandır." Buhari'nin Ebu
Talha'dan yaptığı rivayet de şeyledir. Ebu Talha:
"Ben, Uhud günü uykunun bürüdüğü insanların için­
deydim. Kılıam elimden düşer gibi oluyor, tekrar onu
geri alıyordum, tekrar düşüyor, tekrar tutuyordum"
dedi.

Bu rivayet de Enes bin Malik'ten, Enes, Ebu Tal­


ha'nın şöyle dediğini rivayet eder: Uhud günü safları­
mızda iken bizi uyku bürüdü. Kılıcım elimden düş­
meye başlıyor, ben onu tutuyordum, tekrar düşüyor
hemen alıyordum. Ebu Talha sözüne devamla diyor-
ki; Diğer taife münafıklardı. Onların kendilerinden
başka bir düşünceleri yoktu. Kavmin en korkağı, en
ödleği ve en perişanı onlardı. Onlar: "Allah'a karşı ca-
hiliyyet zannı gibi haksız bir zan besliyorlar" yani on­
lar, Allah hakanda, şek ve şüphe besleyen kişilerdir.
Cenab-ı Hak mü'minler hakkında da şöyle buyuru­
yor: "Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indir­
di ki, (hu güvenin yol aktığı) uyuklama hali bir kısmınızı
kaplıyordu..."On\aT tevekkül, sebat, yakın ve iman ehli
idi. Allah'ın kendi elçisine yardım edeceğine ve ona
yaptığı va'di yerine getireceğine kesinkes inanıyorlar­
dı. Bunun için;"Bir zümre de canlan sevdasına düş­
müştü..." diye buyurdu. Yani korku, ürperti ve keder­
den dolayı onlan uyku tutmuyordu. "Onlar Allah'a
karşı cahiliyyet zannı gibi haksız bir zan besliyorlar..." Ni^
tekim başka bir ayet-i kerimede: "Bilakis siz.Resulünve
mü'minlerin ailelerininyanına asla dönmeyeceklerini san-
mışümz." Yine bunlar bu saatin ayrılma vakti olduğu
için müşriklerin ortaya çıkmıyacaklannı ve müslü-
manlann da helak olduklannı sandılar. Bu durum şek
ve şüphe ehlinin durumudur. Çirkin işlerden Ûri

US
meydana gelirse, onlann bu iğrenç zanlan da ortaya
çıkar. (26)

6-SEYYİD KUTUB:

Seyyid Kutub "Fi zılal'da şöyle diyor: Hezimetin


herc-ü mercin, korkunç dehşetini bambaşka bir sü­
kun takib etti. Rablan ve Peygamberleri tarafından
mükafatlandırılan mü'minlerin ruh dünyalanndaki
sukunet... Gönül rahatlığı içinde kendilerini kucağına
attıkları hoş bir uyku kapladı onları.. Allah'ın mü'min
kullarını çerçevesi içine alan ilahi rahmete uygun ola­
rak beliren ilginç bir mucize... Bitmiş, tükenmiş, yor- .
gun düşmüş kimselerin bir saniyelik de olsa, daldıkla­
rı uyku, onların varlığında büyülü bir etki uyandınr.
Yepyeni bir yaratık haline getirir. Vücutlarını rahata
kavuşturduğu gibi, kalblerini de sükunete erdirir. Bu
haletin künhü ve keyfiyeti meçhuldür. Bu şiddet vesı-
kıntı anında bir lahzada olsa, uykuya dalmanın zevki­
ni kendi nefsinde tecrübe eden bir kimse olarak bunu
söylüyorum. O anda Allah'ın öyle derin ve tatlı rah­
metini hissettim ki, insan oğlunun şu kısır ifadesi onu
vasıflandırmaktan acizdir.
Tirmizi, Nesei ve Hakim, Hammad bin Sale-
me’den, o, da Sabit'ten, o, da Enes’ten, o da Ebu Tal-
ha'dan rivayet ediyor. Ebu Talha diyor ki: "Uhud gü­
nü, başımı kaldınp etrafa baktığım zaman herkesin
kabuğuna çekilmiş uykuya dalmak üzere olduğunu
gördüm."...
Öbür taifeye gelince, yani nebsleri kendilerini da­
ha çok meşgul eden cahiliyyet tasavvurlarından kur­
tulamayan, bütün varlıklarıyla nefislerini Allah'a tes-

26. tbn-i Kesir Muhtasar: 1 /329

119
lim etmiyen Allah-'ın takdirlerine her şeyleriyle bo­
yun eğmeyen imanı sarsılmış olan kimseler, başlanna
gelenlerin, denemek için Allah tarafından bir musibet
olduğunu, Allah'ın dostlarını düşmanlarına karşı yal­
nız bıraktığı manasına gelmediğini ve küfre, şerre,
bâtıla bu son galibiyet ve mükemmel zaferle her şeyi
teslim etmediğine kalbleri inanmayan, yalnız kendi
nefislerini düşünen insanlar...
"Bir zümre de canları sevdasına dürmüştü. Allah 'a kar­
sı cahiliyyet zannı ^ihi haksız bir zan besliyorlar" Bu işten
bize ne? Diyorlardı."
Bu din, mensubu olan kimselere ilk önce kendi şa-
hıslannın bir şeyi olmayıp, neleri varsa hepsinin Al­
lah'ın olduğunu, Allah'ın yolunda harbe çıkınca, ken­
di şahıslan için harb etmediklerini, kendi şahsi çıkar-
lan için hareket edip savaşmadıklannı, her şeylerini
Allah'ın takdirine teslim ettiklerini, Takdir-i İlahi'den
geleni ne kadar ağır olursa olsun teslimiyet ve hoşnut-
lukla kabul etmelerinin gerektiğini onlara öğretiyor.
Kendi şahıslarını düşünenler, düşünce ve ölçütle­
rinin ihtimam ve meşğuliyetlerinin mihverini, şahsi
menfadan teşkil eden kimseler hakikî manada iman-
lan kemale ermiş sayılmazlar. Kuran'm burada sözü­
nü ettiği zümre işte bu tip kimselerdi. Kendi nefisleri­
ni düşünüp, onun için çalışan ve her zaman kararsız­
lık, kaypaklık, içinde bulunan zümre, kendi tasavvur-
lannda belirmeyen bir şeyde boş yere vakit kaybettik­
lerini hissediyor, savaşa kendi iradeleriyle olmayıp,
başıboş bir şekilde itildiklerini, bununla birlikte acı
belâlarla karşı karşıya geldiklerini yüksek bedelle
ölüm, elem ve yarayla karşılık ödediklerini düşünü­
yorlardı.. . Onlar Allah'ı gerçekten tanımıyorlar, Cahi-
liyye sistemine bağlı kimselerin sandığı gibi haksız
zanlar ileri sürüyorlardı. Haksız yere yürüttükleri

120
zanlann başında da kendi paylanna bir şey düşme­
yen, sadece boş yere öldürülmek ve yaralanmak için
itilen bu savaşta boş yere kaybolacaklannı, Allah'ın
kendilerini kurtanp, muzaffer kılmıyacağını, düş­
manlarının pençesine teslim edeceğini düşünmeleri
gelir. Onlar bu şekilde tasavvur ediyor ve soruyorlar-
dı:"Bu işten bize ne?"
Bu şekilde laf etmeleri savaş ve kumanda prensi­
bine iftira ettiklerini ifade etmektedir. Belki de onlar
"Medine"den çıkmama görüşünü savunanlardandı...
Onların nefisleri vesvese ve çarpıntılarla dolu
olupbir yığın itiraz ve delilerle kaplıdır. "Bu işten bize
ne" diye sordukları sualden anlaşıldığı gibi, şuurları­
nın altında istemedikleri bir sonuca itildiklerini, kötü
kumandanın kurbanı olduklarını, şayet savaşı kendi­
leri idare etseler, bu sonuçla karşılaşmıyacaklarını
söylemektedirler."bu, bize ait bir şey olsaydı, burada
öldürülmezdik, diyorlar."
İnandığı itikada samimiyetle bağlanmayan gö­
nüllerde, savaş sırasında yenilgi darbe' ni yedikleri,
mağlubiyetin acılarıyla lûırşılaştıklan zaman böyle
duygular bulunur. Bedelin sanıldığından daha pahalı
sonucun beklenilenden daha acı, olduğunu gördüğü
vakit: İçini yoklayıpta giriştiği işte iyi ve kazançlı ol­
duğunu görmediği an, kumanda tasarrufunun bu teh­
likeyi getirdiğini, şayet iş kendinin elinde olursa, bu
hale düşmeyeceğini tahayyül ettiği şaman, elbette in­
san bu karanlık tasavvurlarla hadisenin gerisinde Al­
lah'ın yed-i kudretinin mevcut olduğunu göremez.
Onun ölçüsüne göre bütün mesele hüsran ve korkunç
bir kayıptan ibarettir.
İşte burada ayet ölüm ve hayat bilmecesini, musi­
betlerin arkasındaki gizli hikmeti tamamen açıklıya-
rak, onlarm fikirlerini tashih ediyor "De ki: Evleriniz-

ızı
de olsaydınız, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, yine
muhakkak devrilecekleri yere çıkıp gidecektiler..." De
ki şayet siz evinizde buiunsaydınız harbe katıintasaydınız,
bütün işiniz, kendi ölçünüze göre olsaydı... Öldürülmesi
takdir edilmiş olanlar muhakkak öldürülecekleri yere çıkıp
gideceklerdi. Meydanda takdim, tehir bilmeyen bir ecel var.
Orada önceden taksim edilmiş bir ölüm yeri var. Elbette
ölecek kişi oraya varıp ruhunu teslim edecektir. Ecel kapıyı
çaldığı zaman ölecek kişi kendi ayağıyla oraya gider. Hızlı
adımlarla öleceği yere koşar. Onu hiç kimse planlanan ece­
line sevkedip götürmez. Önce belirtilen ölüm yerine alıp gö­
türmez..." {17) '
Soru:Resulullah (SAV) cahiliyyet zannı gibi zan
besleyerek kişilerin küfrüne hükmetti mi? Halbuki
onlan sahabe-i kiramdan bazısı kendi adlanyla isim­
lendirmişti. Şunu biliyoruzki münafıklar tüm müslü-
manlar gibi toplumun fertleri olarak sayılmaya de­
vam ettiler. Yine biz nifak'ın küfre baskın çıktığını ve
münafığın cehennemin en aşağı derecesini hak ettiği­
ni biliyoruz.
Cahiliyyet zannı, sahiplerini küfür sahasına itme­
di. Hiç kimse de bu zan sebebiyle onlan küfür ile yar­
gılamadı.

CAHİÜYEJ İDARESİ

Cenab-ı Hakkın Maide suresinde şöyle buyurdu­


ğu daha önce geçmişti:"Yoksa onlar (İslam öncesi) cahi-
liyyetidaresinitmanyorlar? İyianlayanbirkavme görehü-
kümranitğı Allah'tan daha güzel kim vardır?"
Kur'an'ı okuyanın, yukandaki ayeti, Allah'ın in­
dirdiğiyle hükmetmenin farziyetinden söz eden üç
ayet-i kerimeden sonra yer aldığını görür. O üç ayette
27. Seyyid Kutup Flzilal; 4/109

122
şunlar:
içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde
Tevrat-ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermişpeygamber­
ler, onunlayahudilere hükmederlerdi. Allah'ın kitabım ko­
rumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim ol­
muş zahidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi) Hepsi
ona (hak olduğuna) şahidlerdi. (Eyyahudiler ve hâkimler!)
İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir
bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hü­
kümler) ile hükmetmezse işte onlar kefirlerin ta kendileri­
dir" (Maide:44)
2- Yukandaki ayeti takib eden ayette şöyle:"...Kim
Allah 'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar za­
limlerin ta kendileridir". (Maide:45)
3- Yine bu da Maide sutesinde:"İncil.sahipleri, Onun
içinde Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar/asıklardır."
(Maide:47)
Akla ilk gelen şey şudur: Yüce Allah-Tevrat sonra
İncil ve Kur'an’ın kendi dönemlerinde gereğiyle hük­
metmeyi isteyerek bu semavi kitaplardan bahsetti.
Ben önce müfessirlerin görüşlerini sunmaya çalı­
şacağım, sonra da Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen
kişi hakkındaki hükümden ve onun küfürle olan ala­
kasından söz edeceğim.

TABERİ'NİN GÖRÛ$Ü

Taberi Maide suresinin 45. ayetinden bahseder­


ken şöyle diyor: "...Allah'ın (c.c.), Tevrat'ta indirdiği:
Katilin haksız yere öldürülenin yerine kısas olarak öl­
dürülmesine hükmetmeyen kişi... gerçekten bunu ya­
pan kişi "zalimler"dendir. Yani Allah'ın hükmünden
aynlan kişilerden olur. Yine o, bu konuda işlenilen fiili

123
Allah'ın koyduğu yorin dışında bir yere koyan kişiler­
den olur." (28) Bu surenin 47. ayetinden bahsederken
Taberi şöyle diyor;"... Allah Teala Peygamberlerinden
birine bir kitabı ancak halkı onunla amel etsin diye in­
dirmiştir. İncil de böyledir. Çünkü İncil de Allah'ın
kendi peygamberlerine indirdiği kitaplardan biridir.
İsâ (a.s)ya indirdiğiyle amel etmek için gönderilmiş­
tir. İsa da, kitabın indirildiği halkına onunla amel et­
melerini emretmişti..."(29)
Yine yukarıda geçen 44. ayet-i kerime ile ilgili ola­
rak, Taberi şöyle diyor:"... Allah'ın kitabında indirdiği
ve kullan arasında onu hakem olarak koyduğu hük­
münü saklayıp gizleyen ve onun dışında bir hükümle
hükmeden kişinin durumu, yahudilerin evli olup zina
edenler hakkında recim cezasını gizleyip onlara yüz­
lerini karartmakla ve ellerini dizlerine koyup yere
doğru eğilmekle ceza vermeleri gibidir. "Onlar kafir­
lerin ta kendileridir"ın anlamı şöyledir: Allah'ın kita­
bında indirdiği hükmü ile hükmetmeyip; ama o hük­
mü bozup başkasıyla değiştirenler ve Allah’ın kita­
bında indirdiği hükmü gizleyenler, işte onlar kafirdir­
ler. Yine onlar; Açıklamaları ve göstermeleri gereken
hakikati örtüp insanlardan sakladılar ve onlara başka­
sını açıklayıp onunla haram kazanç sağlamak için hü­
küm verdiler..."(30)
Taberi burada "küfr"ü lügat manasıyla yani ört­
mekle tefsir etmiştir.Taberi bundan sonra da "küfür"
hakkında tefsircilerin ihtilaflarından bahseder ve "ka­
fir" sözünün özel olarak yahudileri mi yoksa aynı şe­
kilde müslümanlan ve hıristiyanlan da mı kasdettiği
üzerinde durur.

2ü. Tefsiri Taberi Cemiul Beyan: 10/372


29. A.g.o. 10/374
30. A.g o. 10/345

124
Taberi bununla yahudilerin kasdeciildiği görüşü­
ne sahiptir. (31) Sonra bazı tefsircilerin şöyle dediğini
zikretti. "Kafirler"le müslünıanlar, "zalimler"le yahu-
diler ve "fasıklarla hıristiyanlar kasdedilmiştir. (32)
Yine Taberi, ayette geçen "kü fr' ün dinden çıkaran kü­
für olmadığını zikretti ve şöyle dedi;"...Tavusün "Al­
lah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kafirlerin ta ken­
dileridir." ayetinde geçen küftün dinden çıkaran bir
küfür olmadığını söylediği rivayet edilıniştir."(33)
Yine Taberi, Tavus'un şöyledediğini nakleden Bir
adam İbn-i Abbas'a: ''Allah'ın indirdiği ile luikınetmcycn-
ler..." ayetinde belirtildiği gibi böyle yapan kişi kafir
olur mu, dedi. îbn-i Abbas'da: Eğer bunu yaparsa, o
bu yaptığı ile küfre girmiştir. Yalnız o kişi Allah'ı, ahi-
ret gününü, şunu, şunu... inkar eden kişi gibi değildir,
dedi (34)
Kurtabi'de Âtâ'dan şöyle dediğini nakletmiş-
tir: "Bu küfrün altında bir küfür, zulmünaltında birzu-
lüm, fışkın altında bir fısktır.”(35)
Taberi'nin zikrettiği üçüncü görüşe gelince; o da
şöyledir; Buayet ehli kitap hakkında inmiştir ve onun­
la insanların tümü yani müslümanı da kafiri de kasde­
dilmiştir. (36)
Daha sonra Taberi ayetler arasındaki ayrımı şöyle
anlatır: "İnkar ederek Allah'ın indirdiği ile hükmet­
meyen kişi kafirdir. Ama fısk ve zulüm vasfı, hükmü
kabul edip fakat uygulamıyan kişiye aittir. (37) Taberi
İbn-i Abbas'ın şu sözünü naklediyor: "Allah'ın indir­
diğini inkar eden kişi küfre girmiştir. Ama onu kabul
31. A.R.C. lO/.IS.'î
.32. A.g.c. 1Ü/3.33
.33. A.g.e. 10/355
34. A.g.c. 10/3.5f>
.35. A.g.c. 10/.3,5ft
36. A.g.c. 10/357
37. A.g.c. 10/357

125
edip, hükmetmeyen zalimdir, fasıktır."(38)
Taberi on sayfadan fazla süren bu yorumlarını
şöyle noktalıyor "Bana göre bu sözlerin en doğrusu
şöyle diyen kişinin sözüdür: Bu ayetler Ehl-i kitabın
kâfirleri hakkında indi. Çünkü ayetlerin mâkabli ve
mâbadindeki ayetler onlar hakkında inmiştir ve onlar
kasdedilmiştir. Bu ayetler onlann haberlerini anlat­
maktadır. Ayetlerin onlardan bahsetmesi daha doğ­
rudur. Eğer biri çıkar da: Cenab-ı Hak, bununla Al­
lah'ın indirdiği ile hükmetmeyen herkesi anlatmakla
umumileştirdi. Sen onu nasıl hususileştirdin? diye so­
rarsa, ona şöyle denilir: Allah, kitabında indirdiği hü­
kümleri inkar eden kavimi haber vermekle umumi­
leştirdi. Onlann, kafirlerin hükmü terkettikleri tarzda
terkettiklerini haber verdi. Allah'ın indirdiğini inkar
ederek hükmetmeyen herkes hakkındaki söz de böy-
ledir. O, îbn-i Abbas'ın dediği gibi Allah'ı inkar etmiş­
tir. Çünkü O, Allah'ın kitabında indirdiğini bildikten
sonra onun hükmünü inkar etmek suretiyle, peygam­
berin peygamber olduğunu bildikten sonra onun pey­
gamberliğini inkar eden kişi gibi olmuştur. (39)
Taberi'nin sahib olduğu görüş, gönlü rahatlatan
bir görüştür. Ayetlerin siyakı, onlann ehl-i kitap hak­
kında olduğunu gösteriyor. Nüzul sebepleri hakkın­
da zikredilenlerdeböyl^ir. Fakat, AllahTealanın bu­
nu Ehl-i Kitaba razı olmadığını sonra müslümanlara
razı olduğunu kabul etmek rhakul olmaz. Çünkü Ce-
nab-ı Allah şeriatını ancak itaat edilip uygulansın diye
indirdi. Onu kim terkederse, Allah'a karşı cüretkar
davranmış olur. Allah'ın şeriatını inkar ederek terk
edenle, kabul edip hıkat bazı sebeplerden ötürü uygu-
lamıyan kişinin eşit olması aklen kabul edilmez.
İnkar eden kafîrdir. Kabul eden ya zalim veya fa-
3fl. A.g.c. 10/357
39. A.g.e 10/358
126
sıktır. Fahri Razi ayette iki vecih bulunduğunu zikret­
ti:
Birincisi:
Mukatil dedi ki. Yüce Allah Hz. Muhammed'i
Peygamber olarak göndermeden önce Beni Kureyza
ile Benî Nadir arasında kah davası vardı. Hz. Muham-
med (SAV) peygamber olarak gönderilince, onun hu­
zurunda muhakemeleştiler. Beni Kureyza: "Beni Na­
dir bizim kardeşlerimizdir. Babamız bir, dinimiz bir,
kitabımız birdir. Beni Nadir bizden birini öldürürse
bize bir vasak(yaklaşık200kg.)hurma verirlerdi. Eğer
biz onlardan birini öldürürsek, bizden yüz kırk vaşak
hurma alırlardı. Yaralarımızın diyeti onlarınkinin ya­
rısı kadardı. Sen bizimle onların arasında hüküm ver."
dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamberde: "Ben-i Ku­
reyza oğullarından birinin kanını. Nadir oğullanndan
birinin kanına denk olarak hüküm veririm. Nadir
oğullarından birinin kanı ile Kureyza oğullanndan bi­
rinin kanı da aynı şekildedir. Bu iki kabileden hiç biri­
nin diğerine ne kanda, ne diyette ve ne de yaralamada
bir üstünlüğü vardır." buyurdu. Bu söze sinirlenen
Kureyzalılar: Biz senin hükmüne razı olmayız. Çünkü
sen bize düşmansın, dediler. Bunun üzerine Yüce
Mevlâ '"Onlar cahiliyyet idaresini mi arzuluyorlar'/" aye­
tini indirdi. "Cahiliyyetİdaresi" sözü evvelki idareleri"
anlamına gelir.
Denildi ki: Onlar, zayıflardan birine bir hüküm
gerekince onu hemen uygularlar, güçlülerden birine
gerekince, cezayı uygulamazlardı. Yüce Allah bu aye­
ti kerime ile onları diğerlerine karşı korudu.
İkincisi:
Bu ayeti kerime ile kasdedilen mana, yahudileri
kitap ve ilim ehli olmaları sebebiyle cahiliyyet idaresi­
ni istemelerinden dolayı ayıplamaktır. Çünkü cahiliy­

iz ?
yel saf bilgisizlik ve başıboşluktur. (40)
Kurtubi bu konudaki bütün görüşleri topladı. On­
ları burada zikretmek güzel olur. O şöyle dedi: "Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse onlar kafirlerin tâ
kendileridir." Zalimlerin ve fasıklannda ta kendileri­
dir. Bunların tümü kâfirler hakkında nazil oldu. Bu,
Müslim'in Sahih'inde Berra'dan rivayet edilen Hadis­
le de sabittir. Bu hadis daha önce geçti. Müslüman'a
gelince o, büyük günah işlese de kafir olmaz. Bu sözde
şu mânâ gizlenmiştir: Yani Kur'an'ı reddederek ve Re-
sülullah'ın sözünü inkar ederek". Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyen kişi, kafirdir. İbn-i Abbas ve Müca-
hid'debu sözü söylemiştir. Buna göre ayet umumidir.
İbn-i Abbas ve Hasanü'l-Basri; Bu ayet, müslümanlar-
dan olsun, yahudilerden olsun, veya kafirlerden ol­
sun Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen herkes hak­
kında umumidir. Yani onu helal kılarak ve ona inana­
rak yapan böyledir. Haram kılınmış birşeyi işlediğine
inanarak bunu yapan kimseye gelince; O, müslüman-
lann (asıklarından olur. Onun işi Allah'a kalmıştır.
Eğer dilerse azab eder, dilerse bağışlar.
İbn-i Abbas bir rivayette şöyle dedi: "Allah'ın in­
dirdiği ile hükmetmeyen kişi kafirlerin fiillerine ben­
zeyen bir fiili işlemiştir. Yani Allah'ın indirdiklerinin
tümüyle hükmetmiyen kişi kafirdir, denildi. Tevhid
ile hükmedip, şeriatın bazı hükümleri ile hükmetme­
yen kişiye gelince o, bu ayetin kapsamına girmez .
Şa’bi'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: O ayet
özel olarak yahudiler hakkındadır. En-Nehhas ta aynı
görüşü tercih etmiş ve şöyle demiştir: Buna üç şey de­
lalet eder: Onlardan biri şu: Yahudiler bundan önce
44. ayette geçen: "Yahudilere..." ifadesinde açıkça zik­
redilmişler. Ordaki zamir yahudilere işaret eder. Bir
40. Fahri Razı. Tcfsir-i Kebir 12/15

128
diğeri de; Sözün gelişi buna delalet eder. Bu ayeti izle­
yen ayet-i kerimede: "Biz onların üzerine yazdık..."
ifadesi görülmektedir. Yine buradaki "onlar" zamiri
de icma ile yahudilere aittir. Bir başka delalet te şu:
Recmi ve kısası inkar eden yahudilerdir. Eğer biri çı­
kar da, ayette geçen "Men" edatı, mücazat için olduğu
vakit, tahsisine dair delil bulunması hariç, umum ifa­
de eder, derse, ona cevaben denilir ki: Buradaki "Men"
edatı zikrettiğimizdelillerlebirlikte"ellezi" manasına­
dır. O zaman cümlenin anlamı şöyle olur: "Allah'ın in­
dirdiği ile hükmetmeyen yahudiler, kafirlerin ta ken­
dileridir." Bu konuda ileri sürülenlerin en güzeli bu
görüştür. Hz.Huzeyfe'den : "Bu ayetler İsrail oğullan
hakkında mı? diye sorulduğu rivayet edilir. O da ce-
vabında;"Evet, onlar hakkındadır. Sizler adım adım
onlann yolunu izlersiniz" dedi. Yine "kafirler" sözü­
nün müslümanlara, "zalimler"in yahudilere, "teıkla-
nn da hıristiyanlara ait olduğu söylenmiştir. Bu da
Ebu Bekir İbnu'l Arabi'nin tercihidir. O şöyle dedi:
"Çünkü âyetlerin zahiri öyledir." İbn-i Abbas, Cabir
bin Zeyd, İbn-i Ebi Zaide, İbn-iŞübrime veŞa'bî'ninde
tercihi odu r. T a vus ve başkalan: O, dinden çıkaran bir
küfür değildir; ama küfrün altında bir küfürdür" de­
mişlerdir.
Bu konu, ihtilaflıdır. Eğer kişi kendi uydurduğu
hükmü, o Allah katindadır diye onunla hükmetmeye
kalkışırsa, bu bir değiştirme olur ki küfrü gerektirir.
Yok eğer kendi arzusuna boyun eğerek ve bir isyan
olarak onunla hükmederse bu bağışlanabilir bir gü­
nahtır. Ehl-i sünnet prensibine göre günahkarlara ait
bağışlanma çerçevesine dahildir.
Kuşeyri şöyle demiştir: Haricilerin görüşüne göre
bir kişi rüşvet alır ve Allah'ın indirdiğinin dışında bir
hükümle hükmederse, o kafirdir. Bu görüş. Haşan ve

129
Süddiye de izafe edilmiştir. Haşan dedi ki; Yüce Allah
hakimlerden (idarecilerden) üç şeye uymalarını iste­
di: a- Arzu ve heveslerine uymamalarını b- İnsanlar­
dan değil de kendinden korkmalannı, c- Allah'ın ayet­
lerini ucuz fiata satmamalannı..." (41)
Burada îbn-i Kesir'in yaptığı araştırmaya da işaret
etmek güzel olur. Çünkü o tefsirinde bu mesele hak­
kında söylenenlerin tümünü topladı. Daha fazla bilgi
edinmek isteyen ona baksın.
Bu meselede Şeyhu'l-İslam îbn-i Teymiyyeye'nin
de kayda ve dikkate değer bir görüşü var. O şöyle di­
yor;"...Küfür ülkesinde kendisine Hz. Muhammed
(SAV)in daveti ulaşan kişi de böyledir. Hz.Peygambe-
rin, Allah'ın elçisi olduğunu bilip öylece iman eden ve
gücü yettiğince-Necaşi'nin ve başkalarının yaptığı gi-
bi-Allah'tan sakınan, Darü'l-İslam’a hicret imkanı ol­
mayan; hicret etmesi engellendiği ve dinini açıklama­
sı yasaklandığı için ve kendisine İslam şeriatının bü­
tün hükümlerini öğreten biri bulunmadığı için isla-
mın tüm isteklerini yerine getiremeyen bu kişi cennet
ehlinden bir mü'mindir. Rr'avun'un karısı da
mü'mindi. Nitekim Yusuf Aleyhisselam Mısır halkıy­
la beraber yaşıyordu. Halbuki onlar kalır idiler. Ve
Yusuf Aleyhisselamda İslamdininden bildiği her şeyi
onlann arasında yapma imkanına sahip değildi. O
Mısır halkını tevhide çağırdı, ama onlar kabul etmedi­
ler. Cenab-ı Hak Fira'vun hanedanının mü'minleri
hakkında şöyle buyurdu;" Andolsun ki (Musa'dan)
önce Yusuf da size açık bürhanlar getirmiştir. O vakit
de onun size getirdiği şeyler hakkında şüphe edip,
durmuştunuz. Hatta o vefat edince de "Allah ondan
sonra peygamber göndermez" dediniz. İşte Allah o
aşın giden şüphecileri böyle şaşırtır." (42)
41. Kurtut^ d-Cami 6)190
42. Mis'min Suresi: M

130
Necaşi de böyledir. O her ne kadar Hırisliyanlann
kralı idiyse de, kavmi İslam'a girme konusunda ona
itaat etmedi. Ancak onunla birlikte bir grup girdi.
Öldüğü vakit bunun için orada cenaze namazını kıla­
cak hiç kimse yoktu. Bunun üzerine Hz. Resulullah
ona cenaze namazı kıldı. Mü minlerle birlikte musal­
laya çıktı ve onlara saf tutturdu. Onun üzerine gıya­
ben cenaze namazı kıldı. Sahabe-i Kiram’a onun öldü­
ğünü haber verip şöyle buyurdu:"Habeşistan halkın­
dan salih bir kardeşiniz vefat etti." (43)0 İslam şeriatı­
nın bir çok hükümlerini, gücü yetmediği için yapama­
dı. Ne hicret elli, necihad elti ve ne de hac yaptı. Hatta
onun beş vakit namazı kılmadığı, Ramazan orucunu
tutmadığı ve farz olan zekatı vermediği rivayet edil­
miştir. Çünkü bunlar kavminin yanında yapılacaktı
ve onlar da onu reddedeceklerdi. Halbuki onun mu­
halefet etme imkanı yoktu. Biz kesin olarak biliyoruz
ki, Necaşi'nin halkının arasında Kuranın hükmü ile
hükmetmesine imkan yoktu. Yüce Allah elçisine me-
dine'de, ehl-i kitap kendisine geldiklerinde yalnızca
Allah'ın indirdiği ile hükmetmesini farz kılmıştı ve
Allah'ın kendisine indirdiği şeylerin bir kısmında onu
fitneye düşürmeye çalışacakları konusunda uyarmış­
tı.. Necaşi'nin
K u r 'a n 'ın h ü k m ü ilc h ü k m c im c s in c im k a n ıy o k lu .
Ç ü n k ü k a v m i b u k o n u d a o n a iia a t ç im iy o rd u .
M ü s lü m a n la r l a . T a ia r la r a r a .s ın d a b irç o k k işi h a k im v e ­
ya im a m o l a r a k g ö r e v ü s tle n d i. G ö re v a la n k iş ile rin iç in d e
a d a le tle iş y a p m a a r z u l a n v a rd ı. O n la r la a m c I e tm e k is tiy o r ­
du. F a k a t b u n a i m k a n b u la m ıy o rd u . A k s in e o r a d a b u n u e n ­
g e lle y e n k i ş i l e r d e v a r d ı. H a lb u k i A lla h h e r ş a h s a , a n c a k g ü ­
cü y e ttiğ i k a d a r s o r u m l u lu k y ü k le r.

43. İbn'i lU tcr d-Askalanı l'clhul »aCn 7/lVl lladiı No: 3877, 3S78.3H79.
3SK0, sübülüs-sclam: 2/101

131
Ö m e r b in A b d ü la /i/. iş le ri a d a le tle y a p tığ ı iç in d ü ş ­
m an lık k a /a n d ı v e c / i y e t e u ğ ra d ı. H a tta o n u n b u y a p tık la -
n n d a n d o la y ı z e h irle n d iğ i s ö y le n ir . N c c a ş i v e e m s a lle r i
h e r n e k a d a r g ü ç le ri y e tm e d iğ i iç in İsla m ş e r ia tın a u y m a ­
m ış o ls a la r d a . h a tta im k a n b u la m a d ık ta n iç in K u r 'a n 'ın
a h k am ı ile h ü k m e tm e m iş o l s a la r d a o n l a r c e n n e tte m u tlu
o la c a k la rd ır. .
B u n d a n ö tü rü C e n a b -ı H a k , o n l a n e h l- i k i ta p k ıld ı v e
şö y le b u y u rd u ;" K ita b e h lin d e n A lla h 'a , .size i n d ir ile n e v e
k e n d ile rin e in d irilm iş o la n a - A lla h 'a h u ş u d u y a r a k - in a n ıp ,
A lla h 'ın a y e tle rin i a z b ir d e ğ e r e d e g iş h ıc y e n l c r v a r -
d ır..."(A I-i Irn ran :! W ) B u a y e t-i k e r im e ile ilg ili o l a r a k s e ­
lekten b a /ı l a n , o n u n N e c a şi h a k k ın d a n a z il o l d u ğ u n u s ö y ­
led iler... O im an e tm iş ti. Takat h ic r e t e tm e y e , im a n ın ı a ç ık ­
lam ay a v e şe ria tın e m irle rin i y e rin e g e tir m e y e im k a n b u la ­
m am ıştı.
G ü c ü y ettiğ i k a d a r im a n ın ın g e re ğ in i y a p tığ ı iç in o n u m ü ­
m in o larak is im le n d in li...(4 4 )

ÂLÛSrNİNCÖRÜŞÜ:

" O n la r C a h iliy e id a re sin i m i a rıy o rla r'.'" A y e tin d e k i


.soru e d a t ı . o n la n n h a lle rin i b e ğ e n m e m e , d u m m l a n n a ş a ş ­
m a v e o n ları a z a rla m a a n la m ın a g e lir. H ü k ü m k e lim c .sin in
b a şın d ak i "F a" h a rli m a k a m g e re ğ i t a k d i r e d i l c n e a tıT ifa d c
e d e r; Y an i o n la r, A lla h ' ın s a n a in d ir d iğ i ile h ü k m e tm e n i
k a b u l e tm e k te n y ü z ç e v irip , c a h iliy y e t i d a r e s in i m i a n y o r -
lar'.' A y e tin b a şın d ak i "H e m z e "'n in y e r in in " F a " 'd a n s o n r a
o ld u ğ u s ö y le n m iştir. H e m z e b a ş a a lın m ış .
Ç ü n k ü o n u n s a d a re t ( b a ş t a o l m a > h a k k ı v a r . M e f u l' ü n
ö n e g e ç m e s i, ş a ş m a v e in k a n p e k iş tir m e y i i İ a d e e d e n lah-;
sis iç in d ir. Ç ü n k ü R c s u lu lla h ın h ü k m ü n d e n v a z g e ç i p b a ş ­
k a b ir h ü k m ü la le b e tm e k ç ir k i n d i r v e h a y r e t v e r ic id i r . C a -

44. Ihn i 'lo>ıniyyc l;l-l■ctcv«; tV/217

132
h iliy y c i h ü k m ü n ü is le m e k ç o k ç ir k in v e p e k h a y r e t v e r ie i-
d ir.
C a h i l iy c i ile k a s te d ile n çıey n e ls e u y m a k v e a h k a m d a
m ü n a l i k ç a d a v r a n m a k o la n c a h iliy e ı d in id ir v e y a c a h iliy c i
h a lk ıd ır . O n l a n n is le d ik le r i h ü k ü m , k a tle d ile n le r a r a s ın d a
a d a le tle d a v r a n m a y ı p l'arklı d a v r a n m a k tı. D e n ild i k i, ,so/.
m u /.a lin h a r lı ü z e r in e k u r u lm u ş tu r . Y a n i c a h iliy y c ı h a lk ı
d e m e k lir . H ü k ü m le r i d e y u k a n d a /.ik re d ile n h u s u s tu r. R i­
v a y e t e d i l m i ş t i r ki N a d ir o ju l l a n ile K u r a y /a O ğ u lla n
a r a s ın d a iş le n m iş h ir c in a y e t d a v a s ın d a R e s u lu lla h ın h a ­
k e m liğ in e b a ş v u r m u ş la r d ır . B a /.ıla n R e s u lu lla h d a n ca h i-
liy y e d iin e m in d e k i u y g u la m a ile h ü k m e tm e s in i is te m işti.
B u n u n ü / e r i n e H / . P e y g a m b e r (S A V ) : "Katlin kargılığı
kana kandır." b u y u r d u . B u se l'e r N a d i m ğ u l l a r ı B i z b u n a
ra zı d e ğ i l i z " d e d ile r . ( 4 5 )
Y u k a r d a s ö y le n e n le r e e k o la r a k İ.sm ail b in İb ra h im c l-
H a tip e l- H a s a ııi e l - l î s 'a d i e l - i - / h c r i e s - S e l c r i a d ın d a b ir E z ­
b e r ş e y h in in k i t a b ı n d a s ö y lc le n e n le r d e n b a / ı l a n n ı a lm a k
is liy o r u m . K ita b ın ın a d ı " T a h s ir - i e h li’l-im a n a n ıl'-H ü k m i
b i-g a y r i m a E n z e l e r R a h m a n " G ü z e l b ir k ita p ç ık . E z h e r
ş e y h i b u k it a b ı n d a m ü le s s ir lc r d e n e h li- T a h k ik 'in s ö z le rin i
n a k le tm iş tir . S ö z l e r d e n b iri h e r k a v m in " la g u l" u A lla h v e
R e s u lü 'n ü n d ı ş ın d a , ö n ü n d e m u h a k e m e o ld u k la n v e A lla ­
hı b ır a k ıp k e n d i s i n e ta p n k l a n v e y a A lla h k a tın d a b ir b e lg e
o lm a d a n k e n d i s i n e u y d u k l a n y a d a ita a ti y a ln ız c a A lla h a
ait o ld u ğ u n u b ilm e d ik le r i k o n u d a k e n d i.s in e ita a t e ttik le ri
k iş id ir ( 4 6 )
"Ey iman edenler! Seslerinizi pcyıtamherin sesinden
fazla yükseltmeyin..." iHücurai: 2) a y e tin e y a p tığ ı y o ru m ­
d a ş ö y le d iy o r ; " K e n d i s e s le rin i p e y g a b e r in s e s in d e n la z la
y ü k s e ltm e le r in in a m e lle r in in b o şa çık m a .sın a s e b e p o ld u ­
ğ u n a g ö r e , g ö r ü ş le r in i a k ıl l a n n ı z e v k le rin i s iy a s e tle rin i.

45. AİÛ.Sİ Kuhul 5/155


46. Ismuil cl-li/hcn-Tch/iri Itblil imai s. 148

153
m a rirc tlc rin i, k a n u n la n n ı v c d u r u m l a n n ı R c s ü l u ll a h ın g c -
lin iiğ i ş e y le re ta k tim c lm c lc ri v e ü s iü n lu u ıı a la n n a s ıl
olur'.' A m e lle rin b o şa y ık m a sın a bu d a h a ö n c e lik li b i r s e ­
b e p d e ğ il m i? E v e t ö y le{ 4 7 )
İsm a il e l-E /.h e ri k ita b ın ı ş u sö /.ü y lc n o k ta lıy o r . A lla ­
h ın in d ird iğ i ile h ü k m e d e n h e rk e s a d e le tli h ü k m e t m iş o lu r .
O n u n d ış ın d a k iy lc h ü k m e d e n z u lü m iş le m iş o lu r . A lla h ın
k e n d i p e y g a m b e rin e in d ird iğ i ile h ü k m e tm e n in l a r / i y c t i n e
in a n m a y a n v e k e n d i g ö rü ş ü y le in .san lar a r a s ı n d a h ü k m e t ­
m ey i h elal g ö re n k işi k a h r o l u r . V e lh a s ıl, h e r k e s e a d c lc tlc
h ü k m e tm e k h e r z a m a n v e m e k a n d a , h e r k e s iç in m u tla k v a ­
c ip tir. A lla h 'ın H z. M u h a m m e d 'e in d ird iğ i ile h ü k m e tm e k
a d a le tin e n m ü k e m m e li v e e n g ü z e lid ir. Y in e A lla h 'ın in ­
d ird iğ i ile p e y g a m b e rin v e o n u iz le y e n le rin ü /a :rin e v a c i p ­
tir. A lla h 'ın v e R a sü lü n ü n h ü k m ü n e s a r ılm a y a n k a lir d ir .
H em k e n d is in e h e m d e b a ş k a la n n a z u lm e tm iş tir . ...(4 H )

SEYYİD KUTUP'UN
CAHİUYYE İDARESİ İL E İL Ü İU G Ö RÜ ŞLERİ

B u b a h sin b a şın d a , M e v d u d i'n in (A lla h r a h m e t e y le -


,sin) c a h iliy y e t v a s lin ı İslam d ış ı d ü z e n e v e r d iğ i s ö y l e n ­
m işti. M e rh u m S e y y id K u tu p , A lla h 'ın in d ir d iğ in d e n b a ş ­
k a sıy la h ü k m e tm e y i a r a ş tın r k c n , M e v d u d i'n in b u g ö r ü ş ü ­
nü a ld ı v e d a h a d a g e n iş le tti. O 'n u n c a h iliy e ile ilg ili ta r i f i y ­
le b a şla m a k g ü z el o lu r s a n m m . O , ş ö y le d i y o r " C a h iliy y e t
tarih i b ir d ö n e m d e ğ ild ir. A n c a k o , b ir d ü z e n v e y a b i r d u ­
rum iç in d e n e re d e d a y a n a k b u lu m a , o r a d a b i r h a l d ı r .Y i n c o
k e n d i iç in d e h a y a ta a it b ir y ö n e lim i v e y a s a m a y ı A lla h 'ın
şe ria tın a v e y o lu n a d e ğ il, b e ş e rin a rz u v e i s t e k l e r in e d ö n ­
d ü rm e k tir. B u a r / u l a n n b i r fe rd in b ir .sin ilin , b i r m ille tin
v e y a o lg u n b i r b e ş e r k u ş a ğ ın ın a r z u l a n o lm a s ı e ş itt i r . O n -

47. A.g.c. S. 161


4K. A g.c.S. 173

134
la n n lü m ü A lla h 'ın ş c r ia iın a d ö n m e d iğ i s ü r e c e a r/.u
o l m a k ı a n ö te y e g e g m e /..
B i r l e n , b ir to p lu m a k a n u n k o y d u ğ u v a k it, o b i r c a h i li -
y e ltir . Ç ü n k ü o n u n a r/.u s u k a n u n o lm u jitu r. V e y a g ö rü ç ü
k a n u n d u r . F a rk s a d e c e ira d e le rd e d ir .
B ir s in i l'd ig e r .s in i l l a r i ç i n k a n u n k o y u y o r, o v a k it o d a
c a h iiiy c ttir . Ç ü n k ü b u s tn ılin ç ık a r la n k a n u n o lu r v e y a
p a r lc m e n i e r ç o ğ u n l u ğ u n g ö r ü jü k a n u n d u r. Y in e , l'ark y a l­
n ız c a i b a r e le r d e d ir ... F e n lc r in , to p lu m la n n , m ille tle rin v e
n e s ille r in y a r a tıc ıs ı d a k a n u n k o y u y o r. İşte o A lla h 'ın ş e r i­
a tıd ır. O ş e r ia t ta b ir f e rd in d iğ e r fe rd in a le y h in e h ü k m e t­
m e s i y o k tu r . N e f e rd in n e to p lu m u n n e b ir k u ş a ğ ın n e d e
d e v le tin b ö y le b i r y e tk is i y o k tu r. Ç ü n k ü A lla h h e rk e sin
r a b b id ir . H e r k e s o n u n y a n ın d a e ş ittir. Ç ü n k ü A lla h h e rk e ­
s in h a k ik a tin i v e k a m u n u n y a r a n n ı b ilir. İfra t v e te frite y e r
v e r m e d e n , y ü c e A lla h i n a n a n la n n ih tiy a ç la n m v e y a ra rla -
n n ı e n g ü z e l ş e k i l d e g ö z e tir .
S e y y i t K u t u p b i r k a ç s a y f a s o n r a te k r a r c a h iliy y c tte n
s ö z e t m e y e k o y u l u r v e ş ö y le d e r ; " Y ü c e A lla h 'ın n ite le n -
d in d iğ i v e K u r 'a n ı n s ı n ır la n d ır d ığ ı g ib i c a h iliy y c i in s a n ın
i n s a n a h ü k m e t m e s i d i r . Ç ü n k ü o in s a n ın in s a n a k u llu ğ u -
,d u r .... A l l a h 'ın k u l l u ğ u n d a n u z a k la ş m a k tır . O 'n u n u lu h iy -
y e tin i r e d d e t m e k t i r . B u r e d d e u n e y e m u k a b il b a z ı in s a n la -
n n u l u h i y y e t i n i v e A lla h ı b ır a k ıp o n la r a u b u d iy e ti k a b u l
e tm e k tir .
H a k ik a t e n b u a y e t in ış ığ ı a ltın d a , c a h iliy y c i b e lirli b ir
z a m a n d i l i m i n e m a h s u s d e ğ ild ir . F a k a t o , b ir d u r u m , b ir
v a z iy e ttir . B u d u r u m d ü n m e v c u t o ld u ğ u g ib i b u g ü n d e
m e v c u ttu r , y a n n d a m e v c u t o la c a k tır . İş te o v a k it İs la m 'a
k a rş ı o l a r a k o c a h i l i y y c i is m in i a lır.
l a s a n l a r , y a A l l a h 'ın ş e r ia tı ile h ü k m e d e r le r , o n u k a ­
b u l e d i p k e n d i l e r in i o n a te s lim e d e r l e r v e A lla h 'ın d in in e
g ir e r le r ... V e y a k u l y a p ı s ı b i r s is te m i t a tb ik e d e r le r , o n u k a ­
b u l e d e r l e r v e c a h i i i y c i b a ta k lığ ın a d ü ş e r le r .. O n l a r k im in

'135
h ü k m ü n ü la ib ik e d iy o rla rs a , o n u n d in in d e d ir le r ... A lla lı'ın
d e ğ il! C a h iliy y c l h ü k m ü n ü n a ra n d ığ ı y e rd e , A lla h 'ın h ü k ­
m ü a ra n m a z . İla h i şe ria tın ic ık c d ild ig i y e r d e , c a h iliy y c l
p re n s ib i b u lu n u r v e y a şa n a n h a y a ld a e a h iliy y c t h a y a n o lu r,
iş te y o l a y n m ı b u ra sıd ır..
Y a İsla m , y a c a h iliy y c l...Y a im a n , y a k ü f ü r . Y a A l­
la h 'ın h ü k m ü , y a c a h iliy y c ıin h ü k m ü ... A lla h 'ın in d ir d i k l e ­
ri ile h ü k m c im c y c n ic r; k a fird irle r... Z a lim d ir le r ... f a s ık iır -
lar. Y ö n e tile n le rd e n A lla h 'ın h ü k m ü n ü k a b u l e tm e y e n le r ,
m ü 'm in d e ğ ild irle r.
B u m e s e le , m ü s lü m a m n v ic d a n ın d a k e s in v e a ç ık b ir
ş e k ild e y e r e tm e lid ir. K en d i z a m a n ın d a in s a n la , o n u n t a t­
b ik i h u su s u n d a ıc rc d d ü lc d ü ş m e m e lid ir. B u h a k ik a tin
m u k tc z a sın a , d o st v e d ü ş m a n h c ik e s e , ic r a c d ilc n b u ta tb i­
k a tın n e tic e sin e k a tla n m a lıd ır. B u m e s e le , b ir m ü s lü m a m n
v ic d a n ın d a k e sin lik d c rc c c s in e u la ş m a z s a , o i n s a n ın d ü z e ­
ni b o z u lu r, n iz a m ı k a n ş ır . V ic d a n ın d a h a k v e b a u lı a rtık
a y ırd c d c m e z , d o g m y o ld a tek a d ım b ile a la m a z ...( 4 9 )
S e y y id K u lu b "onlar cahiUyyet idaresini mi arıyor­
lar... " a y e tin e y a p u g ı y o ru m d a şö y le d iy o r :" İ ş tc b u m e s e le
b ü tü n d in le rd e b ö y lc c e b e lirtiliy o r. G e re k id a re e d e n l e r , v e
g erek id are e d ile n le rin im a n v e İs la m 'a g ir e b i l m e le r i n in
şa rt v e s ın ın ta y in e d iliy o r. B u n u n şa rtı: İ d a r e c ile r in , A l ­
lah 'ın in d ird ik le riy le h ü k m e tm e le ri, id a re e d ile n le r in d e b u
h ü k m ü k ab u l e tm e le ri v e d iğ e r k a n u n v e h ü k ü m le r e ilt i f a t
e tm e m e le rid ir...
M c.sclcyi b u ş e k ild e v a z 'c ım e k ç o k ö n e m l i d ir . K e z a
b u d e re c e ş id d e t g ö s te rm e k d e ö n e m li s e b e p le r e is iin a d
e d e r. A c a b a b u s e b e p le r n e le rd ir'.' B iz g e r e k b u s û r e d e g e ­
re k d iğ e r b ü tü n K u rian a y e tle rin d e b u n o k t a y a t e m a s e t m e ­
y e Ç3İışıyoruz„ V e b u h u s u s u n a ç ık v e n e t b i r ş c k i l d c b e li r ­
d iğ in e ş a h it o lu y o r u z . B u m e s e le d e k a r ş ım ız a ç ı k a n m ü ­
h im n o k la la n n ilk i, A lla h 'ın u lû h iy c tin in , r u b u b i y y e t i n in ,

w Seyyit KuUıp-l'ı/.ilal: 6rt29

136
b e ş e r iy e te o rta k s ız , h a k im iy e tin in i k r a n v e y a r e d d id i r ...
İşte b u n o k t a d a n , k ü C ü rv e y a im a n , c a h iliy y c lv c y a is la m iy -
y e t m e s e le s i o r t a y a ç ık ıy o r ...
İ k in c i m ü h im n o k ta ; ila h i n iz a m ın d i ğ e r b ü tü n b e ş e ri
n iz a m la r a o l a n m u tla k ü s tü n lü ğ ü d ü r . B u ü s tü n lü k b a h s i-
m iz in s o n a y e t in d e ş ö y le d ile g e tiriliy o r: " Y a k in e n b ile n
b i r m i ll c t iç in A lla h 'ta n d a h a iy i h ü k ü m v e r e n k im v a rd ır."
S o s y a l h a l v e t a v ı r l a n n b ü tü n ü h a k k ın d a ila h i ş e r ia tın ü s ­
tü n lü ğ ü n ü n m u t la k itir a li d a , a y n ı ş e k ild e im a n v e k ü fü r
m e .s e le s in c g ir e r . H iç k im s e b c ş e r y a p ıs ı o la n b ir n iz a m ın ,
in s a n c e m iy e tl e r i n in s o s y a l d u ru m v e la v ırla n h a k k ın d a ,
A lla h 'ın n i z a m ı n d a n d a h a ü s tü n v e y a o n a d e n k o ld u ğ u n u
id d ia e d e m e z ... İ d d ia e d e n le r , s o n ra d a k a lk ıp , m ü s lü m a n
o ld u ğ u n u v e A l l a h 'a im a n e lliğ in i s ö y le rle r... H a k ik a tte n ,
A lla h 'ta n d a h a ç o k in .su n ın h a lin i b ild iğ in i, to p lu m iş le ri­
n in te d b i r v e id a rc .s in d c A lla h 'ta n d a h a s a ğ la m b ir y o l tu ttu ­
ğ u n u id d ia e d e r . V e y a ş u lik ri ile ri s ü r e r : H a y a lın a h v a li v e
ih tiy a ç la n s ü r ü p g itm e k te d ir . H a lb u k i A la h b u n iz a m ı k o ­
y a r k e n , O , i h t iy a ç v e a h v â l i b ilm iy o rd u , y a h u t ' iliy o rd u d a
, o n a m ü n a s i p b i r niz,am k o y a m a d ı!! B u tü rlü id d ia la rla
im a n v e İ s la m d a v a s ı g e rç e k le ş e m e z ... H a tla d iliy le b u n la -
n s ö y le s e d e ...
A lla h 'ın n i z a m ı ; b e ş e r h a y a lı iç in m ü te k a m il, şü m u l­
lü v e m e l o d l u b i r n i z a m d ır . B ü tü n h a l v e şe k ille riy le in sa n
h a y a tın ın h e r c c p h e .s in e a it d e ğ iş ik liğ i, y ö n e lişle ri, n iz a m
ve in tiz a m ı i la h i ö l ç ü l e r l e d ü z e n e s o k a r v e h e r s a h a y a te ­
m as e d e r . O ; i n s a n v a r lı ğ ı n ın v e b e şe ri ih liy a ç a la n n h a k i­
k a ti, i n s a n ın d a i ç i n d e y a ş a d ığ ı ş u k a in a ü n h a k ik a ti, in s a n a
h ü k m e d e n v e im a n v a r lığ ın ın h ü k m e ttiğ i k a n u n la n n k a ­
ra k te ri i le a lâ k a s ı m u tla k ilm e is tin a d e d e n b i r n iz a m d ır...
b u n d a n d o l a y ı d ı r k i O , h a y a tın h iç b ir m e s e le s in i ih m a l e t ­
m ez . İ n s a n u n s u r u n u n tü ll e r i a ra s ın d a y ık ıc ı b i r ç a u ş m a y a
s e b e p o l m a d ı ğ ı g i b i, b u u a s a r l a k a in a t k a n u n la n a r a s ın d a
d a b ö y le ç a t ı ş m a y a y o l a ç m a z . O , a n c a k m f lv a z e n c y i,itid a -

137
lî u y g u n lu ğ u , n i / a m v c i n ili/a m ı te m in e d e r . B u , in s a n ın
ü rc lıig i b i r m e to d u n h a lle d e c e ğ i i$ lc r d e ğ ild ir ." B u n d a n
s o n ra Ü sta d . b u ilah i y o lu n m u tla k a d a le te d a y a n d ığ ın d a n
b a h s e d e r v c " E ğ e r A lla h 'ın y o lu m u tla k a d a le ti g e r ç c k lc ş -
ü rm e z s e , b u n u y a p m a y a k im in g ü c ü y e te r ? " d e r ..
D a h a so n ra O , İlah i n i/.a m tn , b ü tü n k a in a t k a n u n la ­
rıy la u y u m iç in d e o ld u ğ u n u , z ira b u n i / a m ı k o y a n ın , k a i­
n a tın d a y a ratıc ısı o ld u ğ u n u v c in s a n ın , b u uçsuz, k a in a tın
u n s u rla n n d a n b iri o ld u ğ u n u s ö y le r...
V c y in e İsla m n iz a m ın ın : in.sanın in .san a k u llu k ta n
k u n u lu p , h ü rriy e tin e k a v u ş tu ğ u v c h c r k c .s in y a ln ız c a A l­
lah 'ın k u lu o ld u ğ u b ir n iz a m o ld u ğ u n u i la d c e d e r ......(.50)
M e ıb u m S e y y id K u lu b 'u n sö z le ri ş ö y le s o n b u lu r : " Ü z e r in ­
d e du rd u ğ u m u z, b a h is le arz.cd ilen a y e tle r in h a lle tm e ğ e ç a ­
lıştığ ı bu m e s e le , g e rç e k le n a k id e m c .s c lc lc rin in e n b ü y ü ­
ğü v c e n ö n e m ic sid ir. Ç ü n k ü o . u lu h iy e i v e u b u d iy e t m e s e ­
lesid ir. İn sa n ın , h ü rriy e tin i e ld e e d iş i, h a tl a y e n id e n d ü y a -
y a g elişi m e s e le s id ir." (5 1 )
B en . d ü ş ü n c e n in lam o la ra k a k ta r ılm a s ı i ç i n a lı n t ıl a n
biraz, u z attım . Z ira Ü stad b u d ü ş ü n c e s in i h e p y ü k s e k s e s le
k o n u şlu . B u fik rin in k a rş ılığ ın ı h a y a tıy la ö d e d i. O A lla h
y o lu n d a h iç k im .seden k o rk m a d ı. B u k işi y ö n e li m in b a ş ın ­
da o la n y irm in c i y ü z y ılın "E b u C e h il" i v c 1 9 6 7 y e n il g i s i ­
n in k a h ra m a n ı d a h i o lsa ...
A rlık z ik re d ilm e y e v c k a y d e d ilm e y e m u h ta ç b i r k o n u
k a lıy o r. O d a şu : R a h m e tli S e y y id K u tu b , b u r a d a m u a y y e n
a y e tle rin ışığ ı a ltın d a " c a h iliy y e t" te n b a h s e d iy o r , B u n a
g ö re id a re n in c a h iliy y e ti, ile rid e iz a h e d ile c e ğ i ü z e r e " k a-
d ın la n n a ç ılıp .saçılm a c a h i l i y y e t i " g ib i v e y a " c a h iliy y e t
z a n n ı" g ib i b ir ö rn e k o la m a z .
D iğ e r b i r d u r u m d a " k ü fr" ü n z u lü m v c fış k ı iç e m te s i.
Ç ünkü h e r k a firin z a lim v c fa s ık o ld u ğ u n u s ö y le m e k

50. A.g.c. 6/725


51. A.g.e. 6/729

138
m ü m k ü n . F a k a t h e r / a l i m i n v e h e r la s ın ın k â l l r o l d u ğ u n u
s ö y le m e k m ü m k ü n d e ğ il.
B u d e r e c e le r in e n y ü k s e j i " k ü lü r " , o r ta s ı '/.u l ü m " c n
a lım d a " lis ık " ıır . A m a b a / c n z u lü m v e lisk s ö z le r i k a f ir le ­
rin v a s l ı o l a r a k d a k u lla n ılm ı^ ıtır.
M ü s lü m a n o d u n u n u s ö y le y e n b ir y ö n e tic i, s o n r a A l­
la h 'ın ş e r ia tın ı r e d d e d e r v e İs la m d ış ı n i/.a m la n n o n d a n d a ­
h a ü s tü n o ld u ğ u n a v e ta tb ik a ta d a h a u y g u n o ld u ğ u n a in a ­
n ır s a . o y ö n e tic i k a f ir d ir . N a m a /, k ıls a d a . o ru g tu ts a d a v e
k e n d is in in m ü s lü m a n o ld u ğ u n u s a v u n s a d a b ö y lc d ir.
S ö / k o n u s u y ö n e tic i b u n a in a n m a y ıp , l'ak at isla m i
h ü k ü m le r in b a z ıs ın ı ta tb ik e tm e k te n k a ı^ tn s a o n u "zalim "
o la r a k n i t e l e n d i r m e k m ü m k ü n d ü r.
O y ö n e t i c i , O s m a n lı p a d iş a lıa n n m b a z ıs ın d a o ld u ğ u
g ib i k a b u l e d i p te m e n n i e tm e k le b irlik te İs la m ş e ria tın ı v e ­
y a ş e r ia t ın b i r k ıs m ın ı u y g u la m a s a , "l'asık " o lu r.
G e r i y e s o n b i r d u r u m k a lıy o r: b ir y ö n e t i c i İ.slam i h ü ­
k ü m le r i a z a r a z a r ta tb ik cl.se, h iç o n u n h ü k m ü Isla m ı re d d e ­
d e n v c o n u d o n u k l u k l a , g e r ic ilik le ilh a m e d a n k iş in in h ü k ­
m ü g ib i o l u r m u ?
A y n ı ş e k i l d e İ s la m ş e r ia tın ın b i r k ıs m ın ı v e y a d a h a
ç o ğ u n u ta tb ik e d e n v c g e c e g ü n d ü /. İs la m Ş e ria tın a u y m a y a
ç a ğ ır a n k iş i , İ s la m 'ı r e d d e d ip y e n i p r e n s ip le r v c a k id e le r
i e a d e d e n k iş i g i b i h i ç o l u r m u ?

LA İK L İK vc ALLAH'IN İN D İR D İĞ İ İLE
HÜKM ETM E

B i / A l l a h 'ın i n d ir d iğ i ile h ü k m e tm e - şu a n d a k i m e s e ­
le o d u r - k o n u s u n a d e v a m c ı t i g i m i / c g ö r e , d e v le tin la ik o l ­
m a s ın a i n s a n a v c a y n ı z a m a n d a m ü s lü m a n lıg ı s a v u n a n k i­
ş in in h ü k m ü h a k k ı n d a s ö z .s ö y le m e m iz g e r e k ir.
H e m e n ş u n u .s ö y le m e liy im k i, L a ik lik ; İ n g i l i z c e " S e -
c u l a r i / m " k e l i m e s i n i n y a n lış v c g ü v e n ilm e y e n b i r ic rc ü -

139
m csid ir. Ç ü n k ü k e lim e n in ilim le b ir ilg isi y o k tu r. F a k a t
b a /ıla n o n a bu sıra tı e k le m e k iste d ile r. B u r a d a o n u n y e r i ­
ne "L â d iy n iy y e = d in siz lik " k e lim e s in i te rc ih e d e n l e r d e
v ar. B u v a s ıf, d a h a ç o k A v ru p a 'd a k i s o s y a lis t d e v le t le r iı,'in
d o ğ ru o lu r. Ç ü n k ü o n la r fiilen d in s iz d ir le r . A m a F r a n s a ,
v e y a A lm a n y a y a d a H o lla n d a g ib i b ir d e v le t d i n e d ü ş m a n
o lm u y o r. F a k a t o d e v le tin d in i .s o m m Iu lu k la n d a y o k tu r .
B ila k is ş u n u .söylem ek m ü m k ü n : K ilis e n in b a ğ ım s ız lığ ı
v ar. K ilise d e v le tin işle rin e k a n ş m a d ıg ı g ib i d e v le t te o n u n
iş le rin e k a n ş m a z .
L aik liğ in d a h a iyi a n la ş ılm a s ı iı;in g e liş m e d e v r e s i n ­
d e n v e ş a ıtla n n d a n kı.saca sö z e tm e k g e r e k ir . L a ik liğ itı.
a .s ır la r b o y u d e h ş e t.s a ç a r a k d e n c tim a ltm a a la r a k v e p a p a l ı - -
ğ a m u tla k e ğ e m e n lik s a ğ lıy a ra k A v r u p a 'y a h â k im o la n
m u h a rre r H iristiy a n h ğ a b ir tep k i o ld u ğ u n u sö y le m e k
m ü m k ü n d ü r. P a p a la r y e ry ü z ü n d e A llah 'ı te m s il e d e r le r .
O n la ra isy an d a ay n ı şe k ild e d ir. N ite k im p a p a lık , p a p a z la -
n n h a ta d a n m asu m o d u k la n n ı ic a d e tti. Kili.se u ğ r a d ığ ı y e ­
n ilg ilerle b e ra b e r, h â lâ b u sa ç m a m a s u m lu k h u s u s u n d a ıs ­
ra r e d iy o r. H em d e ö y le s in e b irm a s U m lu k k i h iç b i r k im s e
o n u d o ğ ru b u lm u y o r v e h a lta b i r ç o k p a p a z d a o n a k a r ş ı ç ı ­
kıyor.
N itek im p a p a k u r a l l a r t a y i n e d i y o r v c o n l a r a e ğ e m e n -
lik le r v e riy o rd u . B irin d e d e ö fk e le n d i m i o n u n y e tk ile r in i
e lin d e n a lıy o r, ta h tın d a n a la ş a ğ ı e d iy o r d u . K ra l D ö r d ü n c ü
H e n ri'n in b a ş ın a g e ld iğ i g ib i... S o n u n d a H e n ri V a t ik a n 'a
g id ip k a p ıs ın d a d iz çö k ere k ^ tö v b e s in i ila n e tm e y e m e c b u r
k ald ı. S o n ra p a p a o n u k a b u l e d ip , b a ğ ış la d ı v e i t i b a n n ı g e ­
ri v e rd i.
P a p a z la r, y o ld a n g e ç e r ic ık c n , y o l p i s l ik l e r le d o l u d a
o ls a , in s a n la n n k e n d ile rin e s e c d e e tm e le r in i e m r e tt i . B e l ­
k i ta rih in ta n ıd ığ ı e n b ü y ü k k o m e d i, " b a ğ ış la m a .s e n e tle ri"
o lm u ş tu r. P a p a p a z la rd a n b ir i, h ir is tiy a n la n b e lli b i r m e b ­
la ğ k a ş ılığ ın d a g e ç m iş v e g e le c e k g ü n a h la n n ı b a g ış la m a -

140
g a h a / ı r o ld u ğ u n u ila n c ııig i v a k il o n la n k e ş fe tti. S e n c td c
ş u n la r y a / ı l ı r ; " F a la n c a P a p a z , fila n o ğ lu Talanın ö lü n c e y e
k a d a r tü m g ü n a h la n n ın b a ğ ış la n d ığ ın a ta n ık lık e d e r. B u ­
n u n i ç i n . o , k ıy a m e t g ü n ü n d e la n n 'n ın sa ğ ın a o tu ra c a k "
Y a n i b u s e n e d i ta ş ıy a n c e n n e te g irec ek .
B u n d a n d o la y ı h a lk s e n e tle ri sa tın o lm a k iç in k o ş u ş u ­
y o rd u . B u n u n n e tic e s i o la ra k t a h a lk a rtık k o rk m az o lm u ş­
tu. Ç ü n k ü c e n n e ti g a ra n tile m iş ti. E lin d e , d ü n y a d a " g e lir­
le r b ü r o s u " n u n e n b ü y ü ğ ü ta ra fın d a n d ü z e n le n m iş ve yür-
y ü / ü n d e A lla h 'ın te m s ilc is i ta ra fın d a n im z a la n m ış b ir se ­
n e t v a rd ı ki a n ık in s a n h iç k o rk m a d a n v e h iç b ir ş e y c a ld ır­
m a d a n li.sku fü c u r işle m e li...

KİLİSE'NİN EGEM ENLİĞİ

K ili.se. k a b u l e d ilm e s i g ü ç v e y a a n la şılm a sı güç o lan


tü m t a s a v v u r v e i n a n ç l a n y a y m ış tı. B u n u n için d e .söyle­
d ik le r in i v e y a is le d ik le r in i k a b u l e tm e y e n hcıKc-si ccz ala n -
d ı m ta k iç in k e n d in e g e n iş y e tk ile r ta n ıd ı. B ü tü n b u n lara
b ilg in le r in c a n ı s ı k ı lı n c a , o n l a r iç in e n g iz is y o n m a h k e m e ­
leri k u rd u .
F e r id V e c d i ( A lla h R a h m e t e y le s in ) O rta Ç a ğ 'd a n b a h ­
s e d e rk e n ş ö y l e d i y o r " B u a s ır la r , d ö rd ü n c ü a sırd a n ta o n -
b c ş in c i a s r a k a d a r b in y ıllık b ir.sü re y i aşa r. A v ru p a a lc m i.o
ç a ğ l a r i ç in d c k o r k u n ç b i r c c h a lc l,h u r a f e v e b ilg isiz lik b a ta ­
ğ ın a tü ş lü . A v r u p a l I l a r n c /d i n d c ilm in ışığ ı ve b ilirtile ri
y o k o l u p g itti. Ö y l e b i r n o k ta y a g e ld i k i in s a n la r ilk c a h iliy -
y c ı d ö n e m i n d e k i g ib i o ld u la r . B u d i n ii n a n ç l a n n e ğ e m e n -
liğ i v e A r is to f e ls e f e s in in g a le b e s iy le b irle ş e n b ir e tk i ile
m e y d a n a g e ld i. İ l i m ,d i n a d a m la n n ın g e liştird iğ i ta a ss u b -
d a n d o la y ı, g ö r e v in d e n ç e k ild i. İlm in s ö z ü n ü v e y a yen i b ir
n a z a riy e y i t e l a f f u z e tm e ğ e c ü r ’c ı e d e n k işi "sap ık " a d ıy la
y a k ıla ra k ö l ü m c e z a s ın a ç a r p t ın l ı ıd ı . A v m p a 'd a b u d ö ­

141
n e m d e , b ilg in le rd e n , y a z a rla rd a n , d ü ş ü n ü r le r d e n y a k ı-
la n la n n say ısı .^50 b in e iv a n n a u la ş ıy o rd u . 15. A s ı r g e l i n -
c c, g ö n ü lle r kili.se a d a m la n n a k a rşı ö lls c y lc d o lm u ş tu .
..... A v ru p a 'd a ilini k a ra k te ri ica b i d in e d ü ş m a n o la r a k
g e lişti. B u n u n iğ in d e k ö k ü n ü k a z ım a k v e z a y ı l la lm a k iğ in
o la n c a g a y re tin i s a rre lli...(5 2 )
F a ra n sız İh lila li'n in , K ilis e n in n ü lü z .u n u k ı n p , e li n ­
d e k i g e n iş y e tileri a la ra k o n u ru h a n i h a y a ta h a p s e tm e s i,
b ü y ü k b ir sa rsın tı m e y d a n a g e lird i.
Y a v aş, y a v a ş k ilis e d e n v e e g e m e n liğ in d e n s ıy r ı lı p
k u rtu lm a h a re k e tle ri b a şla d ı. B azı k r a lla r , e g e m e n l i k le r i n i
h a lk la n m n ira d e s in d e n a ld ık la n n ı. P a p a 'd a n a lm a d ık l a n -
nı a(,'ikı;a ilan e ttile r. S o n ra ik tisa d i b a ğ ım s ız lık d e v r i g e l ­
di; İn san ken d i m a lıy la d ile d iğ iiş i y a p a r, is te d iğ i k a d a r m a -
- hm a riın r. K ilise bu k o n u d a o n a k a n ş m a z . İşte b iiy le c e y a -
.sam a. d ü z e n le m e v e a h la k b a ğ ım s ız lık k a z a n d ı. H n b ü y ü k
ih tilal b ilg in le r ta ra lin d a n y a p ılm ış o ld u . H a t t a ' d i n " b i ­
lim le ç elişk i h a lin d e d ir, d iy e c e k k a d a r ile ri g i ttile r . B u n u n
so n u c u o la ra k , b ilim , d in s iz liğ in e ş a n la m ı h a lin e g e ld i.
S o n ra k ilis e n in ilişk ileri ile d e v le tin iliş k ile r i, d e v le t in
ilişk ileri ile k ilis e n in ilişk ile ri s ı n ır la n d ın id ı. K i lis e y a l ­
n ız c a k u lla n n ru h i m e s e le le riy le ilg ile n e c e k ti. B u n u n d ı ­
şın d a k a la n la r d e v le tin ih tis a s a la n ın d a k a ld ı. İ ş te b u a y n -
m a , " L a ik lik " a d ı v e rild i. L a ik lik , d ü n y a y a b a lı n ı n ih r a ç
m a lla n n d a n b iri o la ra k y a y ıld ı. B a zı m ü s l ü m a n l a r o n u h e ­
m e n k a p ıv e rd ile r. O n la r. İs la m 'd a n a k id e v e i b a d e t le r i, a h ­
la k ta n d a b ir kı.sm ını k a b u l e tm e y o lu n a g ittile r . B u n l a n n
d ış ın d a k a la n a h k a m v e ya.sam a y e tk is in i d e v le t e b ı r a k t ı ­
lar. B u ra d a a k la b ir.so ru g e liy o r: L a ik liğ e in a n a n v e m ü.s-
lü m a n la n d a o n a ç a ğ ıra n k iş in in h ü k m ü n e d ir'.' B u r a d a H ı­
ris tiy a n lık la İslâm a ra s ın d a k i fa rk la ilg ili b t r iz .a h y a p m a k
g e re k ir.
H iristiy a n lık iK rc d e y s e k a n u n k o y m a ile i lg i s i o lm a -

5 2 .1'crid Vecdi Diirciı'I-.Mcarifil-l.<laın»yyc: 6/595

142
yan b ir d in d ir . R o m a d e v le tin in h im a y e s in d e g e lişti v e
yaşad ı. Y a s a m a ile ilg ili h e r şe y in i o n d a n ald ı.
İsla m is e ; a k id e v e şc ria ıiır. H a y atın hiı; b ir y a n ın ı d ü ­
z e n le m e s i/ v e y a .s a m a s ı/ b ıra k m a d ı. B izim laik liğ i k a b u l
e tm e m iz d e m e k İ s la m d a b u lu n a n y ö n e lim , iı; ve d ış p o liti­
ka iş le r iy le ilg ili y a .sa m ay ı; m ali v e liecri m u am c lc le r-
le .e g ilim , ö ğ r e ti m , ik tis a d i v e so sy al m eselele rin tü m ü n ü
te rk e d ip , y a ln ı z e a i b a d e t v e in a n ç la y e tin m ek a n la m ın a g e ­
lir. H a lb u k i i b a d e t v e a k id e isla m ın y a ln ız c a k ü çük b ir k ıs­
m ım te ş k il e d e r
A y n ı z a m a n d a b u , K u r'a n v e S ü n n c ı'in b ü y ü k b ir k ıs­
m ını ic r k e tm e y i g e r e k tir ir . B u n u kim yap arsa, Y üce A l­
lah'ın s ö z ü n ü n m u h a ta b ı o lu r:" K iia b 'ın b ir k ısm ın a im an
edip d iğ e r in i re d m i e d iy o rs u n '.’ "L aik liğ in d o ğ ru lu ğ u n a
inanan v e o n a d a v e t e d e n b ir m ü slü m a n , A llah 'ın k o y duğu
h ü k ü m le rin b ü y ü k b i r k ıs n n n ı rc d d c lm iş o lu r. B unu re d d e ­
den k işi, n a m a z, k ıls a d a , o ru ç tu tsa d a ve m ü slü m an o ld u ­
ğunu id d ia e ls e d e İs la m 'ı in k a r e tm iş o lu r. Ç ün k ü m üslü-
m an ın i s l a m d a n i s l e d iğ in i a lı p isle d iğ in i d e re d d etm e h a k ­
kı y o k tu r. A k s in e İ s la m 'ı b i r b ü tü n o la ra k k a b u lle n m e si,
A llah 'a v e R c s u Iü ' i k te s lim o lm a s ı v e İslam şe ria tın d a b u ­
lun an h e r ş e y i k a b u l e tm e s i g e re k tir. H alb u k i laik biri. A l­
lah 'ın k o y d u ğ u v e P e y g a m b e rim iz , (S A V )in g e tird iğ i k a -
n u n la n n ç o ğ u n l u ğ u n u r e d d e d e r . D u ru m b u o lu n c a d a .la ik -
lik .h er n e k a d a r b a ş k a lo p lu m la r d a m a k b u l o ls a d a İslam
to p lu m u n d a k a b u l e d ile m e z . B u k o n u d a İb n -i T e y m iy -
ye'n in b i r l e t v a s ı n ı g ö r m ü ş tü m . O , ş ö y le d i y o r : " F itn e ta ­
m am e n y o k o l u n c a y a v e d in d e A lla h 'a a it o lu n c a y a k a d a r
o n larla s a v a ş ı n .. .. ( 5 3 ) D in in b i r k ısm ı A lla h 'a d iğ e r k ısm ı
da A lla h 'ta n b a ş k a l a n n a a it o ld u ğ u ta k d ird e , d in in tü m ü
A llah 'a a it o l u n c a y a k a d a r o n la rla s a v a ş m a k v a c ip o lu r.
C e n a b - ı H a k y i n e ş ö y le b u y u r m u ş tu r ;" E ğ e r tevhe
edip namazlarını dosdoğru kılar ve zekatı verirlerse.yolla-
53, Bakara Suresi: 193

143
nm açın...” B u a y e tle r d e y ü c e A lla h , k ü f r ü n h e r t ü r lü ­
sü n d e n le v b e e ttik te n v e n a m a / ı k ı lı p /xrkaiı v e r d ik te n s o n ­
ra y o lla n n ın a ç ılm a sın ı e m r e tti. G ü ç s a h ip le r in d e n A lla h
v e R e sü lü n ü n ita a ti a ltın a g ir m e k te n k im k a ç ı n ı r s a , A l­
la h 'a v e R e sü lü 'n e s a v a ş a ç m ış o lu r . K im d e y e r y ü z ü n d e
A lla h 'ın k ita b ın ın v e R e s u lü n ü n s ü n n e t in i n g a y r is iy le
a m e l a d e ts e , y e ry ü z ü n d e b o z g u n c u lu k ç ık a r m a y a ç a lış m ış
"Allah'a
o lu r. B u n u n iç in s e le f â lim le ri ş u a ş a ğ ıd a k i a y e ti:
ve Resulüne sava^ açanların, yeryüzünde bozgunculuk çı­
karmaya çalışanların cezası...." h e m k a f i r l e r h e m d e m ü s-
lü m a n la r h a k k ın d a y o m m la m ış la ıd ır ..." ( S 4 )
L a ik b iri, h e r n e k a d a r i b a d e tle r d e A l l a h 'ı n K ita b 'ı v e
R e su lü n ü n sü n n e ti ile a m e l e ls e d e . b u n u n d ı ş ı n d a k a la n
ş e ı'f h u su .slan ih m a l e d e r v e o n u n y e r in e b e ş e r i k a n u n la n
k o y ar. E g e r o kişi b eşeri k a n u n la n n d a h a d o ğ r u o ld u ğ u n a
inan ın sa k ü fre g irm iş o lu r. Y in e o k iş i, b i r y ö n e t i e i g ib i A l­
lah 'ın n iz a m ın ı b ir ta ra fa b ıra k ıp o n u n y e r in e b a ş k a s ın ı
k o y m a h a k k ın ın o ld u ğ u n a in a n ır s a k a l ı r o lu r .

İLK CAHİLİYYE KADINLARININ


AÇlUP SAÇILMASI

CcnaİH Hak şöyle buyuruyor "Evlerinizdevakartnız-


!a oturun. İlk cahiliyye (devri kadınlan) mn açılıp . saçıla­
rak, ziynetlerini göstererek yürüyüşü gibi yürüme-
yı«..-"(55)
Kurtubi bu ayelinlefsiri ile ilgili olarak şu bilgileri ver­
mektedir
" Tcbcmıca" kelimesi, açılmak, gözler önüne çıkmak
anlamlanna gelmektedir. "Buıucua Müşeyyede= yüksek
buıçlaı” ve "Bunıcu Semai vel- e.s-vaı^Surlann ve göklerin
burçlan” ndaki "burçlar" kelimesinde aynı köktendir.

54. Ihh-i Teyitliye el- Fcieva: 8/469


55. Ahiah Suıcsi: 33

144
B u rç , k e lim e s i, k a r c ıs ın d a o n u ö rte n , b ir e n g e li o lm a y a n
je y d e m c k ıir .
H / . A iş e ( r. a n h a ) y c :" E y m ii'm in lc rin A n n e s i ! K ı n a ,
b o y a , n a z a r b o n c u ğ u v e m u sk a , k ü p e , h a lh a l, a ltın y ü z ü k
ve in c e e lb is e h a k k ın d a n e sö y lc rain iz? diy e so ru ld u . O d a
c e v a b e n : " E y k a d ın l a r to p lu lu ğ u ! S izin h ik a y e n iz b i n e k
k a d ın ın h ik a y c .s id ir. A lla h , si/x: n ikahı helal o lm a y a n k iş i­
ye a ç ılıp s a ç ılm a k s ı/.ın , z iy n e ti (süslenm eyi.) helal kıldı.
F a k a t s iz e h a r a m o la r a k b a k m a la rı a y n d ır.
A ta d e d i ki ; " B u e v le r in in için d e d ir. K a d ın la r d ış a n
ç ık ın c a , d ı ş g iy s ile r in i b ıra k m a la n helal o lm az."
B u n a g ö r e " a ç ı l ıp s a ç ılm a k s ız ın " .sözü "e v le rin in d ı­
şın a ç ık m a k s ı z ı n " a n la m ın a g e lir. B u n u n ü z e rin e şö y le d e ­
m ek g e r e k ir : " O n la r e v le r in d e ik e n , ev için d e g iy d ik le ri cl-
b i.selerin in ü z e r in e d ış e lb is e s i gerek m e/., A n cak y a n ın a
y a b a n c ı b i r e r k e ğ in g im ıc d u ru m u b u n d an h ariçtir..
S o n r a d e n ild i ki ;
K a d ın ın k e n d is in i ç ıp la k g ö ste re c e k şe k ild e iki a y n
ince clb i.se g i y m e s i d e " a ç ılıp s a ç ıl m a " d a n sa y ılır. B u k o ­
n u d a B u h a r i'n i n s a h ih 'in d c E b u H ü rc y rc 'den hir hadis nel-
nd^tir. Ehu Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle huyurdujiunu
söyledi : " Cehennem ehlinden iki sınıf insan vardır ki ben
onları görmedim. Birinci sımfihir takım insanlardır ki el­
lerinde sığır kuyrukları gibi kırbaçlar var. onlarla insan­
lara vururlar. Diğeri ise; bir kesim kadınlardır ki giyinmiş
oldukları halde çıplaktırlar, höhiirlene böbürlene yüriUer
ve erkeklerin kalbini çelmekve güzelliğim göstermek için
örtülerini açarlar. Onların başları develerin hörgüçleri
gibidir. Onlar cennete de giremezler,onun kokusunu da
alamazlar. Halhuku cennetin kokusu şu kadarUk yoldan
alınır..."
İ b n u 'l A r a b i ş ö y l e d e d i : h a d is o n l a n g iy in m iş o la r a k
v a s ı d a ı t d ın y o r , ç ü n k ü e lb is e le ri ü z c ric rin d e d ir. A n c a k
" ç ıp la k u ıla r " d i y e d e a ç ık lıy o r . Ç ü n k ü e lb is e in c e o lu n c a .

145
o n la n g ö s te riy o r vc g ıi/c llik lc r in i o r ta y a g ı k a n y o r . B u d a
h a ram d ır, (5 6 )
K u rtu b i y in e b u a y e tin (c fs iriy lc ilg ili o la r a k a y e tte
d ö rt m e s e le b u lu n d u ğ u n u k a y d e d iy o r . B i/. o n l a n n İk in c is i
ile b aşlıy o ry /.: B u a y e tin m a n a s ı o n l a n n e v d e o t u ı m a l a n n ı
e m re tm e k te d ir. H e r n e k a d a r h ita p H z . P e y g a m b e r ’i n , h a -
n ım la n n a oksa d a d iğ e r k a d ı n l a r d a m a n a i ı i b a n y lc o n l a r a
d a h ild ir. T ü m k a d ın la ra m a h s u s b i r d e lil g e lm e s e d e , b u
b ö y led ir. Ş e ria t k a d ın la n n e v d e o t u t m a l a n n ı . z a r u r e t h a li
h a riç e v le rin d e n d ış a n g ık m a m a la n n ı c m i e tm c k t c d ir . Y ü -
ce A lla h , P e y g a m b e r h a n ım la n n a e v le r in d e o t u ı m a l a n n ı
e m re tti. B u n u n la o n la n ^ fc rcllen d irc rek , o n la r a h i t a p c i t i v e
o n la ra a ç ılıp .saçılm ayı y a s a k la d ı. B u d a v r a n ı l ı n ilk c a h i-
liy y e t k a d ın la n n ın llili o ld u ğ u n u ila n e tti. Ş ö y le b u y u r d u :
"....İlk cahiliyye ( d e v ri k a d ın la n ) nın aı;ılap..saı^ılarak.
ziynetlerini f>östererekytirüyiqU j^ihiyürümeyin... " Bu ke­
limenin hakikati, gizlenen şeyleri daha şıüzel görünsün di­
ye açığa vurmaktadır. " Teherrüc" k e lim e s i b o llu k m a n a -
.sın ag e lc n (B e ric e) k e lim e s in d e n a lın m ış tır . A r a p la r . a d a ­
m ın d işle ri a ralık lı o lu n c u b e r e c e = d e r le r . B u , M ü b c ı r id ’in
g ö rü şü d ü r. A lim le r "ilk c a h iliy y e " .sö z ü n d e i h ti l a f a d ü ş t ü ­
ler. O n u n H z. İb ra h im 'in d o ğ d u ğ u z a m a n o ld u ğ u n u s ö y l e ­
d ile r. O v a k it k a d ın in c e d e n b i r g ö m le k g iy e r m i ş v e y o lu n
o n a s ın a d a n y ü rü r, k e n d in i e r k e k le r e s u n a r m ış .H a k e n b in
U y e y n e " ilk c a h i l iy y e " n in H z. A d e m ile H z . N u h a r a s ı n ­
d a k i d ö n e m o ld u ğ u n u v e b u d ö n e m in 8(X) y ıl s ü r d ü ğ ü n ü
.söyledi. İb n -i A b b a s d a : H z . N u h ile H z . İ d r is a r a s ın d a k i
d ö n e m o ld u ğ u n u s ö y le d i. E l- K c lb i d e : H z . N u h i le H z . İ b ­
ra h im a ra sın d a k i d ö n e m o ld u ğ u k a n a a tin d e d ir . D e n ild i k i.
k a d ın ik i y a n ı d ik ilm e m iş in c id e n e lb is e g i y in i y o r d u . Y in e
in c e e lb is e g iy in iy o r v e b e d e n in i ö r t m ü y o r d u . B i r g u r u p t a
"İlk c a h iliy y e "n in H z. M u s a ile H z . İ,sa a r a s ı n d a k i d ö n e m
o ld u ğ u n u sö y le d i. E b u 'l- A b b a s el M ü b e n i d d e 'ilk c a h iliy -

56. Kurtubi d*Cami 12/309

146
y c " n in c a h i l le r c a h iliy y c ıi o d u g u n u sö y lü y o r. Y in e 0 {»öyle
d e d i; " C a l ıiliy y e id ö n c m in d e k a d ın la r a ç ığ a v u r ıjln ıa s ıy ir -
k in o la n ş e y le ri o rta y a d ö k ü y o rla rd ı. H a ila k a d ın , k o c a ­
s ıy la b e r a b e r d o s tu y la o tu ru y o rd u ... M ü c a h id d e K a d ın la r
e r k e k le r in a r a s ın d a y ü rü y o rla rd ı. İşte bu b ir .a ç ılıp s a ç ıl­
m a d ır." D e d i. İb n -i A liy y c ; " b a n a g ö lü k a d ın la n n ta k i p ç i ­
lik le ri y o l c a h iliy y c ı a d e tid ir. K a d ın la ra , b u g id iş a tta n a y -
n l m a l a n e m r e d ild i. O . Isla m d a n ö n c e k a rırlc rin g id iş a tıy ­
d ı. Ç ü n k ü o n la r d a k ıs k a n ç lık y o k lu . K a d ın la r d a ö rtü sü /,
d o l a ş ıy o r l a r d ı . A y c ı-i k e r im e .b u lu n d u k ta n d u ru n ıa o ra n la
o n l a n n d a h a iy i o lm a la n n ı sa ğ la d ı. B u ra d a d iğ e r b irc a h i-
liy y e n in o l d u ğ u a n la m ı y o k tu r. B ö y lece " c a h iliy y e la d ı, bu
İsla m ö n c e s i d ö n e m e v e rild i. A ra p la r. şa irle r h a k k ın d a " o
c a h i i r 'd i r , d e d ile r . îb n -i A b b a s , B u h a ri'd e şö y c d c d i= B a-
b a m 'ı ”c a h i l iy y c i" h a k k ın d a k o n u şu rk e n d in le d im ...
A r a p l a n n , ç o ğ u n lu k la , g ü ç s ü z v e fa k ir k im s e le r o ld u ­
ğ u n u r e fa h iç in d e y a ş a m a n ın v e ziy n eti iz h a r etm e n in a n ­
c a k g e ç m i ş z a m a n la r d a c e re y a n e lliğ in i ileri sürerek buna
itiraz, e d il e b il i r . H e m d e k a s d c d ilc n ş e y in "ilk c a h iliy y c ı"
o ld u ğ u m e y d a n d a d ır . Y in e a y e tle k a sd c d ilc n m a n a kad ın -
l a n n g ü z e l l ik l e r i n i g ö s te re re k k ın ıa ra k ve n a zlan a ra k ö n ­
c e k i y ü r ü y ü ş l e r in e k a rşı ç ık m a k tır. Ç ü n k ü şerii b ak ım d a n
b u n la r caiz, d e ğ ild ir . B u g ö rü ş b ü tü n g ö rü şle ri k a p sıy o r ve
h e p s in i i ç i n e a lıy o r. K a d ın la r e v le rin d e o iu rm a lıd ırla r,
c ğ c r d ı ş a n ç ık m a m e c b u riy c ıin d c k a lırla rsa , lam b ir tc s c l-
lü r ü z e r e o lm a lıd ır la r ..." (5 ö ) K a d ın ın a ç ılıp , sa ç ılm ası
n is b î b i r m e s e le d ir . B ir to p lu m d a a ç ılıp s a ç ılm a o lara k d e ­
ğ e r le n d ir i l e n b ir d u r u m d iğ e r b ir lo p lu m d a a y n ı şe k ild e
a ç ılıp s a ç ı l m a o la r a k d e ğ e rle n d irilm e /.. R e fa h se v iy e s in in
d ü ş ü k o l m a s ı , in s a n la n n s a h ip o ld u k ta n im k a n o ra n ın d a
v e k a d ı n l a n n g iy d ik le r i g iy s i tü rle ri ile ziy n cU crin i g ö s te r­
m e y e v e a ç ı l ı p s a ç ılm a y a m a n i d e ğ ild ir...
T a b e r i , " c a h iliy y c ı v e z a m a n ı h a k k ın d a k i ç e ş itli g ö -

Kunuhi UKjunii: 14/179

147
riJ^'Icri s c r d c u ik ic n s o n r a s ö / ü n ü ş ö y l e n o k ı a h y o r ; " B a n a
g ö re b u k o n u d a k i s ö z le r in e n d o ğ r u o la n ı ş ö y l e d e m e k ı i r ;
A lla h T e â la , P e y g a m b e r h a n ı m l a n n ı n , ilk c a h i le y y e i
d ö n e m in d e o ld u ğ u g ib i a k ılıp s a g ı l m a l a n m n y a s a k o l u ş u ­
n u z ik rc ili. İlk c a h iliy y e lin H z . A d e m ( a s ) ile H /.. İ s a ( a s )
arası o lm a s ı c a iz d ir. O l a k d ir d c m a n a ş ö y l e o l u r : " / .v / ( i m « n -
ce.vi cahUiyyct döneminde olduğu nihi aı^ılıp sat^drnaym....
E ğ e r b iri (Ş ik a rd a ; İ s l a m .d ö n c m i n d e c a h i l i y y c ı v a r m ı k i "
İsla m ö n c e s i ilk c a h iliy y c i" s ö z ü s ö y le n m iş o ls u n ? d i y e s o ­
ra rs a , c e v a b e n o n a d e n i r k i ; İs la m d ö n e m i n d e c a h i le y y c i
h u y la n v a r d ır .N ile k im Y u n u s b a n a la h d is e l l i .O d a b i/.c -
İb n -i V c h b h a b e r v e r d i d e d i; O d a lb n - i Z e y d ’i n ş u a y c i h a k ­
k ın d a ş ö y le d e d iğ in i s ö y l e d i İlk cahiliyyet ayılıp sayılma­
sı ı>ihi ayılıp sayılmayın...." a y e li, i s la m d a n ö n c e o l a n c a h i-
liy y eli ifa d e ç im e k le d ir ...."
...... H z . P e y g a m b e r ( S A V ) Ş ö y le b u y u r d u : Ü ı; ş e y
v i^ rd ırk i o n u iş le y e n c a h iliy y c i e h lin d e n o l u r . î n .s a n l a r o n -
la n ic rk c im iy o r: N c .s c b lc re s ö v m e k , y ı l d ız l a r d a n y a ğ m u r
y a g d ır m a la n n ı is le m e k , ö lü y e b a g ı n p ç a ğ ı r a r a k a ğ l a ­
m a k ......."
Bunlar ve benzerleri, cahiliyycilcn kalan şeylerdir.
İşin üıhân. bazılannın insanlar arasında hâlâ günümüze
kadar gelmiş olmalan... Sosyal kurallar bir sonraki nesle
miras olarak geçer, sonra yıllann geçmesiyle değiştirilir ve
sapünlır.
Seyyid Kutuh ve "Ayılıp Saçılma" ile UkiUgörüyleri:
Seyyid Kutup-Allah rdhmclcylcsin-şöyicdiyor;"Ca-
hiliyycUe kadınlar açık saçık gezerdi. Fakat bizim bugün­
kü cahiliyyetimizdeki açık saçıklıkla, ilk cahiliyyet devri
açıklığına dair rivayet olunan şekil ve suretlerin, tümü ara­
sında bir kıyaslama yapılmış olsa: onlannki basjt veya
hürmete şayan olarak kendini gösterir.
Mücahid derki:" Kadın dışan çıkaferckIer arasında
gezerdi, işte cahiliyyelin açık saçıklıgı budur."

148
K a la d c d e r k i ; " O n la r ın k ın la n , d ik k a ti ç e k e n b i r y ü -
rü y tijflc ri v a r d ı. A lla h lc .c .) b u n u y a sa k la d ı."
M u k a ıil b in H a y y a n d e d i k i : " A y c i-i k e rim e d e g e ­
ç e n " T c b e r r e c ü " ü n m a n a s ı; k a d ın ı ö rtü y ü b a ş ın a k o y u p ,
o n u b a ğ l a m a d a n b ır a k m a s ı, g e r d a n lık , k ü p e , b o y u n v e b o ­
ğ a y ım a ç ık b u lu n d u r m a s ı .....İşte o g ü n ü n ic b c ırü c ü " b u -
d u r.
İb n - i K e s ir ic l's irin d e d iy o r k i: " C a h iliy y c i d e v ri k a ­
d ın ı g ö ğ s ü n ü a ç a r a k , b a /.e n b o g a /ın ı, s a ç la n n ın u c u n u ,
k u la ğ ın d a k i k ü p e le r in i d e a ç ık b u lu n d u ra r a k e r k e k le r a ra ­
s ın d a g e / .c r d o l a ş ı r d ı . B u n u n ü /,e rin e A lla h , m ü 'm in k a d ın ­
la r a g iy im k u ş a m h u s u s u n d a ö rtü lü o lm a la n n ı em re ili,"
K u r 'a n - ı K e r im 'in te d a v i e iın c y c ç a lış tığ ı e a h iliy y c t
'd e v r in in a ç ık s a ç ık lık a d e tin in b a / ı ö rn e k le ri işte b u n ­
la r ..... K u r ia n , K e rim İs la m lo p lu m u n u b u "a ç ık sa ç ık "lı-
ğ ın d o ğ u r a c a ğ ı r e la k c tle r d c n k o ru m a k , c e m iy e ti lim e un-
s u r l a n n d a n v e s a p ı k l ı ğ a s ü rü k liy e n s e b e p le rd e n uzaklaştı-
n p te m i z l e m e k ; b u n l a n n y e r in e i s la m ın e d e b in i .h ik m e ti­
n i, ş u u r u n u v e z e v k in i y e rle ş tirm e k isliy o rd u ..." Z evkini"
d iy o r u z . Ç ü n k ü ç ıp la k c e s e d in c a z ib e s in e m eftu n o la n in ­
s a n ın z e v k i i lk e l v e k a b a b i r z e v k tir . H iç şü p h e siz bu z ev k ,
h a ş m e t v e v a k a r g ü z e l l i ğ i n e , ru h g ü z e lliğ in e , iffel g ü zelli­
ğ in e v e d u y g u g ü z e lliğ in e tu tk u n o la n in sa n ın Z evkinden
d a h a d ü ş ü k tü r.
B u ö l ç ü in s a n s e v iy e s in in d e re c e s in i b ilm e d e d a h i isa ­
b e tli o l a r a k u y g u la n a b ilir . H a şm e t ( a ğ ır b a ş l ı l ı k , h ü rm et
v e s a y g ı h is s i t e l k i n e tm e k ) h a k ik a te n ç o k g ü z e l, y ü c e b ir
h a s le ttir . F a k a t b u ü s tü n g ü z e lliğ i, c a h iliy y e t d ö n e m in in
k a b a z e v k i n e s a h i p k iş ile r id ra k e d e m e z le r... O n la r, ç ıp la k
v ü c u t g ü z e l l iğ i n d e n b aşk a.stn ı b ilm e z le r.
K u ria n a y e t i , ç a h iliy y e lin a ç ık s a ç ık lig m a iş a r e t e d e ­
re k , a ç ık .sa ç ık Ilg ın c a h iliy y e tte n k a lm a b i r a d c l o ld u ğ u n u ,
o a s n g e r id e b ı r a k m ı ş o l a n , d ü ş ü n c e v e h isle ri o a sırd a k ile -
rin fe v k in d e b u l u n a n i n s a n la n n , b u k ö h n e a d e tin ü s tü n ç tk -

149
m a la n g e re k liğ in i ilh a m e tm e k l e d i r
C a h iliy y e l a k ıp g id e n / a m a n iç in d e , m u a y y e n b i r
d ö n e m d e n ib a re t d e ğ ild ir. C a h iliy y e l , k e n d in e m a h s u s
m u a y y e n b ir h a y a t lclscrc.sinc s a h ip , .sosyal b e lirli b i r h a l ­
dır. B u h a lin , b u v asi lla n n h a rh a n g i b i r / a m a n v e m e k a n d a
bulunm a.sı m ü m k ü n d ü r. B u ta k d ird e o r a d a c a h i l iy y e ti n
v a rlığ ın a h ü k m o lu n u r.
B u ö lç ü y e v u r d u ğ u m u z d a b u g ü n b i / i m . k o y u b i r c c -
h a lc t, k a b a b ir d u y g u , h a y v a n ı b ir d ü ^ ü n e c iç in d e v e in s a n ­
lık ta n d ü ş ü k , a lç a k v e a d i b ir d e r e c e d e b u l u n d u ğ u m u z u
g ö rü y o ru z . V e a n lıy o ru z ki, b ö y le s in e b i r y a ş a n tı y a s a h i p
o lan v e A lla h 'ın b e ş e riy e t için k ir lilik te n le m iz le n n ıc P e y -
g a m b e r'in "E h l-İ B e y t" in e - T e m iz lik , n e z a le l . v e n u r a n i-
yciin z irv e sin d e o ln ıa la n n a r a ğ m e n - u y g u la m a la n m e m - ■
rettigi n e z a k e t ş a r tla n n a s a n lm a y a n b ir c e m i y e t te te m i z ­
lik ten , n e za k et ve b e re k e t g ib i l'az ile tle rd en s ö / .e t m e k a b e s
v e fu zu lid ir. K u r'a n -ı K erim P c y g a m b e r ( S A V ) in h a n ım -
la n ra işte bu a y d ın lık h edel'e y ö n e ltir. S o n r a k a lb le r in i A l ­
lah 'a b a ğ la rC ö z le rin i fe y iz a la c a k la rı n u ra n i u İk a ç e v i r ir , o
p a n i p a n i p a rla y a n u lk u n b a .s a m a k la n n d a y a v a ş y a v a ş
y ü k se lm e le rin e y a rd ım c ı o lu r....." N a m a z ı k ılın , z e k a tı v e ­
ri, A lla h v e R e.sülüne ita a t e d in ....”
A lla h 'a ib a d e t, h iç b i r /ü m a n s o s y a l v e a h la k i y a ş a y ı ş ­
tan a y n v e u z a k d ü ş ü n ü le m e z . B ila k is ib a d e t, o .se v iy e y e
y ü k se lm e n in y o lu d u r. İb a d e t b u y o ld a y ü r ü m e k i s te y e n in
e k m e ğ i v e a z ığ ıd ır. A lla h -ı T e a lâ ile k u l a r a s ın d a d e v a m lı
b ir a la k a n ın b u lu n m a s ı ş a illır . A lla h 'ın L ü tu f v e n i m e t in i n
k a y n a ğ ı, b u a lâ k a d ır , k a lb i (e m iz lö y ip a n t m a k i ç i n d e b u
a lâ k a y a ih tiy a ç v a r d ır . V e n ih a y e t h a lk ın ö r f ü , c e m i y e t in
g e le n e k le ri v e ç e v r e n in b a s k ıs ın d a n k u r tu lu p k e n d is in i n
b u in s a n la rd a n b u c e m iy e t v e ç e v r e d e n d a h a d o ğ n ı v e ü s tü n
y o ld a o ld u ğ u n u id ra k c d eb ilm c .si iç in y in e b u r a b ıt a v e a lâ ­
k a y a ih tiy a ç v a r d ır . B u s u r e tle b a ş k a la n o n u , A l l a h y o l u n ­
d a n s a p tık ç a h a y a tın iç in d e , k a y b o ld u ğ u c a h i l i y y e l v e k a ­

150
r a n lık la r a s ü rü k le n m e d e n ö n c e k e n d is i o n l a n g ö rd ü ğ ü
n u r lu y o l a s e v k c im e g e e h il v e la y ık o lu r.
İ.slam , b i r ç o k ş ia r, e d e p , a h la k , k a n u n v e n i /a m la n
b ü n y e s in d e to p la m ış b i r b ü tü n d ü r. B u n la n n h e p si b i r a k i­
d e ç e r ç e v e s in d e d ir . V e h e r b irin in bu ak id e y i m e y d a n a g c -
tiı m c s in d c r o lü v a r d ır . H e p si ay n ı ç iz g id e b irle şir. İşte
b u n l a n n b ir ic ş ip , b ü tü n le ş m e s iy le İsla m d in in in an a u n s u r­
lu n m e y d a n a g e lir . B u n la r o lm a d a n , d in in m e v e u d iy e tin -
d e n s ö z e d ilm e z ." ( 5 7 )
B u s ö y le n e n le r in tü m ü belli b irg e le n c k tc n v c y a c a h i-
liy y e i d ö n e m i n d e o la n g e le n e k le rd e n b a h se d er. O g e le n ek ­
le r v e y a o n l a n n b i r k ı s m ı İsla m 'ın in tiş a n n d a n s o n r a d a y e ­
rin d e k a ld ı. B u n u n la b e r a b e r A llah o n la n n terk in i e m retti.
A rtık b u e m ir d e n s o n r a o n la r a tu tu n a n , e ah iliy y c t işlerin ­
d e n b ir in e tu tu n m u ş o lu r . B u c a h iliy y e tin , İslam öncesi
A r a p l a n n c a h iliy y e ti o lm a s ıy la , a ğ ırb a şlılık v e h ü rm et
h issi ta n ı m a y a n , te s e ttü r e d e ğ e r v e rm e y e n P aris ve L ondra
c a h iliy y e ti o lm a s ı a r a s ın d a b ir lark y o k tu r. G e riy e şu so m
k a lıy o r : T c b c r r ü c " ( a ç ık .saçık lık )ü n k ü fü rle alak ası n e ­
d ir? V e y a T c b c r r ü c n e z a m a n k ü fre g ö tü rcb iliı'? M ü slü m an
k a d ın , b u n u n A lla h 'ın e m r in e m u h a lif b ir d u m m o ld u ğ u n a
in a n a r a k a ç ılıp .s a ç ılır s a , o k a llr d c ğ il asid ir. F a k a to , açılıp
s a ç ılm a y ı h e la l k ılıp , m ü b a h k a b u l e d erse, b u n u la küfre
g ir e b ilir . Ç ü n k ü o , b ilin e n isla m i e m irle rd e n birini in k a r e t­
m iş b u in k a r ı n d a d a ıs r a r e tm iş tir. B enim d ü şü n c e m b u ­
dun

Cahilliyyet Taassubu
C e n a b - ı H a k F e tih s u re s i'n in 26. A y e tin d e ; "O ıa~
man inkar edenler kalhlerine taassubu, cahiUyyet taassu­
bunu yerleytirmiylerdi..." d iy e b u y u rm a k ta d ır.
K u r tu b i b u k o n u d a şö y le d e r: H a m iy y e t .l a ı s s u b m a -
n a .sın d a d ır. " S e n b ir ş e y d e n ç e k in d iğ in v a k it o n d a n k a ç ın -

57. Seyyid Kuiup Milat: 22/S84

151
d in ..." d c n ir. 'S c n in o n a g irm e n b i r a r d ır , o n u y a p m a n b ir
a rd ır." Ş e k lin d e d e k u lla n ılır....
Z iih ri d e r k i : O n la n n " h a m iy y c l= i ( y a n i t a a s s u b u ) ;
R c sü lu lla h 'ın risa lc lin i v e " B is m illa h ir r a h m a n ir r a h im "
c ü m le si ile a n la şm a m e tn in e g iriş i k a b u lle n m e k te n a r d u y -
m a la n v e k a ç ın m a la n , b i r d e M e k k e 'y e g iriş in i e n g e l l e m e ­
lerid ir. " B is m illa h irra h m a n irra h im v e M u h a m m e d ü r r e s u -
lu lla h " ib a re le rin in y ay .ılm asın d an k a ç ın a n , .süheyl b in
A m r'd ı.
İb n -i B a h r d e d i k i: O n la n n h a m iy e ti. A lla h 'ı b ır a k ıp
ta p tık la n p u tla ra k ö rü k ö rü n e b a g lılık la n v e o n l a r d a n b a ş ­
k a sın a ib a d e t e tm e k te n s a k ın m u la n d ır.
D e n ild i ki: O . c a h iliy y c i ta a s s u b u d u r. Ç ü n k ü o n l a r
şö y le d e d ile r: O n la r im ü s lü m a n la r) b i / i m k a r d e ş l c r im i /i
ve o g u lla n m ı/.ı ö ld ü r d ü le r .s o n r a d a g e lip b i/.im y a n ı m ı / a
e v le rim iz e g iriy o rla r. L at v e U/.z.a h a k k ı iç in o - y a n i P e y ­
g a m b e r - M e k k e 'y e a.sla g ire m e z ." (.“îS )
T a b e ri b ü tü n b u n la n z ik re ttik te n s o n r a ş u n u e k le d i:
" O n la r e a h iliy y c t h a m iy e tid ir. Ç ü n k ü m ü ş r i k le r b u n u y a p ­
tılar. B u n la n n tü m ü e h l-i k ü lriin h u y l a n n d a n d ı r . B u h u y -
la r n e A lla h 'ın n e d e p e y g a m b e rle rin d e n b ir in in i z i n v e r d iğ i
ş e y le rd ir." (5 9 )
E s- S ü y u ti d a h a fa zla ta fs ila t v e r e r e k ş ö y l e d e r : " ....
Ib n -i E b i Ş e y b e . A h m e t. B u h a ri, M ü s lim . N e s a i. I b n - i C c -
rir, T a b a r a n i. İb n -i M e rd u y e v e " D e la il" i n d e d e B e y h a k i
S e h l b in H a n if te n ta h r ic e tti. S e h l " S ıl l in " g ü n ü ş ö y l e d e d i :
K e n d in iz i tö h m e tti k ılın ız . A n d o ls u n k i b i z l e r H u d e y b iy c
g ü n ü n d e R e s ü lu lla h ile b e ra b e r b u lu n d u k . E ğ e r b i z l e r h a r -
b e tm e y i h a y ırlı g ö r s e y d ik . m u h a k k a k h a r b e d e r d ik . R e s u -
lu lla h v e m ü ş ik le r a r a s ın d a y a p ıla n s u lh d a b ö y l e o l m u ş tu r .
A k a b in d e Ö m e r b in e l- H a tta b , R c s u lu lla h 'ın y a n ın a g e ld i
v e : E y A lla h 'ın R e .s ü lü ! b iz h a k ü z r e o n l a r b a tı l d a d e ğ il l e r

SS. Kunubi: KV2SS


59. lahcri- rcfKİr 26/66] 3. Baskı

152
m i ? d e d i. R e s u lu lla h (S A V ) d a ; E v e t d e d i. H / . Ö m e r : B i­
z im ş e h i t l e r i m i / c c n n c ı l i k .o n l a n n ö lü le ri c c b c n n e m lik d c -
J i l m i ? " D iy e s o r u n c a , H /.. P a y g a m b e r; E v e t, d iy e c e v a p
v e r d i. H /..Ö m c r y in e " P c k i b iz d in im iz i n iy e a lç a ltıy o ru z v e
g e ri d ö n ü y o r u z .V e A lla h b iz im le o n la ra ra .s ın d a h ü k m ü n ü
v e r e c e ğ i v a k it ...”d c d i. H z . P e y g a m b e r ; E y H a tta b o ğ lu !
B e n , A l l a h 'ı n e lç is iy im . A lla h b e n i a s la tcık eu n ez..... b u ­
y u r d u . B u n u n ü /x ;rin e H z. Ö m e r ö lk e le n e re k d ö n d ü . S a b -
ıc d c m c d i. N i h a y e t E b u B e k ir (r. a . ) in y a n ın a g e ld i v e o n a :
E y E b u B e k i r ! b iz h a k ü z e re o n la r b a U ld a d c g illc rm i? "d e ­
d i. O d a : " E v c l " d i y e c e v a p v e rd i. H z. Ö m e r ; "B iz im şeh it-
lirim iz, c e n n e tlik o n l a n n ö lü le ri ceh e n n e m lik d e ğ il m i ? d e ­
d i. H z . E b u B e k i r t r . a . ) : " E v e t d e d i. H z. Ö m e r te k r a r : "P eki
n iç in d i n im i z i a lç a ltıy o r u z ? " d e d i. H z. E b u B ek ir: "E y H ai-
ta b o ğ lu ! O , A lla h 'ın e lç is id ir. A lla h o n u a sla te r k e tm e z ."
d e d i. B u n u n ü z e r in e . F e tih S u re si n a z il o ld u . H z. P e y g a m ­
b e r ( S A V ) , Ö m e r (r.a .) e a d a m g ö n d e rip sû re y i o n a ok u ttu .
0 d a : E y A lla h 'ın R e s u lü ! B u b ir Ic tjh m i ? " d iy e so ru n c a
H z . P e y g a m b e r in c e v a b ı: E v e t, o ld u . (6 0 )
İ b n - i M ü n z i r , C ü r e y e 'd e n "C a h iliy y e t ıaa.s.subu" h a k ­
k ın d a ş ö y l e d e d iğ i n i riv a y e t e d e r: "K u rey ş, H z. M u h a m -
m e d in M e k k e 'y e g ir iş in e ra zı o lm a d ı ve: O , a s la b u ra y a g i­
r e m e z , d e d i. " B u n u n ü z e r in e C c n a b - ı H ak H z. M u h a m m e d
ve a s h a b ın d a n ta a s s u b u k a ld ırd ı. F eth u 'l -B a ri'd e şu riv a­
y e t b u l u n m a k la d ır :" .... H u b e y b b in S a b it'in şö y le d e d iğ i ri­
v a y e t e d il m iş ti r . E b u V â il'e g e lip so ru .sordum O d a şö y le
d e d i: B iz sı ITın s a v a ş ı n d a id ik . B ir a d a m : "A lla h 'ın k ita b ı­
n a d a v e t e d e n l e r i g ö r m e d in m i‘? " d e d i. B u n u n ü z e rin e H /„
A li: " E v e t" d i y e c e v a p v e r d i. B u s ıra d a S c h l b in H a n i f :
K e n d in iz i t ö h m c i li k ılın ız I H u d e y b iy e g ü n ü s e n b iz i g ö r ­
m ü ş tü n ." d e d i. ( 6 1 ) B u ila v e , h a b e ri iy i a ç ık lıy o r. H u -
b e y b 'in s o r d u ğ u k o n u y a g e lin c e . H a ric ile rin H z . A li ta ra -

60lSuyuti Bd-Dumil Mcıuun 6?79


61. AskalanM-cıhul han: 8/S87 Had; No: 4844

153
rın d ak ilo rin i k a ilc ın ıc s i o la y ıd ır ..... K e ş k e b u g ü n b i/.inı
iç in d e b ö y le b ir laa.ssu b o ls a .... İsra il İs la m ü lk e le r in in k ö ­
k ü n ü k a /ı y o r ..... K a r d e ş le r im i/i ö ld ü r ü y o r , y a k ın v e u / a g ı
te b d il e d iy o r. N ü l ü / a l a n ı g e n iş le d i, b a lla P a k is ta n 'ı iç in e
ald ı. B izim ş ik a y e t c im e p r o ıc s io ç e k m e v e k ın a m a ü s iü n e
k ın a m a b e y a n a ila n v e r m e n in d ış ın d a b a ş k a b i r ic r a a tım ız
o lm a d ığ ı sü re c e , İsrail le h d illc r in in b ir k a ç yıl .s o n ra lü m İs­
lam ü lk e le rin i k apsam a.sı p e k d e u z a k d e ğ ild ir .
A m a b u g ü n b iz. İsrail 'in b iz e b a lla lü m d ü n y a y a k a rş ı
yed iğ i h e rz e le r ve k ib ir le n m e le r k a r ş ıs ın d a ia r ih in h ü k u -
m eilcrim iz. v e m illcllcrim iz. için n e le r k a y d e d e c e ğ i n i b il-
m iy o m z .
G e riy e İb n ü 'l- A ra b i'n in " Onlar inkar cdenkniir.
(F e tih S u re si ;2.‘i..) ay eti h a k k ın d a s ö y le d iğ in i n a k le t m e ­
m iz k a lıy o r. A y c iie g e ç e n " o n la r " d a n m ak .sat t a r tış m a s ız
K u rey ş'd ir. Ç ü n k ü a y et o n l a r h a k k ın d a in d i. O l a y o n l a r a
m ah su stu r. B a şk a la n o n la ra d a h il d e ğ ild ir . Ç ü n k ü o n l a r
Hz. P e y g a m b e r (S A V )i H u d e y b i y c G a z v e s in d e M e k k e 'y e
g im ıc sin c e n g el o d u lar. V e y in e o n l a r h e d y i ( k u r b a n lı k
h a y v a n la n ) hap.sedip, y e rin e u la ş m a s ın a e n g e l o ld u la r .
A s lın d a o n la r in a n m a d ık la r şe y le ri y a p tıla r . A m a o n l a n n
c a h iliy y e l ta a s s u p la r tu tu p , d iğ e r a r a p la r a k a r ş ı rü .sv ay o l ­
d u k l a r d ü şü n c e si, d in i b a k ım d a n i n a n m a d ık la r ın ı y a p m a ­
ya şe v k e tti. B u n u n ü z e rin e A lla h o n l a r a z a r la d ı v e o n l a r
c e h e n n e m a z a b ıy la k o rk u ttu . R c s u lu lla h 'a d a k e n d i b e y a n
ve v a ad iy le ü n siy e t v e rd i. (6 2 )
Bu k o n u y u S e y y id K u tu b -A lla h r a h m e t c y lc s i n - u n .sö­
zü ile b itiriy o ru m : "...(O z a m a n i n k a r e d c n l c r k a l b l c r i n c ta ­
a ssu b u , c a h iliy y e t ta a s s u b u n u y e r le ş tir m iş le r d i..." Y e r l e ş ­
tird ik leri b ir in a n ç v e b ir s is te m d e ğ il k ib r i, g u r u r u , ö v ü n ­
m ey i v e in ad ı k a lb le rin c y e r le ş tire r e k , R a s u l u ll a h 'a v e a s ­
h a b ın a k a rşı d ik ilip o n l a n M e.scid-i H a r a m 'd a n a lı k o y u p ,
g ö n d c ıd ik lc ri k u r b a n la n n y e r le r in e u l a ş m a s ı n a e n g e l o la n

62- Ihn-ul Arabi Ahkamul Kuran 4/1964

154
o c a h iliy c ı lu a s s u b u n u k a lb lc rin c y c rlc ş iim ıiy lc rd i. B u
y a p iı k l a n n ı n h i ç b i r ö r l v c in a n ç la y e ri y o k lu n S ırl A r a p la r
k e n d ile rin e m ü s lü m a n h m z o rla K a b e 'y e s o k m u ş la r , d e ­
m e s in le r d iy e y a p m a k la d ırla r. V e h e r d in d e , ö r f le h o ş k a r ­
ş ıla n m a y a n b ü y ü k g ü n a h ı s ı r f b u c a h iliy y e t ta a s s u b u y ü ­
z ü n d e n ir tik a p e tm iş le r v e k u d siy c iin i k a b u l e llik le ri B ey -
l ü 'l- H a r a m 'ın h ü rm e tin i ç iğ n e y e re k n e c a h iliy y e t d ö n e ­
m in d e n e d e m ü s lü m a n lık d e v rin d e ç iğ n e n m e y e n h a ram
a y la n ç iğ n e m iş le r d ir . N ite k im b a şla n g ıç ta b a n ş ç ı b ir yol
iz le m e h u s u s u n d a k e n d ile rin e yol g ö ste re n h e rk ç se karşı
c a h iliy c ı h a m iy y e lin e k a p ılm ış la rd ır. H z. M u h a m m e d 'i ve
b e r a b e r in d e k ile r i B e y iü 'l-H a ra m 'ı z iy a re llc n alık o y m ala-
n n ı a y ı p l a y a n l a n a y n ı c a h iliy e lıa a s s u b u ile k a rşıla m ış la r­
d ı. B u l a a s s u b l u r k i . A m r o g lu S ü h e y l'in b a n ş anlaşm a.sını
y a z a ik e n . A lla h 'ın R a h m a n v e R ah im s ıla lla n n ın v e Hz.
P e y g a m b e r 'in R a s u llü k şifa lın ın o ra y a y a z ılm a sın a karşı
ç ık m a s ın a s e b e p o lm u ş lu r. B ü tü n bu h a re k c ile r aslın d a
in a lç ı v e s a p ık c a h iliy c ı la.ssubunun v e k u ru n tu su n u n e se ­
rid ir. C c n a b - ı A lla h o n la n n r u h l a n n d a k i k a tılığ ı, h a k k a v e
h a k ik a te k a r ş ı d ire n iş i b ild iğ i iç in o n la rd a b ö y le b ir cah ili-
yei ta a s s u b u n u n yer e tm e s in e m ü sa a d e e tm e m iştir.
M ü 'm in lc ri i.se h e r t ü r ta a s s u b ta n k o ru y a ra k , o n u n y erin e
A lla h k o r k u s u n u v e sü k u n e ti k a lb lc rin c y e rle ştirm iştir."
(6 3 )
Ü z e r in d e p e k fa z la .sp ek ü lasy o n y a p ıla n , ö z e llik le de
o to r ite ö ğ ü t ç ü l e r i v e y ö n e tim ç ığ ın k a n la n ta ra fın d a n y a ­
p ıla n " H u d e y b iy e S u lh ü " ü z e rin d e m ad e m ki d u n ıy o r u z .o
h a ld e b e n " H u d e y b iy e A k d i"n i ilg ile n d ire n bazı ö n e m li
m e s e le le r i z ik r e tm e k is tiy o ru m :
1- R a s u lu lla h ( s a v )'in şu sö z ü : "Kureystilerhendensı-
la-i rahmi yerine getirecek hir^cy üterlerse veririm kendi­
lerine." B u h a r i'n in riv a y e tin d e ise ş ö y lc d in "Nefsim yed-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, KureyşIiler hen-
63. Seyyid Kutup l‘i/j|«) 7/53Ü

155
den Allah'ın haramlarına riayeti icap ettiren bir şey ister­
lerse veririm."
2- H / . P c y g a m b c r ( s a v ) ir i Ö m c r b . c l- H a i ta b 'a s ö y le ­
"Ben. Allah'ın Rasu-
d iğ i sö/.. B u d a h a ö n c e d e g e ç m iş li;
liiyiim. Allah beni asla terketmeyecek..."
3 - K u re y ş , R a s u lu lla h 'a c lç i o la r a k b a / ı ş a h ı s l a r g ö n ­
d e rd i. H e p si d e H /.. P e y g a m b e r 'in M e k k e 'y e y ö iK İ iş s e b e ­
bini ö ğ re n m e y e ç a lış tı. R a s u lu lla h d a , h e p s in e " s a v a ş iç in
g e lm e y ip , U m re y a p m a k iç in g e ld iğ in i" h a b e r v e r iy o r d u .
F a k a l K u re y ş'in a d a n ıla n b u g e le n h c y c ile g ö r ü ş m e y i re d -
d c u ilc r v e b a / a n d a o n la r a in c itic i .sö/.lcr i ş iu ir d ilc r .
4 - B u h e y c llc rd e n b iri d e " H u le y s b. A lk a rn a " id i. O .
"c h a b iş" in (6 4 ) b a ş k a n ıy d ı. O . M ü rre b. e l-M a ris b A b d -i
M en at b. K in a n e 'd ir. R a s u lu lla h o n u g ö r ü n c e , b u y u r d u k i'
"D o ğ ru su b u a d a m ib a d e t e d e n b ir k a v im d e n d ir . O n a k u r ­
b a n lık ta n g ö s te r in iz d e k a n i o lsu n ." O k u r b a n lık la r ın v a d i ­
d e sel g ib i y a y ıld ığ ın ı g ö rü n c e P e y g a m b e r 'in y a n ın a g e l ­
m ed e n e v v el d o ğ ru K u re y ş lile rin y a n ın a g itti v e g ö r d ü ğ ü ­
nü b ü y ü tere k a n la m . O z a m a n K u re y ş Iile r k e n d is in e d e d i ­
le r ki: " O tu r b a k a lım se n b i r b e d e v is in . B ö y le ş e y le r i b il­
m ez sin ." B u s ö z ü z e rin e H u le y s ö lk e le n d i; v e d e d i k i: " E y
K u rey şIiler! V a lla h i b iz b u n u n ü z e r in e s iz in l e .s ö z le ş ip a n ­
la ş m a d ık . A lla h 'ın e v in e s a y g ı g ö s ic ıc r c k g e le n k iş i o r a ­
d a n k o v u lu r m u hiç'? H uley.s'i y a r a la n A lla h 'a y e m in e d e r i m
k i s iz M u h a m ro e d 'i y a g e ld iğ i y o ld a b ı r a k ır s ın ız v e y a b ü ­
tü n " e h a b iş" i s iz e k a rş ı h a r e k e te g e ç ir ir im ." K u r e y ş I ile r
o n a : " B ira z d u r b a k a lım y a H u le y s. K e n d i k e n d im i z e n e
y a p m a m ız g e re k tiğ in i k a r a r la ş tır a lım ." d e d ile r.
5 - K u re y ş k ırk v e y a e lli k a d a r a d a m ın ı m ü s lü m a n la -
n n k a ra rg a h ı e tr a f ın d a d o la ş ıp b e lk i o n l a r d a n b ir in i y a k a ­
l a r la r d iy e g ö n d e n n iş ti. O n l a r d a İs la m k a r a r g a h ın a t a ş v e
o k a ltıla r. F a k a t m ü s lü r o a n la rd a n b irin i y a k a l a m a y e r in e .

M. Klubi; kclimeıi hupji kelimesinin cem i dir çöldeki bir yere niıbel cdit-
mirir. liebc^ kelimesine nishet cdilmcmisür.

156
k e n d ile r in d e n b i r g r u p m ü s lü m a n la n n a v c u n u n iç in e d ü ş ­
tü . O n l a r d a b u n l a n R a s u lu lla h 'ın y a n ın a ge tin d ilc r. R a s u -
lu lla h o n l a n b a ğ ış la d ı v e y o l v e rd i.
6- Z ü h r i a n l a t ı y o r K u re y ş S ü h e y l b. A m r'ı R a su -
lu lla h 'a g ö n d e r e r e k d e d ile r ki; M u h a m m e d 'in y a n ın a g it.
o n u n la s u l h y a p . A n c a k b u yıl K ab e'y i / iy a r c ic in ıiy c e c g i-
n e d a i r b i z e s ö z v e rs in . A lla h ’a y e m in e d e riz ki A ra p lara :
" M u h a m m e d z o r la K a b e 'y e g ird i" d e d iilm e y iz ." S ü h e y l
d o ğ r u c a R a s u lu lla h ’a g e ld i. O n u n g elişin i g ö re n R a su lu l-
lah ; " B u a d a m ı g ö n d e rd ik le rin e g ö re K u re y ş su lh isliyor"
b u y u rd u .
7- H u d e iy e .sulhü y a z ılıy o ik e n v e h e n ü z im z a la n m a -
m ış k c n S ü h e y l b . A m r’ın o ğ lu E b u C cndcI e lle ri kelep çeli
o la r a k ç ık a g e l d i . O m ü s lü m a n o lm u ş , a ile si d e e lle rin e k e ­
le p ç e v u r m u ş t u . D in in d e n v a z g c ç irilc c c ğ i k o rk u su y la k a ­
ç a ra k İs la m k a r a r g a h ın a g e ld i. B abası o n u g ö rü n c e y e rin ­
d e n ( i r l a y ı p y a n m a g i t ı i v e y ü z ü n e lo k a l atlı. S o n ra d a şö y le
d e d i: " Y a M u h a m m e d ! B u a d am y a n ın a g e lm e z d e n ö n c e
a r a m ız d a k i s ö z le ş m e la m a m la n m ışiır." R a su lu lla h da;
" D o ğ r u .sö y le d in " d e d i. B u s e f e r b a b ası o ğ lu n u K u re y ş'in .
y a n ın a g ö ı ü m t c k iç in ç e k iy o rd u . E b u C cn d cI b a ğ ırm a y a
b a ş la d ı: " E y m ü s lü m a n la r i B en i m ü şrik le re g e ri m i v e ri­
y o rs u n u z '.' B e n i d in im d e n d ö n d ü rm e le rin e iz in m i v e riy o r­
su n u z '.' B u d u r u m m ü s lü m a n la n n h e y e c a n ın ı d a h a d a ar-
lırd ı. R a s u lu lla h ( s a v ) : " E y E b u C c n d cI, sa b re t v e b e k le .
M u h a k k a k k i A lla h sa n a v c .s c n in lc b c ra b c r o la n g ü ç s ü z le r e
b ir k u r t u lu ş v e ç ık ış im k a n ı sa ğ la y a c a k tır. B iz K u re y şli-
le rlc b a n ş s ö z le ş m e s i y a p tık . B iz o n la ra , o n l a r d a b iz e söz.
v e rd i. B i n a e n a l e y h biz. a h d im iz i b o z m a y ız ." b u y u rd u .
S- B i r d e ş u o l a y n a k le d ilin Ö m e r b . c l-h a lla b , E b
C c n d c I ile y ü r ü m e y e b a ş la d ı. O n u n b a şın ı o k ş u y o r v e b a ­
ş ın d a n k o r u y o r d u . Ş ö y le d iy o rd u o n a ; " S a b re t, e y E b u
C c n d c I. O n l a r m ü ş r i k t i r . O n la r d a n b iris in in k a n ı k ö p e k k a ­
nt g i b id i r ." S o n r a H z . Ö m e r k ılıc ın ı o n a y a k la ş tırd ı, b e lk i

157
a lır vc b a b a s ın ı o l d ü n ir d i y c . Ç ü n k ü H u d c y b iy c S u lb ü o n u
için e a lm ıy o n lu . H / . Ö ıııc rf ra » d iy o r k ı: "EImj C c n d c l in kı-
liL'i a lıp b a b a s ın a v u rm a s ın ı b e k liy o r d u m . S o n r a H / .
Ö m e r şö y le d e d i: A d a m b a b a s ın a k ıy a m a d ı v e v a siy e»
u y g u lan d ı.
Faka» E b u C c n d e l'd c n riv a y e t e d il m iş ii r k i, b u n u y a p ­
m a s ın a e n g e l o la n ş e y . R a s u lu lla h 'ın a h d in e o l a n a r / u s u y -
du. K im b ilir b e lk i d e o n u ö l d ü n n ü ş o ls a y d ı s a v a ş iç in b ir
g e re k ç e o lu rd u .
9 - B a n ş s ö z le ş m e s in in y a z ım ı b ilin c e , R a s u lu lla h
(sav ) a sh a b ın a : " H a y d i k a lk ıp k u r b a n la n n ız ı k e s in . S o n r a
d a ır a ş o lu n " b u y u rd u . Z ü h n d i y o r ki: " A lla h 'a y e m in o l-
.sun, h iç k im s e y e rin d e n k a lk m a d ı. R a .s u lu lla h .sö z le rin i ü ç
k e z te k ra rla d ı. K im s e n in k a lk m a d ığ ın ı g ö r ü n c e . H z . P e y ­
g a m b e r, Ü m m ü S c le m e t r.a n h a )n ın y a n ın a g id e r e k o n l a n n
y a p tık la n n ı k e n d is in e a n la ttı. Ü m m ü s e le m e t r .a n h a ) d e d i
ki: "E y A lla h ’ın Ra.sulü! I s t i y o r m u s u n b ö y le y a p ılm a s ın ı?
S e n çık h iç k im s e y le k o n u ş m a d a n d e v e n i k e s . B e rb e rin i
ç a ğ ır sen i iraş e ls in ." s a h a b ile r b u n u g ö r ü n c e k a lk t ı la r v c
d e v elerin i k estiler. S o n r a d a b irb irle rin i ira ş e llile r . B ir b ir ­
lerin e ü /.ü n iü d cn n e rd e y s e ö le c e k le r in i .sö y le d ile r. M ü s lü -
m a n la n n R a su lu lla h 'la b e ra b e r y a p tık la r ı b u n la r ... Y a h u ­
d ile rle b a n ş y a p m a d ü ş ü n c e s in i y a y a n l a n n b u g ü n k ü y ö n e -
lic ile rin akıl d a n ış m a n la n n ın s ö z le ri n e d ir a c a b a ?
"S ü h ey l b, a m r'in " d u ru m u n a g e lin c e : b u g ü n k ü A r a p
p o lilik a c ıla n n ın b u a d a m ın a n la y ış ı, d ik k a ti, v e k a tılığ ı
gibi o lm a la n n ı n e k a d a r is le rd im . C a h iliy e t ta a s s u b u n a vc
c a h iliy c t a d a n ıla n n a " A lla h m e r h a m e t e ts in " m i d i y e ­
lim ?
C a h iliy e t h a k k ın d a v a rid o la n h a d is le r e g e ç m e d e n
ö n c e şu n u s ö y le m e k is liy o ru m : " G e r ç e k le n c a h iliy e t A l­
lah 'ın ş e ria tın ın ta tb ik i ile ilg ili b ir d u r u m , b i r n ite lik o l u n ­
ca, b a z a n k ü l ü r if a d c e d e r... Y ö n e tic ile r d e n k im b e ş e ri k a ­
n u n u A lla h 'ın d ü z e n in d e n ü s tü n tu ta r a k o n u r e d d e d e r s e .

158
b u n d a n ö lü r ü k a r ır o lu r. Ç ü n k ü o , A llalı'ın in d ir d iğ in d e n
ba^ku.sı ile h ü k m e d iy o r v e A lla h 'ın k a n u n u n a d il u / a l ı -
>or.
C a h iliy c i, c a h iliy c i a ç ılıp .saçılm ası v e c a h iy iy c i
ta a s s u b u g ib i a d c ıle r v e g e le n e k le rle ilg ili b ir d u ru m o ld u ­
ğ u v a k it b u . A lla h ’ın ş e ria tın a te rc ih e d ilm e d ik ç e v e şeriatı
r e d d e d ilm e d ik ç e b a / a n m a s iy e l v e y a lisk ila d e eder.
B a /ı g e n ç le r in k a fa s ın d a , M e v d u d i (A llah rah m et
e y le s in ) n in e a h iliy e ı v a s fın d a a ce le c i d a v ran d ığ ı gibi lek-
lir h u s u s u n d a d a a c e le c i d a v ra n d ığ ı g ö rü şü y erleşm iştir.
B u n d a n d o la y ı, o n u n bu k o n u d a k i g ö rü şle rin i a k la m a y ı
i ü / u m l u g ö rd ü m .
M e v d u d i (A lla h ra h m e t e y le sin ) şö y le d iyor; "B ir
m ü m in i l e k r ı r c d c n k işi o n u ö ld ü m ıü ş g ib id ir . T c k rırc lm e
h e r le r d in h a k k ı d e ğ ild ir. A y n ı şe k ild e tek lir to p lu m sa l b ir
s u ç tu r. O tü m ü y le İsia m i to p lu m a a y k ın d ır. V e mü.slü-
m a n la ra ç o k / a r a r ı d o k u n u r." S o n ra ş ö y le d e r; "B u . A l­
la h 'ın v e R a s u lü n ü n hükm iTne u y g u n ol.saydı, o v ak it b ir
h a k o lu r d u v e h iç k im s e o n u in k a r c d c m c ’/ali. K o k u şm u ş b ir
u / v u k ö k ü n d e n k e s m e k , İs la m 'ın v e İslam d ü n y a sın ın h a y ­
rın a o lu r d u . A m a b u u /.u v ila h i k a n u n a u y g u n o lm a d ığ ı v a ­
k it k e s m e y i h a k e t m e / . O n u k e sm e k , k a tık s ız zu lü m ü z e ri­
n e b in a k u r m a k d e m e k o lu r. Ç ü n k ü b u z u lü m , u m u m ile ş e ­
c e k v e e tr a f a y a y ıla c a k , g e ri k a la n u z u v la ra d a g e ç e ­
c e k ..."
Ü s la d y in e ş ö y le d e r " N e y a z ık k i, m u h te re m a lim le ­
rim iz n e ş e k i ld e o l u r s a o ls u n , bu y o lu te ık e ım c y c h a z ır d c -
ğ ille r . U s u l ile l ü r u u te v il ile n a sa ra .sın ı a y ırm a y ı ih m a l e t­
m iş le r d ir . K e n d i a n la y ı ş l a n n a v e g e ç m iş .scle lle rin in a n la -
y ı ş l a n n a u y a n b i r u s u lü , lü r u 'd a n s a y m ış la rd ır..." (6 5 )
T c k r a r m e v z u y a d ö n ü y o r v e ş ö y I e d iy o r " M ü s l ü m a n ı
t c k n r e ü n c m ese le .sin i d ü ş ü n m e k g e re k ir. B u m c s c le d e ıa m
b ir ih tiy a t b i r ş a h s ı ö ld ü ım c h u su .su n d a fe tv a ç ık a rm a d a ki

65. Said Cf^'lanı - libul Ala, Hkri ve Daveti s. 204

159
ilıliy alla m ü sa v id ir. T e v h id e v e "L a ila h e illa lla h " a im a n
e d en h e rm ü .s lü m a m n k a lb in d e im a n o ld u ğ u n u a k h n ı ı / d a
lu lm am ı/. g e re k ir. O n d a n k ü lü r lc ilg ili b ir ^ iip h e (,ık m e a
o n a h ü sn ü / a n b e s le m e m i/, b u n u s a d e c e c e h a le t in d e n v e
y a n lış a n la m a s ın d a n k a y n a k la n d ığ ı ş e k lim le d e ğ e r l e n d i r ­
m e m i/ g e re k ir. V e y in e o n u n , b u n u n la im a n d a n ç ı k ı p k ü l r e
g e ç m e y i k a s d e im c d ig i şe k lin d e d e g e r l c n d i m ı c m i / g e r e ­
kir. Ç ü n k ü s a d e c e s ö / ü n ü d u y m a k la o n u n a le y h in e k ü l r ü -
n e fe tv a ç ık a m ia m a lıy ı/. B ila k is o n u g ü / e l o la n y o l la a n la
m alıy ı/.. K e n d isin in p ro b le m in i ç ö / m c l i y i / v e o n a d o ğ r u
ile y a n lışı a ç ık la m a lıy ı/. B u n d a ı s r a r c d c r v e k e n d is in e s u ­
n u la n la rı k ab u l eım c /.se , o n d a n so n ra A lla h 'ın k iia b ın a
b a şv u n ır, K iıa b u lla h in ışığ ın d a o n a ıs ra r c ıiığ i ş e y in t e v i ­
lin e im k a n v a r m ı. y o k m u o n a b a k ılır. E ğ e r b u a p a ç ık H as­
lara m u h a lif dcğil.sc. o n u k ü fü rle ilh a m e ı m e m e m i / g e r e ­
kir. A n c ak o n u .sap ık lard an biri o la ra k d c ğ e ı i c n d i r c b i l i r i / .
F akaı ı.srar elliğ i şe y , n a s s a a ç ık ç a a y k m v e K u ı 'a n 'm la-
lim lcrin e m u h ali fi.se v e b u n la ra ra ğ m e n o h a la s d / ü n d e v e ­
ya fiilin d e ıs ra r e d e rs e , o s o / ü n ü n v c fiilin in t e v i l in e d e im ­
kan yok.sa. o v a k ii li.skına v e y a k ü f r ü n e h ü k ü m ç ık a r m a k
m ü m k ü n o lu r. B u n u n d a s e b e b i, b u r a d a m e .s c lc n in a p a ç ık
olma.sı v c b u h ü k m ü ç ık a rm a y ı g e r e k tir e n ö/x :l b i r l ü r o l ­
m a s ıd ır. F a k a t b ü tü n b u n la ra ra ğ m e n , b u g ib i m e s e l e l e r in
m c n c b c lc rin i v c d c ıe c c lc rin i g ö / ö n ü n d c b u l u n d u r m a k l a ­
zım . Ç ü n k ü b ü tü n d u r u m la rd a s u ç v e y a s u ç l u m ü .s a v i o l ­
m a / . B u n d a n d o la y ı d a a r a la n n d a d e r e c e v c m e r t e b e b a k ı ­
m ın d a n fa ik b u lu n u r. H ü k ü m v e r e c e ğ i m i/ /.a m a n b u f a i k ­
la n d ü ş ü n m e m i / a d a le t g e re ğ id ir." ( 6 6 )
Bu sö/lcr tevile vc tanışmaya ihtiyaç duymayan ga­
yet açık vc net .sdzlcrdir.
Bu yukanda geçenlere. Şevkani'nin ”İy.sarü'l-Hak,
alc1-Halk" adlıc.scrindc. tek fir'in tevili ile ilgili görüşlerini
eklemem belki yararlı olur, O şöyle diyor. "...Kimlerin ıck-
M., A. (S.C. S. 274

160
lir in in ıc v ili h a k k ın d a ih tila fa düıjtüldii. B u k o n u d a d ö r t
g ö r ü ş v a r:
1. E h li k ıb le o la n la r , 2 . B a tıl o ld u ğ u n u b ild ir i b ir ş ü p ­
h e ile d in d e n b i r d a la le t o la ra k h a la y a d ü ş tü ğ ü b ir g ö rü ş ü
b e n im s e y e n le r ; h a lb u k i / a h i r o n u n h i l a l i n a d ı r . 3- B ir ş ü p -
h c s e b e b iy l e y a n lış k a n a a te s a h ip o la n la r . H a lb u k i /.a h ir
o n u n h i l a l i n a d ı r . 4 . Z a h ir , h ila f ın a o ld u ğ u h a ld e R a s u lu l-
la h 'ta n h a k k ı n d a k a l i r o ld u ğ u riv a y e ti b u lu n a n la r. B il ki
k ü f r ü n a s lı, A lla h T e a la n ın k iıa p la n n d a n b ir şey i v e y a
P e y g a m b e r le r in d e n b irin i y a d a / a n ı r a l ı d in iy e o la ra k b ili­
n ip P e y g a m b e r le r t a r a l ın d a n g e lirilc n b ir ş e y i y a la n la m a k ­
tır.
B u k a d a r ın ın k ü f ü r o ld u ğ u n d a ih tila f y o k tu r. B u k a ­
d a rı k im d e n s u d u r e d e i 's e o k a h r o lu r . A n c a k bu kişi /o r la n -
m a m ış v e a k ıl s a ğ lığ ı b o z u lm a m ış , b a ğ ım s ı/, v e m ü k e lle f
o ld u ğ u t a k d i r d e b ö y le d ir . H e rk e s ta ra fın d a n z a ru ra ı-ı d in i­
y e o l a r a k b i l in e n ş e y le r i i n k a r e d e n v e tev ili m ü m k ü n o l­
m a y a n k o n u d a te v il a d ı a ltın d a g iz le n e n k işin in k ü frü n d e
d e a y n ı ş e k i l d e i h t il a f y o k tu r . A te is tle rin " e sm a i h ü s n a " n ın
tü m ü n ü n t e v i l i n d e , h a t t a K u r 'a n 'ın tü m ü n ü n a h k a m ın ,c e n ­
n e t, c e h e n n e m , k ı y a m e t v e d ir ilm e g ib i a h ire ı ile ilg ili h u -
s u s l a n n t e v i l i n d e y a p tık la r ı g ib i...
İ s l a m 'ın b e ş r ü k n ü n ü y e r in e g e tire n k iş in in , /.a n ıra lı
d i n iy e n in b i r k ı s m ı n a v e y a tü m ü n e m u h a le f e t e d ip , te v il
y a p tığ ın ı v e a h v a l in d e n o n u n y a la n la m a y ı k a s d e im c d iğ in i
v e y a o n u n h a k k ı n d a y a n ı Id ıg ım ız ı ö ğ re n d iğ im i/, v a k it, iti­
k a d ı k o n u d a f a h iş h a t a s ı y l a v e a k li n a k li a p a ç ık d e lille re
m u h a le f e tiy le b e r a b e r i l a h i k ita p la r v e b ü tü n p e y g a m b e rle ­
re i n a n d ı ğ ı n ı v e d in d e n o ld u ğ u n u iz h a r e d in c e , b u k iş in in
le k lîr i k o n u s u n d a p r o b le m d o ğ m a k ta d ır . F a k a t o h e n ü z
z ın d ı k l a r m e r t e b e s i n e u la ş m a m ış ü r . B u n la r, m u h a k k ik -
le r c e " c e h m i y c " o l a r a k b ilin e n h a lis 'c c b r iy e " c ilc r g ib id ir ­
le r. A l l a h 'ın z a t ı h a k k ı n d a m ü ş e b b ih e v e m ü c c s.sim c d e

67.Şcvkani tsariil Hak: 414

161
b ö y lc d ir. ts la m u le m a s ı m ü ş e b b ih e v e c e b r i y e n i n iıik a d la -
n n ı ç ir k in g ö r m e v e r e d d e tm e ü / e r i n e i t ti f a k e t t i k t e n s o n r a
le k llr lc f i k o n u s u n d a i h t il a f e t m i ş le r d i r ..." ( 6 7 ) B u r a d a
u z u n c a d u r m a k is te m iy o r u m . Ç ü n k ü b u k o n u m u z u n e s a s ı
d e ğ ild ir . S ü n n e tte v a ı i d o ld u ğ u ş e k l i y l e t e k r a r c a h i li y e t e
d ö n ü y o ru z .

SÜNNETTE VARİD OLAN CAHİUYET

" C a h iliy e t" s ö z ü s ü n n e tte d e ç o k ç a v a ı i d o l m u ş ­


tu r.
I. F e th u 'l- b a r i'd c ş u h a d is y e r a l m a k l a d ı r : " ...H z . P e y -
g a m b e r b u y u r d u k i: K im ö l ü l e r iç in a v u ç iç i i l e y a n a k l a r ı n ı
d ö v e r , y a k a la n n ı y ır la r v e c a h iliy e t a d e ti ü z e r e f e r y a d ı fi­
g a n e y lc ıs e , b iz d e n d e ğ ild ir."

" B iz d e n d e ğ ild ir " s ö z ü , b iz im y o l u m u z u n a d a m ı d e ­


ğ ild ir , d e m e k tir. B u s ö z le , d in d e n ç ı k a r m a k a s d e d i l m c m i ş -
tir. F a k a t b u ş e k ild e a b a rtılı .sö zle s ö y l e m e n i n f a y d a s ı , b ö y ­
le iş le re d ü ş m e k te n a lık o y m a k tır . N ite k im b a b a ç o c u ğ u n u
c e z a la n d ın r k c n , " b e n s e n in b a b a n d e ğ i l i m , s e n d e b e n im
o ğ lu m d e ğ ils in " d e r ... b u n u n m a n a .sı: O , b iz im m ü k e m m e l
d in im iz ü z e r in d e d e ğ ild ir , ş e k lin d e d ir . Y a n i, o k i ş i a s lı
k e n d in d e o lm a k la b irlik te d in in k ı s ı m l a n n d a n b ir in i te r -
k e tti d e m e k tir. B u g ö r ü ş ü İ b n ü 'l- a r a b i n a k l e t t i ... M ü h e l l e b
d e H z .P c y g a m b c r 'in : " B e n ş u n u ...ş u n u ....y a p a n la r d a n b e ­
riy im ..." s ö z ü n ü n z ik r c d ile n le r i y a p a n l a r d a n b e r i y i m , a n l a ­
m ın a o ld u ğ u n u s ö y le d i. B u fiil iş le n d iğ i v a k i t , " b iz d e n d e ­
ğ ild ir " s ö z ü İ s la m 'd a n ç ık a r m a y ı k a s d e tm e m i ş t i r . B e n d e ­
rim k i: O ik is in in a r a s ın d a b i r v a s ı l a v a r d ı r k i , s ö z ü n e v v e ­
lin d e g e ç e n i b a r e d e n a n la ş ılıy o r . B u y u k a n d a k i h a d i s l e
z ik r e d ile n y a k a la n y ır tm a v e b e n z e r i ş e y l e r i n h a r a m h g ı n a
d e la k ıt e d e r i. B u n d a k i s e b e p s a n k i k a z a v e k a d e r e r a z ı o l -
67. Şevkani tsaıul llak :414

162
m a m a k u r . E ğ e r h a r a m lığ ın ı b ilm e k le b e r a b e r h e la l o l d u ­
ğ u n u a ç ı k la m a v a k i o lu r s a v e y a o la n la r a ö f k c n ic n m c ğ ib i
b ir d u r u m o r t a y a ç ık a r s a , " b i/ d e n d e ğ ild ir" s ö z ü n ü d in d e n
ç ık a r m a y a h a m i c i m e h u s u s u n d a b ir e n g e l y o k lu r. Y in e h a ­
d is le g e ç e n " c a h iliy e t s ö z le r i s ö y le y e r e k " fe ry a d ü fig a n
e d e r s e " s ö z l e r i , M ü s lim 'in b ir r iv a y e tin d e " e a h iliy e i d ö n e ­
m i h a l k ı n ı n .s ö z le rin i .s ö y le y e re k ...," ş e k lin d e d ir." (6 8 )
Y u k a r ıd a k i h a d is te g e ç e n fiille ri iş le y e n k iş i, A l­
la h 'ın k a z a s ın ı r e d d e tm e y i a ç ık la m a d ığ ı ta k d ird e o k işi İs ­
la m ü z e r e d i r , t e k f i r e d ilm e z . Y a n i İsla m d in in d e n ç ık tığ ı
s ö y le n e m e z . F a k a t b u fiili s e b e b iy le o n u g ü n a h k a r v e asi
o la ra k d e ğ e r l e n d i r m e k g e r e k ir.
2 - A ş u r a O r u c u C a h iliy c lte d e V a rd ı
Y in e F e i h ü 'l - B a r i 'd e şu h a d is y e r a lm a k ta d ır : "...H z.
A iş e v a l i d e m i z i n ş ö y l e d e d iğ i riv a y e t e d ilm iş tir; C a h iliy e t
d ö n e m in d e K u r e y ş a ş u r a g ü n ü n d e o ru ç tu tu y o rd u . H z,
P e y g a m b e r d e o g ü n o r u ç tu ta rd ı, M e d in e 'y e g e lin c e y in e
o r a d a d a o r u ç tu ttu v e lu tu lm a .sın ı e m re ııi. R a m a z a n g e lin ­
c e , i s le y e n a ş u r a y ı t u t tu , is te m e y e n tu tm a d ı..." A ş u ra o r u ­
c u n u n k u r e y ş i n a d e t le r i n d e n o lm a.sı R a s u lu lla h 'ın o o ru c u
t u tm a s ın a e n g e l t e ş k i l e tm e d i. C a h iliy e tte o la n h e r ş e y r e d ­
d e d ilm iş d e ğ i l d i r . Ö r n e k o l a r a k y e m in le r, c a h iliy e tte o ld u ­
ğ u g ib i a l ı n m ı ş t ı r . B ir ç o k a k id lc r c a h iliy c tlc o ld u ğ u g ib i
y e r in d e k a l m ı ş tı r .
F a k a t a k a i d v e ib a d e tle r e m a h s u s ş c y lc r r c d d c d ilm iş -
tir. B ir i n c i h a l i f e H z . E b u b e k i r ( r a ) k o n u ş m a y a n , s u s k u n
b ir k a d ı n g ö r m ü ş t ü . O n u n d u r u m u n u s o ru n c a , o n a , k a d ın ın
su .sk u n o l a r a k h a c c e t t i ğ i s ö y le n d i. H a li fe b u d u ru m d a n o n u
m e n e tti. Ç ü n k ü b u d u r u m c a h ih iy e t a m c llc r in d e n d i. (6 9 )
3 - Y i n e F e t h u 'l - B a r i 'd c ş u riv a y e t y e r a lm a k ta d ır.
K a y s b . H a z i m 'i n ş ö y l e d e d iğ i r iv a y e t e d ilm iş tir: " H z . E b u

ftS I lafı/. Askâlani l'clhul Bari: 3/163 Had. Ntx 1294 Müslim 4/lfl9, Müs-
ned-i Ahmııd 3/5S.
69 l ^ u l Bari 7/147 Had N<k 3831

163
b c k i r .Z c y n c b a d ın d a b i r k u d ı n ın y a n ı n a g ir d i. B a k tı k i. k a
d m k o n u ş m u y o r. H / . E b u B e k ir ( r a ) o n a : "N e o l d u k i k o ­
n u ş m u y o r? " d e d i, " k o n u ş m a d a n h a c c e t t i ğ i n i s r iy le d ile r ."
H/.. E b u b e k ir, k a d ın a : " K o n u ş " d e d i. Ç ü n k ü b u h e la l d e l i l ­
d ir. c a h iliy e t iş id ir . B u n u n ü / c r i n e k a d ı n k o n u ş lu ..." ( 7 0 )
4 - C a h iliy e t d ö n e m in d e k i .s a d a k a , e g e r s a h i b i İs la m
ü / c r c ö l ü r s c , ta y d a v e r ir . Y in e b u n u n la ilg ili o l a r a k F e ıh u 'l-
B a ri'd e ş u riv a y e t y e r a lm a k ta d ır . H a k im b . H i / a m 'ı n ş ö y le
d e d iğ i riv a y e t e d ilm iş tir : B e n e y A l l a h 'ın r a s u lü ! C a h ili-
y e tte ib a d e t o la ra k v e r d iğ i m i / s a d a k a , k ö l e a z a d ı v e s ıla - i
ra h im g ib i ş e y le r d e b i / c e c i r v a r m ı? d e d i m . H / . P e y g a m ­
b e r (s a v ) ö n c e y a p ılm ış h a y ır la r ü / c r e s e n m ü s lü m a n o l ­
d u n " b u y u rd u ... A lla h tc a la 'n ın k iş in in k ü f ü r d ö n e m i n d e
işle d iğ i .sev a b ın İs la m d ö n e m in d e k i h a s e n a t ı n a e k l e m e s i ­
n e b ir e n g e l y o k tu r. M a r i/i d e m i ş t ir k i : O n u n m a n a s ı , ö n c e ­
d e n iş le n m iş h a y ır, k iş in in le h in e y a z ılır , d e m e k ti r . B i r a n ­
la m d a " Ö n c e d e n y a p tığ ın h a y n n k a b u lü ü z e r e s e n m ü s l ü ­
m a n o ld u n d e m e k tir. H a rb i d e m c ş l i r k i, h a d i s i n m a n a s ı:
Ö n c e d e n iş le m iş o ld u ğ u n h a y ı r l a r s e n i n l e h i n e d i r , d e m e k
o lu r. N ite k im ş ö y le d e r s in : B in d i r h e m e s a h i b o l d u ğ u m
ü z e re m ü s lü m a n o ld u m ."
H a d is in m a n a s ın ı b a ş k a v e c i h lc r c h a m l e d i p , k a l i r s c -
v a p a la m a z d iy e n k iş iy e g e lin c e , h a ş i y e d e ş ö y l e b i r a ç ı k l a ­
m a y a p ılm ış tır ; H a d is in m a n a s ı h a k k ı n d a . M a r iz i v e h a r -
b i'n in .s ö y le d ik le ri d o g m o la n ıd ır . O ş u n a i ş a r e t e d e r : K a -
lir’in y a p tığ ı h a.sc n al İs la m ü z e r e ö l ü n c e k a b u l e d i l i r . E n
d o ğ m s u n u A lla h b ilir. (71)
5- Ömer b. el-Hallab, (ra) cahiliyette iken ilikaf yap­
mak için nczıetmişti. Abadullah b. Ömer'den, Hz. Ömerb.
el-Hatlab'ın (Allah berikisinden de razı olsun) şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Ya Rasulullah, ben cahiliyette iken
mcscid-i haram'da bir gece itikafa çekilmek için nezret-

70. A.g.c. - 7/147. llıdıı No: 3834


71. A.g«. 3/302 llulis No:14.36

164
nıi:^!!!P..' O n u n b u s ö / ü n c k a r ş ılı k R a s u l u l l a h ( s a v ) ; " N c / -
n n i y c n n c g e l i r " b u y u r d u . O d a b ir g c e c i l i k a l a ç e k ild i.
N e / i r e a h i l i y c u c y a p ılm ış lı. Y c ı i n e g e l i m ı e k i.se İ.s-
la m d ö n e m i n d e v u k u b u ld u . Ç ü n k ü R a s u lu ll a h o n a n c / r in i
y e r in e g e i i m ı c s i n i c m r c im iş ıir . ( 7 2 )
6- C a h i l i y c ı l c v e İ s la m 'd a in s a n la n n c n h a y ır lıla n .
F e l l ı u 'l B a r i 'd e ş u r i v a y c i b u lu n m a k la d ır . : İn s a n l a r m a d e n ­
le r g i b i d i r l e r . O n l a n n c a h i l i y c ı d ö n e m in d e h a y ır lı o la n l a n
d i n i a n l a d ı k l a r ı / a m a n İs l a m d e v r in d e d e h a y ır lıd ır la r . S i/
ş u İ s l a m ( v e y a e m i r l i k ) h u s u s u n d a iç in e d ü ş ü n c e y e k a d a r
o n u c n İe n a g ö r e n k im s e le r i in s a n la n n h a y ı r lıl a n n d a n b u ­
lu r s u n u z ." ( M ü s lim , 44/ 48)
C a b i l i y e l h a y ı r l ı l a n ş e r li y a p m a d ı. Ş e r li k iş i i.slam 'a
g e ç i n c e h a y ı r l ı o ld u , y a l n ız d in i a n la m a la r ı şa rtıy la . Ç ü n ­
k ü İ s l a m a n l a m a y a n ı u h ı a ç o l a n b ir in a n ç iır . A m a e a h i l i y e l
b ö y le d e lild ir .

Fertle Toplum Arusuukı Culüüyct


B a n a g ö r e g e n ç le r in g ö z ö n ü n d e b u lu n d u rm a ü ık la n
ö n e m li b i r m e s e l e v a r. B a z e n b iz . b ir to p lu m d a n s ö z e d e r ­
k e n O c a h ili v e k a f ı r b i r ı o p l u m d u r d e riz . B ir d e v le n e n s ö z
e d e r k e n d e a y n ı ş e y i s ö y le r iz . B u v a s im to p lu m u n h e r Ic r-
d in d e g e r ç e k l e ş t i ğ i a n la m ın a g e lir m i?
H i n d i s ta n 'ı ö r n e k v e r e y im . D e v le t la ik tir, -ş e k le n d e
o ls a . Ç ü n k ü m ü s lü m a n la r a m u a m e le e lliğ i z aım an b u la ik li­
ği u n u t u y o r - A y n ı z a m a n d a c a h ili b ir d e v le ttir. T o p lu m d a
a y n ı ş e k i l d e d i r . F a k a t b u to p lu m u n iç in d e y ü z m ily o n d a n
l'a z la m ü s l ü m a n v a r . Ş im d i b u n la r k a f ir m i?
T ü r k i y e la ik b ir d e v le ttir. A m a h a lk ın y ü z d e d o k s a n
s e k iz i m ü s lü m a n d ır . O n la r ı k a h r o l a r a k m ı d e ğ e r le n d ir i­
riz ? H a tl a İ s r a il. İ ç in d e b ir b u ç u k m ily o n m ü s lü m a n v a r.
O n la r ın k ü f r ü n e m i h ü k m e d e c e ğ iz ? K o m ü n is t R u s y a 'n ın
s ö m ü r ü s ü a l t ı n d a y ü z m ily o n d a n fa z la m a z lu m m ü s lü m a n
v a r . D e v l e t l e r i n i n v e t o p lu m la n n ın c a h ili v e k a f ır o ld u k la -

12. A.g.c. 4/2K4 Hadis No: 2042

165
n iç in o n l a n d a m t k a l ı r s a y a c a ğ ı / ?
D e v le t, to p lu m f e n a r a s ı a y ı n m d a ih tiy a tlı d a v r a n ­
m a k g e r e k ir . G e n ç l e r b ilm e d ik le r i iç in b u r a d a h a t a y a d ü ­
ş ü p , h ü k ü m e tle r in k ü r r iin c , t o p l u m l a n n d a c a h i li y e t i n e
h ü k m e tm iş le r d ir . B u n u n n c tic c .si o l a r a k k e n d i b a b a l a r ı n ı n
k a l ı r o ld u k la n g ö r ü ş ü n e v a r m ış la r d ır . B u n d a n d o l a y ı d a
b a / ı g e n ç le r in a n n e le r in i b a b a l a n n ı n n i k a h ı a l t ı n d a ik e n
a lıp , k e n d i a ı k a d a ş l a n y l a e v l e n d ir d ik l e r i g ö r ü l m ü ş t ü r . N i­
je r y a 'd a b i r g e n ç b a b a .sın ı ö ld ü r m ü ş tü r . M a h k e m e d e b a b a ­
s ın ın T ic a n ile r d c n o ld u ğ u iç in b u n u y a p t ı ğ ı n ı , v e o n l a r ı n
d a k a l i r o l d u k l a n m s ö y le d i.F e r d i t e k f ı r e t m c k a r a ş t ı r m a y ı
v e s o ru ş tu rm a y ı g e r e k tir ir . N ite k im m ü r te d i t e k l l r e t m c k ,
a r a ş tırm a y ı v e s o r u ş tu r m a y ı g e r e k tir ir . N ite k im m ü r te d i
te v b e y e ç a ğ ır m a k v e ş ü p h e le r in i g id e r m e k g e r e k l i ğ i g ib i...
E ğ e r m ü n e d b u n d a n s o n r a ıs r a r e d e r s e k ü f r ü n e h ü k m o l u -
n u rv c c e z a la n d ın lır.
B u n d a n to p lu m u n tü m ü n ü y a r g ıl a m a y a g c l i n c c .b u
h a k k ın d a ç e ş itli g ö r ü ş le r o la n b i r m e s e le d ir .

166
• III. Bölüm

TEKFİRİN GEREKÇElJıRİ VE
CEVAZ VEREN SEBEPLERİ:

Yöneticilerin küfrü hakkinda


B a / ı g e n ç l e r , m ü s lü m a n y ö n e tic ile r in A lla h 'ın in d ir ­
d iğ iy le h ü k m c i m e d i k l c r i iç in k ü fr e g ird ik le ri k a n a a tin e .sa­
h ip tir le r .
B e n d a h a ö n c e " C a h iliy e t İd a re s i" b a ş lığ ı al tın d a T a -
b e r i'd e n . F a h r i R a /.i'd c n , ib n K e s ir 'd e n v e Ib n T c y m iy y e
'd e n y a p ı l a n n a k i l l e r e , te k r a r ia m a k ta n ç e k in d iğ im iç in y e ­
n id e n d ö n m e k is te m iy o r u m . F a k a t b e n d iy o ru m k i, m ü.s-
l ü m a n i d a r e c i l e r i t e k b i r n ite lik e tr a f ın d a to p la m a k m ü m ­
k ü n d e ğ il. O n l a r d a n b ir i m ü s lü m a n la n n a r a s ın d a s a b a h a k ­
ş a m İ s l a m 'd a n b a ş k a i n a n c ı o lm a d ığ ın ı b a ğ ın y o r . İ k in c is i,

167
İs la m v c o n u n d ış ın d a k i d in le r d e n h i ç b ir in i is le m e d iğ in i
a ç ık lıy o r. Z ir a k e n d is i ile r ic i, d i n l e r is e g e r ic ilik m iş ! ...
Ü ç ü n c ü s ü , r e s m e n la ik liğ i i la n e d iy o r . D ö n d ü n c iis ü ila n e t-
m c k .s i/in ilile n la ik liğ i d e n iy o r . B e ş in c is i, ü l k e s i n d e m a -
.son lo c a la rın ı b a ş la c ı e d i y o r v c g e c e g ü n d ü / y a h u d i l e r le
d ü ş ü p k a lk ıy o r .A lım c ıs ı in a n m a d ığ ın ı s ö y l ü y o r v c s ö y l e ­
d iğ in in d ış ın d a k in i y a p ıy o r , a ç ı k la y a m a d ı ğ ı n ı y a p ı y o r ...
b u id a r e c ile r in lü m ü n c h a n g i h ü k m ü v e r m e k d o ğ r u o l u r ?
K e n d is in i ö n c e m ü s lü m a n o la r a k v a s i ( l a n d ı n p s o n r a
d a A lla h 'ın ş e ıia lm ı r e d d e d e n v c o n u n d ı ş ın d a k i s i.s ic m lc -
rin d a h a ü s tü n v c la lb ik c d a h a la y ık o ld u ğ u n a i n a n a n i d a r e ­
c i n a m a /, kıl.sa d a o ıu ç lu ls a d a v e m ü s lü m a n o l d u ğ u n u i d ­
d ia CISC d e o k a lird ir. Ç ü n k ü C c n a b .ı H a k ş ö y l e b u y u r u y o r
" H a y ır! R a h ib in e a n d o ls u n k i a r a l a r ı n d a ç ı k a n a n l a ş m a z ­
lık h u su .su n d a .seni h a k e m k ılıp , s o n r a d a v e r d iğ i n h ü k ü m ­
d e n iç le r in d e h iç b ir s ık ım ı d u y m a k s ı z ı n ( o n u ) la m m a n a -
•sıyla k a b u lle n m e d ik ç e im a n e lm iş o l m a z l a r ." (7 .^ ) F a k a ı o
id a re c i, ş c r ia iın g e r e k liliğ in i k a b u l l e n m e k l e b e r a b e r , A l ­
la h 'ın ş c ria iın ı lu lb ik ç im iy o r s a , o b u a m e li n d e n d o l a y ı a s i
v c /.a I im o lu r ,lc k lir c d iI c m c z . Ç ü n k ü b ü y ü k g ü n a h l a n iş le ­
y e n k iş i, e h li s ü n n c i n a z a n n d a i c k l i r e d i l e m e z .
E g c r id a r c c i A lla h 'ın ş c r ia lın ı u y g u l a m a z , l'a k a i b u n u
te m e n n i e d e r s e - b a /ı O s m a n lı s u l t a n l a n n ı n d u r u m u b ö y lc -
d ir, o n u ('a sık lık la n iıc lc n d ir m c k m ü m k ü n d ü r .B u r a d a iy i
a n la ş ılm a s ı g e m k e n b i r d u r a m v a r . O d a ş u : A l l a h 'ın i n d i r ­
d iğ in d e n b a ş k a s ıy la h ü k m e tm e k b a z e n in .sa n ı d i n d e n ç ı k a ­
ra n b i r k ü f ü r o lu r. B a z a n d a b ü y ü k v e y a k ü ç ü k g ü n a h
o lu r.
K ü f ü r a z ö n c e z ik r e d ile n ik i g ö r ü ş e g ö r e y a m e c a z i
o lu r v e y a k ü ç ü k k ü f ü r o lu r . B u d a i d a r e c i n i n d u r u m u n a
g ö re d ir . E ğ e r id a re c i A lla h 'ın in d i r d i ğ i ile h ü k m e t m e n i n
fa rz o lm a d ığ ın a v c b u k o n u d a k c n d i.s in in h ü k m e d i p , h ü k -
m c u n e m e h u s u s u n d a .s c rb e s l o l d u ğ u n a i n a n ı r v e y a A l l a 'ın

71. N i« Suresi: 65

168
h ü k m ü o ld u ğ u n u b ilm e k le b e r a b e r , o n u k ü ç ü m s c o ic . bu
b ü > ü k k ü l ü r o l u r . İd a re e i A lla h 'm in d ird iğ iy le h ü k m e im c -
n in l a r / i y e lin e i n a n s a v e o h ü k m ü n b u o la y h a k k ın d a o ld u ­
ğ u n u d a b ils e , u y g u la m a d ığ ı ta k d ird e c e z a y a m ü s te h a k o l­
d u ğ u n u k a b u lle n m e k le b irlik te u y g u la m a k ta n v a z g e ç s e bu
k iş i g ü n a h k a r d ı r v e o m e c a z i b ir k ü fü r le v e y a k ü t;ü k k ü fü r­
le k a f i r o la r a k is im le n d ir ilir . H ü k m ü ö ğ re n m e k o n u s u n d a
b ü lü n g ü c ü n ü s a r f e d ip , g a y r e t g ö s lc tm e k lc b e ra b e r o o la y
h a k k ı n d a A lla h 'ın h ü k m ü n ü bilm e.se v e u y g u la m a d a h ata
e l s e , b u h a l a e d e n k iş iy e iç tih a d ın d a n ö tü rü b ir.se v a p v a r­
d ır . h a l a s ı d a b a ğ ış la n m ış tır .

M Ü S L Ü M A N H A LK IN KÜFRÜ HAKKINDA

G e n e lle r i d a r e c ile r in te k riri ile işe b a ş la d ıla r. F ak at


o n l a r k ı s a b i r s ü r c s o n r a i d a r e e d i l e n l c r i n l e k l i r i n e g e ç tile r.
B u n u ş e r 'i d c lillc n ,’ d a y a n d ır m a k ta n ç o k , a k li d a y a n a k la r
ü z e rin e k u rd u la r.
S ö y le d i k le r i d e ş u : M ü .s lü m a n la r k a f ir ıld u la r. Ç ü n ­
k ü ş c h a d c l k e lim e s in i d ille r iy le s ö y le y ip m a n a sın ı b ilm i­
y o r l a r v e g e r e ğ i y l e a m e l e tm iy o rla r. O n la r, n a m a z k ıls a la r
d a o r u ç l u l s a l a r d a v e h a c c c is e le r d e k aF ırd irlcr. O n la r b u
k o n u d a ü z e r i n e " ş e k e r ' y a z ılm ış lu z k u lu s u n a b e n z e rle r.
Ç ü n k ü y a z ı g e r ç e ğ i d c g iş iir m e z .
D a h a d a ile r i g id ip d e d ilerk i: İdareciler İslam 'la idare
c im c y in c c . loplu m u n bülün işleri İslam dışı olunca, ve l'cft-
le r d e b u n a razı o lu n ca , bundan dolayı loplum lüm İClile­
riy le b irlik te k a fir olm uştur. T a ki aksi sabit olunca...
Ben burada birinci mc.sclcyi değil de ikinci meseleyi
tanışmak istiyorum. İkinci mesele de şu: idare edilenler,
idarecilerin yaplıklanna razı ve tabi olmalan sebebiyle
küfre girmeleri...
Herkesin bildiği gibi müsIömanlann idarecilerinin
hepsi aynı yolla işbaşına gelmiş değillerdir. Onlardan kıa-

169
Iın v a ris i o l a n l a r v a r d ır , b ir b a k a n > ın r /.k i g e c e l e y i n g i / l i e l-
l e r o n u la ^ ıy ı p g ö tü n n ü ş ... B u n u n d ı ş ın d a s e ç im l e g e l e n d e
v a r. O n la n n a r a s ın d a m iis lü m a n o ld u ğ u n u il a n e d e n o l d u ­
ğ u g ib i r e d d e d e n d e v a r . H a lıa m ü n a l i k l ık y a p ı p i ç i n d e g i z ­
le d iğ in i s o n r a ila n e d e n d e v a r.
B u h a lk ın y ö n e tic ile r d e n r a / ı o l d u ğ u n u v e A l l a h 'ın
n iz a ın ın ı u z a k la ş tır ıp o n u n y e r in e b e ş e r i s i s te m i k o y n ı a l a -
n n a ra z ı o ld u k l a n n ı s ö y le m e k d e lile m u h t a ç b i r s ö z d ü r .
Y ö n e tile n le r d e n id a r e c in in y a p tığ ı ş e y le r e n z a g ö s t e r e n
k iş in in b u k o n u d a o n a o r ta k o ld u ğ u n u s ö y l e m e k m ü m k ü n ­
d ü r. F a k a t g ö r ü ş ü a lın m a y a n a k s in e h iç k im .se t a r a l i n d a n
c id d iy e a lın m a y a n s u s k u n v e e z ilm iş k i ş il e r i n g ü n a h ı n c -
dir'.>
M ü s lim 'in .sa h ih 'in d c Ü n im ü S e le m e ( r .a n h a ) d e n R a -
s u lu lla h 'm ş ö y le b u y u r d u ğ u r iv a y e t e d i l m i ş t i r "şu m u h a k ­
k a k k i, .sizin ü z e r in iz e b ir ta k ım a m i r l e r ta y in o l u n a c a k d a ,
.sizler o n l a n n iş le r in d e n b a z ıs ın ı m a 'n ı f v e g ü z e l g ö r e c e k ­
s in iz , b irk ı.s m m ı d u ç ir k in g ö r ü p i n k a r e d e c e k s i n i z . Ç ir k in
işi, ç irk in g ö re n , o n u n g ü n a h ın d a n b e r i o lu r . İ n k a r v e r e d ­
d e d e n d e g ü n a h a iş tir a k te n s a lim o lu r . F a k a t ç i ı k i n i ş e n z a
g ö s te re n v e o iş te la illc r in c ta b i o la n i.sc g ü n a h t a n b e r i o l ­
m a z , c e z a d a n s a lim k a la m a z ." s a h a b ilc r : " y a R a .s u Ia J (a h !
B ö y le m ü n k e r iş y a p a n a m ir le r le s a v a ş a l ı m m ı '? " d i y e s o r ­
d u la r. P e y g a m b e r im iz ( s a v ) : " N a m a z k ı l d ı k l a n s ü r e c e
'H a y ı r '" c e v a b ın ı v e r d i." (7 4 )
Ö y le y s e id a r e c in in A lla h 'ın ş e r ia t ın a m u h a l e f e t e t ­
m e s in d e n d o la y ı m e y d a n a g e le n k ö t ü l ü ğ ü h o ş k a r ş ı l a m a ­
y a n k iş i, s o r u m lu lu ğ u n d a n k u r tu lm u ş tu r . B u n u h o ş g ö r m e ­
y e n v e k a b u l e tm e y e n k iş i k u r t u l u ş a e r m iş tir .
A r d ın d a n g ittiğ i id a r e c in in k ü f r ü n e n z a g ö s t e r e n
k iş i, k e n d is i g ir m e s e d e o n u n g ü n a h ı n a v e k ü f r ü n e o n a k -
u r.
Bu gençler, sabah akşam idarecilerin zulmünü tadan
74. Sahih i Mâdim: 33A2.

170
h a tta o n l a n n e l i n d e n ö lü m ş e r b e tin i iç e n b u c / i l m iş h a lk la -
b a k a l a n m n y ö n e l i m e n /.a g ö s te rd ik le r in i n e r e d e n b iliy o r ­
la r'
F u k a h a m ı z d i y o r k i, s u k u t e d e n k iş iy e s ö z is n a d e d ile ­
m e z . S u s k u n a r a p c e h p e s i g ib i b ir ıü r s u s k u n lu ğ u s e ç e n h a l­
k ım ız ın ra z ı o l d u k la r ın ı b u g e n ç le r n a sıl v e n e re d e n b ili­
y o rla r ?
E b u D a v u d 'u n la h r ic e ttiğ i b ir b a ş k a h a d is d e ş u ­
d u r:
H z . p c y g a m b c r ( s a v ) ş ö y l c b u y u rd u " B e n d e n s o n ra b ir
k ıs ım a m i r l e r o l a c a k . O n la r . A lla h 'a ita a tin d ış ın d a k i ş e y ­
le rle a m e l e d e r l e r . O n la r a iş le r in d e o rta k o la n v e o n la rın z u l­
m ü n e y a r d ım e d e n b e n d e n d e g i 1, b e n d e o n d a n d e g i I im . K im
d e o n l a n n iş le r in d e o n l a r a o rta k o lm a z v e z u lü m le rin e y a r­
d ım e tm e z , i.se. o b e n d e n d ir , b e n d e o n d a n ım ."
A l l a h 'ın ra z ı o lm a d ığ ı işi iş le y e n b i r i d a r e d y e iş tira k
e d e n v e y a z u l m ü n d e o n a y a r d ım e d e n k iş iy e g e lin c e , z u l­
m ü n v e a m e li n k a r a k t e r i n e g ö r e b u d u ru m u o n u b a z a n k ü fr e
g ö tü r ü r . B ir id a r e c i y i o l u m s u z b i r d u ru m d a n v a z g e ç ir m e y e
ç a lış a n v e o n a o r t a k o l m a y a n v e y a r d ım e tm e y e n in s a n is e .
b u n d a n k u r t u l m u ş tu r .
B a z a n b ir i ç t k ı p ş ö y l e d e r : E m r-i b il m a 'ru l v e n e h y -i
a n il m ü n k e r = i y i li ğ i e m r e d i p k ö tü lü k te n a lık o y m a n e r e d e
k a ld ı? B iz o n a d e r i z k i: " E m r - ib il m a 'r u f v e n e h y -i a n il m ü n -
k e r ’i n d e r e c e l e r i v a r . O n u n e n ü s tü n ü e l ile d e ğ iş tirm e y e u ğ ­
r a ş m a k , e n b a s i l i d e k a l b ile b u g z c ım e k ıir . b u ik is in in a r a ­
s ın d a d il i l e k a b u l l e n m e m e k v a r d ır . K im k a lb iy le b u ğ z e -
d e r s e v e i d a r e c i n i n y a p l ı k l a n n a ra z ı o lm a v s a " e m r-i b il
m a 'r u r v e n e h y - i a n il m ü n k e r '' y a p m ış o lu r . F a k a t b u d a i m a -
n ın e n z a y ı f d e r e c e s id i r .
H e r h a l ü k a r d a o k i ş i, o n a ta b i o lm a m ış , o n a k a tıl­
m a m ış v e n / , a g ö s t e r m e m i ş o l u r
S o n o l a r a k ş u n u s ö y le m e liy im . B b . e ğ e r y ö n e tic is in i
h ü r r iy e t i ç i n d e v e h i l e y a p m a d a n s e ç im le b a ş k a n s e ç e n b i r

171
ü lk e d e is e k v c id a r c c i d c o r a d a " (im ü r b o y u c u m h u rb a ^ jk a m "
d e ğ ils e , id a re c in in ş e r ia tı ıc r k e u n c s i n d e n d o l a y ı h a l k ı n sı>-
ru m lu o ld u ğ u n u s ö y le y e b ilir iz . B iz. H u le la - i R a ^ id iıV d e n
s o n r a b u id a r e c ile r in e m r i a lım d a y a ş a d ık . O n l a r ın ilk i M u -
a v iy e b . E b i S ü ly a ıV d ı. B a k ın ız , o n e d i y o r ; 'B e n b i l iy o r u m ,
siz. b e n d e n raz.ı d ed ik sin iz.. A m a b e n b u iş i k ı l ıç z o r u ile a l ­
d ım . E ğ e r s iz e tü m h u k u k u n u z u v e r m e z -s e m . b i r k ı s m ı n ı a l ­
d ığ ın ız d a n ö lü r ü b e n d e n ra z ı o lu n u z ." ( 7 5 )
T a b iin 'in e n m u ıe d ili o la n H a ş a n e l - B a s r i , M u a v iy e
h a k k ın d a ş ö y le d iy o r ; " M u a v iy e 'd e d ö r i h a s l e l v a r ; H iç b iri
o lm a s a y d ı .sa d e c e b iri h e la k in e y e le r d i. O d a ; B u ü m m e i i n
b a ş ın a k ılıç z o r u y la g e ç m e s i. H a iia y ö n e lim i m e ş v e r e ls iz .
c l d c c l li . H a lb u k i s a h a b c - i k ir a m d a n m c ş v e r e ı e d i l e c e k la z i-
Icili ia s a n la r v a r d ı. B i r d i ğ e r ö z e l l iğ i d e ; K e n d is i n d e n .s o ıır '
o ğ lu n u h a lif e la y in ç im e s i..." M e r v a n b . H a k e m ‘e g e l i n c e , o
b ü tü n ic v a z .u su y la ş ö y le d i y o r " B e n b u ü m m e i i n h a s i a l ı k l a -
n n ı kılıç.sız. ıc d a v i e d c m iy c c c ğ im . V a lla h i b u m a k a m ı m ­
d a n .sonra b a n a h iç k im .se " A lla h 'la n k o ı k " d e m e s i n . A k s i
h a ld e b o y n u n u u ç u r u r u m ." B u n la r b i r la r a f la . y ü c e A l l a h 'ın
P c y g a m İK rin c ; A lla h 'la n k o rk ! h iıa b ı b i r i a r a l ia !
B u g ü n ü n id a r e c ile r in e g e l i n c e o n l a n n e n u l u s u g e c e ­
le y in g iz li e lle r le ta ş ın a r a k g e ld i. D e v le t m e r d i v e n i n e tır ­
m a n ır k e n s a k in d a v r a n d ı, h a n a ç o k l e m k in li d a v r a n d ı , .son­
ra d a F ir a v u n e d a s ıy la b a ğ ır d ı; " B e n s i z e k e n d i g ö r ü ş ü m d e n
b a ş k a s ın ı iş a re l e tm iy o r u m . B e n s iz e a n c a k d o ğ r u y o l u g ö s -
le riy o r u m . [76)
B u c c .s u r ( ! ) k iş ile r d e n h a lk r a z ı m ı o lu r'.’ O l d u y s a n e
zam an?

75. Hl Hidayc M/11


76. Galîr Suicm 29

172
MUSIAJMANLAR ŞEHADETİN MANASINI
liİLM İYO RLAR
BUNUN İÇ İN D E İSIAM 'A GİRMİŞ
OLAMAZLARI

B u b ir p r o b l e m d i r v e y a b ü y ü k b ir i d d i a d ı r . B ir k a lire
^ e h a d e ı k e lim e s i le m k in e d ild iğ i v a k ii, o n u d iliy le s ö y le s e ,
o n u n m ü s lü m a n lı Ş ı n a h ü k m e d ilir . A n la y ıp a n la m a d ığ ı
k o n ir o l e d i l m e / . N e v a r k i b u n u R e s u lu lla h lıc y a n e n i. Ç ü n ­
k ü o g ö r e v in d e .s a m im id ir . A k s in e h a d is le r in d e o n u n .is la m ı
b i r g o k l a n n a s u n d u ^ u n u .ş e h a d e ı g e ıirin c e d e „ a n la y ıp a n la ­
m a d ık la r ım a r a ^ l ım ı a d a n o n l a n n m ü s ü lü m u n o ld u k la rın ı
k a b u l e l l i l i n i g ö r ü y o r u z . E n e s i r . a l d e n ^ ö y l e d e d i ^ i riv a y e t
e d ilm itjlir: " B i r y a h u d i ç o e u j u v a rd ı. H /, P e y g a m b e r'e h iz ­
m e t e d e r d i . B ir a r a (,'oeuk h a s ta la n d ı, H z P e y g a m b e r t S A V )
g o e u & u n z i y a r e l i n e g e ld i v e b a ç u c u n d a o iu n lu . V e ı ; o c u ^ a ;
"Müslüman o l " b u y u r d u . Ç o c u k y a n ın d a b u lu la n b a b a s ın a
b a k tı. B a b a s ı d a o ğ l u n a " E b u ’l - K a s ım ın e m r in e u y . d e d i.
B u n u n ü z e r i n e ç o c u k h c m c n .,ş c h a d c l g e i i n p m ü s lü m a n o l ­
d u . H z . P e y g a m b e r ( S A V ) h a s ta n ın y a n ın d a n ç ı k a r k e n ; "Şu
t;oLuğu ı chenncm atehinden kurtaran Allah'a hamdü sena­
lar obtun" d i y o r d u . ( 7 7 ) B u h a r i'n in ta h ric e ttiğ i b u h a d is s a ­
h ih tir . B a z ı r i v a y e t l e r d e d e , ç o c u ğ u n h e m e n v e f a t e ttiğ i g e l­
m iş tir . B u n u n ü z o r in c H z . P e y g a m b e r ( S A V ) m ü s lü m a n la r a
;" K a r d c ş i n i z c s e v i n i n i z " b u y u rd u .
B u r a d a ç o c u ğ u n a n l a y ıp a n la m a d ığ ın ı k o n tro l e tm e y e
v a k i t y o k l u . B u n u n l a b e r a b e r R c s ü lu lla h , b u h iz m e tç i g e n c i
c e h e n n e m a t e ş i n d e n k u r t a r a n R a b b in e h a m d U s e n a d a b u ­
lu n d u .
Ö n c e k i k o n u l a r d a , k ö le le r in d e n m ü s lü m a n lığ ı k a b u l

Bııhaari I041M / 44S

173
e d e n lie r k c s i a /.a d e d e n s a h a b i'n in h a b e r i g c< ;m i$ ıi. S a h a -
b i 'n i n b i r c a r iy e s i v a r d ı. F a k a t d in h a k k ın d a b i r ş e y b i l ­
m i y o r d u . R e s u lu lla h c a r iy e y i y a ğ ırd ı v e o n a : " A lla h n e r e ­
d e ? " d iy e s o r d u . C a r iy e ;g ö k le r i iş a r e t e tti. R a s u l u l lh te k r a r
s o r d u " B c n k im im ? " C a a r iy e : " A lla h 'ın R e s u l ü s ü n " d e d i.
B u n u n ü z e r in e H z . P e y g a m b e r ( S A V ) : "O mü'mindir" B c l-
k id e k a d ın ın is la m d a n b ild iğ i ş e y le r in tü m ü b u k a d a r d ı.
N û b y a lı k a d ın a g e lin c e : H a n i o z i n a e t m i ş v e b u n u iti-
r a f e t m i ş ti . O n u n h a k k ın d a H a lil'e H z . Ö m e r ( r . a ) d e n s o r u ­
lu n c a , a ra ş tırd ı ki k a d ın z in a n ın h a r a m o l d u ğ u n u b i l m i ­
y o r.... S a id b in e l M ü .s e y y e b d e ş ö y le d i y o r ;
Ş a m 'd a z in a e d ild iğ i a n la tıld ı, b i r a d a m : " D ü n g e c e z i n a
e llim " d e d i. O r a d a b u l u n a n l a r ; S e n n e . s ö y l ü y o r s u n ? " d e d i ­
ler. B ir b a ş k a r iv a y e tle : H e la k o ld u m . ” Ş e k l i n d e d i r . A d a m :
A lla h 'ın z in a y ı h a r a m k ıld ığ ın ı ''h i l m i y o r d u m " d e d i . ( 7 8 )
A d a m ın z in a ile ilg ili b ilg is i h u k a d a r . Ş e h a d e i i a n l a ­
m ası n e k a d a r d ır a c a b a ? ? B u h a n 'n i n E b u V a k ıd e l- L e y s i
'd en riv a y e ti ş ö y le : R e .s u lu lla h ile b ir lik le H a y b e r 'e d o ğ r u
ç ık tık . O .sırada b iz le r İ s la m 'a y e n i g i n n i ş b u lu n u y o r d u k .
M ü ş rik le rin rü k u 'a e ğ ild ik le r i v e s i la h l a n n ı a s t ı k l a r ı v e :
Z J t- u E n v a i" d e d ik le r i .sed ir a ğ a c ın d a n b a z ı p a r ç a l a r v a r d ı.
B iz d e :" E y A lla h 'ın R e s ü lü , o n la r ın b ö y le b i r s i la h a s a c a k
y e rle ri o ld u ğ u g ib i, b iz e d e b ö y le b i r ş e y y a p d e d i k . B u s e l e r
H z , p c y g a m b c r ( S A V ) b iz e ş ö y le d e d i;" Allaha ekher! İsrail
oğullarının dedikleri gihi söylüyorsunuz. Onlar d a:" Onla­
rın tanrıları oduğu f>ihi sen de hize höye bir tanrı yap" de­
mirlerdi. Yeminie söylüyorum ki. sizler de sizden öncekile­
rin Kinikleriyolu karır karır, adım adım izleyeceksiniz. Öyle
ki onlar hir kertenkele deliğine girecek olsalar, onların pe­
rine takılacaksınız." b u s ö z l e r ü z e r i n e b i z l e r : " E y A lla h 'ın
R e s u lü , Y a h u d i v e H iri.s tiy a n la n m ı k a .s d c d iy o r s u n ? " d iy e
s o r u n c a , o d a bi/.c ."Barkakünolal7İlir! d i y c c c v a p v e r d i.B u
a ç ık c a h a le tlc r in c r a ğ m e n , R e s u l u l la h ( S A V ) o n l a n t e k f i r
78. .Mulıamncd Nasr lil-Iiani-lıva-uy (îalıl: 7/343
c lm c d i. O n l a n n ^ c h a d c ıi r e d d e d ilm e d i. Ç ö ld e n g e le n b :ı/ı
A r a p l a n n , R c s iilu lla h 'ın h u /.u n ın a g irip , o n a .suni s o rd u k -
la n v e m ü s lü m a n o l u p g e r i d ö n d ü k le ri b ilin m e k te d ir . B u v e
b e n z e r i k i ş il e r i n m ü s liim a n lık la n h a k k ın d a h iç k im s e e lle ş -
lir id c b u l u n m a d ı . R e s u lu lla h 'a ib a d c ıle r k o n u s u n d a s o ru s o ­
ra n ş u a 'r a b i h a d i s i 'd e ö n e m li. O k o n u d a k e n d is in e R c s u lu l-
la lı t a r a l ı n d a n g e r e k li a ç ık la m a y a p ılın c a ş ö y le s ö y le y e re k
g ilıi ; " V a l l a h i , b u n l a r a d a h a b irş e y ila v e e tm e m . " O n u n bu
s ö /.ü n ü n p e ş in e R e s u lu lla h : " e ğ e r d e d iğ in i y a p a rs a , k u rtu l­
d u ." b u y u r d u .
B u n la r v e b c n /.e ri o la y la r , ş c h a d c ii s ö y le m e n in k işin in
m ü s lü m a n o l d u ğ u n a h ü k m c d ilm c s i iç in y e te rli o ld u ğ u n u
a ç ık ç a o n a y a k o y u y o r . Biz, b u h u s u s ta ş e ria t k o y u eu .su n u n
is te m e d iğ i ş a r t l a n k o y m a y a m a lik d e ğ ili/..
B u r a d a z ik r e d ilm e s i g e r e k e n b ir d u ru m d a h a v a r. O d a
S e y y id K u tu p v e M e v d u d i ( A lla h h e r ik is in e d e ra h m e t e t­
s in ) n in g e n ç l e r e b a z ı s o n u ç la r ç ık a n n a y ı ilh a m e d e n y a z ı­
l a n d ı r . M e v d u d i " K u r 'a n 'd a D ö rt T e r im 'in d c ş ö y le y a z ı­
y o r ; ' ..... K u r 'a h - ı K e rim A r a b la r a r a s ın d a n a z il o lu p . A r a p ­
ç a k o n u ş a n l a r a s u n u l u n c a .o n la n n h e r b ir is i " ila h " k clin ıc.si-
n in a n l a m ı n ı b i l iy o r , " R a b " k e lim e le r i e s k id e n b e ri o n la n n
k o n u ş m a l a n n d a k u lla n ıla g e le n k e lim e le n li. o n la r a y n ı z a ­
m a n d a b u ik i k e l i m e n i n k a p s a d ığ ı b ü tü n a n la m la n d a b ili­
y o r la r d ı. D o l a y ı s ı y l a o n la r a A lla h 'ta n b a ş k a ila h y o k tu r v e
o 'n u n d ı ş ı n d a R a b y o k tu r , u lu h iy y c iin d c v e ru b u b iy c lin d e
O 'n u n o r t a ğ ı y o k t u r ." d e n ild iğ in d e n e y e d a v e t e d ild ik le r in i
t ü m ü y le i d r a k e d i y o r l a r v e h iç b i r k a n ş ı k l ı k , k a p a lılık s ö z
k o n u s u o lm a k .s iz .in , b u s ö z le r i s ö y le y e n k iş in in A lla h 'ta n
b a ş k a s ın a n e g i b i s ı f a t l a n n y a k ış tın im a m a s ı g e r e k tiğ in i v e
n e g i b i s ı f a t l a n y a l n ı z v e y a l n ı z y ü c e A lla h 'a la h s is c lliğ in i
b i l iy o r la ı d ı. B ö y le c c k ü f r e s a p a n la r a p a ç ık b i r d e lil v e b il­
g iy e r a ğ m e n k ü f r e .s a p ıy o r v c k ü fr ü n ü n n e y le o r ta d a n k a lk a ­
c a ğ ın ı, A l l a h 't a n b a ş k a .s ın ın u lu h iy c t v e r u b u b iy e tin i n e ş e ­
k ild e i n k a r e d e c e ğ i n i b ile r e k k ü f r e g ir iy o r d u .

175
....... F a k a t b u p a r la k d ö n e m d e n .s o n ra g e l e n (.M alard a
b u k e lim e le r in K u r 'a n 'ın n a / i l o ld u ğ u d ö n e m d e k i y a y g ı n v e
d o ğ ru a s li m a n a la ıı d e ğ iş m e y e b a ş la d ı. B u d ö n k e l i m e n i n
h e rb iri.sin in a n la m ı d a h a ö n c e k i g e n i ş ç e r g e v e s i n d e n g i t t i k ­
ç e k a y b e d e re k d a r a ld ı v e s o n u n d a d a r v e s ı n ır l ı a n l a m l a r
ifa d e e tm e y e , k a p a lı v e k a n ş ı k m â n â la r a g e l m e y e b a ş la d ı.
B u n u n d a ik i s e b e b i v a r d ı.
B irin c i .seb e p : S o n r a k i d ö n e m l e r d e s a l a r u p ç a k a y n a ­
ğ ın ın k u n ım a .sı v e .selim A r a p d il ş e v k i n i n a / a l m a s ı .
İk in c i s e b e p : İs la m t o p lu m u n d a d o ğ u p , y e t i ş e n l e r e
" ila h " , " ib a d e t" , " ra b " v e ’d in " k e l i m e l e r in i n a n l a m l a n n d a n .
K u r'a n 'ın n a / i l o ld u ğ u d ö n e m le r d e k i C a lıili t o p l u m d a y a y ­
g ın o la n a n l a m l a n n tü m ü n ü n k a l m a m ı ş o l m a s ı . . . ( 7 9 ) B u
.s ö /lc r .m u h a ıa p lu n n h e p s in in h a l i s a r a p o l m a l a n n ı v e b e l i r ­
li b ir a n la y ış d ü /.c y in d e b u l u n m a l a n n ı g e r c k ı ı r i y o r .
F a k a t İsla m s a d e c e a r a p la r a a it d e ğ i l d i r . B iz a tih i a n ıp
lo p lu m u n u n iç in d e a r a p o lm a y a n b ü y ü k b i r k i t l e v a r d ı. B u
in s a n la r .is la m 'ın y a n m a d a n ı n d ı ş ın d a h e m e n y a y ılm a .s ı
iç in b ü y ü k k a lk ıd a b u lu n d u la r . B u i n s a n l a n n a n l a y ı ş ı n a .sıl-
dı?
B a/.ı g e n ç le r S e y y id k u lu b 'ıın .s ö /.lc rin i m a k s a d ı n ı n
d ış ın d a a n la m ış la r d ır . B u n u n iç in b e n o n u n la m o l a r a k b i r
y o ru m u n u n a k le d e c e ğ im . O , F i Z ı l a l 'ı n d a ş ö y l e d i y o r : '....
M e k k e 'd e k e lim c -i ş e h a d e l g e tir e n h e r ş a h ı s , g ö n l ü n ü a ilc -
■sinden, a ş ir e tin d e n k a b ile s in d e n v e K u r e y ş 'i n ş a h .s ın d a g ö ­
rü le n c a h iliy y c i k u m a n d a s ın d a n ç e k i p k u r t a r m ı ş , A l l a h 'ın
R e s u lü H /.M u h a m m c d 'c b a ğ l a n m ı ş v e i r a d e s i n i R c s u lu l-
la h 'ın ö n d e r liğ in d e m e y d a n a g e l e n o k ü ç ü k c e m i y e t e ( a s lim
e lm iş o lu r . O / a m a n ş a r t l a r o d e r e c e / . o r d u r k i ; b ü t ü n ü y l e c a -
h iliy y c i to p lu m u b u y e n i d o ğ a n c e m i y e t i n t e h l i k e s i n i b ü n -
y a s in d e n a tm a k , d a h a v ü c u t b u l m a d a n o n u y ı k m a k v e m a h ­
v e tm e k iç in ç a lış ıy o r d u .
İ ş te o / a m a n R c s u l u i la h , b u y e n i c e m i y e t i m e y d a n a g e -

79. Mısvdud Kur'«n*<ı gıVıv: Don luım s.5

176
tir e n CcTtlcri b ir b ir in e k a r d e ş y a p tı, Y a n i O , y u k a n d a işa re t
e d i l e n c a h i li y y e t k o p lu m u n u n p a n ja la n m ış fe rtle rin i; k a n
v e n e s e p b a g y e r in e i n a n ç b a ğ ı ile b irb irin e b a ğ la n ıp e a h i-
liy y c t h a y a tın ın ö n d e r liğ i y e r in e y e n i c e m iy e tin ö n d e rliğ in e
s a n l a n v e g e ç m iş te k i d o s tlu k la r y e r in e b u y en i v a rlığ ın
d o s l u g u n a g ö n lü n ü b a ğ la y a n y e k p a re b ir " k ille " v ü c u d a g e ­
lird i. A n c a k d a h a ö n c e ; Is la m iy c lin r e h b e rliğ in e m u tla k s u ­
r e tle b a ğ lı k a l a c a k l a n n a , k e d e r d e v e s e v in ç le d in le y ip ita a t
e d e c e k le r in e v e R e s u lu lla h 'ı k e n d i n ıa lla n n ı, ç o c u k la n n ı
v e h a n ı m l a n n ı k o r u y a c a k l a n n a d a i r M e d in c 'lile rd c n b ia t
a l ı n m ı ş t ı ...M e d i n e 'n i n h ic r e t y u rd u h a lin e g c lm c .s iy lc ,o ra ­
d a R e s u l u l la h 'ı n ö n d e r li ğ i n d e b ir İsla m d e v le ti k u n ıld u . O
/ a m a n A lla h 'ın R e s u lü ; M u h a c ir le r le cn .sar a r a s ın d a y a k a ­
n d a z ik r i g e ç e n k a r d e ş liğ i te s is e lli. B ü tü n ic a p la n y la k;m
v e n e s a p b a ğ ı n ı n y e r in e g e ç e n b ir k a r d e ş lik v ü c u d a g e lird i.
O k a d a r k i; g e r e k a i l e d e g e r e k k a b ile d e k a n b a ğ ın ın d a y a n ­
d ığ ı v e r a s e t , d i y e t v e b o r ç la n n h e p s i b u k a r d e ş lik le m e v c u t­
tu . İş te A l l a h 'ı n h ü k m ü : " İm a n e d ip h ic r e t e d e n le r. A lla h y o ­
lu n d a m a l l a n y l a , c a n l u n y l a c ih a d e d e n le r v e m u h a c irle ri
b a n n d ı n p , o n l a r a y a r d ım e d e n le r , iş te b u n la r b irb irle r in in
d o s t u d u r ." ( E n l a l s u r c s i:7 2 )
Y a r d ım d a d o s t l u k .....V c ra .sc ltc d o s llu k ...... D iy cU crd c
d o s t l u k ...... B o r ç l a r d a d o s tlu k .... H ü la s a k a n v e n e s e p b a ğ ı­
n ın g e r e k t i r d i ğ i h e r ş e y d e d o s tlu k ....
S o n r a b a /.ı i a s a n l a r d a a k id e o la r a k b u d in i k a b u l e lli­
le r, f a k a t l i il c n İ s la m c e m iy e ti n e iltih a k e tm e d ile r . A lla h 'ın
ş e r ia l in i n h a k i m o l d u ğ u , h e r ş e y in İs la m p re n s ip le ri d a h ilin ­
d e y ü r ü t ü l d ü ğ ü İ s la m y u r d u M e d in e 'y e h ic re t e tm e d ile r. İs ­
la m , A l l a h 'ı n ş e r ia t ım y ü r ü t e c e k b i r v a ta n a s a h ip o ld u ğ u
h a ld e , M e k k e 'd e k i y ü / e y s e l k u a ı l u ş u n u M e d in e 'd e ta m a m ­
la m a k i m k a n ı n a e r d iğ i h a ld e , b u r a d a c a h iliy y e t c e m iy e tin ­
d e n u / a k , e n e r j i k İ s la m t o p lu m u n u m e y d a n a g e ü r m e s in e
r a ğ m e n b u t o p l u m a k a t ı l m a d ı la r . G e r e k M e k k e 'd e v e g e re k
M e d i n e 'n i n e t r a f ı n d a ö y l e in s a n l a r v a r d ı k i, b u a k id e y i k a -

177
I'u l e d iy o rla r, l'a k ai b u a k id e y e d a y a n a n t o p l u m a i ltih a k e t ­
m iy o r la r v e o n u n ö n d e r liğ in i İ lile n b e n i m s e m i y o r l a r d ı ......
B u in s a n la r, İs la m c e m iy e tin in ş e n c lli b i r ü y c .si o l m a y a i lli-
la t e tm e d ile r. A lla h 'd a o n l a n n b u c e m iy e tl e o l a n d o s t lu k l a -
n n ın h e m d e d o s tlu ğ u n h e r g c ş i d i y le - y a s a k la d ı . Ç ü n k ü o n -
l a r l l i l e n İsla m c e m iy e tin e m e n .s u p d e ğ i l d i l e r . İ ş te b u i n s a n ­
la r h a k k ın d a ş u h ü k ü m n a / i l o l d u : " .... İman edip hicret et­
meyenlerle.hicret edinceye kadar sizin dzzstluğunuzyoktur.
Fakat din uğrundayardım isterlerse yardm etmek üstünüze
horı;tur. Şu kadarki sizinle aralarında anlaşma bulunan bir
ka vimaleyhinde değil. ...A ilah işlediklerinizi hakkıyle görü­
cüdür." ( e n la l s u r c s i;7 2 )
B u h ü k ü m jta y e l m a n t ı k i d ir v e b u d i n e , o n u n h a r e k e tli
v e g e ry e k ç i s is te m in e g a y e t u y g u n d ü ş m e k t e d i r . E v e t o n l a r
İsla m e e m iy c lin in ü y e s i d e ğ i l d i r l e r a m a b e r i t a r a l l u b i r a k i -
d c b e r a b e r lik le r i v a r ... E v e t, a m a s a d e c e b u b e r a b e r l i k , o n la -
n İslam e e m iy e lle r in in ü y e le ri h a l i n e g e t i r m e y e k a f i g e l ­
m e / . A n c a k k e n d ile r in e d in y ö n ü n d e n l e c a v ü / . e d i l i r v e m e ­
s e lâ a k id e le ri te h lik e y e m aru z , k a l ı r d a İ s la m y u r d u n d a k i
m ü 's liim a n la rd a n b u h u s u s la y a r d ım i s te y e c e k o l u r l a m a , o
z a m a n s a d e c e b u h u s u s la o n l a r a y a r d ım e t m e k m ü s lü m a n -
l a n n b o rc u d u r, A n c a k b u h a r e k e t m ü s l ü m a n l a n n d i ğ e r b ir
d e v le tle o la n a n la ş m a s ın ı b o z m a m a lı d ı r . V e le v k i b u d e v le t
d in v e a k id e le r in d e o in s a n la r a te c a v ü z ci.se d a h i !...... "
(«())
M e r h u m S e y y id K u lu b 'u n s ö y c d i k l c r i b u n l a r . O n l a n n
a r a s ın d a h ic r e t e tm e y e n le r in , İ s la m a g ö n ü l v e r d i k l e r i n e v e
b u n d a n d o la y ı d a y a r d ım a h a k k a z a n d ı k l a r ı n a a ç ı k ç a b ir
ifa d e b u lu n m a k la d ır .
F a k a t b e n S e y y id K u lu b 'u n ş u s ö z ü n e k a t ı l m ıy o -
m m :" ....A m a o n l a r ( h ic r e t e t m e y e n le r i k a s d e d i y o r ) b u a k i­
d e ü z e r in e k u r u lu n t o p l u m a k a t ı l m ı y o r l a r v e k o m u t a y a İli­
le n u y m u y o r la r .....

KO. Seyyul Kulup l‘i /.ıbl 10/71

178
B u g ib i s ö / l c r g c n g l c r c .o n la n n m ü s l ü m a n o l m a d ı k t a -
n n ı fıs ıld a r. B u n u n la b e r a b e r b a z ı m ü s lü m a n la r R e sü -
lu lla h 'a h ic r e tin f a r z o lu ş u n u - ile r id e g e le c e k - s o rd u la r.
F a r z o l m a y ı p r u h s a l v c r c id ig in i if a d e b u y u r d u . N ite k im b a ­
zı m ü s lU m u n la ra h ic r e t v e y a y a r d ım e tm e te k lifin d e b u lu n ­
d u , o n l a r d a h ic r e ti s e ç tile r .
B a / ı l a n d a h i c r e t in c a i z o l d u ğ u n u a n la d tla r v c p la n la ­
d ık la r ı s e b e p le r d e n d o la y ı k a lm a y ı te r c ih e ttile r. H ic re tin
v a c ip o l d u ğ u g ö r ü ş ü n ü b e n im s e m iş o ls a la r d ı, e lb e tte h ic re t
e d e r le r d i. H ic r e tte n s ö z e d e r k e n g e le c e k b a z ı h a d is le r le , b i­
r a z ö n c e z ik r i g e ç e n h a d i s l e r b u n la r d ır .
H ic r e t e t m e y e n le r , k o m u ta y a b o y u n e ğ m e y e n k iş ile r­
d e n d e ğ ild ir . B u k o m u t a , f e r tle r in b o y u n e ğ m e m e y i c a iz
g ö r d ü ğ ü b i r p o l i ti k a d e ğ ild ir . F a k a t o n ü b ü v v e ttir . O n a b a ğ ­
l a n m a y a n k ü f r e g ir e r .
B a z ı h a b e r l e r d e ş ö y le b i r o la y n a k l e d il m i ş ti r ; M ü s lü ­
m a n b i r a d a m ı n b a ş k a s ıy l a b i r d a v a s ı v a r d ı. K o n u y u R e s u -
lu lla h ( S A V ) a a r/.c U i. A d a m v e r ile n k a r a n b e ğ e n m e d i. B u
s e l 'e r k o n u y u H z . E b u B c k i r ( r . a ) c d a h a s o n r a d a H z . Ö m e r
( r .a ) e g ö t ü r d ü . O l u p b ite n le r i H z . Ö m e r 'e a n la ttı. B u n u n
ü z e r in e H z . Ö m e r k ılıc ın ı ç e k i p a d a m ı ö ld ü r d ü .B u h a b e r
R c s u lu I I a h 'a u l a ş ı n c a : "Ömer bir müslümanı öldürmez. "
b u y u r d u . R e s u l u l la h b u s ö z ü y le a d a m d a n İs la m s ıfa tın ı k a l­
d ırd ı.
B u h i c r e t e t m e y e n k i ş il e r i n b i r k ıs m ı M e k k e 'd e d iğ e r ­
le ri d e M e d i n e d ı ş ın d a y d ı . R e s u lu llla h o n l a n n h ic r e t e tm e ­
s in i g e r e k li g ö r s e y d i , c l b c l l c k i o n l a r h ic r e t e d e r d i . H a lta b a ­
z d a n R e s u l u l l a h 'ı a n h i c r e t iş in i a ç ık lığ a k a v u ş tu r m a s ın ı is ­
le d ile r. N i t e k i m " D e v s " h e y 'e t i b ö y le y a p m ış tı. R e s u lu lla h
(S A V ) o n l a r a h i c r e t e t m e y i p y e r le r in d e k a l m a l a n n a iz in
v e r d i.

179
MÜSLÜMAN HİCRET EDEN KİŞİDİR
ŞEHADET GETİRİP
HİCRET ETMEYEN MÜSLÜMAN DEĞİLDİR

K u f a n - ı K e rim , im a n e d i p h ic r c i e d e n l e r d e n v e y in e
im a n e d i p h ic r e l e lm e y c n ic ıd e n b a h s e d e r k e n ş ö y l e b u y u ­
r u r " doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıy­
la canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onla­
ra yardım edenler, işte bunlar birbirinin dostudurlar. İna­
nıp hicret etmeyenlerle, hicret edene kadar sizin dostluğu­
nuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda
anlaşma bulunmayan topluluktan başkasına karşı onlara
yardım etmeniz ğerekir. Ailah işlediklerinizi ^örür. " ( E n l al
S u tc s i;7 2 )
B u a y e t-i k e r im e m ü 'm in lc r d e n ü ç g u r u b u /.ik rc i-
m iş ü r :
a - İ n a n ıp , h ic r c i e d ip v e c ih a d e d e n m ü 'm i n i c r
b - M u h a c ir le r i b a n n d ı n p y a r d ım e d e n e n s a r
c - İ m a n e d i p , a m a h i c r c i e l m c y e n m ü 'm i n l e r .
D o s U u k v e y a r d ım ilk ik i g u r u b a r a s ı n d a v a c ip tir .
D o s tlu k ( b ir b ir le r in in m ir a s ç ıs ı o l m a d u r u m u ) o l m a d a n s a ­
d e c e y a r d ım ü ç ü n c ü g u r u b u n h a k k ıd ır . B i r t e k d u r u m b u ­
n u n d ış ın d a d ır . B u ü ç ü n c ü g u n ı b , m ü s l ü m a n l a r l a a r a l a n n -
d a a n la ş m a b u l u n a n b i r k a v m e k a r ş ı m ü s l ü m a n l a r d a n y a r ­
d ım is te d iğ i ta k d ir d e , o n l a r a y a r d ım e t m e k i ç i n a n tla ş m a y ı
b o z m a k c a i z d e ğ ild ir .
B u n u n d ı ş ın d a o n l a r a y a r d ım e t m e k g e r e k i r . D o s tlu ğ a
( m ir a s ç ı p l m a d u n ı m u ) g e lin c e , h i c r e t e t t i k t e n s o n a o n a h ak
k a z a n ır la r . N a s s ın z a h ir i b u n a d e l a le t e t m e k t e d i r .
Ü ç ü n c ü g u n ı b h a k k ı n d a a y e t le ik i k e r e : " iman edip
hicret etmeyenler....".....din uğrunda yardım isterlerse...."

180
B u y r u la r a k m ii'm in o ld u k la r ın a h ü k m c d ild iğ i a k ıld a n ç ı­
k a r ılın a m a lıd a r .
T a b c r i , T c f s ir 'i n d c ş u n u k a y d e d e r ; " B u a y c i a y n ı z a ­
m a n d a m i r a s h a k k ın d a d ır . B u a y e t n e s h o lu n u n c a y a k a d a r
E n s a r la M u h a c ir l e r a r a s ın d a m ira s h ü k m ü c a riy d i. A m a
m ü s lü m a n la r d a n h ic r e t e tm e y ip , k a f ir le rle b irlik le k a la n la ­
ra g e lin c e , o n l a r m ü s lü m a n la r a m ira s ç ı o la m a d ık la n g ib i
m ir a s d a b ı r a k a m a / l a r d ı . B u k o n u d a k i tü m h a b e rle r n a k le ­
d ilm iş tir . O n l a r d a n b iri: K a ıa d c 'd e n Ş ö y le d e d iğ i riv a y e t
e d i l m i ş t i r . : " M ü s l ü m a n l a r h ic r e t .seb e b iy le b irb irle rin e m i­
ra s ç ı o lu y o r l a r d ı. R e .s u lu lla h (S A V ) o n la n n a ra s ın d a k a r­
d e ş lik te s is e tm iş ti. B u n u n ü z e rin e o n la r d a m ü s lü m a n o l­
m a k la v e h ic r e t e tm e k le b ir b ir le r in e m ira sç ı o lu y o rla rd ı.
M ü s lü m a n o l u p , h ic r e t e tm e y e n a d a m d in k a rd e ş in e m ira.sçı
o la m a z d ı. D a h a s o n r a b u h ü k ü m şu a y e tle y ü rü rlü lü k te n
k a ld ır ıld ı: " ....b ir ib i r i n i n m ira s ç ıs ı o la n a k ra b a , A lla h 'ın k i­
ta b ın a g ö r e b i r b i r i n e d a h a y a k ın d a n D o ğ ru su A lla h h e r şey i
iyi b ilir . " E n f a l :7 5 )
İb n - i K e s ir d u r u m u d a h a d a a ç ık lığ a k a v u ş tu ra ra k şö -
y c d iy o r ; " R e s u lu l l a h ( S A V ) : Ensar ve Muhacirler, bazısı
bazısının velisidir. Kureyşten tuleka (İslamiyeti Lstemiye-
rek kabul edenler), Sakifkabilesinden Utekâ (soylular) ba­
zısı bazısının kıyamete kadar velisi'dir." (8 1 ) H ü z e y fe 'd e n
ş ö y le d e d iğ i n a k l e d i l m i ş t i r " R e s u lu lla h (S A V ) b e n i h ic re t
e tm e k le y a r d ım e t m e a r a s ı n d a s e r b e s t b ı r a k tı. B e n h ic r e t e t­
m e y i t e r c i h e t t i m . " .... "...... İman edip, hicret etmeyenlerle:
hicret edinceye kadar .sizin onlara dostluğunuz yoktur...."
A y e t- i k e r im e s in d e s ö / ü e d i l e n k i ş i l e r , m ü 'm in g u n ıb u n u
te ş k il e t m e k t e d i r le r . B u g u r u b h ic r e t e tm e y ip ç ö lle r d e k a la n
k iş ile r i d e k a p s a m a k t a d ı r . B u k iş ile r in g a n im e tle r d e h is s e ­
le ri o l m a d ı ğ ı g i b i " b e ş le b i r ” d e d e h a k la n y o k tu r. Y a ln ız s a -
v a ş a k a t ı l d ı k l a n t a k d i r d e b u n a h a k k a z a n ır la r B ü ıc y d c b in

81. Bu hadisi İmam Ahmcd bin Hanbcl (ıh.a.) ıahıiccuni(iir. Haliz Ebu
Yala ibn-i Mes'uddan Meıfu olank rivayei etmiştir.

181
c l - H a s i b c l - E s lc m i'd c n ş ö y le d e d iğ i r iv a y e t e d i l m i ş d i r .; H z .
R c s u l u l l a h b i r o r d u n u n v e y a b i r .s e r iy y e n in b a ş ı n d a b i r k u ­
m a n d a n g ö n d e r d iğ i v a k it o n a , A lla h 'ta n k o r k m a s ın ı v e b e ­
r a b e r i n d e o la n l a r a iy i d a v r a n m a s ın ı t a v s iy e e d e r d i v e o n a
ş ö y l e e m i r v e r i r d i : A lla h y o lu n d a A lla h 'ın a d ı y l a h a r b e -
d i n .... A lla h 'ı in k a r e d e n le r le s a v a ş ın . M ü ş r i k l e r d e n d ü ş -
m a n l a n n ı z l a k a r ş ıla ş tığ ın ız z .a m a n o n l a n ü ç ş e y d e n b i r i n e
ç a ğ ır. H a n g is in i s e ç e r le r s e , o n u k a b u l c l. O n l a n n y a k a s ın ı
b ıra k . S o n r a o n la r a k e n d i y u r lla n n d a n m u h a c ir le r i n y u r d u ­
n a g e ç m e le ri iç in ç a g n d a b u lu n . K a b p l e t m e z v e k e n d i y u r i-

b i o ld u k la n n ı v e M ü ’m in lc rc u y g u la n a n A l l a h 'ın h ü k m ü ­
n ü n a y n e n k e n d ile r in e d e u y g u la n a c a ğ ın ı; m ü 'm i n l e r l c b i r ­
lik te .s a v a ş a ç ık m a d u r u m la n h a r iç , k e n d i l e r in i n g a n i m e t v e
I c y ’d c n b ir p a y la n o l m a d ı ğ ı n ı o n la r a b i l d i r .... " ..... Şayet
din uğrunda sizden yc\rdım isterlerse, onlara yardtm etme-
niznerekir...." AycünAc Y ü c e A lla h ş u n u b u y u r u y o r ; H ic r e t
e tm e m iş şu a r a b ilc r , k e n d i d ü ş m a n l a n y l a .s a v a ş m a k ü z e r e ,
s iz d e n y a r d ım is le m e le ri h a li b u n u n d ı ş ı n d a k a l m a k t a d ı r .
S ö z ü n ü z ü n e ri o lu n u z v e a n l a ş m a y a p i ı k l a n n ı z l a a h i d l c r i-
n iz i b o z m a y ın ız ." ( 8 2 )
M a s c lc b u n u n la d a h a iy i a ç ı k lı k k a z a n ı y o r . G e r i y e
h ic r e t m e s e le s i k a ld ı.
T a b e r i d e d i k i ..... "Hicretedenler....."sö/.iî " m ü ş r ik ­
le r in ik a m e t e tlik le r i ş e h ir le r d e n v e ç e v r e l e r d e n g ö ç ü p g i ­
d e n l e r a n la m ın d a d ır . Y a n i o n l a r m ü ş r i k l c r i r i y u r l l a n n d a n
v e y a ç e v r e m e k a n la r d a n g ö ç e r e k b a ş k a y e r l e r e g i t ti l e r ....
" m u h a c e r e t'' k e l i m e s i " m ü la a le " v e z n i n d e d i r . M a n a s ı i.sc
b i r a d a m m b i r b a ş k a a d a m la a r a l a n n d a b u l u n a n d ü ş m a n l ı k ­
ta n ö tü r ü te r k e tm e s i d e m e k tir . S o n r a k e l i m e h o ş l a n m a d ı ğ ı
b i r d u r u m d a n d o la y ı g ö ç ü p g id e n h e r k e s h a k k ı n d a k u l l a n ı ­
l ı r o ld u . A n c a k " m u h a c ir le r ” s ö z ü , R e s u l u l l l a h 'ı n a s h a b ın -

K2. Muhusaribn>i Keesir

182
d a n , m ü ş r i k l e r i n u rx'^ında ik a m e t e tm e k te n v e o n la n n e g e ­
m e n liğ i a l t ı n d a k a lm a k ta n n e f re t c d e rc k . k e n d i e v le rin i v e
y u r l l a n n ı t e r k c d e n k i ş i le r h a k k ı n d a k u lla n ıld ı. Ç ü n k ü o n la ­
n n k e n d i y u r tla r ın d a c a n g ü v e n lik le ri b u lu n m a y ıp , c a n g ü ­
v e n l i ğ i o l a n b a ş k a b i r y e r e gö<;ıüler.(K 3)
H a d i.s lc r c b a k a n k iş i h ic re tin te ş v ik e d ild iğ in i v e a m e ­
lin k a b u l ü iğ in ş a r t k o ş u ld u g u n u g ö rü r. İm a m N c s e ’i’n in
M u a v i y c b in H a y d e tü l' K u ş e y ri'd e n ta h ric e ttiğ i h a d is ş ö y ­
le ; D e d im k i ; E y A lla h 'ın N e b is i! S a n a g e lm e m e y e v e d in i­
n e g i m ı e n ı c y c p a r m a k la n m ın .say ısın ca y e m in e tm iştim .
B e n , A l l a h v e R e .s ü lü n ü n b a n a ö ğ re ttiğ in d e n b a ş k a hig b ir
ş e y b i l m e y e n b iri id im . Ş im d i A / i / v e Ç e lil o la n A lla h 'ın n -
y.ası iç in R a b b i m i / i n s e n i b i / c n e ile g ö n d e rd iğ in i s o ru y o ­
r u m . ”H / . P e y g a m b e r ( S A V ) " Isla m la " b u y u rd u . B en "İs­
l a m l ı ğ ın a la m e tl e r i n e le r d ir ? " d e d im .H /. P e y g a m b e r; "Azi:
vc C d il alan Allah rızası için miisliiman alıiıım. küfrü, i.sya- ■
nı bıraktım demen, namaz kılman, zekatvermen müslünum-
lartn mal, can vc ırzlarının birbirlerine haram alJu^u- ■
nu.Miislümiinların birbirlerine yardım eden kardeşler ol­
duklarını kabul etmen vc Aziz Çelil otan Allahın muhrikler
arasında iken İslâmî kaimi ettiği halde onları bırakıp MiLs-
lümanların içine nelmeyen kimsenin hiçbir amelini kabul
etmeyeceğini bilmendir." b u y u rd u .(8 4 )
B u h a d i s , h ic r e tin v u c u b u v c h ic re t e d in c e y e k a d a r b ir
m ü s lü m a n d a n a m e lin in k a b u l e d ilm e y e c e ğ i h u s u s u n d a g a ­
y e t a ç ı k tı r . İ b n - i S a 'd ''T a b a k a l' ın d a E b u H ü re y re d e n ş u h a ­
d is i n a k l c t m i ş l i r : " A b s o g u lla n n d a n ü ç k işi R e s ü lu llu h 'm
h u z u r u n a g e l d i . O n la r d a n b i r i : ''K u r r â l a r ( K u r ’an o k u y u p ,
İ s lâ m î y a y a n k i ş il c r ) t m ı z b iz e g e ld ile r v c ; " H ic re t c im e y e n
k i ş in i n m ü s lü m a n lı g ı y o k lu r , d iy e b iz e b ild ir d ile r. H a lb u k i
b iz im m a l l a n m ı z v c k o y u n s ü r ü le r im iz v a r. O n la r b iz im g e ­
ç im k a y n a ğ ı m ı z . E ğ e r , h ic r e t e tm e y e n in m ü s lü m a n lıg ı

S3 . ’t'ahcn Cami ut Beyan 4/3t8


84. Nesai Kiuh u/-/ckal III iaailis No 2558

183
y o k s a , b i/, o n ıa 1 I a n ı n ı/ ı v c s ü r t i l c r i m i /i s a ta lım v c h ic r e t
Ç ile lim , d e d i . B u n u n i i / c r i n c H / . P e y g a m b e r ( S A V ) ş ö y l e
b u y u r d u : "Bulundurunuz yerde Allahtan laırkun. Allah
amellerinizden hiç bir yeyi eksiltmiyeeek...... " ( 8 5 )
B u h a d is i ş e r if le , h ic r e tin a m e lin k a b u lü n d e ş a r t o l m a ­
d ığ ın ı a t;ık ç a if a d e e tm e y e la m o la r a k h a / ı r o l d u k l a n n ı ila n
e llile r . E ğ e r h ic r e t o n la r a v a c ip o f s a y d ı, R e s u lu lla h c lb e i-
ic k i b u n u o n la r a b ild ir ir d i.
B iz , y u k a n d a g e ç e n h a d is le r e şu h a d is le r i d e ila v e
e d e rs e k , h ie r e l m e v z u s u n d a y e te rli a ç ık la m a y a p m ı ş o l u ­
ru z . " F e tih (M e k k e fe th i) g ü n ü n d e n s o n r a a r tık h ic r e t y o k ­
tu r. Y a ln ız c ih a d v e f a z ile tle r k a z a n m a k n i y e tiy le ç ı k a b i l i r ­
s in iz b in a e n a le y h c ih a d a d a v e t o lu n d u ğ u n u z d a , h e m e n ic a -
b ed e d in iz . "B u h a d is i. B u h a ri v e M ü s lim İb n -i A b b a s 'd a n
riv a y e t e tm iş tir . B u h a ri v e M ü s lim 'in M ü ş a c i" b i n
M e s 'u d 'd a n ş ö y le d e d iğ in i n a k le d e r le r : " B e n M e k k e f e th i n ­
d e n .sonra k a r d e ş im E b u M a 'b e d 'i R e s u lu lla h 'ın y a n ı n a g e ­
tird im v c : " Y a R c s u lu lla h îB u n u n la h ic r e t e t m e k ü z e r e
b e y 'a t y a p " d e d im . R e s u lu lla h : "Aruk hicret (in fazileti fe-
tihden evvel) hicret edenler için şahit olmu;ıtur" b u y u r d u .
P e k i ş im d i b u n a h a n g i ş e y le b e y 'a t e d e c e k s in ? d i y e s o r d u m .
İs la m , c ih a d v c h a y ır ü z .c rin c " b u y u rd u . ( 8 6 )
Ş e y h A b d u lla h D ıraz, ( A lla h r a h m e t e y l e s i n ) b u k o n u ­
y u iy i a r a ş lıım ış lı. B e n o n u a ş a ğ ıy a ö z e tliy o r u m :
a- Şeyh Dıraz, birinci hadis ( Nesci'nin rivayet ettiği

yet açık olduğu görüşündedir. Nitekim bir müslümanın da-


rül harpte kalma.sı büyük bir günahtır. Bazan onun bu dav­
ranışı amelinin boşa çıkma.sına sebep olur.
b-Hattabi'den nakledilmiştir Hicret İslam'ın ilk yılla-
nnda Medine'de müslümanlann sayısı az olduğu için, her
müslümana farz, olmuştu. Mekke fethedilince vc müslü-
KS .Ihn ıSa'd Uhıkat 1/29S
K6. Hu hadisin metni Müslim'e aitıir.Müslim 33/20

184
m a n l a r d a ç o ğ a l ın c a , M e d in e 'y e h ic r e t e tm e la r /iy c ıi k a lk ­
tı.
c - C i h a d ın fa r/, o lu ş u v e l'a /ilc tlc r k a /a n m a k iç in h ic re t
e tm e y e r in d e k a ld ı. M e k k e 'n in fe th in d e n s o n ra h ic re t y o k ­
tu r." h a d is i b u n a d e lild ir .
d - E b u D a v u d v e N c s c i'n in M u a v iy c 'd e n m e rfu o la ra k
r iv a y e t e t t i ğ i : "Tevhekapıstkapanıncaya kadar hicret sona
ermez. Güney batıdan doğuncaya kadar da tevhc kapısı ka­
panmaz." h a d i s i n e g e lin c e ; b u h ad i.se g ö re h ic re t m e n d u p
o la r a k b a k i d i r . A m a f a r / i y c l in g e lin c e o , s o n a e n n iş tir.
e - B u k o n u d a ş ö y le d i y e n l e r d e v a r d ı r ; M e k k e 'd e n M e ­
d in e 'y e h i c r e t e t m e s o n a e r m iş tir. A m a d iy a r-ı k ü fü rd e n İs­
la m ü l k e s i n e h i c r e t s o n a c ım e m iş tir .
Ş e y h D ır a z b u n u n a r d ın d a n şu .sözünü e k le m iş tir; D o ğ ­
ru s u b u d u r . A m a H a tta b i'n in s ö z ü b u n a a y k ın d e ğ ild ir.
f - Ş e y h D ır a z H a liz İb n -i H a c e r'in " F e th u lb a ri "d ek i şu
s ö z ü n ü n a k l e d iy o r : D a r u 'l- K ü fü r'd e ik a m e t e d e n in ü ç d u ru ­
m u v a r d ır .
1- D in in i a ç ı k la m a v e d in i g ö re v le rin i y e m e g e tiım e
im k a n ın ı b u la m a y a n v e h ic r e t e tm e y e g ü c ü y c ıo n in s a n h a k ­
k ın d a h i c r e t e t m e k fa r z d ır . F e tih te n ö n c e M e d in e 'y e h ic re t
g ib i...
2- H i c r c ı e t m e y e g ü c ü y e te n v e d in in i a ç ığ a v u r m a y a ,d i-
n i g ö r e v le r i n i y e r in e g e tir m e y e im k a n ı o la n in s a n h a k k ın d a
h ic r c t m ü s t e h a b d ı r . Ç ü n k ü b u n d a k i a m a ç m ü s lü m a n la n n
s a y ıs ın ı a r tı r m a k v e o n l a r a y a r d ım e tm e k tir.
3 - H a .s ta v e k ö le g ib i h ic r e t e tm e y e g ü c ü y e tm e y e n b ir
in s a n ın b u l u n d u ğ u y e r d e k a lm a s ı c a iz d ir. E ğ e r h ic re t e d e rs e
e c r in i v e .s e v a b ın ı a lır.
g - A b s O g u l l a n n d a n ü ç k iş i ile ilg ili h a d is y u k a n d a s ö ­
z ü e d i l e n ik i n c i g u r u b a d e lil te ş k il e d e r.
h - Ş e y h D ı r a z , Z a m a h ş e r i v e İb n -i T e y m iy e 'n in h ic re te
g ü c ü y e t e n k im .s c n in d a r u 'l- h a r p te ik a m e t e tm e s in in h a r a m
o l d u ^ g ö r ü ş ü n ü b e n im s e d ik le r in i .sö y lü y o r.
Ş c y h u l - İ s l a m İ b n - u T e y m iy y e 'n in ş ö y le d e d iğ in i g ö ­
rü y o ru z;
K ü r ü r ü l k e s i n d e , H z . P e y g a m b e r (S A V ) in d a v e tin in

185
u l a ş u g ı k iş i d c lıö y lc d ir . O , H /,. M u h a m m c d 'iri A lla lV ın ç i ­
llisi o l d u ğ u n u , b i l ir v c in a n ır s a , A lla h 'ın O ’n a i n d i r d i k le r i n e
im a n e d e r s e , g ü c ü y e n iğ i k a d a r - N c c a ş i'n in v e d i ğ e r l e r i n in
y a p tığ ı g ib i - A lla h 'ta n k o r k a r s a , k e n d is in e h i c r e t e t m e y a ­
s a ğ ı k o n d u ğ u v e d in in i a g k l a n ı a h ü r r iy e ti v e r il m e d i ğ i iç in
İs la m ş e r ia tın ın g e r e k le r in i y e r in e g e t i r m e v e İ s la m ü l k e ­
s in e h ic r e t e tm e i m k a n ı y o k s a v c is la m i h ü k ü m l e r i n t ü ıh ü n ü
k e n d is in e ö ğ r e te c e k b i r ö ğ ı e t i c i d c y o k s a , b u k iş i m ü 'm i n d i r
v c c e n n e t c h lin d e n d ir ......" ( 8 7 )
Ş e y h D ır a /.( r . a le y h ) h i c r e tm c v /.u s u n d a k i ik in c i p r o b ­
le m in h a lle d iim e s in e g e ç i y o r : H ic r e t e t m e m i ş k i ş in i n d u r u ­
m u şirk o lu r m u o lm a /, m ı'/
1 - E b u D a v u d 'u n s e c d e y e s ığ ın a n k iş iy i ö l d ü m ı c n i n y a -
s a k lığ ı k o n u s u n d a riv a y e t e ttiğ i b ir b a ş k a h a d is . H / . P e y ­
g a m b e r (S A V ) ş ö y le b u y u r u y o r . : " M ü ş r i k l e r a r a s ı n d a ik a ­
m e t e d e n h e r m ü .s lü m a n d a n b e n u / a ğ ı m ...." ( 8 8 )
Y a n i ş i r k i n ö / c l l ik l c r i n d c n u z a ğ ım . Ş e y h D ı r a z , S e m ü -
ı c b in C ü n d e b 'd e n m e r lü o la r a k riv a y e t e d i l e n b i r d i ğ e r h a ­
d is i n a k le d e r: H z . P e y g a m b e r ( S A V ) ş ö y l e b u l u r d u : " M ü ş ­
rik le r le b irlik te y a ş a m a y ın ız . O n la r la c e m a a t o l m a y ı n ı z .
K im o n la r a b irlik le o tu r u r s a v e y a b ir lik te y a ş a r s a o , o n l a r -
d a n d ır.... "B u h a d is in is n a d ı h a .sc n d ir.
-l-Ş e y d D ıra z b u k o n u d a C c n a b - ı H a k k ın s ö z ü n ü d e lil
g e tiriy o r: " K e n d ile r in e y a z ık e d e n k i m s e l e r e m e l e k l e r , c a n -
la n n ı a lırk e n : " N e iş d e idiniz.'.'" d e d ile r . B u n la r :" B i z y e r y ü ­
z ü n d e ç a re .siz d ik " d iy e c e v a p v e r d il e r ...." ( N i s a S u r e s i : 9 7 )
B u a y e t-i k e r im e M e k k e 'd e n h ic r e t e t m e m i ş b i r g u r u b m ü s -
lü m a n h a k k ın d a in m iş tir . H a lta k i ş il e r i n b a z ı s ı o r a d a k a l ı p
m ü ş r ik le r le b ir lik le B e d i r s a v a ş ın a k a t ı l m ış l a r d ı. K e n d i l e ­
rin in ç a re siz , o ld u k la n n ı d e lil o la r a k ile r i s ü r m ü ş l e r d i . C c -
n a b - ı H a k 'd a o n a l a n n e n in e b o y u n a g e n i ş o l a n A l l a h 'ı n a r ­
z ın d a h i e r e i e tm e le r in i v e k a f lı i e r le b i r l i k te k a l m a m a l a r ı n ı
i s te y e r e k o n a l a n n d e lille r in i k a b u l e t m e d i . ( 8 9 )
4 - Ş e y h D ır a z ş ö y le d i y o r : " B iz b u d e l i l l e r i n z a h i r i n i

îf7. Ihn-i Teymiye 1*1 f^ıcva 1V/2I7


M. Muhtar min Kanu/Jus Sünne s.318
89. Tâberi Cami ül Beyan

186
a lıp .d a r ü 'l - k ü r ü r d c k a l m a k l ı a k i k i k ü r r i i g c r c k û r i r .d c r i s i c k
b i r ( , ı k n ı a / a g ı n ı ı i ş o lu ru /.. B u n d a a m e li g ü n a h la rla a ra s ın ­
d a k i a y ın n n b o /a r.
5- E g c r b i / , " b u ş ir k in a ltın d a b ir g ü n a h tır, fa k a t am e li
b o ş a ç ı k a n r " d e r s e k , O v a k it b u , " ta a l k ü frü n d ış ın d a b ir g ü -
n a h l a b o ş a ç ık m a /." ş e k lin d e v a rd ığ ım ı/, k a ra ria ç e liş k iy e
d ü şer.
6- B u n a d a h a ö n c e c e v a p v e r ilm iş ti. B u n u n a m e li b ir
m a 's iy e t ( g ü n a h ) o ld u ğ u n u s ö y lü y o ıu /.. Ç ü n k ü b u n a.sslar
k e n d i g ö r ü n ü m le r i iç in d e m e n v e te 'k id e h a m le d ilm işle r-
d ir.
7 - S o n r a Ş e y h D ıra /. b u m e s e le d e k i in c e le m e y i /ik rc t-
m iş ıir . O ş ö y le d i y o r . ; B u g ü n a h ı k ü frü d a m g a sıy la d a m g a ­
la m a k y a o m a s iy e lin k ü f r e d e la le t e tm e s i m a n a sı b a k ım ın ­
d a n o l u r y a d a k ü f r e s ü rü k le m e k m a n a sı b a k ım ın d a n
o lu r .
u - M ü s l ü m a n l a n n e lin e d ü ş e n e n e s irle rd e n b a /ıla n
m ü s lü m a n o ld u k l a n n ı s a v u n u y o r l'a r v e k o rk u la n v e g ü ç-
s ü / l ü k l e r i .se.scbiyle h ic r e tte n m u a f tu lu lm a la n n ı is tiy o rla r­
d ı. M ü ş r i k l e r l e b ir lik te v e o n l a n n .safın d a b u lu n m a k id d ia -
l a n y a l a n o l u ş u n a d e lil te ş k il e d iy o r.
b- Kafirlere karışan onlarla birlikte yaşıyan kişinin di­
ninden dönmc.sindcn korkulur. Bu gibilerle, birlikle otur­
maya ra/.ı olduğu kaliricr hakkında verilen hükümverilir.
Hali hazırdaki durumuna değil de ileride değişecek duru­
muna bakılarak böyle hükmedilir.
Şeyh Dıra/.'ın bu güzel açıklamalanndan sonra şunu
.söylemek Mümkündür: Hicret; İslam yayılıp, Allah Mek­
ke'n in fethini nasib edinceye krular, farzlardan biri olmuş­
tu.
Darü'l- harpten Oarü'l-İslama hicrete gelince, özellikle
de şu çaresiz (mu.sia/.'al) müslümanlar içn hicret konusuna
gelince onun farz oldufu onaya çıkıyor.Çünkü baskı ve
zulmün devam etmesi mfislümanı dinini gizJcmcyc sevke-
dccck. Sonra bu durum çok geçmeden islamdan hiç bir şeyi
ögrcncmiycrck büyüyen çocuklannda ortaya çıkacak.
Vakiin geçmesiyle birlikte belki de çocuklar küfre gcçccck-

187
I c r . V e y a i s m i n i n d ı ı ş ı n d a o n l a r d a is liu n d a n h i ç b i r ş e y k a l ­
m a y a c a k . N i t e k i m b u o l a y b a z ı K u z e y A m e r ik a d e v l e t l e r i ­
n e g i d e n m u h a c ir le r d e g ö r ü lü y o r . B u d u r u m d a h i c r e t la r z
o l u r . Ç ü n k ü k ü f ü r te h lik e s i g ö z l e r ö n ü n d e a y e n b e y a n ­
d ır .
B iz , y a ş a d ık la n to p lu m u n k ü f r ü n e h ü k m e t t i k te n s o n r a
o n u t e n e k m e y i v e h ic r e t e tm e y i a r z u la y a n g e n ç l e r e d ö n ü -
y o f u z ..N e g a r i b d ir k i H a r ic ile r d e n e l - E z a a r i k a g u r u b u ş ö y l e
s ö y lü y o r d u :" o n la r la ( k e n d ile r in in d ı ş ın d a k a l a n i a s a n l a n
k a .s d e d iy o r la r) b e r a b e r o l u p h ic r e t e tm e y e n h e r k e s k a i l r d ir.
( 9 0 ) B u g e n ç le r , b u g ö r ü ş ü n k im e a it o l d u ğ u n u b i l m e d e n
b a ğ l a n d ı l a r !...
B iz b u h a lk ın - ile r id c g e lc c e k - k ü f r iin ü k a b u l e t m e d i ğ i ­
m iz e g ö r e d a r ü l- k ü f ü r d e n d a r ü l- is la m 'a h i c r e t h a k k ı n d a k i
k o n u ö y le c e k a lıy o r. İ s te n e n d e o d u r . F a k a t b u k u n u l a r a ç o k
d ik k a t e tm e k g e r e k ir.

ÜZÜCÜ BİR ŞEY

G e n ç le r le k o n u ş m a m ız s ı r a s ın d a ş u n u k e ş f e t t im :1 9 4 8 '
d e n b e ri e v iy le z i n d a n l a r a r a s ı n d a g i d i p g c l e n v e b i r f ile y a -
pıl.sa m u tla k ö le e ç e k k a d a r iş k e n c e z i l l e t v e z u l ü m l e r e t a ­
h a m m ü l e d e n şu z a v a llı g u m b u t c k f i r c d e n i c r v a r . B u n e il­
g in ç fık ıh tır ?

ZORLAMA (İkra h ı m eseles İ

ts la m i lo p lu lu k i a n n k ü f r ü n ü c a i z g ö r m e s e b e p l e r i n i n
b iri d e ş u d u r : G e n ç le r d e n b ir g u r u p ," k a f i r i d a r c c i " y i z o r l a ­
m a ile d e o ls a d e s te k le y e n k iş i k ü f r e g i r m i ş ti r , g ö r ü ş ü n ü b c -
n im .s c d iic r.
Ç ü n k ü is la m d a z o r la m a y o k tu r . O n l a n n d e l i l i ş u a y e t - i
k e r im e d ir :" ... Artık haktan (ayrıldıktan sonra sapıklıktan
ha^ka ne kalır? Ohalde nasıl (haktan sapıklığa) döndürUlii-
*>0. Bağdadi el Hark Beyn el Mrak s.S4
Mevdudi El HiUrel vcl Mülk s 148

188
morsunuz?" ( Y u n u s S u r c s i:3 2 ) O n la r a g ö re id a re c iy i d iliy le
v e y a c a n ın ı v e n a m u s u n u k o ru m a k iç in m ü d a f a ç im e k le h e r
k im d e s t e k l e r s e k ü fr e g irm iş tir.
Ş a h s e n h e n , ilim s a h ip le r in d e n h iç b irin in " ik ra h " ( z o r ­
l a m a ) n ı n is la m ın g e tird iğ i ru h s a tla rd a n b iri o ld u ğ u n u b il­
m e d iğ in i /.a n n c lm iy o ru m . B u k o n u d a R e s ü lu lla h
( S A V )d a n b i r ç o k riv a y e tle r y a p ılm ıştır. O n la rd a n b iri d e şu
Ümmetimden hata, unutma ve zorlamlarakyapı­
lan ycylcr kaldırılmıştır." Y ü c e A lla h ,N a h il s u re s in d e ş ö y le
b u y u r m u ş t u r -." Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (din­
den dönmeye} zorlanan hariiş. kim iman ettikten sonra Al­
lah'ı inkar ederse, f Ona Ailah ’ın gazabı vadır) .Ama kim ka­
firli ğ t' ştoşiiLs acarsa, onların üzerine Allah'lanbir^aıap ve
onlar U^in büyük bir azap vardır." (N a h il S u re si ;1(K>
A m a b u g e n ç le r in g a r ib b i r m a n iık la n v a r. O n la r a y e tte
b u i d d i a n ı n c e v a b ı o ld u ğ u n u s ö y lü y o rla r v e b u a y e tin p e ­
ş i n e g e l e n a y e ti o k u y o r la r ; A y e t Şby\c:"Budaonlanndünya
hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın kafirler
topluluğunu hidayete erdirmemesinden ötürüdür." ( N a h il
S u r c s i : 1 0 7 ) B e n b ild iğ im k a d a n y la " b u fık h ın y e n i o ld u -
g u " n a ş a h i d i m . A y e tin .son u , b a ş ın d a g e le n h ü k m ü n e s h e t-
m e y e b a ş l ı y o r .B i z bu fık h ı k a b u l e lliğ im iz ta k d ird e a h k a ­
m ın o n d a d o k u z u g id e c e k . B u n d a n d a h a d a b e te ri
K u r 'a n 'd a n h ü k ü m le r i a lm a k v e y a K u r'a n 'ı h ak e m k a b u l e t ­
m e k d e ğ i ş e c e k . Ç ü n k ü h e rk ı.s ıım k e n d i d ış ın d a k in i n a k z e ­
d e r . H e r a y e t b i r b a ş k a a y e tin g e tird iğ i h ü k m ü n e s h e d e r,
B e n g e n ç l e r i n d ik k a tin i İb n -i T c y y m iy y e 'y e y ö n e ltm e k is li-
y o r u m .O , ş ö y l e d iy o r :" ..." E g e r , C e n a b -ı Haik ş ö y le b u y u r-
d u : A m a k im k ü fe r g ö ğ ü s a ç a rs a " d e n ilirs e , b u a y e tin b a ş ta ­
r a f ı n a a i t t i r , d e n ilir . Ç ü n k ü k im z o r la n m a d a n k a ilrliğ i k a b u l
e d e r s e , o k ü l r e g ö g ü s a ç m ış o lu r." A k s i ta k d ird e a y e tin b aşı
s o n u n u n a k z e d e r . K a h r o l a n d a n m a k s a d g ö g s ü n ü a ç a n k işi
o l s a d a ... B u d a z o r la n m a d a n o lu r. S a d e c e z o r la n a n ü s tü n e
e d i l m e d i , a k s i n e z o r la n a n v c o n u n d ış ı n d a k i d e i.s i i s n a c d i l -
m c l i y d i . K iş i g ö g s ü n ü a ç m a z ve is lc y c ıe k k ü f ü r k e lim e s in i
.s ö y le rs e , o g ö g s ü n ü k ü f ü r k e lim e s in i s ö y le m e k le a ç m ış
o l u r . K ü f ü r s ö z ü n ü is te y e r e k s ö y le m e k d e k ü fü r d ü r..."

189
H a k ik a t e n i k r a h ( z o r l a m a ) a y e ti g a y e t a ç ık tır , i m a n d a n
s o n r a h e r k im i n k a r e d e r s e , o k a f ir d ir v e d in d e n ç ı k m ı ş tı r ,
a y e t : " ...k a lb i i m a n ilc m u tm a in o ld u ğ u h a ld e ( d i n d e n d ö n ­
m e y e ) z o r la n a n h a r iç ..." k ıs m ın ı i.siisn a e tm iş tir . K im e z o r ­
l a m a v a k i o lu r s a , o k ü f r e te ş v ik e d ilir , a m a o n u n k a lb i d i p d i ­
ri v e im a n ile d o p d o lu d u r . B u z o r d u r u m d a o l a n m ü s l ü m a n a
k a lb iy le d e ğ il d e d i liy le k ü f ü r k e lim e s in i .s ö y le m e s in e iz in
v e r ilm iş tir . E ğ e r k a lb i d ilin i o n a y lıy o m a , o k iş i k a l i r v e
m ü n c d o lu r . Ç ü n k ü ik r a h ( z o r la m a ) k a lb e d e ğ il d i l e d a y a ­
n ır. K a lb i k ü fr e ra z ı o lu n sa v e g ö n lü d e k ü l r c a ç ı lı r s a k a l i r
o lm u ş o lu r.
F a k a t g e n ç le r m e s e le y i " p la n " b a k ım ın d a n b ü y ü t ü y o r ­
la r v e ş ö y le d iy o rla r : D ü n y a h a y a tın ı a h im te t e r e i h e d e n h e r ­
k e s k a lird ir. O n d a n " z o r la n m a " id d ia s ı k a b u l e d i l m e z . B iz
o n la ra d e r iz k i: K im ö n c e d iliy le k ü fr ü .s ö y le rs e , ik in e i o l a ­
rak k a lb i b u n u k a b u l e d e r s e v e ü ç ü n e ü o l a r a k g ö n lü b u n a
a ç ılırs a , o fiile n k a f ir o lm u ş o l u r v e A lla h 'ın g a z a b ı ile
a z a b ın ı h a k e tm iş o lu r. O a n e a k b u n u y a p a r . Z i r a o d ü n y a
h a y a tın ı v e d ü n y a n ın n im e tin i a h ir e te te r c ih e t m i ş ti r . B u
k ü frü lis a n ıy la s ö y le y e n , k a lb i b u n a ra z ı o l m a y a n v e g ö n l ü
k ü fre a ç ık o lm a y a n k iş in in ,h ila f ın a d ır . A k s i t a k d i r d e b i r
m ana.sı o lm a d ığ ı iç in is tis n a y ı ilg a e tm e k g e r e k ir .
N e v a r k i, g e n ç le r ş u n u ile r i s ü r ü y o r la r . K u r ’a n 'ı n k e n d i -
.sini ş c r h c d e c c k v e y a te v il e d e c e k u l e m a y a i h tiy a c ı y o k ­
tu r.
B iz d e b u g e n ç le r e d iy o ru z , k i: K u f a n a r a p d i l i ile i n m iş ­
tir. O n u a n la m a k v e o n d a n h ü k ü m le r ç ı k a r m a k b u d i l i n d e ­
la le tle r in in h u d u d u d a h ilin d e , a r a p ç a n ı n k u r a ll a r ı ile k a y ı t ­
lıd ır . A k s i h a ld e y a ln ız c a a n ı p d ilin i b i l ip o n u k o n u ş t u ğ u

Ic ri ç ık a m i a v e o n u t e f s i r e tm e , h e r k i ş in i n h a k k ı o l u r d u .
H e m s ir e t h e m d e h a d is k ita p la r ı ş ö y l e b i r o l a y d a n b a h s e ­
d e r le r : A m m a r b . Y a s ir a ğ la y a r a k R a s u l u l la h 'a g e ld i v e K u -
re y ş 'in k e n d is in i k ü f tü s ö y l e m e y e z o r l a d ı k l a n n ı h a b e r v e r -

91. Ihn-i Tejmiye el l'ctcva 7/220

190
di. Bunun üzerine rasulullah (sav): "Kalbini nasıl bulu
yorsun?" diye sordu, "hala iman üzere olduğunu” ha­
ber verince, Rasulullah ona: "Eğer onlar aynı yeyiyapar­
larsa sen de yap veya onlar her ne vakitaynı şeyiyaparlarsa
sen de yap..." buyurdu...
Aziz sahabi Ibn mesud'a gelince o şunu açıkça söy­
lüyor: "zanna dayanan kötü bir söz ancak zorlama ile
telaffuz edilir, ne Rasulullah ve ne de sahabe-i kiram­
dan biri zorlanan kişiyi tekfir etmedi.
İnsanın işkenceye dayanmasının da sınırlı bir gü­
cü vardır, zalim o sının aşınca mazlum ne yapar?
Mesele sadece öldürme olsaydı buna sabredilirdi,
ama sözkonusu olan insana ölümü temenni ettirecek
bir işkencedir. İnsan işkencenin devamıyla küfür ara­
sında serbest bırakılmıştır. Gücü yettiğince buna sab­
redecek sonunda da ya ölecek veya inkar edecek, iş­
kence eskiden ilkel olduğu zamanlarda sopa ile vur­
mak veya ateş ile dağlamak şeklindeolurdu. Ama bu­
gün Rusya’da, Doğu Almanya'da, Amerika ve diğer
ülkelerde işkencenin uzmanlan ve aletleri var. Bunun
için alemlerin rabbi şöyle buyuruyor: "...Fitne (dinden
döndürmeye uğraşma) öldürmekten daha kötüdür." (el-Ba-
kara, 2/191) Biz meselenin kökenine dönelim. Kim ida­
recilerin küfrüne rıza gös terirse onlardan olur, kim de
kalbini açmadan bir şeye zorlanırsa o kişi iman üzeri­
nedir.
Ben bu konuyu bir kısım nakillerle noktalamak is­
tiyorum. Şevkani "İsarü'lHak" adlı kitabında şöyle
d er "Avam müslümanlann (halkın) tekfiri konusuna
gelince onlar kesin delillerle Allah'ı tanımadıkları için
kelamcılann şartlarına göre onları tekfir edenlerin
küfrü daha da artar. Çünkü halkın müslüman oldu­
ğuna hükmetmek, dinden bir zaruret olarak bilin­
mektedir. Onları tekfir etmek ise bunu inkar etmektir.
Kur’an-ı kerim onların müslümanlıklannın sıhhatine
işaret etmiştir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor "Bedevi­
ler, 'inandık'dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama 'İslam

191
olduk' deyin, henüz iman kalplerinize yerleşmedi..." (Hu-
curat, 14)
İmam Gazzali şöyle diyor; "İnsan buna yol buldu­
ğu sürece tekfirden sakınmak gerekir. Kıbleye yönelip
namaz kılanların ve açık açık 'Allah'tan başka ilah
yoktur, Muhammed Allah'ın Rasulüdür" diyenlerin
mallarım ve kanlarını mubah saymak hatadır. Bin ta­
ne kafiri hayatta bırakma konusunda yapılan hata, bir
müslümanın kanından bir şişe akıtmadaki hatadan
daha hafıftir.(92)
Enes (ra)den rivayet edilmiştir: Enes (ra), Rasulul-
lah (sav)in şöyle buyurduğunu söyledi: Üt; şey imanın
aslındandır: la ilahe illallah diyeni (öldürmekten) vazi’cışe-
riz... Biz hir ;>ünah sehehiyle onu tekfir etmeyiz. Bir amel.te-
hebiyle de onu İ.ılam'dan çıkarmayız." (93) Bu hadisi Ebu
davud, "sünen"inde Kitabü'l (İihad bahsinde rivayet
etmiştir. Başka bir tarikten de Ebu yâlâ rivayet etmiş­
tir. hadisin senedinde Yezid (er-Rakkaşi)den başlûı
zayıf kişi yoktur. O da salih bir adamdır. Hıfzından
dolayı zayıf sayılmıştır. Hafız İbn Adiyy onu övmüş
ve güvenilir olduğunu söylemiş ve onun Enes'ten sa­
hih hadisler rivayet ettiğini ifade etmiştir, umarım ki
ondan rivayette bulunmada bir beis yoktur.
İbn Ömer'den Rasulullah (sa v)in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: La ilahe illallah diyenlerden vazpeçin,
onları hir f’ünah sehehiyle tekfir etmeyin, kim 'la ilahe illal­
lah'diyeni tekfir ederse, o küfre daha yakın olur." bu hadisi
Taberani el-Kebir'inde Dahhak b. Hamza'dan o da Ali
b. Yezid'den rivayet etmiştir. el-Heysemi demiştir ki;
"Her ikisiyle de ihticaeta ihtilaf edilmiştir, ben derim
ki: Fakat ikisinin hadisi de şevahid hakkında doğru
olur, öncekilerini de takviye eder. (94)
Bu bab da Ali B. ebi talib, Ebu'd Derda, Ebu Ema-
me, Vasile, Cabirb. abdillah, ebu Said el-Hudri ve Hz.
92. Imım-ı Ga/Jİi çl-Iküsal Tıl lıücıi S. 143
93. Şevkmİnî tUluır’ûl Hak S. 434
94. A.(.c. sh.43S

192
Aişe ve bunlann yedisi de Rasulullah'tan bunun ben­
zerini rivayet edilmişlerdir. Fakat isnadlannda cerh
edilmiş olanlar vardır. Ama tümü yukanda geçenlerle
birlikte kuvvetlidir. Hülasa müsİümanlan tekfir et­
mede -bilgi noksanlığı iddiasıyla veya amel ya da zor­
lanma sebebiyle hepsi aynıdır- Bütünbunlar bu konu­
da acele etmemeyi ve temkinli davranmayı gerekti­
rir.
Kurtubi Tefsir'inde şöyle bir olay yer almaktadır.
Rasulullah'ın ashabından iki kişiyi Müseyleme'nin
gözcüleri yakalayıp Müseyleme’ye götürdüler. Mü-
seylenıe yakalananlardan birine: "muhammed'in Al­
lah'ın rasulü olduğuna tanıklık ediyor musun?" dedi.
O da; "Evet" dedi, bu sefer: "benim Allah'ın rasulü ol­
duğuma tanıklık eder misin, diye sordu. O da: "Evet"
dedi, bunun üzerine onu salıverdiler, bu seferde Mü-
seyleme, diğerine: "Muhammed'in Allah'ın rasulü ol­
duğuna tanıklık eder misin" diye sordu. Oda; "Evet"
dedi. Müseyleme: "benim Allah'ın rasulü olduğuma
tanıklık eder misin?" diye sorunca o da: "Ben sağırım,
duymuyorum" diyerek cevap verdi, bunun üzerine
müseylime onu öne sürerek boynunu vurdu. Önceki
adam doğru Rasulullah (sav)in yanına geldi ve; "helak
oldum" dedi. Rasulullah: "seni helak eden nedir?" diye
sorunca, adam olayı anlattı. Hz. peygamber (sav): "Ar­
kadaşına gelince o güveni seçti."buyurdu. Başka bir riva­
yette: "Arkadaşına gelince o iman üzerine yürüdü,
ama şu anda sen üzerinde bulunduğun hal üzere ruh­
satı seçtin," şeklinde buyurulmuştur. Adam: "Senin
Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik ediyorum." dedi.
Hz. peygamber de: "sen bulunduğun hal üzerinde­
sin." buyurdu. (95) İbn kesir'in Muhtasar'ında şöyle
bir rivayet bulunmaktadır. Abdullah b. Huzafç. es-
Sehmi -Sahabe-i kiramdan biri- Rumlar tarafından
esir alınmıştı, nihayet onu krallarının yanına getirdi-
95. Kuıtufaî Ic fs ir: 1/180

m
1er. Ona Hristiyanlığı kabul etmesi teklif edildi. O da
reddetti. Sonra kralı öldürmeye uğraştı, sonunda ona
kralın başını öpmesi teklif edildi. O da; Benimle birlik­
te tüm müslaman esirleri serbest bırakrnanız şartıyla-
olurdedi. Dönüpülkesine gelince, Hz. Ömerb. el-Hat-
tab: "Her müslümanın Ibn Huzafe'nin başını öpmesi
bir ödevdir. Ben başlıyorum" dedi hemen kalkıp onun
başını öptü. İkrah (zorlama)yı nazarı itabara alma ko­
nusunda rivayetler çoktur, ancak kalbi değişiklik ol­
mamak şartıyla... Çünkü ikrah zahire dayanır. Bu hu­
susta kalbe egemen olmaya imkan yoktur, kalb açılın­
ca, zahir batına mutabık olur, bunun için de müslü-
man küfre girer. (96)
İkrah (zorlama) başkalarını öldünne hakkını kap­
samadığına göre kim başkasını öldürmeye zorlanırsa,
bunu yapma hakkına sahip değildir ve buna izin de
verilemez. Çünkü o haddi aşmaksızın bir cana kıy­
makla kendini savunuyor. Buna asla izin verilemez.

CEMAATIN BİRDEN FAZLA OLMASI


VE MÜSLÜMAN CEMAATE KARŞI ÇIKMA
KÜFÜRDÜR

Gençler, müslüman cemaatin birden fazla olması­


nın caiz olmadığı ve bir tek cemaat olması gerektiği
fikrine vardılar. Fakat bundan daha da tehlikelisi,
"müslümanlann cemaati" ile "islami cemaatler" kav­
ramlarını birbirine karıştırarak.cemaate karşı çıkma­
nın küfre götüreceğini söylediler.
Abdurrahman Ebu'lHayr ile ebu Mus'ab (bu ikinci
şahıs tekfir cemaatinin içinde yer almaktadır) arasın­
da geçen konuşmadan bir pasaj sunuyorum aşağıya;
Ebu'l Hayr: Niçin Şeyh Salih ile Karim Anadolulu
üzerine dua etmiyorsunuz?
96 Muhıuar-ı tObni K cık : 2^48

194
Ebu Musab; Çünkü biz onlara hakkı tebliğ ettik,
ama onlar kabul etmediler.
Ebu'l Hayr: Neyin üzerinde ittifak ettiniz, hangi
konuda aynldınız?
Ebu musab: sahabenin ve fukahanın görüşleri me­
selesinde ihtilafa düştük. Onlar bu görüşleri alıyorlar,
biz ise onlara güvenmiyoruz.
Ebu'l-Hayr: Fakat ben Salih'in muhakemesini oku­
dum. Karim'in kendini savunduğunu da duydum.
"Tağut küfür, iman, cahiliyet ve İslam" gibi kavramla­
rı araştırdım. Yine karim'in yıllardan beri "İslami be­
rekete karşı savaş örgütünün bir üyesi olduğunu da
araştırdım.
Ebu Musab; Fakat berikisi decemaatebey'at etme
yi reddettiler. Halbuki biz hakkın cemaatiyiz, bize
düşman olan müslüman değildir.
Ebu'l Hayr: Gerçek durumu yani doğru düşünce
lere dayanan muhtelifcemaatleri kabullenmemiz caiz
olmaz mı?
Ebu Musab: Müslüman cemaatin birden fazla ol­
ması caiz olmaz. (97)
Gençler kendi görüşleri için, Ali İmran sûresinde
ki şu ilahi kelamı delil getirdiler: "kendilerineapaçıkde-
liller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düçenler gibi ol­
mayın. İşte bunlar için pek büyük birazab vardır. Nice yüz­
lerin ağardığı nice yüzlerin karardığı günü (düşün). Şimdi
yüzleri kararanlara 'inanmanızdan sonra kafir mi oldunuz?
Öyle ise inkar etmiş olmanız yüzünden tadın azabı'denilir."
(Ali İmran, 105-106)
Bu ayetin tefsirinde İbn kesir şunlan kaydediyor
"Allahu Teala bu ümmetin parçalanıp bölünmek,
aleyhlerine hüccet bulunmakla beraber emr-i bil ma­
ruf ve nehyi anil münkeri terketmek hususunda önce
ki milletler gibi olmalann, nehyetti. İmam Ahmed b.
Hanbel el-Müsned'inde Ebu Amir'den şunu rivayet

97.Abdumhman Ebu Hayr. 'Cemaıl-ı MfisUm De HaUnUnm'


etmiştir; Ebu Amir dedi ki; Ben muaviye b. Ebi Süf-
yan'la birlikte haccettim. Mekke’ye gelince, öğle na­
mazını kıldıktan sonra ayağa kalkıp, rasulullah
(sav)in şöyle buyurduğunu nakletti; Ehl-i Kitab, din­
lerinde yetmişiki fırkaya ayrıldı, muhakkak bu üm­
met de yetmişüç fırkaya aynlacak. Biri -ehli sünnet vel
cemaat- hariç, diğerleri cehennemde olacaktır..." Bu
hadisi Tirmizi ve İbn Mace de tahric etti, yukarıda ge­
çen ayetlerin öncesine ve sonrasına bakan kişi, yüce
Allah'ın müslümanlan önceki milletlerin düştüğü ni­
meti inkar, peygamberlere isyan, çeşitli grub ve taife­
lere bölünme, gibi hatalara düşmekten sakındırdığını
görecektir.
Hadisin işaret ettiği husus da budur. Bütün bun­
larda cemaatın manası düşünülemez. Nitekim genç­
ler böyle anlamaktadırlar.
AlUine yine de onlar müslümanlann cemaatıdır.
İnşallah dördüncü bölümde cemaat mefhumu ile
il^iliaçıklamayaengenişşekliyleyerverilecektir.

BUGÜNKÜ TOPLUMLAR AKSİ SABİT


OLUNCAYA KADAR
CAHİLİYYET VE KAFİR TOPLUMDUR.

Bu söz kafirlere yönelik değil müslümanlar için­


dir. Cahiliyyet konusu ve cahiliyyet sözünün ne vakit
küfür ifade edip etmediği hususu daha önce geçmişti.
Artık o konuya daha dönmeyeceğim. Burda şunu ek­
lemek istiyorum; Müslüman toplulukların çoğunun
üzerinden bin yıldan fazla bir zaman geçti ve onlar
hâlâ müslümanlar. Bugün müslüman n üh û birmilya-
ra ulaştı. Onlan küfürle damgalamak basitlik değil
mi? Halbuki onlar hâla İslam ile isimlendiriliyor ve
hâlâ ibadetlerini yerine getiriyorlar...

98. Yahya bin ilubcyıc e^-Şafi cl tfsah sh. 248-An Meaniy's Sıhah Ibn-A
Kudam el mutni 80S4 -Oimeıki Ihlilirtll Fimmc S. 270

1%
Halife Hz. Ebu Bekir (r.a) döneminde, Araplar
dinden dönünce bir, kentin veya bir kabilenin müslü-
manhğına hükmetmek için ezan sesini duymak yeti­
yordu. Bunun üzerine de onların müslüman oldukla­
rına hükmediliyordu.
Gençlerin söylediklerinin tam aksini söylememiz
mümkün; Bu topluluklar eskiden beri müslüman. On­
ların kafirliğini söyleyen kişi bu halin devam ettiğine
dair delil getirmesi gerekir. Kafirliği vemürtedli^ sa­
bit oluncaya kadar onlar İslam üzeredirler.
Vehalta toplumun fertleri dinden dönünce ülkele
rinin dar-ı islamdan dar-ı küfre dönüştüğüne kolay­
lıkla hükmedilemez. Fakihler bunu tartışmışlardır.
İbn-i Hübeyre eş-Şafii bu konuda şöyle diyor:
"...Alimler, bir belde halkı dinden dönünce ve orada
onların idaresi hakim olunca, yaşadıklan belde dar ül-
harbe dönüşür mü hususunda ihtilafa düştüler.
Ebu Hanife dönüşmiyeceğini söyledi...Malikin
görüşünün zahiri, bir beldede küfür ahkamının orta­
ya çıkışıyla oranın dar-ı harbe dönüşmiyeceği konu­
sundadır. Şafii ve Ahmed bin Hansel'in mezhebi de
budur..." (98)
Ebu Hanife'ye gelince; onun bu konuda belirli
şartları var. Bir yerin dar-ı harbe dönüşmesi için, o
şartlann mürtedlerin ülkesinde gerçekleşmesi gere­
kir. Bu konuda meşhur Hanefi Fakihi es-Serahsi "el-
Mebsuf'unda şunları kaydediyor:"...İslamdan dönen
ve müslümanlarla savaşıp bir kenti ele geçiren bir ka­
vim... hasılı Ebu Hanife'ye göre onların ülkesi şu üç
şart ile dar-ı harbe dönüşür:
a-O ülkenin şirk ülkesine komşu olması, O ülkeyle
darül harb arasında müslümanlann ülkesi bulunma­
malıdır.
b -0 ülkede inanç özgürlüğü olan bir müslüman,
hayat hakkı u inmiş bir zimmi bulunmamalıdır.
c-O ülkede şirk . kamı açıkça icra edilmelidir.
Ebu Yusuf ile İman Muhammed'e göre, o ülkede

197
şirk ahkamım a<;ığa vurdukları zaman onların ülkesi
dar-ı harbe dönüşür. Çünkü o mevki kuvvet ve gale­
be itibariyle ya İslam ülkesine veya şirk ülkesine ait
olur. Herhangi bir yerde şirk ülkesine ait olur. Her
hangi bir yerde şirk hükümleri zuhur eder ve orada
güçte müşriklereait olursa, orası dar-ı harbolur. Her­
hangi bir yerde islami hükümler zuhur eder ve güçte
müslümanlara ait olursa orası dar-ı islamdır. Fakat
Ebu Hanife kuvvetli olmayı ve üstün gelmeyi nazarı
itibara alır. Çünkü bu belde müslümanlann hamisi
olması hasebiyle darül-islamdır. Bu koruma işini an­
cak müşriklerin tümüyle işgali ortadan kaldırır. Bu
da üç şartın bir araya gelmesi ile gerçekleşir..."(99)
Bu durum, toplumun fertleri fiilen dinden döndü­
ğü ve onlara mürtet hükmü verildiği vakit ortaya çı­
lan Toplumun fertleri İslam üzerinde iseler ve onlar,
ezanlannı okumaya, namazlarını kılmaya ve sair iba­
detlerine devam ediyor iseler, o vakit durum nasıl
olur? O taktirde, müslüman ve İslama mensup oldu­
ğunu, müslümanlığını diliyle ve davranışlarıyla id­
dia eden kişinin durumu nasıl olur? Bir mürtedin
mürtediğine hükmetmek için şüphelerinin keşfedil­
mesi ve kendisine tevbe teklif eidilmesi gerekir. Hatta
Ülema demiştir ki: İrtidat ettiğini reddetse, o tasdik
edilir. Şehadet getirse ve namaz kılsa müslümanlığı-
na hükmedilir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Bir adamın mescide geldiğini gördüğünüz vakit onun
mü'min olduğuna şahitlik ediniz." Kural böyle iken bir
toplumun tümünün küfrüne nasıl hükmedilir?
Kaür toplum hakkında bu söylenebilirde, müslü­
man toplum için asla...

TOPLUM KAFİR OLDUĞU İÇİN ONU


YIKMAK GEREKİR

99. Scnhsi cl Mebsud : lO/l 13

198
Gençlerin idarecilerin küfründen idare edilenlerin
küfrüne vardıklanndan sonra küfürledamgaladıklan
topluma karşı tutumlannı belirlemeye geçtiler, Bun­
dan dolayı toplumdan uzaklaşmanın ve toplumu çö­
kertmenin gerekliliği fikrine ulaşmaları artık yadır­
ganmaz. Bu toplumun fertleriyle birlikte namaz kıl­
mak iyiliği emderip kötülükten vazgeçirmek, seçim­
lere katılmak gerekmez... Bütün bunlar niye?
Bu sorunun cevabı hazır "küfürden daha büyük
günah yoktur. Bu sözlerine o şer'i bir dayanak istedi­
ğin vakit ilginç ve garib bir dayanak çıkar ortaya. On­
lar Cenab-ı Hakkın şu ayet-i kerimesini (şahit) delil
getiriyorlar:" İnkarcı kiıah ehlinin yurtlarında hurma
analılarını kesmeniz veya onları kesmeylp gövdeleri üzerin-
ıtc ayakta bırakmanız Allah’ın izniyledir. Allah yoldan yı­
kanları höylecc rezilliğe uğratır." (el-Haşr Suresi ;5)
Bu sure-i celileyi başından itibaren okuyan kişi,
surenin Resülullah'ın Medine'den sürdüğü yahudi-
lerden bahsettiğini görür. Sûrede sözü edilen kişiler.
Beni Nadir yahudileridir.
İbn-i Kesir'in muhtasarında şöyle denilmekte-
dir:"Ehl-i kitaptan inkarcılan çıkaran odur. Yani Beni
Nadir Yahudilerini çıkaran odur. Resülullah (SAV)
Medine’ye gelince onlarla sulh yaptı ve onlarla savaş­
mamak ve onlannda Resülullah'İa savaşmamak hu­
susunda sözleşme imzaladı. Fakat yahudiler kendile­
riyle Hz. Peygamber arasında imzalanan anlaşmayı
bozdular. Bunun üzerinede Resülullah (SAV) onları
sürgün etti ve sağlam kalelerinden dışan çıkardı. On­
lar lülelerinin Allah'ın azabına engel olduğu kanaati­
ni taşıyorlardı. Allah'ın azabından onları hiç bir şey
kurtaramadı. Onlara Allah katından hiç akıllarında
olmayan şeyler geldi. ResuIullah onları Medine'den
sürüp çıkardı. Onlardan bir gurup, Suriye-Ürdün hu­
dutları civarındaki yerlere gittiler. Bir gurubu da
"Heyber"e yerleşti.
Ebu Davut, Abdurrahman bin Ka'b bin Malik'den,

199
o da Resulullah'ın ashabından bir adamdan şöyle bir
rivayette bulunuyor: "Kureyş kafirleri ibn-i Übeyye
ve beraberinde bulunan Evs ve Hazrec kabilesinden
puta tapanlara bir mektup yazdılar. Resulullah, o va­
kit Medine'de idi ve Bedir savaşı henüz olmamıştı.
Mektupda şöyledenilmekteydi: Siz adamımıza kucak
açtınız. Allah'a yemin ederizki, siz ya onu öldürürsü­
nüz, yahut yurdunuzdan sürüp çıkarırsınız yada he­
pimiz sizin üzerinize yürür, sizinle çarpışarak hepini­
zi öldürür, kadınlarınızı esir alıp cariye ederiz. Bu
mektup Abdullah bin Übeyye ve onunla birlikte puta
tapanlara erişince, Resulullah ile çarpışmak için top­
lantı yaptılar. Onların bu hareketleri. Peygamber
(SA V)e erişti. Gidip onları gördü ve:"Kureyş'in sizi teh­
didi son dereceye vardı, ama onlar .size .sizin kendinize yap­
mak istediğiniz kötülüklerden dohafazlasını yapacak değil­
lerdir. Çünkü siz kendi evlat ve kardeşlerinizle çarpışmak
istiyorsunuzdur." dedi. Onlar Peygamber Aleyhisse-
lam'dan bunu duyunca dağıldılar. Bu haber Kureyş
kafirlerine ulaşınca, bu seferde onlar Bedir savaşııi-
dan sonra Yahudilere yazdılar:"Sizler silah ve kalelere
sahipsiniz. Ya adamımızı öldürürsünüz, yahut biz si­
zi şöyle şöyle yaparız. Kadınlarımızla aramıza bacak-
lanndaki balballardan başka bir şey girip engel ola­
maz. "Nadir oğulları yahudileri Peygamberimizin öl­
dürülmesini içeren mektubu alınca. Peygamberimizi
öldürmek için ittifak ve söz birliği eltiler. Peygamberi­
mize haber gönderdiler:"Bize ashabından otuz kişi
gönder! Bizden de otuz kişi ortaya çıksın. Münasip bir
yerde buluşalım. Senin söyleyeceklerini dinlesinler.
Eğer bilginlerimiz seni tasdik ve sana iman ederlerse,
biz de sana iman ederiz." (iediler. Yarın olunca Hz.
Peygamber ordusuyla üzerlerine yürüdü ve onlan
kuşatma altına aldı. Onlara şöyle dedi: "Vallahi bana
göre siz aramızda yaptığımız anlaşmaya riayet etmi­
yorsunuz. Ancak bana yeniden söz vermeniz gereki­
yor... "Onlar da buna yanaşmadılar. O gün öyle geçti.

200
Sonra ertesi gün Resulullah Benî Kureyza üzerine yü­
rüdü ve onları kendisiyle antlaşma yapmaya çağırdı.
Onlarda antlaşma yaptılar. Bunun üzerine Resulullah
onları bırakıp geri döndü, ve Beni Nadirüzerineyürü­
dü, sürgünü l^bul edinceye kadar onlarla çarpıştı.
Böylece Beni Nadir yahudileri yurtlannı terkettiler.
Ctevelerine yükleyebilecekleri kadar mal evlerinin ka­
pı ye kerestelerinden bir kısmını yükleyip taşıdılar...
İbn-i Şihab'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir Ba­
na Urvebin Zübeyr haber verdi. Dediki: Yahudi taife­
sinden olan Beni Nadir olayı Bedir savaşından altı ay
kadar sonra oldu. Onların evleri Medine'nin yakınla-
nndaydı. Resulullah onları kalelerinden ininceye ka­
dar kuşatma altına aldı. Silahlan hariç mal vediğer eş-
yalanndan bir devenin taşıyacağı kadannıalmalanna
izin verildi. Resulullah onlan ^ m bölgesine doğru
sürdü. Urve bin Zübeyr: Sürgün onlara Tevrat ayetle­
rinde yazılmıştı. Resulullah onlan kuşatmadan önce
sürgüne uğramayan yegane yahudi kabilesi onlardı.
"Hurma anaçlarından herhangi hir şeyi kesmeniz veya
kökleri üzerine bırakmanız hep Allah'ın izniyMir. Bu izin
yoldan çıkan fasıklan rezil etmek içindir."(H şr Suresi:5)
Ayette geçen "Liyne"kelimesi kaliteli hurma demek­
tir. Ebu Ubeyde, onun "acve" ve “bemi" denilen hurma
türünün dışında birtür olduğunu söyledi. Mü/essirle-
rin çoğu "Liyne"nin"acva"nın dışında hurma türlerin­
den olduğunu söylediler. İbn-i Cerirde: hurma çeşit­
lerinin tümüne "liyne" denildiğini i^de etmiştir. Bu
durum, Resulullah (SAVhn yahudilerin kalblerine
korku salmak ve onlann maneviyatlannı kırmak
maksadıyla hurmalannın kesilmesini emretmesi üze­
rine ortaya çıktı. Beni Kureyza yahudileri Resulul-
lah'a elçi gönderip şöyle haber saldılar Sen bozgun­
culuğu yasaklıyorsun? Sana ne oluyor ki ağaçlarm ke­
silmesini emrediyorsun? Bunun üzerine Cenab-ı Hak
bu ayet-i kerimeyi indirdi. Bu şu demekti: Hurmalar­
dan kestiğiniz ve ağaçlardan bıraktığınız her şey Al-

201
lah'm izni. Onun dilemesi, kudreti ve nzasıyladır. Bu
işte düşmanı yenilgiye uğratma, onlan rezil etme ve
burnunu yere sürtme vardır.
İmam Ahmed (naleyh) İbn-i Ömer (r.anhüma)
den şunu rivayet etmiştir "Resulullah (SAV) Beni Na­
dir yahudilerinin hurma ağaçlarım kesti ve yaktı. 6u-
hari'nin İbn-i Ömer'den yaptığı rivayetin lafzı da şöy­
le. İbn-i Ömer dediki: Beni Nadir ve Beni Kurayza (Re­
sulullah ile) savaştı. Bunun üzerine Beni Nadir Yahu-
dileri sürgün edildi. Kurayza itaat edip Resulullah'ın
lutfuna mazhar oldu. Sonunda Kurayza'da savaş açtı.
Erkekleri öldürdü ve esiredildi. Kadınlan ve mallan
müslümanlann arasında bölüşüldü. Ancak bazısı Re-
sülullah'a kabldı ve Resülullahta onlara eman verdi,
onlar da müslüman oldular. Böylece Medine yahudi­
lerinin tümü sürgün edildi..." (100)
Haşir suresinin ilk ayetlerinin tefsiriyle ilgili kay­
dedilenler bunlar. Bu ayetlerin tümü yahudiler hak­
kındadır. Ama ne varki gençler bunları, kendi toplu-
luklanna yön görüyorlar.
Resulullah (SAV)ın siyretinden ve Hulefa-i Raşi-
dinin tavsiyelerinden, kadınlan ve yaşlıları, aynca
kendilerini ibadete vermiş kimseleri öldürmenin caiz
olmadığı anlaşılmaktadır. Aynı şekilde ağaçlann k e
silmesi ve hayvanlann öldürülmesi (yemek için hariç)
de caiz değildir. Fakat Beni Kureyza, kalelerine sığı­
nınca ağaç kesme işi asla olmamıştır. Hele özellikle de
bu iyi hurmalan... Zaten ondan sonrada teslim olmuş­
lardır. Bu, zaten, savaş şartları içinde özel bir durum­
dur. Bu savaş hakkında bir hayli ileri geri konuşul­
muştur. Özelliklede müsteşrikler tarahndan epeyce
şeyler söylenmiştir. Bundan dolayı buraya Dr. İma-
düddin Halil'in söylediklerini kaydediyorum, ö şöyle
diyor: "Müslümanlarla Yahudiler arasında ilk çılan
çatışma. Bedir savaşının hemen ardından meydana

1Ü0. MUhUsar-ı İbni Kesir: 3/469.

202
gelen olaydır. Bedir savaşının neticesi-ki bunu hi<;
beklemiyorlardı-ile sarsılan yahudiler, müslümanla-
rın aleyhine bir takım sayiâlar yaymaya, Resülullah
ve dâvetçilerine karşı psikolojik savaş açmaya ve
müslümanlann aleyhine müşrikler adına casusluk
yapmaya başladılar. Çünkü müslümanlann Kureyşe
yönelik hareket ve düşünceleriyle ilgili tüm bilgileri
onlara taşıdılar. Nitekim Kureyş'tenaldıklan bir mek­
tup, onlan Resulullah'la savaşmaya tahrik etmişti. Bu­
nun üzerine de Resülallah'a karşı-taberinin rivayetine
göre-haset ve taşkınlık göstermeye başladılar ve: Sa­
vaşı iyi bilen kişilerle karşılaşmadı. Hele bir bizimle
karşılaşsaydı da, hiç kimsenin savaşına benzemeyen
bir savaşla yüzyüze gelirdi bizim yanımızda dediler.
Böylece de sözleşmeyi bozduklanra açıkladılar. Bü­
tün bu olup bitenlere karşılık Hz. Peygamber (SAV)
onları Beni Kaynuka çarşısında topladı ve; Ey Yahudi
Topluluğu Kureyşin başına gelen felaket gibi bir fela­
ketin de sizin başınıza gelmesinden dolayı Allah'tan
korku nvemüslümanolun. Sîzler benim Allah tarafın­
dan gönderilmiş bir peygamber olduğumu biliyorsu­
nuz. Bu konuyu kitabınız (Tevrat) da ve Allah’ın size
olan ahdinde buluyorsunuz." dedi.
Onlarda; Ey Muhammedi Sen bizi k^ndi kavmin
gibi mi görüyorsun? Savaş konusunda hiç bir bilgisi
olmayan kavminle karşılaşman seni aldatmasın. Sen
onlardan bir fırsat yakaladın. Vallahi, sen bizimle sa­
vaşacak olursan bizlerin ne gibi insanlar olduğunu
öğrenirsin." dediler.
Beni Kaynuka çarşısmda meydana gelen bir ob-
yın akabinde gerginlik iyicene arttı. Bir müslüman
arap kadım, satmak istediği bir eşyası ile birlikte Benî
Kaynuka çarşısına gelmişti. Orada bir kuyumcunun
yanına oturdu. O sırada yahudilerden birkaç kişi ona
doğru geldiler. Kadından yüzünü açmasını istediler.
Kadın da reddetti. Kuyumcu etrafına toplanan yahu-
dileri güldürmek için kadmın eteğini arkasına iliştir-

203
di. Kadın kalkınca edep yeri göründü. Yahudiler gü­
lüşmeye başladılar. Kadın feryad etti. O sırada oralar­
da bulunan müslüinanlardan birisi, kuyumcunun
üzerine atılıp, onu öldürdü. Yahudiler de toplanıp
müslümanı öldürdüler. Öldürülen müslümanın ailesi
de kendi taraftarlarından yardım istedi. Böylece on­
larla Benî Kaynuka yahudileri arasında düşmanlık
doğdu. Taberi'nin kaydettiği Zühri'ye ait bir rivayette
Cebrail (A.S.) Resulullah'a şu ayeti \v\d\rd\: "(Anlaşma
yaptığın) hir karnin hainlik yapmasından f ahdini bozma­
sından) korkarsan, .sende hak ve adaletle (onlarla yaptığın
ahdi) onların üzerine at. Çünkü Allah, hainleri sevmez."
(101) Cebrail (A.S.) ayeti okumayı bitirince Resulullah
(SAV); "Beni Kaynuka'dan endişeleniyorum" buyur­
du ve onlarla savaşmak üzere sefere çıktı. Durum ne
olursa olsun Beni Kaynuka yahudileri açıkça Resulul­
lah'a başkaldırdılar. Sözleriyle, davranışlarıyla ve sa­
vaş havası estirmeleriyle bunu ifade ediyorlardı. Hat­
ta Vakidi, Beni Kaynuka Yahudilerinin bir adamın
üzerine çullanıp öldürdüklerini ve böylece Resulul­
lah'a verdikleri sözü bozduklannı, savaş ilan edip, ka­
lelerine çekildiklerini kaydeder.
Bundan dolayı. Hicretin ikinci yılı şevval ayında,
Medine dahilinde bulunan kalelerini kuşatmak farz
oldu. Kuşatma on beş gece sürdü. Resulullah'ın, iste­
dikleri yere gitmek üzere verdiği sürgün karannı ka­
bul etmeleriyle kuşatma sona erdi..."002)
İbnü'lKayyım başka bir olay naklederrBeni Na-
dir'in komplosu ve kendileriyle Resulullah arasında
antlaşma bulunmasına rağmen Resulullah'ı öldürme
teşebbüsleri.. İbn ü'l-Kayyım derki: Bu olay Urve'nin
söylediğine göre. Bedir savaşından altı ay sonra oldu.
Sebebideşuydu; Resulullah (SAV) ashabından bir gu-
nıbla birlikteonlara gidip, Amr bin Ümeyye ed'Damri
tarafından öldürülen iki Kilabi'nin diyetini ödemede
lü t. HnTal Suresi: 48
1(12. Dr. İm m öddin llalutl -Dinsat Fi’s Siyrc S. 334

204
kend isine yardım etmelerini istemişti. Onlarda :01ur
Ya Ebe'l-Kasım! Sen hele bir otur, biz istediğin yardı­
mı yaparız, dediler. Sonra bir kısmı bir köşeye çekilip
birbirleriyle konuştular. Şeytan onları sapıklığa teş­
vik elti ve Resulullah'ı öldürmeyi planladılar ve ken­
di aralarında ıŞimdi hemen şu evin damına çıkarak,
onun üzerine bir kaya parçası bırakıp, ondan bizi
kurtaracak, rahata kavuşturacak kim var?" dediler.
İçlerinde en eşkiyası olan Amr bin Cahhaş:"Ben”dedi
Sellâm bin Mişken" onlara: Bunu yapmayınız. Valla­
hi bu kararlaştırdığınız şeyi o, vahiy yoluyla öğrenir.
Onunla aramızda bulunan antlaşmayı bozar." dedi.
Resulullah'a Rabbin'den hemen vahiy geldi. Bunun
üzerine aceleyle yerinden kalktı ve Medine'ye yönel­
di. Resululllah onlara: "Medine'den (gıkınız, burada be­
nimle birlikte artık oturamazsınız, .size on i’ün süre tanı­
dım." diye haber gönderdi, Yahudiler bir kaç gün için­
de yol hazırlığına başladıjar. Tam bu sırada münafık­
ların başı Abdullah bin Übeyy onlara: "Yurtlannızı
terketmeyiniz. Benimle birlikte kalelerinize girip, si­
zinle savaşacak ve sizin uğrunuzda ölecek bin kadar
adamım var. Kurayza yahudileri ile, yeminli doslla-
nnız Catafankabilesi de size yardım eder." diye ha­
ber gönderdi. Bundan dolayı onlarda kalelerineçeki-
lipek ve taşatmaya başladılar."(103)Neolursa olsun
yahudiler bu yaptıkları antlaşmayı bozacaktır. Eğer
onlar çıkıp gitselerdi, Resüluilah (SAV) onlann kale­
lerini kuşatmaya gerek görmez ve hurmalarının ke­
silmesine emir vermezdi. Artık bundan sonra onlann
Medine'den çıkanima zamanı gelmişti. Bununla be­
raber hurmalan kesme işi savaş durumu ile ilgili bir
konudur ve özel bir durumdur. Umumi dutuma ge­
lince; ağaçlar kesilmez. Gençlerin delil olarak getir­
dikleri şey, savaş durumu olsa kabul edilebilir. Fakat
onlar bunu umumileştirdiler. Bu ise kabul edile-
1(19. Salim llehcnsavci lil liûlm vc Kaaycıü Tcknril .MüslimS. 302 ZadUl
Mcad’den Naklen C 2 S. 70

20S
mez.
Tevrat'la yahudilerin savaşlarda hayvanlan öl­
dürdükleri, sakinleri iı;inde iken şehirleri ateşe ver­
dikleri, ağaçlan kestikleri, kuyuları kapatıklan, tarla-
lan yaktıktan ve su kaynaklannı kuruttuklan kayde-
, dildiğini belirtmek yerinde olur. Bu sayılanların tü­
münü T evrat kaydediyor ve ya kılıp yı kılan şehi rlerin
adlannı belirtiyor. Bu şehirlerin sayısı çoktur" Urey-
ha 'onlardan biri... Toplumun küfrüne delil olması
bakımından "emr-i bil'maruf ve nahyi amil münker'i
terketme konusuna gelince; Maide süresinde geçen
şu ilahi kelama bakmak gerekir" İsrail oğuUarından
inkar edenler. Davul'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle
lânetlenmişlerdi. Bu, hay kaldırmalarından ve a^ırı f>ime-
lerindendi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmu-
vorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi!" (Maide sure-
si:78,79)
Ayet-i kerime, başkaldırma ve düşm anlıklar se­
bebiyle yahudi kafirlerini lanetleme konusunda pek
açıktır, (^ünkü onlarbirbirlerinin yaptıklar fenalıkla­
ra engel olmuyorlardı. Bunun sebebiyle de Cenab-ı
Hakonlan tutup, Davut (a.s)un ve İsa (a.s)nın diliyle
lanetledi. Küfür tek başına yeterli olsaydı durum bu­
nu gerektirmezdi. Halbuki küfür bazan çirkin suçlar­
la beraber oluyor, bazı şeyler bunu gerektirmiyor.
Bütün kafirler aynı hal üzerinde değildirler.
Seçimlere katılma konusuna gelince, o konu mas­
lahatlar grubundandır. Bizse seçimi iyi yaparsak fay­
dalı olur, kötü yaparsak zararlı olur.
Seçimin şûra türlerinden biri olduğu inkar edile­
mez. Halbuki İslam şûrâ türünü sınırlamamıştır. Ta­
rihi örnekleri çoktur. Raşid halife Hz. Ömer (r.a) ba­
zan Sahabe-i kiramın ileri gelenleriyle istişare ederdi,
bazan da istişare edilen kişilerin dairesini genişletir­
di. Hatta onun gençlerle istişare ettiği dahi nakledil­
miştir. Bu imkan nisbetin de seçim düzenini kurmak
ve olumsuzluklari ortadan kaldırmak anlamına ge-

206
lir. Oda bir tek idarecinin arzusunun dışında hiç bir
kayda bağlı olmadan despot rejimlerden daha iyidir.
Bugün ümmetimizin karşılaşhğı bir çok olumsuzluk­
ların kaynağı, batılda değil hak konusunda ümmetin
görünüşü önemsemiyen ve tahakküm eden alim hü­
kümetlerdir.
İşaret etmem gereken önemli bir durum kaldı. O
da, seçimle felsefi olarak demokrasi arasındaki forkı
belirtmek. Seçim ile; despot ile tek yöneticinin azgın­
lığına karşı durmak mümkün oluyor. Ama felsefi an­
lamda demokrasi, bundan başka bir şeydir ve ondan
uzaktır. Seçimi reddeden kişinin onun yerine daha
faydalı bir şeyi önermesi gerekir. Yalnızca reddet­
mek, bozguncu, despot, zalim ve tek başına buyruk
olan bir yöneticinin işine yanyacaktır.

KAFİRİ TEKFİR ETMEYEN HERKES KAFİRDİR

Haricilerden söz edilirken, onların muhaliflerini


tekfir ettikleri ve ftıuhaliflerinin başında da H.z.Ali
(rainin geldiği daha önce geçmişti. Onlar Hz. Ali (r.a)
konuşurken sözünü kesiyorlar ve şöyle diyorlar-
dı:"Eğer sen hakemlerin fikrine katılırsan amelin bo­
şa çıkar." Fakat o, buna rağmen onları tekfir etmedi ve
şu sözüyle onlarla ilişkisini smırlandırdı:"Bizim üze­
rimizde üç hakkınız var: a-Allahin adını andığınız
mescidlere girmenize engel olmayız. b-Sizinle savaşı
başlatmayız. c-Biçimle elbirliği yaptığınız sürece ga­
nimetten sizi mahrum etmeyiz."
Bazıları onları küfürle nitelendirmek isteyince
şundan fazlasını söylem^i:(Onlan küfürle itham et-
meyiniz.)Tekfir dalgası İmam Ali (r.a)de kalmadı,
aksine ümmetin diğer fertlerini de içine aldı. Sonra
hariciler birbirini tekfir etme ve kanını helal görme
noktasına kadar gittiler. Sonunda yirmi fırkaya ka­
dar bölündüler.
Mühelleb bin Ebi Sufra gibi bazı dahiler konuyu

207
düşündüler. Sonunda onların saflannda bölünme
meydana getirdiler. Şeyhul İslam İbn-i Teymiyye’nin
İmam Ahmet bin Hanbel'in Cehmiyye fırkasına karşı
tutumu konusunda isabetli bir görüşü var. Şeyhülis­
lam şöyle diyor:"... Ahmed bin Hanbel, Cehmiyyenin
ileri gelenlerini, Cehmiyye fıkrasına mensup olduğu­
nu söyleyen herkesi ve bazı bidat görüşleri konusun­
da Cehmiyyeyi onaylayanları tekfir etmedi. Bilakis
kendi davalannın propogandasını yapan, insanlara
eziyet eden ve kendi düşüncelerini onaylamayan ki­
şileri şiddetle cezalandıran Cehmiyye fırkasına men­
sup kişilerin arkasında namaz kıldı. İmam Ahmet ve
emsali onları asla tekfir etmedi. Aksine onların
mü’min olduklarına ve arkalarında namaz kılınabile­
ceğine kani idiler. Merhum İmam Ahmed (ra)leyle
onların namazda imamlık yapabilecekleri ve onlarla
birlikte hac ve cihad yapılabileceği görüşünü taşıyor­
du. Cehmiyye'nin kafir olduğunu söyleyenlere katıl­
mıyordu. Halbuki, O, cehmiyyenin fikirlerini imkan
ölçüsünde reddediyor ve onlarla mücadele ediyor­
du..." (104)
Bu, fikirle, fikrin propogandasını yapan arasında­
ki ayırımda iyi bir prensiptir. Bazan bir müslüman
hatalı bir düşünceyi doğru zanneder. Bundan dolayı
fikir sahibine hücum edilir. İmam Ahmet bin Han-
bel'in cehnüyyemensuplarının şahıslanna değil taşı­
dıktan fikirlere şiddetle hücum ederken, yaptığı şey
budur. Çünkü insanın doğruya dönmesi Alaydır.
Onu tekfir etmeye gerek yoktur.
Bu hususa örnek teşkil eden konulardan biri de
şu: İmam Ahmed bin Hanbel namazı terk edenin küf­
regirdiği görüşündeydi. Çünkü bu konuda gelen ha-
berlermevcuttu. Bazı imamlar ona karşı çıkınca onla-
n tekfir etmedi; ama kendi fikrinden de vazgeçme-'
di.
HM. Ibni 1qfiniye cl-Httcva 7^07

206
Şu hadis ile hareket etmek belki mümkün olur"
Bir hakim ictihad eder ve içtihadında da hata ederse,
ona bir sevap vardır. İctihad edip isabet ederse iki se­
vap vardır. "Te’vil ve ictihad noktasında hüküm bu
olunca; sahibi hata etse de, isabet etse de sevap alır.
Hatalı bulunduğu hal üzere terkedilemez. Çünkü
onu doğruya götürecek ve ika edecek biri gerekir. Ba­
zı gençler tekfir fikrinin etkisinde kaldılar ve bazı ku­
rallar koyma yoluna gittiler. Nijerya'yı ziyaretim sı­
rasında müslüman bir kişiyle karşılaştım. Ondan
duyduğum ilk söz Ticani tarikatına mensup olanları
tekfir etme sözüydü. Ticanilik, Afrika'da yaygın olan
sofiyye cemaatlarından biridir. Onu engellemeye uğ­
raştığım vakit şöyle dedi: Onlar kafirdir. Kafire kafir
demeyen de kafirdir.
Salim Behensavi şöylediyor;"Esefveüzüntü veri­
ci meselelerden biri de tekfir arusunun şer'i naslar-
dan ve usul terimlerinden kurtulmak için başka ku­
rallar icad etmeye sebep olmasıdır. Maksatları bu ol­
sa da olmasa da bir kere şu hataya düşmüş oldular.
Bundan dolayı hiç kimse özürlü sayılmaz, dediler.
Allah’ın indirdiğinin dışındaki şeylerle yöneten bir
idarecinin tekfir edilmemesi delilsiz bir durumdur.
Veya delili zayıftır. Yönetilenin durumuna gelince;
Eğer o, bunu bilmiyorsa özürlü sayılmaz. İkinci ola­
cakta müslümanların yöneticileri küfre girdiğinden,
onlarla beraber halkta küfre girmiş olur. Çünkü halk
seçimlere katılıyor ve bilerek veya bilmeyerek cahi-
liyyet idaresine razı oluyorlar. Onlar bu kaide üzeri­
ne şunu kurdular: İslam ülkelerindeki bu halkın Al­
lah'a inandığını ve İslam ile kulluk ettiğini iddia eden
kişi kafir olmuştur. Çünkü kahrolan birkavmin ima­
nına tanıklık etmişHr. Yani kahri tekfir ctmemiş-
tir..."(105)
Gençlerin tekhr konusunda yaymaya çalıştığı bu
meseleler, üzerinde ittifak sağlanamamıştır: Bunun
lOS. Salim Hchcnsavi ci Hûkm vc Kaziyyciû Teknru'i MüıJtm Sh. 137

209
için Şevka'niye ait bir görüşü sunacağım. Bu konuda
yararlı olacağını zannediyorum. O şöyle diyor:
"Üçüncü kısım; tevil ile kafir ve-fasık olarak itham et­
me hakkındadır. Çünkü o ancak zan ifade eder. Tev’il
ile tekfir etme hakkında dört görüş vardır: a-Tevil ile
küfür olmaz b- Tevil sebebiyle kafir olur... Fakat ona
dünyada kafirlere uygulanan hükümler uygulan­
maz. c-Onlann işi, ahkam konusunda imama (devlet
reisine) kalmışhr, tasrih ileküfür gibidir. Tevil ile tek­
fir edilenlerin kimler olduğu hususunda ihtilaf edil­
miştir. Bu konuda dört görüş vardır:

1- Ehl-i kıble olanlar


2- Bir görüşe sahib olanlardır ki, dini bir delâlet
sebebiyle batıl olduğunu bildiği bir şüphe ile o görüş­
te hatalıdırlar. Halbuki hakikat bunun hilafınadır.
3- Bir şüphe sebebiyle yanlış kanaate sahib olan­
lar, Halbuki zahir bunun hilafındadır.
4- Resulullah (SAV)dan kafirolduğu hakkında ri­
vayet bulunanlar.
Bilki küfrün aslı, Allah Telâla'nın kitaplarından
bilinen bir şeyi veya peygamberlerinden birini ya da
onların getirdiklerinden bir hususu yalanlamakbr.
Bu yalanlanan konu, zarurab-ı diymyye olarak bili­
nen birşey ise, bunun küfür olduğunda ihtilafyoktur.
Bu yalanlama kimden zuhur ederse, o kafir olur. An­
cak bu kişi zorlanmamış ve akıl sağlığı bozulmamış,
bağımsız vemükellef olduğu takdirde böyledir. Her­
kes tarafından zaruıat-ı diyniyye olarak bilinen şey­
leri inkar eden ve te'vili mümWn olmayan konuda
tevil adı albnda gizlenen kişinin küfründe de aynı şe­
kilde ihblaf yoktur. Ateistlerin esma-i hüsnada,
Kur'an ahkamının tümünde, cennet,cehennem, kıya­
met ve dirilme gibi ahiretle ilgili hususlarda tevil
yapbklan gibi... Islamın beş rülmünü yerine getiren
kişinin, zarurat-ı diyniyye olarak bilinen şeylere mu­
halefet edip, tevil yapbgını ve ahvalinden onun tek-

210
zibi kasdetmediğini veya onun hakkında yanıldığı­
mızı öğrendiğim vakit; itikadı konuda fahiş hatasıyla
ve akli-nakli apaçık delillere muhalefetiyle beraber
ilahi kitaplara ve bütün peygamberlere inandığını ve
dindar olduğunu izhar edince tekfiri konusunda
problem çıkmıştır. Fakat bu kişi zındıklar mertebesi­
ne henüz ulaşmamıştır. Bu tür insanlar, muhakkik-
lerce "Cehmiyye" olarak bilinen halis "Cebriye"ciler
gibidir. Müşebbihe ve Mücessime de böyledir... İki
tefsire göre "Kaderiye" de böyledir. Eğer "kader" ilm-
i gaybile tefsir edilirse bunu yapanlar kaderi reddet­
miş olan kişilerdir. Çünkü onu inkar icmaile küfür­
dür. Eğer "cebr"i, kullardan iradeyi ve iktidan inkar
etmekle tefsir edilirse böyle düşünenler onu isbat
eden kişilerdir. İslam alimleri akide ve fikirlerinin
yanlış olduğu üzerinde ittifak etmekle beraber Mü­
şebbihe ve Cebriyecilerin küfrü konusunda ihtilaf et­
mişlerdir. (106)
Şevkani'nin müslüman halk tabakalarını tekfir
eden kişiler hakkında bir görüşü var. O şöyle diyor.
"Kelamcılann şartlanna göre kesin delil ile Allah'ı
bilmedikleri için müslüman halk tabakalannı kafir
sayma konusuna gelince; bu durum onlan tekfir ede­
nin küfrünü artınr. Çünkü halkın müslüman oldu­
ğuna hükmetmek, zaruratı diyniyye olarak bilinir.
Onlan tekfir etmek ise zaruratı diyniyyeyi inkar et­
mek olur. Kur'an-ı Kerim onlann müslümanlığının
sıhhatine delâlet etmektedir. Çünkü Cenab-ı Hak
şöyle buyuruyor" Bedeviler "inandık" dediler. Deki;
Siz iman etm ^iniz, ama "İslam olduk" deyin. Henüz
iman kalblerinize yerleşmedi...” (107)(Hücurat:U)
Ümmetin cumhurunun, yöneticiye sükut ettiğini
ileri sürerek veya zann-î bir delil've uzak bir tevil se­
bebiyle kişiyi tekfir etmediği için ümmeti tekfir et­
mek doğru olmadığı gibi kabul olilir bir şey de değil-
106. Şcvknıi la n ıl Hak Sh. 414
107. A.g.c. Sh. 434.

211
dir.Bu görüşü benimseyenler şen ve güvenilir bir da­
yanak bulamazlar. Hatta meşhur haberler tamamen
bunun aksinedir.

AMELSİZ İMAN OLMAZ


İSLAM ŞERİATIYLA AMEL ETMEYEN
KÜFRE GİRER

Kahire'de gençlerle konuşmam sırasında kendi


düşünceleri için bir kısım kurallar koyduklarına ka­
naat getirdim. Bir süre sonra kuralları kendileri koy-
duklannı unutmuş gibiydiler. Herkesin o kurallara
uymasını istiyorlardı. Onlara göre o kurallar herkes
tarafından kabul edilmiş kurallar oluvenniştir. Şu
sözleri de o kurallardan biridir:"Amelsiz iman ol­
maz. İslam şeriatıyla amel etmeyen kafirdir. Günah
işleyen kişinin hemen tevbe etmesi gerekir..."Kural
koymak-onlann bazısı sırf aklın ürünüdür-ve kural­
ları insanlar hakkında ve şeriat konusunda ölçü tain
etmek çok tehlikeli bir iştir. Bu gençler halkı tekfir et­
mek için herkes tarafından kabul edilmiş kurallar gi­
bi bu kaidelerden hareket ediyorlar.îmanın şehadet
kelimesini söylemekle meydana geldiği bilinen bir
gerçektir. Ama amellere gelince, onları terkeden kafir
olmaz. Fakat onların varlığıyla iman artar ve yoklu­
ğuyla da eksilir. Bu konuda Cenab-ı Hakk'ın şu sözü
gayet açıktır; "İmanlarına iman katsınlar diye
mü'minlerin kalbine iman indiren O'dur." (Fetih su­
resi: 4) Buhari’nin rivayet ettiği hadiste de şöyle buy-
rulmaktadır; "La İlahe İllallah deyip de kalbinde bir
arpa ağırlığınca hayır (yani iman) bulunan kimse ce­
hennemden çıkacaktır. La ilahe illallah deyip de kal­
binde bir zerre ağırlığınca hayır (iman) bulunan kim­
se cehennemden çıkacaktır." (108)
İnsanın cehennemden çıkması kafir olmayıp
müslüman olduğu anlamına gelir. Çünkü kafir ebedi
.108. Ruhari Kürubûl İman

212
olarak cehennemde kalır.
Bu konuda Muaz hadisi apaçıktır. "Kalbinden
inanarak Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed
Allah'ın Rasulüdür diye şehadet getiren hiçbir kişi
yoktur ki, Allah ona cehennemi haram kılmasın.
Muaz: Ya Rasulullah! Bunu insanlara haber vere­
yim mi? Onlar da müjdelensinler... diye sordu. Rasu­
lullah (sav): "Hayır! (!>nlann güvenip taatı terketme-
lerinden korkuyorum." dedi.
Rasulullah (say)in hayatını ve sünnetini gözden
geçiren kişi onun İslam’ın emirlerinde kusurlu dav­
randığı veya günah işlediği için hiçbir kimsenin müs-
lümanlığını reddetmediğini görecektir. Ne var ki,
kendisini dinden çıkaracak bir şey yaptığı vakit onun
mürtedliğine hükmederdi. Bu konuda Mikdad hadi­
si gayet açıktır. Usame hadisi de aynı şekildedir. Şey­
hülislam Ibn T eymiye'den mü'min kulun masiyet se­
bebiyle küfre girip girmediği konusu soruldu. O da
şöyle cevap verdi: "Kişi sadece günah sebebiyle tekfir
edilemez. Zira ki tap, sünnet veicma ile sabittir ki, ev­
lenmemiş zani öldürülmez, celd (sopa) edilir. İçki
içen de, iftira eden de celdedilir. Hırsızın eli kesilir.
Bu sayılanlar ka fir olsalardı elbette mürted olurlar ve
öldürülmeleri gerekirdi. Bu isekitap,sünnet veicma-
ya muhalefettir." (109)
İbn Teymiye başka bir yerde de şöyle diyor
"...Bundan dolayı selef uleması itikadla ilgili kitapla-
nnda: Biz herhangi bir günah sebebiyle kıble ehlin­
den birini tekfir ^em ey iz. Yine herhangi bir kişiyi bir
ameli sebebiyle İslam'dan çıkarmayız." (110) Buhari,
Müslim ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri meşhur Ebu
Zer hadisinde Rasulullah (sa v) şöyle buyurmaktadır:
"Bana Cebrail (as) gelip, ümmetimden hiçbir şeyi Allah'a
ortak koşmayarak vrfat eden kişinin cennete gireceğini
müjdeledi. Ebu Z er "Zina etse de ve hırsızlık etse de
mi?" diye sordum. Rasulullah: "Zina etse de ve hırsızlık
etse de" diye buyurdu. Ben yine: "Zina etsedemi? Hır-
1()9. tbni 1 cymiyc I ^ vb Hindiye 4/307
110. A.g.c. 4/571
sızlıkelsedetni?" diye sordum. O: "Zinaetsede,hırsılık
etse de." buyurdu. Sonra dördüncü tekrarda: "Ebu
Zerr’in burnu yerde sürünmesine rağmen de..."
buyurdu.
Bu hususta akli ve nakli deliller çoktur. O halde
gençler bu fikirleri nereden aldılar?
Bu sorunun cevabını İbn Teymiye şöyle diyerek
veriyor: "Hariciler, insanlarya kafir veya mü'mindir;
mü'min farzların tümünü yapan, haramların tümün­
den kaçan kişidir; böyle olmayan kişi kafirdir ve ebe­
di olarak cehennemde kalacaktır, dediler. Sonra ken­
di görüşlerine karşı çıkanları tekfir ettiler. Hz. Os­
man, Ali ve bu ikisi gibiler, Allah'ın indirdiğinin dı-
şmdakilerle hükmettiler ve zulmettiler. Bundan do­
layı da kafir oldular., şeklinde söylediler.
Bu kişilerin -yani haricilerin- mezhebi, Kitab ve
Sünnetten birçok delil ile batıldır." (111)
Genellikle bu konudaki hadislerin zahiri küfür
ifade eder. Fakat bu küfür dinden çıkaran küfür (rid-
de) şeklinde değildir. Çünkü bu amellerin sahipleri­
nin mü'min olduğunu isbat eden diğer naslarda bu­
lunmaktadır. Bundan dolayı bu örneklere "ameli kü­
für" denilmektedir. Buna göre Mevdudi ve Seyyid
kutub "Küfür vecahiliyef'ten bahsederlerken onların
sözlerini, "ameli küfür" ve masiyetlerin "cahiliyeti"
şeklinde yorumlamak mümkündür. Sahabe-i kiram­
dan Osman b. Mazun'un içkinin haramlığını kabul
etmemiş olsaydı, kendisine ridde (dinden dönme)
hükmü uygulanacaktı. Fakat o içkinin haramlığını
kabul etti ve kırbaçlandı. Günah işlemekle itikadi kü­
für arasındaki fark budur. Bir kimse haramlığı üze­
rinde ittifak hasıl olan bir şeyin helallığına inansa, o
kafirolur. Kimde haramlığına inanarakbir günahı iş­
lese o müslümandır ama günahkardır, ona ceza gere­
kir.
Tevbe konusuna ve tevbenin ne vakit kabul edil­
diğine gelince bu daha önce geçmişti. Ben burada tev-
111. A.g.c. 7/482

214
benin ”en yakın zaman" da yapılmasını şart koşan
gençlerin şüphesini ortaya koymakla yetineceğim.
Bu şartlarının delilini onlara sorduğum vakit, dediler
ki. Nisa suresinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Al­
lah'ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük
edip de sonra "tez elden" tevbe edenlerin tevbesidir.
İşte Allah bunlann tevbesini kabul eder: Allah her şe­
yi bilendir, hikmet sahibidir." (Nisa suresi: 17)
Ayet, tevbenin "tez elden" yapılmasının farziyeti
konusunda gayet açıktır. Tevbe etmemiş veya uzun
bir süre sonra tevbe etmiş kişinin bu tevbesinin bir
kıymeti yoktur, o kafirdir. Çünkü gençlere göre bü­
tün yollar Roma'ya çıkar! Ayet bu mevzuda tek başı­
na olsaydı elbette ki bu tür bir hükme varılabilirdi.
Ne var ki, aynı konuda varid olan hadis-i şeriflerde
çoktur. Bu hadisler mananın daha iyi anlaşılmasında
ayetlere yardım ederler:
1- Tirmizi'nin İbn Ömer’den rivayet etliği hadis
şöyle: "Şüphesiz Allah (cc) kulunun tevbesini can çe­
kiştirmedikçe kabul eder." yani ölüm komasına gir­
medikçe...
2- Müslim, Rasulullah (sav) in şöyle buyurduğu­
nu rivayet eder: Güneş batıdan doğmadan önce kim
tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder."
3- Müslim'in Ebu Musa'dan rivayet ettiği hadis:
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Aziz ve Gelil olan
Allah gündüz kötü harekette bulunanların tövbeleri­
ni kabul etmek için geceleyin elini uzatır. Gece günah
işleyenlerin tevbelerini kabul etmek için de gündü­
zün elini uzatır. Ve bu güneşin ba tıdan doğuşu zama­
nına kadar devam eder.”
Bu hadis-i şerifler, insanın ölüm münasebetiyle
can çekiştirmedikçe veya kıyamet alametleri ortaya
çıkmadıkça -ki onlardan biri de güneşin batıdan doğ­
masıdır- tevbenin kabul edileceğini ifade ederler.
Bunlann zuhurundan önce kim tevbe ederse, Al­
lah onun tevbesini kabul eder. Eğer kişi ölüm üzere

215
olur ve can çekişirse veya kıyamet alametleri zuhur
ederse, tevbesinin kendisine bir yaran dokunmaya­
caktır.
Bilakis Nisa suresindeki şu ayet şöyledir: "Yoksa
kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm ge­
lip çatınca "-Ben şimdi tevbe ettim diyen ve kafir ola­
rak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur..." (Nisa
suresi: 18). Bu ayet, hadislerde ifade edileni destekli­
yor. Gençler bu anlayışa nereden vardılar acaba? Na­
diren de olsa Haridler'in daha önce söyledikleri yeni­
den gündeme geliyor.
Bu konunun bir kısmı "Hükümleri doğrudan
Kur'an'dan almaya çalışma" başlığıyla verilen konuda
geçmişti. Burada tekrarlamaya gerek yoktur.

216
• IV . B ölü m :

KÜFÜRDEN KURTULMA

Gençler küfrün kaynaklannı araştırdılar -onları


daha da genişlettiklerine şahidim- ve sefer küfür­
den çıkma dönemi geldi. Ben hemen söylemeliyim ki
o kaynakların en garabetidir. Gençler kendilerine ve
başkalarına şunları vacip kıldılar:
a- Kendi cemaatlarına katılmak ve başkanma
bey'at etmek.
b- İslami cemaatlerin birden fazla olmaması.
c- Kafir toplumdan hicret etmek.

KÜFÜRDEN ÇIKMA
Bu gençlerin işkence, öldürme, ezilmiş halkm sus­
k u n lu ^ , bir de yönetimin bu gençleri cezalandırma
ve öldürme konusunda istekli olması gibi hususlarla
karşılaşmalannm sonucu bu gençler şöyle bir kanaata
vardılar Bu darboğazdan ancak kendi cemaatlerine

217
sarılmakla (;ıkabilirler. Ebu'l-Hayr bu konuda şöyle
diyor: "Biz ilk günden beri şu fer’i konularda onunla -
Tekfircemaatının sorumlusu Şükrü'yü kastediyor- ih­
tilafa düştük:
a- Küfür hicri dördüncü asırdan itibaren tarih bo­
yunca sürüp gelmiştir,
b- Bu cemaat yeryüzündeki müslümanlar için ye­
gane cemaattir.
Daha önce Hariciler’in düştüğü gibi bu gençler de
aynı hataya düşmüş ve birbirlerini tekfir etme yoluna
gitmişler ve herkes de onlara cephe almıştır. Bu konu­
daki delilleri şunlar:
1- Buhari'nin Kitabu'l Fiten'de rivayet ettiği hadis:
"....Kim cemaatten ayrılmış olarak ölürse, o kişi cahili-
yet ölümü üzere ölmüştür." (112)
2- Taberani ve İbn Huzayme'nin rivayet ettiği ha­
dis: "Kim cemaatten bir kanş kadar ay nlırsa, İslam ba­
ğını boynundan çıkarmış olur. Ne var ki, geri dönmesi
hariç."
Buhari'nin rivayet ettiği birinci hadisi, Müslim ba­
zı kapalılıklarını açmak suretiyle şöyle rivayet etmiş­
tin "Kim, itaatten çıkar, cemaatten aynlır ve ölürse ca-
hiliyet ölümü üzerine ölür. Her kim akıbetinin hayır
ve şer olduğu belli olmayan bir dava uğruıida körü
körüne açılmış bir sancak altında savaşır, sırf soyu için
öfkelenir, yahut sırf soy sop davasına çağırır yahut ku­
ru bir kavmiyetçilik içip yardım eder ve bu yolda öl­
dürülürse, işte böy leşinin ölümü tam bir cahiliyet ölü­
müdür." (Müslim)
Burada cemaatten kastedilen kimlerdir?
En açık ve en doğru görüş, o cemaatin müslüman-
lann topluluğu olduğudur. Bu, İbn m esudün görüşü-

1İZ Hbul Hayr -ÎCiIeriyiü Maccmaai'U Müılimin

218
dür. Bu görüşünü de şu hadise dayandırmaktadır.
"Allah'tan başka ibadete layık ilah bulunmadığına ve
benim de Allah’ın Peygamberi olduğuma şehadet
eden Müslüman kişininkanı helal olmaz, ancak şu üç
durumdan birisiyle helal olur;
1- Öldürülenin hayatına karşılık öldürülmesi gere­
ken katil,
2- Zina eden dul,
3- İslam camiasını bırakıp dininden ayrılan mür-
ted." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Halife Hz. Osman (ra) ihtilalciler tarafından öldü­
rülmekle tehdit edilince, Rasulullah'ın minberi üze­
rinde bu hadisi okumuştu, bu hadis cemaatten aynl-
manın dini terketmek olduğu şeklindeki yorumuyla
meşhur olmuştur. Dinini terkeden kişi de kafir, mür-
teddir. Burada sözkonusu olan cemaat şüphesiz müs-
lümanlann cemaatidir.
Fakat ulemadan şunu da diyen vardır; Buhari "ha-
dis' indeki cemaat sapıklık üzerebirleşmeyensahabe-
i kiramın cemaatıdır. Kim onlardan ayrılırsa cemaat­
ten ayrılmış olur. Bu söz aynı zamanda Zahid Halife
Ömer b. Abdülaziz'e nisbet edilmiştir.
Ulemadan onlann müctehid imamlar cemaati ol­
duğunu söyleyenlerde vardır. Kim onlara karşı çıkar
ve söylediklerinin tümünü terkederse, helak olmuş­
tur. Bu da Abdullah b. el-Mübarek'in görüşüdür.
Bazı insanlar bu topluluğun imam (devlet reisi) ve
jehl-i hail ve'l-akd cemaatı olduğuna kail olmuşlar­
dır.
Bu görüş İbn abbas'tan gelen hadisi desteklemek­
tedir. İbn Abbas, Rasululluh(sav)in şöyle buyurduğu­
nu rivayet eder; "Künidarecisinden(zuhureden)hirhare­
ketifena görürse, sabretsin. Çünkü devietbofkanına itaat­
ten bir karış uzaklaşan kişi cahiiiyet ölümü üzerine ölmüş
olur."
219
Hemen söylemeliyim ki, bu hadis İslam'ı kabul et­
miş müslüman yönetici hakkındadır. Her zalim ve ka­
fir idareci hakkında değildir. Her halükarda cemaat
cesur gençlerin anladığı cemaatdeğildir. Özellikle biz
bir tek cemaat değil müteaddit cemaatleri görüyo­
ruz...
İdareciye karşı ayaklanmaya gelince idareci müs­
lüman da olsa bunu yapan kafir olmaz.
Şayet kafir olsaydı mü'minlerin annesi Hz. Ai-
şe'nin, Hz. Talha'nın, Zübeyr'in ve onlarla birlikte
olan diğer şahısların Hz. Muaviye ve kendisiyle bir­
likte savaşanlann Haricilerin kafir olduklarını söyle­
mek gerekirdi. Halbuki Hz. İmam Ali (ra) bu görüşte
değildi.
Hz. Ali (ra), Haricilere şöyle dedi: "Biz sizinle sa­
vaşa girişmeyiz. Mescidlerde Allah'ın ismini anmanı­
za mani olmayız. Bizimle el birliği yaptığınız sürece
ganimetteki payınıza engel olmayız.
Bilakis onun kendi ordusundan ve düşmanların­
dan öldürülenleri toplayıp hepsinin üzerine cenaze
namazı kıldığı, onlara mağfiret taleb ettiği ve onları
defnettiği nakledilmiştir.
Hak imama karşı ayaklanan herkes kafir olsaydı,
asilerin hükmü ne olurdu? Kafir olmaları gerekirdi.
Halbuki müslümanlarmürtedlerle asilerin arasını
ayırıyorlar. Buna göre günahkar müslüman, mürted
ise kafirdir. Cenalvı Hak günahkar hakkında şöyle
buyuruyor: "Eğer mü'minlerden iki taife hirhirleriyle sa­
vaşırlarsa..." (Hucurat suresi: 9) Hakimle beraber ce­
maat ve diğer karşıt grub sözkonusu. Allah her iki ta­
rafın da mü'min olduğuna hükmetmiştir.
Eğer imam'a karşı olan herkes kafir olsaydı,
mü'minlerin annesi Hz. Aışe ve ordusundakilerden
Hz. Talha ve Zübeyr; Muaviye ve ordusundakilerden

220
iman giderdi. Aksine bunu şehidlerin başında ilan et­
mek, Hz. Ali’nin işine de yarardı. Çünkü bu durum
kendi idaresini güçlendirirdi. YineSa’d b. Ebi Vakkas,
Abdullah b. Ömer, Ebu said el-Hudri gibileri Hz. Ali
ve cemaatine katılmayı geciktirmezlerdi.
Şevkani diyor ki: "Cahiliyet ölümü calıiliye halkı­
na teşbih yapılmıştır, zira onların imam'ı yoktu, bura­
da kasdedilen şey kafir olarak ölmek değil, günahkar
olarak ölmektir. Ayrıca şunu da ekliyor Cahiliyet ile
kasdedilen şey hüküm değil durum tesbitidir." (113)
Malumdur ki Cahiliye döneminde Araplar bir
emire baş eğmeyi ayıp sayarlardı yine Araplar, Hz.
Ebu Bekir(ra)e karşı ayaklandıkları vakit şunu ileri
sürdüler: Biz Rasulullah'a boyun eğdik, Ebu Bekir'e
niçin boyun eğelim?
Son olarak, cemaate katılma, imanın şartlarından
olsaydı, Rasulullah'ın kendisine soru soran adama şu
cevabı vermesi uygun olmazdı. Adam, Rasulullah'a:
"İnsanların en faziletlisi kimdir?" diye sordu. O da:
Malıyla canıyla Allah yolunda cihad eden mü'min, di­
ye buy urdu. Adam tekrar: Ondan sonra kim? diyesor-
du. O da: Bir yere konup rabbine ibadet eden İrişidir,
buyurdu. Bu hadis müttefekün aleyhtir.
Cemaate uymak imandan sayılsaydı, Rasulullah
(sav) bir köşeye çekilmeye nasıl izin verirdi. Bu gün
müslümanlar bir milyarci varında. Onlar hangi cema­
ate uyuyorlar? Aksine onların tümünü hangi cemaat
bir araya getirebilir?

BEY'AT MESELESİ
Gençlerin kendi başkanlanna bey'at etmenin va­
cip olduğu fikrine vardıklan daha önce geçmişti. On-

1] 13. Şcflcani N^liiJ Jlvlar: 7/194

221
1ar şu hadisin zahirini delil olarak göstermişlerdir:
"Boynunda, emirine bey'atı bulunmadığı halde ölen
kişi cahiliyet ölümü üzere ölmüştür." İslam'da birden
fazla bey'at yapıldığı bilindiğine göre, bu hadis ile
hangisi kastedilmiştir acaba? Örnek olarak İslam üze­
rine bey'at -ki en meşhurlarıdır; hicret üzerine bey'at,
duyup itaat etmek üzerine bey'at, Cihad ve rasulul-
lah'ı savunma üerine yapılan bey'at ve diğerlerini ve­
rebiliriz. Hadis kitaplarında bu tür rivayetler boldur.
İlk bey'at İslam üzerine yapılan bey'attır. Rasulullah
(sav) insanlan İslam'a davet ediyordu. Kabul eden ki­
şi İslam üzerine bey'at ediyordu. Sa habe-i kiram böyle
yapıyordu. İslam üzerine bey'atla ilgili bazı örnek­
ler;
1- Buhari ve Müslim'in Müşaci b. Mesu'ud'dan
tahric ettiği hadis. Müşaci b. mes'ud şöylededi: Ben ve
kardeşim Rasulullah'ın huzuruna geldik. Dedim ki
biz hicret etmek üzere bey'at yapacaktık. Bunun üze­
rine Rasulullah: Artık hicret (in hükmü fetihten önce)
hicret edenlereait olarak geçti. Neye bey'at edelim, de­
dim. Buyurdu ki: İslam'a girmeye ve cihada.
2- Ebu'l-Esved'den rivayet edilmiştir. O dedi ki
Mekke'nin Fethi günü Rasulullah'ı Kam'da (dağın te­
pesinde) otururkra gördüm. İnsanlarda İslam ve şe-
hadet üzerine bey'at ediyorlardı. İbnu'l Esved diyor ki
Şehadet nedir? diye sordum. Buyurdu ki: Onların Al­
lah'a iman üzerebey'at etmeleridir. Şehadet: Allah'tan
başka ilah yoktur, Muhammed onun kulu ve elçisidir,
demektir.
3- Buhari'nin tahric ettiği Cerir b. Abdullah hadisi.
O dedi ki; "...Ben şu elimle İslam üzerine bey'at ettim.
(Rasulullah) bana her mûslümana öğüt vermeyi şart
koştu."
KADINLAR BEVATI

İslam'ın ilk döneminde, İdamın emir ve nehiyleri üzeri­


ne bey'at etmek vardı. Buna "kadınlar bey'aü" adı verilmiş­
tir. Fakat o bey'at kadınlara mahsus kıluunayıp aym zaman­
da erkeklere de mahsustur. Fakat Sahabe-i Kiram ona bu adı
vermişti. Bazı örnekler;
1- Cerir b. Abdullah rivayet etmiştir kadınlarm bey'at
ettiği gibi RasuluUah'a bey'at ettik. Kim verdiği sözü tutarak
vefat ederse, cennet onun için garantidir. Bizden kim bir şey
işler ve onu gizlerse hesabı Allah’a aittir. Bunu Taberani ri­
vayet etmiştir, "kim verdiği bey'at sözünü tutarsa, onun için
cennet olduğu gayet açıktır, kim de bunu hitmaz ise işi Al­
lah'a kalmıştır. O kişi kusurlu ve günahkardır, ama kafir de­
ğildir. (114)
2- Selma bint-i Kays -RasuluUah'ın teyzesi- dan rivayet
edilmiştir. Dedi ki: Ensardan bir grup kadınla birlikle Rasu-
lullah (sav)in huzunına bey'at etmeye geldik. RasuluUah da
bize: Hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmamamızı, hırsızlık yap­
mamamızı, zina etmememizi, çocuklanmuı Oldünneme-
mizi, kimseye iftira atmamamızı, dini emirlerde kendisine
karşı gelmememizi İnze şart koştu. Aynca: Sakm kocalan-
luza hıyanet etmeyin buyurdu. Sdma binti Kays dedi ki:
Bunun üzerine biz de ona bey'at edip söz verdik. Soma dö­
nüp gittik. Ben kadınlardan birine: Geri dön ve Peygamber'e
"kocalannuza hıyanet nedir?" diye sor, dedim. Kadm da he­
men sordu. O da: "Kocanızm mahm ahp onu başkasına yar­
dım olarak verirsiniz." buyurdu. Bu hadisi İbn Neccar ve
Taberani tahric etti. Rasulullah'm şart koştuğu bu kurallan
tutmayan kişi günahkar olmuştur ve hesabı Allah'a aittir.
3- Ubade b. samit'in şöyle dediği rivayet edilmiştir Biz
birinci Akabe'de onbir kişiydik. Rasulullah (sav)e, cihad

114. Sıhih-1 MDılim

223
farz kılınmadan önce kadınlar bey'atı gibi bey'at ettik. Kim
bey'atta verdiği sözü tutarsa onun için cennet vardır. Kim de
bir şeyi gizlerse onun işi Allah'a aittir. Dilerse azab eder, di­
lerse bağışlar." Bu hadis müttefekün aleyhtir.

CİHAD VE ÖLÜM ÜZERİNE BEY'AT


Siret kitaplanm okuyan kişi, Rasulullah (sav)in bazan
savaşa girmeden önce cihad üzerine bey'atı yenilediğini bu­
lacaktır. Nitekim müslümanlann tümünün savaşa kaulma-
dıklan da akla geliyor. Her savaşta ileri gelen sahabilerden
bazdan savaşa kanimamıştır. Geri kalaıüann çoğu müna­
fıklardır. Bununla beraber ne Rasulullah (sav) ve ne de Sa­
habe-! Kiram onlann küfrüne hükmetmedi.
Beşir b. el-Hassasiye rivayet ederek demiştir ki: Bey'at
etmek için Rasulullah (sav)in huzuruna gelerek: " Ya Rasu­
lullah, benimle ne üzerine sözleşirsin? dedim. Rasulullah
(sav), elini uzatıp, "Allah'tan başka ilah olmadığına, onun
hiçbir ortağı bulunmadığına, Muhammed'in onun kulu ve
Rasulü olduğuna, şehadet edersin beş vakit namazı vaktin­
de kılaısın, farz olan zekatı verirsin, ramazan orucunu tutar-
sm, kabe'yi haccedip, Allah yolunda cihad edersin buyur­
du.
Dedim ki: Ya Rasulullah! Hepsine gücüm yeter; ancak
ikisi hariç. Onlara gücüm yetmez: Birisi cihad, diğeri sada­
ka (zekat). Vallahi benim yalnızca on devem var. Onlar aile­
nin süt kaynağıdır. Cihada gelince, ben koıkak bir adamım.
Geri dönüp kaçanın Allah'ın gazabı ile döndüğünü iddia
ediyorlar. Eğer savaş çıkarsa, nefsime uyup Allah'm gazabı
ile geri döneceğimden korkuyorum, bunun üzerine Rasulul­
lah (sav) onun elini tutup hareket ettirdi. Sonra şöyle buyur­
du: Ey Beşir! zekat ta yok, cihad da yok. Peki ne Ue cennete
girersin? Ben de: Ya Rasulullah! Uzat eliıü sana bey'at ede­
yim. dedim. Elini uzattı, ben de saydıklaımın tümü üzerine
ona bey'at ettim." Bu hadisi Taberani, Ebu Nuaym ve Bey-

224
haki tahric etti.
Akla gelen şu ki, adam müslüman olmak için gelmiş.
Bunun için de RasuluUah (sav) ona İslam’ın farzlanm arzet-
mişür. Adam da zekat ve cihadm bunlardan haıiç tutulması­
nı şart koşmuştur. Bundan dolayı da RasuluUah onunla
bey'atieşmemiştir. Şayet onunla bey'atlaşsaydı elbette ki
bey'at edenin dilediğini şart koşması sünnet olacaktı. Böy-
lece de farzlar birer birer düşerdi.
Fakat bu ve diğer sahabiler cihad etmemiş veya zekat
vermemiş olsaydı, kafir olurlar mıydı?
Bu ümmetin eski ve yeni alimlerinden hiçbirinin, bu gi­
bilerin kafir olduklarım söylediğini bilmiyonız.
Yezid b. Ubeyd, Seleme b. el-Ekva'dan şöyle dediğini
rivayet eder Hz. Peygambeı'e bey'at edip sonra hurma ağa-
cımn dibine döndüm. İnsanlar ortadan çekilince, Rasulul-
lah: "Ey İbnUl-Ekva! Bey’at etmiyor musun." dedi. Ben de
bey’at ettim ey AUah'm rasultt." dedim. Bu sefer Hz. pey­
gamber (sav) yine: "Bey'at et!" diye buyurunca ben ikinci
kez ona bey'at ettim.
Ravi: Ey Ebu Müslim! O gün ne üzerine bey'at ediyor­
dunuz? diye soldum dedi. O da: Ölünceye kadar savaşmak
üzere, dedi. Bu hadisi Buhaıi, Müslim, Tirmizi ve Nesei
tahric etti.
Acaba bütün müslümanlar ölünceye kadar savaşmak
üzere bey'at ettiler mi? Ömdc olarak hastalar, körier bey'at
etti mi? Bey'at etmeyenler tekfir edildi mi? Edildi ise bunun
delili nedii?
HİCRET ETMEK ÜZERE BEY'AT ETME

Hz. Peygamber (sav)in Medine'ye hicretinden önce ve


sonra Müslümanlar oraya hicret ediyorlardı. Fakat bazılan
da Meidte'de kalmışn. Bu kalma işi ya engelleme sureünde
oluyordu veya başka tnr şeyle. Nitekim Kuıeyş Ümmü sele-
me'ye böyle yapmıştı. Kuıeyş kendisini ve çocuğunu hicret-

225
ten alıkoyarken, kocasına izin vermişti. Mekke halkından
müslümanlığını gizleyenlerde vardı. "Evs" ve diğer kabile­
lerde olduğu gibi bazı kabilelerde İslam yayılmışu. Bunlar
ve benzerleri hicret etmemişlerdi, bazı kabilelerde kendile­
rine İslam’ı öğretecek ve onlara öğüt verecek muallimler is­
temek maksadıyla Rasulullah'a heyet göndermişlerdi. Hiç
kimse hicretin İslam’ın şartlarından olduğunu söylemedi.
Müslümanlığı seçen bu kabileler müslümanlarla aralannda
anlaşma bulunan bir kabileye karşı yardım isteseler bu is­
tekleri gerçekleştirilmezdi. Haris b. ziyad es-Saidi’den nak­
ledilmiştir; Haris dedi ki; Hendek günü, insanlarla hicret et­
mek üzere bey’atlaşırken karşılaştım. Biz onlann bey’ata
çağnidıklanm zannettik. Ben; ”Ya rasulullah! Bu kişi hicret
etmek üzere bey'at etti” dedim. O da; ”Bu kim” diye buyur­
du. Ben de; ”Bu kişi amcamın oğlu hut veya yezid b. Hut"
dedim. Bunun üzerine; ”İnsanlar size hicret ediyorlar, siz
onlara hicret etmiyor musunuz..." buyurdu. Bu hadisi Buha-
li, Ebu Avane, Ebu Nuaym ve Taberani tahric etti. Muhacir
müslümanlann büyük ekseriyeti ve diğerleri Hendek günü
Medine'de idiler, bunurüa beraber Ensar hariç Rasulullah
(sav) onlarla hicret üzerine bey'atlaşmışD. bu durum otdann
daha önce bey'at etmemiş olduklan anlamına mı gelir, yok­
sa yalnızca bir bey'at yenilemesi mi? Bu konuyu Ebu Hü-
reyre (ra)nin rivayet ettiği bir hadisle bitiriyorum; Ebu Hü-
leyre şöyle dedi; Abs ogullanndan üç grup Rasulullah'a gel­
di. biri şöyle dedi; Kunalanmız (Kur*an öğreticilerimiz) bi­
ze gelip, hicret etmeyen kişinin müslfimanlıgı yoktur. Hal­
buki bizim mallanmız ve sürülerimiz var. Onlar geçim kay-
nağunız. Eğer hicret etmeyenin müslümanlığı yoksa biz on­
ları satalım ve hicret edelim." Bunun üzerine Rasulullah
(sav): "Nerde olursanız olun Allah'tan korkun. Allah amel­
lerinizden hiçbir şeyi boşa çıkarmayacakur..." (1 İS)

DİNLEMEK VE İTAAT ETMEK ÜZERE BEY'AT

226
Bu konunun birçok defa tekrarlandığı ortadadır. Arap-
1ar bir başkanın emiılerini dinlemek ve itaat etmek üzere bir
araya gelmemişlerdi. Belki de dinleyip itaat etmeyi büyük
bir ayıp görüyorlardı. İbn Ömer (ra) dan şöyle dediği rivayet
edilmiştir: Biz emirlerini dinleyip itaat etmek üzere Rasu-
lullah (sav)e bey'at ettiğimiz vakit bize: "Gücünüz yettiği
kadanyla" derdi. (116) Bu hadis, müttefekün aleyhtir. Uba-
de b. samit'ten şöyle dedi^ rivayet edilmiştir.: Biz, Rasulul-
lah'a zorlukta, kolaylıkta, neşede ve kederde, başkalannm
bizim üzerimize tercih edilmesi hallerinde dinlemek, itaat
eylemek, emaret sahibi olan kimselerle emirlik hususunda
niza'laşmamak, her nerede bulunursak bulunalım, muhak­
kak hakkı söylemek, Allah yolundan hiçbir kimsenin levm
ve kötülemesinden korkmamak üzere bey'at edip söz ver­
dik. Rasulullah bir de şunu ilave etmiştir. Ancak emir sahi­
binde açık bir küfür görmeniz müstesnadır ki bu halde onun
küfrü hakkında yanınızda Allah'ın kitabmdan kuvvetli bir
deliliniz olmalıdır. (117)
Halifelere bey'at da yukarda geçtiği gibiydi. Fakat sa­
habe-! kiramın ileri gelenlerinden bircemaaün Hz. Ebu be-
kir ve Hz. Ali'ye bey’at etmekte geri kaldıklar nazın itibare
alınmalıdır. Hz. Ebu bekiı'e (ra), Hz. Abbas, oğlu Fadi, Hz.
Zübeyr, Hz. Mikdad, Hz. selman, Hz.Ebu zer, Hz. Ammar
ve Hz. el-Berra bey'at etmekte gecikmişlerdi. Sonra çok
geçmeden bey'at ettiler, ama hiç kimse oıdan küfürle itham
etmedi. (118)
Ibn Sa'd'da şu olay nakledilir: Halid b. Said yemen'den
döndükten soma üç ay geçmesine rağmen Hz. Ebu bekir
(ra)e bey'at etmedi. Sonra Hz. Ebu bekir (ra) onu evinde zi­
yaret edip, halini hatınm sordu. Bu sırada Hz. Halid; "Sana
1ıs. Ibn-i Sad Tabakıt: 1/295
116. Muhtaun S*hihi MivUm Hadis No: 1220
117. A.g.e. Hadis No: 1221
118. İbn-i Saad Tabakat: 4/67

227
bey'at etmemi ister misin?" dedi, Hz. Ebu Bekir de: "Miislü-
manlann içine girdiği duruma senin de girmeni isterim." de­
di. bunun üzerine Halid: "Akşam buluşalım" dedi. Sonra ge­
lip, Hz. Ebu bekir minberde iken ona bey'at etti. Ebu Bekir
(ra) onu tekfir etmeyi düşünmediği gibi gidip evinde ziyaret
etti ve halini hatınnı sordu. Bunun gibi bir olay da Hz. Ali b.
Ebi Talib'in başından geçmişti. Sahabe-i Kiram'dan Irak fa­
tihi Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdullah bin. Ömer, Ebu Said el-
Hudri ve Usame b, zeyd gibi bazı zevat Hz. Ali'ye bey'at et­
mekten imtina etmişlerdi. Hz. Talha ve Zübeyr'in de içinde
bulunduklan bir ordu, ayrıca Hz. Muaviye ve onunla birlik­
te olanlar ona karşı çıkmışlardı. Hz. Ali (ra) bunlardan hiç
kimseyi, hatta Haricileri dahi tekfir etmedi, sahabe-i kiram­
dan bazılan da fitne çıktığını düşünerek kendi köşelerine
çekildiler, kendi köşelerine çekilmekle beraber diğer müs-
lümanlan küfürle itham etmediler.

HALİFELİK ÜZERİNE BEY'AT


Emeviler döneminden beri "Şura" yürürlükten kalkma­
sına lagmen Müslüman idareciler bey'ata karşı çok arzulu
idüer. Bu aızu hala günümüze kadar devam edegeldi. Niha­
yet, kötü yöneticiler ve idareyi geceleyin ele geçiren Hara­
milergelince, ne ümmeti ve ne de başka şeyleri önemseme­
diler. Çünkü onlar bu makamlara ulaşmalanndaki marife­
tin, kendilerini yücelten ve sürükleyen gizli ellere ait oldu­
ğunu biliyorlardı. Bundan dolayı da onlar ne bu ümmeti ve
ne de bey'ah istediler. Hatta çirkin yüzü güzel göstermek is-
.tediklerindeveya kendileri hesabına istenildiğinde hileli se­
çim yaptılarve bu seçimlerde % 99,9 sonuç aldılar. Müna-
fiklar da onlann "ömür boyu başkan" olduklarını ilan ettiler.
Bey'atm vacip olduğunu -tabii ki müslüman imama- ve ya­
pılan bey'ata sadık kalmmasım belirten birçok hadis varid

118. Üm-i S*id Tabtkıı: 4/S7

228
olmuştur. Abdullah b. amr b. el-As (ra)ın rivayet ettiği
uzunca bir hadisin sonunda şöyle buyuıulmaktadır. ”... Her
kim bir imam (devlet başkam)a bey'at edip de elini eli üzeri­
ne koymuş ve kalbinin meyvesini ona vermişse (yani ona
dogm ve halis bir lüyede ahd vemüşse) amk gücü yettiği de­
recede o imama itaat etsia Eğer cüger bir imam yani devlet
başkam çıkıp da birincisi ile nizaya kalkışırsa, İkincisinin
boynunu vurunuz." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. İbn
Abbas (ra) mn rivayet ettiği bir başka hadis İbn Abbas (ra)
dedi ki: Rasululİah (sav) şöyle buyurdu "Her kim devlet
başkamndan hoşlanmayacağı kötü bir şey götürse sabret­
sin. (isyan etmesin) Çüıücü devlet başkanına karşı isyan ede­
rek itaatten bir kanş dışan çıkan bir insan., bu isyarıkar hali
üzere ölürse, muhaÛcak cahiliyet ölümü ile ölür." Bu hadis
müttefekun aleyhtir.
İbn Ömer (r.anhüma) Hz. Peygambeı'in şöyle buyurdu­
ğunu rivayet etmiştin Her kim itaatten bir el kadar aynbrsa,
kıyamet gününde Allah'a fiili hususunda lehine hiçÛr hüc­
ceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynunda bey'atı
olmayarak ölürse cahiliyet ölümü ile ölür." Bu hadisi Müs­
lim rivayet etmiştir.
Bütün bunlar müslüman idareci hakkındadır, kötü yö­
netici zalim, fasık, facir idareciler ve yönetimi zorla ele ge­
çirenler için değildir. Buradaki cahiliyet ölümü, küfür anla­
mına gelmez. Onun son durağı müdümanm isyankar olma­
sıdır. Aksi halde Hz. Talha ve Zübeyr, Cemel vak'asinda öl­
dürülenler. Hz. Muaviye'nin ordusunda öldürülenler, bun-
larm tümü elbette kafir olurdu. Çünkü onlar, o dönemde
meşra halife olan Hz. İmam Ali'ye bey'at etmemiş olarak öl­
düler.
O halde müslümanlar birkaç bey'atı tanıdılar. Nitekim
bey'at tekrarlanıyordu. İslam üzere yapılan beratın istisna­
sı ile diğer bey'atlan terk eden küfre girmez. Bu husustaki
deliller daha önce geçmişti.

229
Gençlerin "cahiliyet ölümü" tabirine takılıp kalmalan,
bir tür lafzın zahirini ele almaktır. Halbuki onlar şer'i bir de­
lile sahip olmadıklan gibi iddialarım pekiştirecek bir ben­
zer olaya da sahip değiller.

SO N SÖ Z
Bu kitabın asli planını kitaplanmdan ve kaynaklanm-
dan uzakta, yaz tatilimi geçirmekte olduğum Türkiye'de ta-
sarlamışüm. Sonra araştırmanın genişletilmesini ve derin-
leşürilmesini düşündüm. Yazmaya başlamamın üzerinden
takriben bir yıl geçti. Bundan sonra dostlanmdan aldığım ii-
kirier ışığında ikinci baskıda tekrar gözden geçirmek umu­
duyla matbaaya venneyi düşündüm.
Kitapta faydalı bulduğum konuda araştırmayı derinleş-
tiımiştim. Daha fazla derinlere dalmayı gerektirmeyen bazı
bölünmelere de değinip geçtim. Bu kitabın fıkhi bir incele­
me olan "Ahkamül-Müıted" adlı kitabımın bir tamamlayı­
cısı ve devamı olması için kaleme aldım. Bu kitabda metod
olarak fıkıhtan uzak, "kitab ve sünnet"e dayanmayı tercih
ettim. Çünkü bu kitapta tarüştıgım kişiler buna meyyal idi­
ler. Fıkha ve fakihlere güvenmiyorlardı. Onlann birçok ko­
nulan tartışmış olduklanna bakarak, kendi metodlanma gö­
re onlarla beraber yürümeyi seçtim. Konulannda kendileri­
ne tabi oldum. Bu günün gençleriyle dünün fırkalan arasın­
daki tevafuku keşfetmek için buna bazı fırkalar hakkındaki
araştırmayı da ekledim.
İmkan nisbetinde bazı fikir ve delilleri tekrar etmekten
kaçınmaya gayret göstermemle beraber, bazen onlara dön­
mek ve tekrar etmek mecburiyetinde kaldım. Allah'tan bu
çalışmamı sırf kendi nzasma muvahk kılmasını istiyomm.
Çünkü O, dualan duyup kabul edendir...

230
KAYNAKLAR
1- el-Cessas el-Hanefi, Ahkamü'l-kuı'an, el-Matbaatül-
Bchiyye, Mısır
2- ibnu'l arabi, ahkamü'l Kuı’an, 2. Baskı
3- Said Ceylaııi, Ebu'l Ala el-Mevdudi Fikirieri ve Da­
veti, 1. Baskı
4- Şevkani, İsartti-Hak ala'l-Halk, Matbaatü'l adab,
1318 H.
5- Muhammed Nasır el-Elbaıü, lıvattl-Galil
6- Yahya b. Hübeyre, el İfsah an Maaıûyi's-Sıhah, Ri-
yad
7 - G a z z a li, e l- İ k tis a d f ı'l- l'tik a d , k a h ir e
8- Dr. Numan es-Samarrai, Ahkamin-Mflrted, 1. Bas­

9- Fahruddin er-Razi, Tefsirül-Kebir, 1. Baskı, 1357
H.
10-lbn Kesir, Tefsiril-Kuı’an-ı Azim, Darii'l-Maarif
U-lsmail el-ezheri, Tahziru ehl-il iman
12- Ebu Cafer el-Taberi, Tehzibül-Asar
13- Kurtubi, el-Cami li-ahkamil-Kur’an
14- Taberi, Camiul-Beyan
15- Salim Ali el-Behensavi, el-Hükm ve Kazıyyetü
Tekfiril-Müslim
16- Ebu'l ala el-Mevdudi, el-Hilafet vel-Mülk
17- el-Hudaybi, Dttat vela kuzat
18- Suyuti, ed-Diirrii’l-Mensur
19- Muhammed Ferid Vecdi, Dairetül-Maarifıl-lsla-
miyye
20- Dr. İmaduddin Halil, Dirasat fi's-Siyre
21- Abdunahman ebul-Hayr, Zikriyyati maa Cemaatil-
Müslimin
22- Şpıabüddin Alusi, Ruhu'l-Meani
23- Dımaşki, Rahmetülüm me fi Ihtilafi'l-Eimme
24- San'ani, Sübü'lüs-Selam
25- Îbniil-Kwyım el-Cevziyye, es-Salat
26- tbn Sad, Tabakatü'l-Küora
27- d-Bagdadi, el-Fark beynel-Fırak
28- Seyyid Kutub, Fi zılalil-Kur'an
29- itm nacer el-askalani, Fethul-Bari
30- Abdıdaziz selman, el-Kevaşifil'l-Celiyye
31- el-Eş'ari, Makalatül-islami)^n
32- Mecelle'tii Hadaratin-islamiyye ed-Dimaşkiyyc
1393 H.

231
33* Zehebi, menakıb-ı İmam-ı Azam
34- Şeyhiıllslam İbn teymiyye, Mecmuatü'l-Fetava
35* Mevdudi, Musfalahatül-Erbaa fî'l-Kuı'an
36- Muhammed Ali es-Sabuni, Muhtasar-ı Tefsir-i İbn
kesir
37- Dr. Abdullah Dıraz, el-Müntehab min Künüzissün-
ne
38- el-Meclisü'1-Ala liş-Süunil Islamiyye münteham
minessiinne
39- Ebu bekir Muhammed es-Serahsi, el-Mebsut
40- İbn Kudame el-Makdisi, el-Mu^i
41- Muhammed Ali es-Sabuni, Min künuzi's-Sünne
42- İmam Ahmed b. Hanbel, Miisned
43- el-Hafız el-Münzir-i Muhtasar-ı Sahih-i Müslim
44- Mecelle tül Mecelle es-Suudiyye
45- Şevkani, Neylü'l-Evtar.
İçindekiler
Teşekkür 5
Önsöz 7
Giriş 13
I. BÖLÜM
Geçmişte Tekfir Meselesi 27
Şiilikte Tekfir 27
Haricilikte Tekfir 32
Mutezilede Tekfir 38
Mürcieye Göre Tekfir 41
İslam Ümmetinin Cumhurunun Durumu 43
II. BÖLÜM
Çağıunzda Tekfir Olayı 47
Siyasi Baskı ve İşkence 48
Faydasız Pişmanlık 55
Resmi Ulemaya Güvenin Yok Olması 57
Hükümleri Doğrudan Kukandan Almaya Çalışmak 66
Büyük Küfürle Küçük Küfrü Biıhirine KanşUrmak 74
Münafıklar ve Şifadan 82
Mevdudi'nin Dört Terimi 87
Seyyid Kutubla Mevdudi İlişkisi 95
İlim İman İlişkisi 99
Müslümanlarm Birbirlerinden Uzaklaşmalan 104
Cahiliyet Kavramı ve Küfürlü İlişkisi 110
Kurtubi 113
Tabari 114
El-Cassas 115
Alusi 117
İbn-Kesir 117
Seyyid Kutub 119
Cahiliyet İdaresi 122
Taberinin Görüşü • 123
Alusinin Görüşü 132
Seyyid Kutub'un Görüşü 134

233
Laiklik ve AUah'ın indirdiği ile hükmetme 139
Kilisenin Egemenliği 141
İlk Cahiliye Kadınlannm Açılıp Saçılması 144
Cahiliyyet T aassubu 151
Sünnette Varid Olan Cahiliyyet 165
Fertle Toplum Arasında Cahiliyet 165
III. BÖLÜM
Tekfirin Gerekçeleri ve Cevaz Veren Sebebleri 167
Müslüman Halkın Küfürü Hakkında 173
Müslümanlar Şehadetin Manasım Bilmiyorlar.
Bunun İçin de İslam Girmiş Olamazlar 173
Müslüman Hicret Eden kişidir. Şehadet Getirip Hicret
Etemeyen Müslüman Değildir 180
Üzücü Bir Şey 188
21otlama (llorah) Meselesi 188
Cemaatın Birden Fazla Olması ve Müslüman
Cemaata Karşı pkma Küfürdür 194
Bugünkü Toplumlar Aksi Sabit Oluncaya Kadar
Cahiliyyet ve Kafir Toplumdur 196
Toplum Kafir Olduğu İçin Onu Yıkmak Gerekir 198
Kafiri Tekfir Etmeyen Herkes Kafirdir 207
Amelsiz İman Ohnaz İslam Şeriatıyla Amel Etmeyen
Küfre Girer 212
IV. BÖLÜM
Küfürden Kurtulma 217
Küfürden Çıkma 217
Bey'at Meselesi 221
Ka^nlarBey'atı 225
Ghad ve Ölüm Üzerine Bey'at Etmek 226
Hicret Etmek Üzere Bey'at Etmek 228
Dinlemek ve İtaat Etmek Üzere Bey'at 229
Halifelik Üzerine Beyat 231
Son Söz 232
Kaynaklar 232

234
Vahdet Kitap Kulübü Yaymları

1- Filisdn Üzerine Emperyalizmin Gizli Oyunlan /


Cilneyd Hekimoğlu (Tükendi)
2- Namaz /Abdullah Büyük
3- Mazlnmiarla Sohbet /Hüsnü Aktaş (Tükendi)
4- inancımız / Ömer Küçiikağa (Tükendi)
5- Sapmalara Karşı Davet Yolu /Mus!(rfa Meşhur
6- Üyelik ve Liderlik Açısından Davet Yolu /
Mustafa Meşhur
7- Yahudinin Kanlı Böreği (Belgesel Roman) /
Necip El-Kıylani
8- Allah Erinin Yolu /Adil Akkoyunlu
9- Hamas /Abdullah Azzam
10- Müslümanm Ahlakı /Mııhammed El-Gazalî
H - Geçmişte ve Günümüde Tekfir Olayı /
Dr. Numan Abdurrazzak Samarrai

Not: Tek istekler için posta pulu gönderilmesi, toplu istek­


ler için tutarın; Ahmet Küçiikağa (294357 nolu) posta çeki
hesabımıza yatırılıp, sipariş mektubuyla birlikte alındı bel­
gesi adresimize gönderilmelidir.

isteme Adresi: Vahdet Kitap Kulübü


Malta-Boyacıkapıst Sk. No: 7/1 Kal: 3 Fatih / İSL
Tel: 5 3 1 0 5 0 0 - 531 27 22 Faks: 533 02 37

İ35
Bu eser niçin y a zıld ı?
Gözüpek gençler, kitab>ı göz gezdirsinler ve bazı görüşlerini
yeniden d üşünsünler ve tashih etsinler diye...
K u tlu îslam i hareketin öncüleri olarak inançlı gençler bu
eseri okusunlar ve tekfir fikrine kapılm asınlar diye...
A kla göre hareket etmeden, nakillere ve nasslara göre hare­
ket etsinler diye...
D ü n y a n ın çeşitli yerlerinde sapık hüküm etler, bu kitabı
gençlere karşı kullansınlar d iye değil,
Bazı istihbarat elemanları bu kitabı ele geçirip, kendi süfli
arzuları için tekfir olayını körüklem ek istemeleri için hiç de­
ğil...
Bu kitabı açıkça tekfir fikrine düşen, her önüne gelen müslü-
manı tekfir eden, bu konuda aşınlıklara giden gençler için yaz­
dım .
Bu kitabı, bu alanda m üslüm anların karşılaştığı meselelerin
çö züm lerine k ü çü k de olsa bir katkıda bulunursa kendim i
bahtiyar sayarım .

You might also like